03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/14 DIŞ HABERLER 14 NtSAN 1990 TAMÜYELİKBAŞVURUSU3. YILINIDOLDURDU AT kapısmda belirsiz bekleyişYASEMİN ÇONGAR ANKARA — Türkiye'nin Avrupa Top- luluğu'na (AT) tam üyelik başvurusunun Uzerinden üç yıl geçtiği halde, Ankara "12'ler"e katüraak konusunda süresi ve so- nucu belirsiz bir bekleyişi hâlâ surdurüyor. Ankara ile topluluk arasındaki ilişkilerde kesinlik taşıyan nokta, "katılma mözakerelerinjn" 1992 sonundan önce baş- layamayacağı konusu kesinlik taşırken bu müzakerelerin daha sonra mutlaka başla- tılması konusunda ısrarla istenen "güvence" hiçbir şekilde elde edilemedi. Topluluk Ba- kanlar Konseyi'nin istegiyle Bruksel Komis- yonu tarafından bugünlerde hazırlanan Türkiye ile işbirliği paketinin kaderi de baş- ta Yunanıstan engeli olmak üzere çeşitli et- kenler nedeniyle belirsizliğini koruyor. Dışişleri Bakanı Ali Bozertn "AT Oe Uiş- kilerden sonımJn Devlet Bakanı" sıfattyla 14 Nisan 198Tde Brüksel'de Türkiye'nin başvuru mektubunu dönemin Belçika Dı- şişleri Bakanı Leo Tindemanns'a sunmasın- dan sonra başlayan bekleyiş, 5 Şubat 1990'da AT Konseyi'nin kararıyla yeni bir sürece girdi. Türkiye'nin başvurusunun ka- bul edilerek AT Komisyonu tarafından in- celenmeye alınması sonrasında hazırlanan ve 18 Aralık 1989'da Brüksel'de açıklanan "Mütalaa raponı" Türkiye'ye ozetle "Üye olma ehliyetine sahipsin. Ancak gerek be- nim tek pazar uygulaması ve Dogu Avru- pa'daki gelişmelerle ilgili kendi sorunlanm gerekse senden kaynaklanan sorunlar ne- deniyle şu anda katılman miimkün değil. Tek pazar uygulamasının başlayacağı diizen- lemelerinin tamamlanacağı 1993 başından önce bonu müzakere bile edemeyiz. Daha sonra üyelik başvurusunun giindeme gelip gelmeyecegi konusunda ise hiçbir güvence veremeyiz" diyordu. Böylece Topluluk Ba- kanlar Konse>i'nin 19 Aralık 1989'da Fran- sa'nın dönem başkanlığında "not eıtigi", 5 Şubat 1990'da lrlanda'nın dönem başkan- lığında kabul ettiği bu görüş, Türkiye"yi da- ha uzun bir bekleyişe itmiş oldu. Topluluk ülkeleri ve Türkiye'den pek çok kesimin "Bu is. bitti" yorumunda bulunmasına yol açan bu karar, hükümet cevrelerinde, "Topluluk üyeliğine hazırtanmakla gecirilmesi gereken bir süreç" olarak değerlendirildi. Bu değer- lendirmede, komisyon raporundaki Türki- ye ile tam üyeliğe hazırlavıcı işbirliği prog- ramı hazırlanması önerisinin Konsey'ce ka- bul edilerek yeniden komisyona görev ola- rak verilmesinin de buyük payı var. Bruk- sel Komisyonu şu günlerde Türkiye'nin ken- di sorumluluğu dışında görerek sadece "il- gili bir izleyid" konumunda takip ettiği bir çalışmayı sürdürüyor. Bu ay sonunda ta- marnlanması beklenen bu çalışma, toplam on bir başlıkta topluluk ile Türkiye arasın- daki uyum ve işbirliğinin güçlendirilmesi için çeşitli öneriler içeren bir program ha- zırlanmasına yönelik. Türkiye'nin "tam üyeliğe hazırlayıcı ni- teiikte, topluluğun etkin olduğu tum alan- programın işlerliği açısından belirleyicilik taşıyor. Ankara, sembolik tutardaki 4. mali protokolün topluluk için tam bir "tesl" ni- teliği işlevi göreceğine inanıyor. Türkiye'nin tam üyelik başvurusunun üçüncü yılında, topluluk ile ilişkilerde "sonınlu" noktaları oluşturmaya devam eden ve üyelik perspektifi açısından Bundan tam 3 yıl önce 14 Nisan 1987'de Brüksel'e iletilen başvuru, 5 Şubat 1990'daki AT Konseyi kararıyla yeni bir sürece girdi. 18 Aralık 1989'daki "mütalaa raporu"nda yer alan "şu anda olmaz" ifadesi, Türkiye'yi sonucu ve süresi belirsiz bir bekleyişe sokmuş bulunuyor. Türkiye'nin tam üyelik başvurusunun üçüncü yılında, topluluk ile ilişkilerde sorunlu noktaları oluşturmaya devam eden en önemli siyasi konular ise şunlar: însan haklan, Kıbrıs sorunu ve azınlıklar. Hükümet yetkilileri, insan hakları konusunda eksiklikler olduğunu doğruluyorlar. lan kapsar genişlikte, dinamik ve yeterli ma- li destekle donanmış" olacağını umduğu bu işbirliği programının en kritik yönünü ma- li destek unsuru oluşturacak. Yunanistan- ın vetosu nedeniyle dondurulmuş bulunan 600 müyon ECU'luk dördüncü mali proto- kolün serbest bırakılıp bırakılmayacağı, "guçleşlirici" unsurlar olarak gorunen en önemli siyasi konular ise şöyle sıralanıyor: tnsan haklan: 14 Nisan 1987'den bu ya- na, topluluk çeşitli organ ve yetkilileri ara- cılığıyla Türkiye'deki insan hakları ihlalle- rinden duyduğu kaygıları dile getirdi. Bu çerçevede yaygm ve sistemli işkence iddia- ları, AT ülkeleri standartlarını aşan gözal- tı ve tutukluluk süreleri, gözaltında tutulan- lann avukatlan ve aileleriyle görüştürülme- mesi (Incommunicade Detention), Türk Ce- za Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddeleri- nin düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne ge- tirdiği kısıtlamalar, en yetkili ağızlardan eleştiri konusu yapıldı. AT ile ilişkilerden sorumlu hükümet yetkilileri, 14 Nisan 1990'a gelindiğinde bu eleştiriler karşısın- da Türkiye'nin durumunu şu sözlerle değer- lendiriyorlar: "tnsan haklan konusunda yapmamız ge- reken pek çok şey olduğu dogru. Bu konu- da topluluğa verdiğimiz bilgi ve güvencele- rin kredibilitesi de henüz yeterli değil. Bn bir süreç meselesidir. Hükümele bir güven- sizlik olduğu da gerçek. Ancak bu alanda iyileştinneler yapılması için en üst düzeyde kafa yoruluyor. Gene de kredibilitemizin, örneğin bir Lluslararası Af Örgütıi'ne eşit düzeye vükselmesi zaman alacak." Kıbns: Bruksel Komısyonu'nun mütalaa raporunun iki kara noktasından biri olarak nitelendirilen "Kıbns paragrafı" Türkiye^ nin toplulukla ilişkilerindeki en sancılı ko- nulardan birine işaret etmeye devam ediyor. AT Bakanlar Konseyi'nin Kıbns'ın Türki- ye'nin üyeliği için "önkoşul" oluşturmadı- ğını resmen açıklamış olmasına karşın bu konunun karşıiıklı ilişkilere etkisi, AT ül- keleri üstdüzey yetkililerinin demeçieri ve Kıbns Rum Yönetimi'nin topluluğa üyelik başvurusunda bulunmaya hazırlanmasıyla halen ön planda. Güney Kıbns'ta ATnin bir temsilcilik bürosu açması, Akdeniz'den so- rumlu Komiser Matutes'in ziyareti ve ttal- ya Başbakanı Andreotti'nin açıklamalan bu çerçevede dikkat çekici gelişmeler olarak de- ğerlendiriliyor. Ancak hükümet kaynakla- rı, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin geçerli olan politikasından AT ile ilişkiler nedeniyle bir geri adım atmasının söz konusu olma- yacağını vurguluyorlar. Azınlıklar: Komisyon raporunun diğer karanlık noktasım oluşturan "azınlıklar" konusu da Ankara'yı rahatsız etmeye devam ediyor. Lozan Antlaşması çerçevesinde ulu- sal azınlık statusüne sahip olmayan Kürt- lerin topluluk yetkililerince "azınlıklar" kapsamında ele alınması Ankara-Brükse) ilişkilerinde "nazik" bir nokta oluşturuyor. Türkiye-AT Karma Parlamento Komisyonu Avrupa kanadının pazartesi günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Gü- neydoğu'da alınan yeni önlemleri görüşmek ve Türkiye ile ilişkıleri gözden geçirmek üze- re acil toplantıya çağrılması da bu çerçeve- de dikkat çeken bir gelişme olarak değer- lendiriliyor. SSCB Gorbi'den Litvanya'ya ültimatomDış Haberler Servisi — Sovyetler Birliği Başkanı Mihail Sergeyeviç Gorbaçov'dan Litvanya'ya yeni bir ültimatom. Gorbaçov, Litvanya yönetiminin "bazı kararlan" iki gün içinde geri almaması durumunda, di- ğer cumhuriyetlerden Litvanya'ya yapılan mal sevkiyatının durdurulacağını belirtti. Litvanya yönetimine gönderilen, Devlet Başkanı Gorbaçov ile Başbakan NikoJay Rijkov imzalı ültimatomda, bu cumhuriye- tin 11 martta aldığı bağımsızlık karanndan dönmesi istendi. Litvanya Parlamentosu'- nun, Sovyetler Birliği Anayasası'nı "ihlal eden" kararlar almaya devam etmesinin, öteki cumhuıiyetlerin merkeze baskı yap- malanna neden olduğu belirtilen ültima- tomda şöyle denildi: "Litvanya Pariamentosn, bn ay başlann- da kabui ettiği kararlaria, Sovyel ordnsu- nun bahar celbini reddetmiş, halka yeni kimlik dağıtmış ve ülkedeki SBKP mülki- yeti gaspedilmeye çalışılmışnr. Bu olaylar üzerine, öteki cumhuriyetler. Moskova'ya 'Sovyet Anayasası'nı ihlal eden Litvanya'ya neden mal sevk etmeye devam eltiklerini' sormaya başlamışlardır. Litvanya yöneti- mi, iki gün içinde Sovyet Anayasası'nı ih- lal eden kararlardan geri donmezse, SSCB'yi oluşturan cumhuriyetlerden Lit- vanya'ya gönderilen mallann sevkiyatı ke- silecektir." Siyasi gözlemciler, bu deyünden, Litvaıı- ya'nın tüketiminin yüzde 95'inden fazlası için merkeze bağımlı olan petrol, doğalgaz ve kömür sevkiyatının kastedildiğini belir- tiyorlar. Litvanya Devlet Başkanı Vitautas Lands- bergis ise bu talebi yerine getiremeyecekle- rini ve Kremlin yönetiminin bunu çok iyi bildiğini belirterek "Eğer bu üriinlere kar- şılık döviz istenecek olursa bu Moskova'- nın bizi yabancı bir devlel kabul eltifi an- lamına gelir" dedi. ANKARA Bozer: Güvence olmaması sorunDışişleri Bakanı Ali Bozer, tam üyelik görüşmelerinin 1993'ten sonra başlatılacağı konusunda AT'den güvence alınmamasının beklentilere ters düştüğünü söyledi. Sovyetler Birliği, Stalin'in icraatlarından dolayı Polonya'dan özur dilerken, Gürcüler Stalin'e olan duygulannı farklı bir şekilde dile getirdiler. Gürcistan'ın başkeati Tiflts'Ie, bir grnp Gurcii Josef Stalin'in anıtına bir kutu beyaz bova döktü. (Fotoğraf: AP) ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) — Dı- şişleri Bakanı Ali Bozer, 3 yıl önce Türki- ye'nin Avrupa Topluluğu'na (AT) başvuru- sunun bizzat kendisinin ilettiği bir mektupla yapılmasından bu yana geçen süreyi değer- lendirirken, 1993'ten sonra katılma görüş- melerinin başlatılacağı konusunda toplu- luktan güvence almamamış olmasının bek- lentilere ters düştüğünü söyledi. Bozer, Av- rupa'mn yaşadığı hızlı değişhn sürecine de değinerek, "Özellikle Doğu Avnıpa'da mey- dana gelen gelişmeler, Türldye'nin üç yıl ön- ce yaptığı muracaatın isabetini oıiaya koy- muştur. Bu suretledir ki Türkiye, Avrupa- daki oluşumlann dışında kalmamıştır" dedi. Dışişleri Bakanı Bozer, Cumhuriyet'in Türkiye-AT ilişkıleri konusurjdaki sonıla- rını yanıtladı: "— 198Tden bu yana geçen üç yılda Türk- iye'nin AT ile ilişkilerinde beklediğini elde edemedigi göriışu yaygın. Bu konudaki de- ğerlendirmeniz nedir? BOZER — Konuyu birkaç boyutuyla bir- likte ele alarak değerlendirmek gerekir. Ger- çekten hiç olmazsa 1993'ten sonra müzake- relerin açılacağına dair 'AVIS'de ve Konsey karannda bir kaydın bulunmaması beklen- tilerimize uygun düşmemektedir. Bunun ya- nında raporda bir ön şart olarak belirlen- mesi dahi komisyonun yetki çerçevesini aşan ve aynı zamanda bundan önce hazırianmış bazı raporlarla uyum halinde bulunmayan mülahazaların yer alrruş olması özellikle ko- misyon açısından düşündürücüdür. Buna karşılık, gerek raporda, gerek Konsey ka- rarında kapsamlı bir işbirliginin öngörül- mesi Türkiye'nin ulaştığı düzey itibanyla iyi telakki edilmesi, komisyon raporunun ve Konsey kafanmn olumlu yönlerini teşkil et- mektedir. Bu komisyon raporu ve Konsey kararıyla Türkiye ile topluluk arasında kap- samlı bir işbirliği kurulması önerilmektedir. Bu işbirliginin somut bir şekle dönüşebil- mesi için Konsey, komisyona görev vermiş- tir. Komisyon bu işbirliginin yürütulmesi so- rumluluğunu da üstlenmiştir. Bu işbirligi- nin komisyon raporunda da işaret edildiği veçhile entegrasyona yönelik olmasını te- menni ederiz. Halen işbirliğini tesise matuf somut öneriler komisyon ve Konsey'den geçmiş değildır. Önümüzdeki günlerde bu işbirliginin somut şeklini görebüeceğimizi umit ediyorum. Özellikle Doğu Avrupa'da meydana gelmiş olan gelişmeler, Türkiye^ nin üç yıl önce yapmış olduğu muracaatın isabetini ortaya koymuştur. Bu suretledir ki Türkiye, Avrupa'daki oluşumlann dışında kaimamıştır. Dışandaki bu duruma para- lel olarak ülke içinde de bir dizi tedbir alın- mak suretiyle topluluğun ve Türkiye'nin topluluğa uyum çalışmalan başlatılmış ve küçümsenemeyecek mesafe kaydedilmiştir. Bugün Türkiye topluluğun tam üyesi olsun olmasın, bu tedbirleri almak ve Avrupa'daki bu gelişmelere eşit düzeyde bir çalışma içi- ne girmek durumundadır. Bu itibarla içe- rideki bu çalışmalarımızı ve dışandaki fa- aliyetlerimizin hem ATye tam üyelik hem Avrupa'daki bu gelişmeleri izlemek açıla- nndan aynca değerlendirilmesi gerektiği gö- rüşünü taşıyoruz. Ve çalışmalarımız da bu yönlerden gelişmektedir. — AT'nin Türkiye'den beklentileri çerçe- vesinde yapümasını gerekli gördüğünüz spe- sifik girişimler neler? BOZER — Topluluk evvela bir ekonomik uyum öngörür. Tabii ki bu ekonomik uyum siyasi uyumla beraber mutalaa edilir. Bu iti- barla biz hem ekonomik alanda hem siyasi alanda uyumu sağlayıcı tedbirleri alıyoruz. DÜNYACA ÜNLÜSOSYAL BİLİMCİLER ANTALYA'DA GÜNEY VEDOĞU ÜLKELERÎNDEKİREFORMLAR1TARTIŞTI 'Doğu Avrupa'nın geleceği Latin Amerika'— 1 — ŞAHİN ALPAY "Güney ve Doğu Ülkderinde Sistem Do- nüşümleri"ni incelemek amacıyla 7-11 ni- san tarihleri arasında Antalya'da yapılan uluslararası seminer, dunyaca tamnmış bir grup sosyal bilimciyi Türkiye'de topladı. Bunlar arasında Ispanyol Sosyalist lşçi Par- tisi'nin kuramcısı ve 1982-88 yılları arasında lspanya Eğitim Bakanı Jose Maria Mara- vall, geçen yıla kadar Brezilya'nın maliye bakanı olan Luiz Carlos Bresser Pereira, Polonya Sosyal Demokrat Partisi'nin (es- ki Komünist Partisi) yöneticilerinden Jerzy J. Wiatr, Brezilya lşçi Partisi yöneticilerin- den Francisco VVefforl gibi siyaset adam- lan bulunuyordu. (Alejandro Foxley Şili Maliye Bakanlığı'na atandığı için toplan- tıya katılamadı.) Antalya semineri Grubun öteki ünlüleri arasında otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş sorunsalı üzerine kuramsal çalışmalanyla tarunan, Uluslararası Siyasal Bilim Derneği'nin ye- ni başkanı Arjantinli Gufllermo O'Donnell, ABD'nin Stanford Üniversitesi'nden Phi- lippe Schmitter ve Chicago Üniversitesi'n den (Polonya asıllı) Adam Przevvorski gi- bi siyaset bilimcileri ile ABD'nin Califor- nia Üniversitesi'nden eleştirel-Marxist ik- tisatçı John Roemer vardı. Çoğunlukla sos- yal demokrat ya da demokratik sol eğilira- li bilim adamlarını bir araya getiren semi- nere, ANAP'a yakınlığıyla bilinen Türk Demokrasi Vakfı'nın ev sahipliği yapması ilginç bir noktaydı. Bunun tek nedeni, De- mokrasi Vakfı'nın Başkanvekili Ankara Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ergun Özbu- dun'un grubun bir üyesi olmasıydı. Semi- nere vakıf üyeleri Boğaziçi Üniversitesi'- nden Üstün Ergüder ve Bilkent Üniversi- tesi'nden Metin Heper de katıldı. Seminer dolayısıyla Antalya'ya gelen ün- lü bilim adamlarının bazılarıyla otoriter ya da totaliter rejimlerden demokrasiye geçiş, demokrasiye işlerlik kazandınlması, komü- nist ülkelerde siyasal ve ekonomik refor- mun geleceği, sosyalizmin geleceği gibi ko- nular üzerine konuşmak olanağını bulduk. Bu yazıda görüştüğümüz bilim adamları- nın ilginç gözlem ve fikirlerinden bazıları- nı aktarmaya çalışacağız. Demokrasiye geçiş konusunda kuramsal incelemeleriyle ünlü Profesör Schmitter'le söyleşimizin odak noktası, bugüne kadar- ki bilgi birikiminin sağlam, işlerliği olan bir demokrasinin kurulabilmesi açısından or- taya koyduğu "dersler" oldu. Schmitter'e göre üç temel dersten söz edilebilirdi: "Bi- rinci olarak siyasi dönüşümle, ekonomik dönüşümü birbirine kanştırmak; ikisini ay- nı anda gerçekleştirmeye çalışmak, bir ha- ta olabilir. Örneğin Küba ve Nikaragua'da olduğu gibi otoriter bir rejimden demok- rasiye geçişle kapitalizmden sosyalizme ge- çişin birbirine karışması durumlarında ol- nik grupları vb. de uzlaşmaya dahil etmek anlamına gelir. Üçüncü bir ders geçişle değil, demokra- siyle ilgili. G •numüzde demokrasiye geçiş, 19. yüzyıl demokrasisine değil, modern de- mokrasiye geçiş demektir. Modern demok- rasiler ise profesyonel politikacılar tarafın- dan yönetilir. Toplumdaki mevcut tüm çı- karları ve etnik grupları temsil eden pro- fesyonel bir politikacılar sınıfının yaratıl- ması gerekir. Bu sınıfın demokrasiye bağlı olması, oyunun kurallanna göre rekabet et- mesi ve birbirini tasfıye etmeye çalışmaması şarttır. Öte yandan modern demokrasi, ör- gırtlenmiş demokrasi demektir. Bireyler yi- ne onemlidir, ama demokrasi özünde ör- Otoriter bir rejimdenj demokrasiye geçişte ilk ders, siyasi güçler arasında 'concensus' sağiamanın, mutabakata varmanın büyük önemidir. Demokrasinin bir çoğunluk yönetimi olduğunu söyleyen kîasik demokrasi teorisinin aksine, demokrasinin yerleştirilebiimesi açısmdan, siyasal güçler arasında raümkün oian en geniş tabanh uzlaşmayı sağlamak ve mümkün olduğu kadar geniş toplum kesimlerinin çıkarlarıru güven altma almak, çok iyi bir fikirdir. duğu gibi... Sonuç demokrasi olmadığı gi- bi, demokrasinin kurulmasını da giderek güçleştirebilir. Bu önemli bir derstir, çün- kü demokrasiye geçişten beklenmesi gere- ken şeylerin sınırını çizer. Demokrasi her- kesi bir gecede eşit yapamayacağı gibi bazı eşitsizlikleri arttırabilir de. Seminerde söy- lendiği gibi 'bütün iyi şeyler bir hamlede gerçekleşemez...' lkinci ders, otoriter bir rejimden demok- rasiye geçişte siyasi güçler arasında 'concensus' sağiamanın, mutabakata var- manın büyük önemidir. Demokrasinin bir çoğunluk yönetimi olduğunu söyleyen kla- sik demokrasi teorisinin aksine, demokra- sinin yerleştirilebiimesi açısından siyasal güçler arasında mümkun olan en geniş ta- banh uzlaşmayı sağlamak ve mumkün ol- duğu kadar geniş toplum kesimlerinin çı- karlarını guven altma almak, çok iyi bir fi- kirdir. Bu, örneğin komünist partisini, et- gütlerarası bir pazarlık sürecidir. Bugüne değin kapitalizmden sosyalizme geçiş konusunda belki binlerce kitap yazıl- mıştı, ama sosyalizmden kapiıalızme geçiş konusunda hiçbir çalışma yoktu. Aynı şe- kilde otoriter bir rejimden demokrasiye ge- çiş konusu enine boyuna incelenmişti, ama totaliter bir rejimden demokrasiye geçiş hiç ele alınmamıştı. Yakın zamanlara kadar komünist toplumların değişmelerinin, re- forma uğramalannın mümkun olmadığına ilişkin bir inanış egemen olmuştu. Schmit- ter'e göre bunun sorumlusu Amerikan si- yaset bilimcilerinin soğuk savaş yıllarında geliştirdikleri "totaliterlik" kavramlaştır- masıydı. Iç çelişkileri olmayan bir toplum modelini öngören bu kavram, toplum bi- limcileri kendine tutsak etmişti: "Gerçek- te değişme Stalin'in ölümunden 10 saniye sonra başladı, ama insanlar çok uzun süre meydana gelen değişmeleri ciddiye almadı- lar. Rusların kendileri de değişme>i kabul etmediler. Dolayısıyla iki taraf da komu- nizmde değişmezliği esas aldı. Totaliter toplum modelinin iki temel ya- nılgısı vardı: Birinci yanılgı, siyasi ve eko- nomik gücün aynı ellerde toplanması var- sayımının abartılmasıydı. Oysa "insanlar görünenin ardında örgütlenmeye ve iş yap- maya başlamışlardı. tkinci bir ekonomi, ikinci bir toplum ortaya çıkmış; 1970'lerde ve 1980'lerde giderek güçlenmişti. Komü- nist ülkelerde herkes biri resmi, biri gayri- resmi iki hayat sürüyordu." Modelin ikin- ci yanılgısı ise Sovyetler Birliği'nin bir imparatorluk olduğunu; değişme olmayışı- nın buyük ölçüde Sovyetler Birliği'nin gü- cunden kaynaklandığını dikkate almayışıy- dı. Oysa Doğu Avrupa ülkeleri değişmenin guçlü sinyallerini veriyordu. Arka arkaya ayaklanmalar patlak veriyor; Sovyetler ta- rafından bastırılıyordu. Sovyetler'in gücü tükenince, değişme olanca açıklığıyla orta- ya çıkmıştı. Schmitter'e göre şimdi Doğu Avrupa'da demokrasiye yöneliş, örneğin Latin Amerika'da olduğundan daha kesin ve geri donulmez bir süreç niteliğini kazan- mıştı. Adam Przeworski'ye göre de genelde Ba- tılı sosyal bilimcilerin Doğu toplumlarım değişmesi beklenmeyen toplumlar olarak görmelerinin, dolayısıyla yarulmalannın te- mel nedeni ideolojikti. Doğu Avrupa top- lumlannın komünist ideolojinin öngördu- ğü şekilde işlediğine inanmışlardı. Oysa "Stalin'in ölümunden sonra komünist ide- oloji işlerliğini büyük olçüde yitirdi. Öte yandan komünist toplumlarda her zaman çıkar çelişkileri vardı. Partiler içinde her za- man reformcu kanatlar mevcut oldu. Ba- tı'dan alınan krediler, Batı'yla yapılan alış- veriş, Batı'ya seyahatler sonucunda Doğu Avrupa toplumları 'Batılılaşmaya', 'burjuvalaşmaya' başladı. İnsanlar, 'Batı- lılar gibi iyi yaşamak' ister oldu... O zaman parti içindeki bölünmeler toplumda destek bulmaya başladı. Baskı yerine uzlaşmaya dayanan, biraz baskı uygulayan, biraz ser- bestlik tanıyan bir düzen arayışı doğdu. 1981'de Polonya'da Jaruzelski'nin askeri darbesi, gerçekte bilinen şekliyle komuniz- min sonunun geldiğinin işaretiydi. Zira ko- münist partisinin artık duzeni surdureme- yeceği ortaya çıktı. Parti iktidan orduya devretti." Demokrasi baskısı Seminerde üzerinde durulan bir konu, bugüne kadar edinilen deneyimler ışığında hem siyasal hem de ekonomik alanda re- form yapmanın arz ettiği güçlüklerdi. Şimdi bir yandan tek parti yönetiminden demok- rasiye, öte yandan merkezden planlanan bir ekonomiden ademi merkeziyetçi bir piya- sa ekonomisine yöneldiğini gördüğümüz Doğu Bloku ülkelerinde iki cephede reform başarılı olabilecek mi? Przeworski'nin ya- nıtı şuydu: "Once Doğu Avrupa ulkelerini ele alalım. Sanıyorum Doğu Avrupa ülke- ların hiikümetin vaatleriyle pek bağdaşma- dığı görülünce, tepkiler başlar. Muhalefet güçlenir. tktidar ya reformlara devam edip seçimleri yitinnek ya da reformlardan vaz- geçip sosyal maüyetini hafifletmek alterna- tifleriyle karşı karşıya kalır. Ekonomik du- rum yine düzelmez, huzursuzluk artar ve yeni bir hükümet işbaşına gelir; yeniden re- formlan sürdürmeyeçalışır... Kapıtalizmin bilinen bir ileri bir geri politikası hâkim olur. Reformlar Amerikan üniversitelerinde tasarlanmış reçetelere dayanır ve hükümet- lere IMF ve World Bank gibi kuruluşlar ta- rafından büyük ölçüde empoze edilir; te- peden inme kararnamelerle uygulamr. Bu teknokratik tarz, muhalefet doğurur. Hü- Przeworski: demokrasi, güçlü ve sağlam oimasa da yaşayacaktır; ekonomik reformlar da bugün önerilmekte olan reçete kadar ileri gitmese de bir noktaya kadar gidecektir. Doğu Avrupa'nm geleceğinin Latin Amerika olduğuna kuvvetle inanıyorum. Ancak Latia Amerika'dan farklı oiarak Doğu Avrupa ülkeleri, coğrafi konumlan itibarıyla Avrupa'da olduklarından demokratik rejimi muhafaza etmeleri için sürekli dış baskı altında olacaklardır. lerinde, daha güçlü bir temsil yeteneğine ha- iz, popülist ya da örgütlenmiş az veya çok baskıya dayanan, şu veya bu biçimde bir demokrasi yaşayacaktır. Çünku Doğu Av- rupa, Avrupa'nın bir parçasıdır. Bugünün Avrupası'nda demokrasisiz yapamazsınız. Tüm Doğu Avrupa ülkeleri gözlerini Batı Avrupa'ya çevirmiştir. Kültür de para da oradadır. lspanya, Yunanıstan, Portekiz, Türkiye gibi Güney Avrupa ülkeleri üzerin- de etkili olan bu baskı, Doğu Avrupa ül- keleri üzerinde de etkili olacaktır. Ekonomik reformlara gelince: Bugüne kadar tanık olduğumuz deneyimlere bakar- sak, reformların diktatörlük koşullarında daha başarjlı olduklan ileri sürülemezse de demokratik koşullar altında topalladıkları söylenebilir. Ekonomik reformun başlan- gıanda başarılı olunacağına dair buyük bir guven vardır; halk, guçluklere katlanma- ya, acı ilacı yutmaya hazırdır. Ama sonuç- kumet bir mutabakata ihtiyaç oiduğunu fark eder ve bu defa uzlaşma arayışına gi- rer; fakat karşısındakilerin kabul ettikleri şeyin kendi reform reçeteleri olmadığmı gö- rür... Latin Amerika'da ekonomik reform deneyiminin dersleri kabaca budur. Toparlarsak, Doğu Avrupa'da demok- rasi, güçlü ve sağlam oimasa da yaşayacak- tır; ekonomik reformlar da bugün öneril- mekte olan reçete kadar ileri gitmese de bir noktaya kadar gidecektir. Ben Doğu Avru- pa'nın geleceğinin Latin Amerika olduğu- na kuvvetle inanıyorum. Ancak Latin Ame- rika'dan farklı olarak Doğu Avrupa ülke- leri, coğrafi konumlan itibanyla Avrupa'- da olduklarından, demokratik rejimi mu- hafaza etmeleri için sürekli dış baskı altın- da olacaklardır". YARIM: Glasnosta tamam. perestroykaya devam
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle