Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 25 MART 1990
Turing GenelMüdürü Çelik Gülersoy:
Istanbullukentinesahip çıksınİstanbul, büyük kitlelerin gündemine 1980 sonrası girdi.
Özellikle 1984-89 arası Dalan belediyesinin icraatları, kenti ve
kentin gündelik yaşamımızdaki yerini daha tartışılır kıldı. Oysa
Turing Kurumu ve onun yöneticisi Çelik Gülersoy, yıllardır
İstanbul'u, İstanburun tarihini ve kentin mimari yapısını
gündeme sokmaya çalışıyor. Bu alanda çalışmalar yürütüyor.
Çelik Gülersoy, gerek Turing yöneticileri gerek İstanbul
üzerine yazdığı ve derlediği kitaplar ve gerekse tarihi İstanbul
yapılarını yeniden hayata kazandırmasıyla tanınıyor.
Yazarımız Ali Sirmen, Çelik Gülersoy'la İstanbul'u,
İstanbulluluğu ve kentin gündelik hayat içindeki yerini konuştu.
SÖYLEŞİ ALİ SİRMEN
PAZAR
KONUĞU
Sayın Gülersoy varsayalım ki yurtdışın-
dasımz- İstanbul'u görtneyen bir dostunuz "na-
sılbir yer tstanbul, anlal" dedi. Ne anlatırsınız?
Çok açık bir şey söylemem. Çünkü bir tane İs-
tanbul yok. Birincisi tarih içerisinde çeşitlilik arz
eden birçok kent var. tkincisi aynı tarih içinde,
bu sefer mekân olarak yefpaze gibi açılan deği-
şik şehirler var. Bu bakımdan ben bunu anlatmak-
ta güçlük çekerim. Büyflkbabamın İstanbul'u baş-
ka, öğrenciük yı1larımın İstanbul'u başka, içinde
şu anda yaşadığımız İstanbul başka. Bu gün de
topografyayı ele alalım, hep aynı yerde yaşadığı-
mızdan şüphe ettirecek kadar çeşitlilik gösteren
bir topografyanın içinde yaşıyonız. Bunun kadar
tezat bir kent daha yeryüzünde görmedim. O yüz-
den net bir cevap veremem böyle bir soruya.
MRI^BBBüyükbabanızın İstanbul'u nasıldı?
Onun zamanının Istanbul'unu görmedim. Ba-
bam Istanbul'dan aynhnca doğmuşum ben. 1933
yıhnda ailemin tstanbul'a donup kesin olarak yer-
ieşmesiyle birlikte gozümu açtıtn, Yıldız semtini
gördüm. Abdülhamid, Yıldız Sarayı'nı yaptırın-
ca, îstanbul'da ve bütün başkentlerde âdet oldu-
ğu uzere sarayın çevresinde devlet erkânının otur-
duğu konaklarıyla vb. semt oluşmuş 1876'dan
sonra. Biz gittiğimizde Abdiiihamid yoktu, sem-
tin içi boşalmıştı, ama fiziksel çerçeve duruyor-
du.
Şöyle bir çerçeveydi o efendim: Önce buyuk ko-
nutlanmız, bir zamanlar devlet büyüklerinin otur-
duğu, istisnasız tümü ahsap olan büyük konut-
lar vardı. Bunlann içerisinde zengin bahçeleri var~
dı. O bahçeler, bugünün bahçeleri değildi, ken-
dilerine göre bir üsluplan vardı. Duvarların örü-
lüşü farkh, duvarın üstünden fışkıran yeşil doku
farklı. Bugün bilinmeyen farkh şeyler vardı, me-
sela menekşeyle ilgisi yok ama, menekşe gülü der-
ler, küçük beyaz bir gül vardı. Sonra orta halli-
nin ve onun bir altının oturduğu konut tipleri var-
dı. Bunlar genellikle birbirlerine bitişiktir ve ön-
de arkada bahçeleri vardır. Önde leylak tipi çi-
çekler, arka bahçede ise sebze vardı ki evin kü-
çük sebze ihtiyaçları oradan karşılanırdı. Her ev-
de bir aile otururdu, öyle oda oda kira diye bir
durum yoktu. Sokaklarda sukûnet vardı, öyle co-
cuk gurultüsu falan yoktu. Hele öğle saatlerinde
havada sinek uçsa kanat sesleri duyulacak kadar
sessizdı çevre. Kjsacası sessız, alabildiğine sağiıklı,
yeşil, mutlu bir çerçeve.
nra ne oldu?
1947 yıhnda ben lisenin ilk sınıfına gidiyo-
rum. Savaş bitmiş, yokluk dönemi bitmiş, Kara-
köy poğacacısı açılmış, fınnlarda beyaz ekmek gö-
rülmüş, bir mutluluk dönemi yaşıyoruz, midele-
rimiz bayram edecek. Tam o gunlerde bugün Yıl-
dız'da teknik okulun olduğu yere (o sırada okul
yok) garip bir şey kondu. Sanki yerden mantar
çıkmıs gibi. Kimse bilemedi ne olduğunu. Meğerse
gecekonduymuş. Binanın duvarlannın üstünde iki
el sıkışıyor. Bu bir yardım malzemesi sandığıymış,
adam boyundan biraz yüksek bir şey; vatandaş
onu oraya koymuş, içine de tuğla örüyor. Orta sı-
nıfın biraz altında olanlar bıle o sırada üç beş oda-
h evlerinde oturuyorlar. Herkes birbirine "ondar-
da bir şeyler oluyor" dedi. Kimse ev yapıhyor di-
yemedi, çünku ev değil. O zaman gecekondu kav-
ramı da daha yok. Sonunda vatandaş, içinden du-
vannı çekti, üzerinden tahtasını kaldırdı ve kon-
dusu ortaya çıktı. Ve 47, 48, 49'dan itibaren de
bunlar mantar gibi yerden bitip arttılar. Yıldız
Bulvarı yapılırken onlar oradan kaldınldı, ama
başka yerlere gidip orada çoğaldılar. Şimdi tstan-
bul'un çevresi hepsinin adı, kuş, çiçek zarif isim-
leri olan, ama kendilerinin zarafetle uzaktan ya-
kından en ufak ilgisi olmayan yerleşimlerle dol-
du gitti.
Bir özelliğe dikkatinizi çekeyim: tstanbul'un es-
ki halkı bunlardan bir tane bile yapmayı hiçbir
zaman aklına getirmedi. Parası olmadığıridan de-
ğil, bir gecekondu o zaman kaç paraydı ki... Ihti-
yacı otmadığından da değil hepsi zaten kirada otu-
ruyor. Bir memurun aylığının yarısı o zaman bi-
le kiraya gidiyordu. O şehir kavramı, toplum ya-
rarı gibi disiplinler içinde olduğundan devlet ara-
zisi gibi yerlerde, başkasının mülkü üzerinde ken-
disine konut yapmayı haysiyetine aykın buldu.
Bazı istisnalar dışında Istanbul'un 1 milyon hal-
kı kesinlikle gecekondu yağmasına katılmamıştır
diyebilirim. Bugün ise biliyorsunuz spekülasyon-
dan gecekondu kesimine pay duşmüştür ve eski
ilkel mülkler birer servete dönüşmüştür.
misiniz?
iBugüntin Istanbul'unu tarif eder
Efendim bugünün İstanbul'u, evvela, ame-
liyat geçirmiş bir hastadır. Son beş yılda estetik
veya organik, vücudu veya yüzü üstüne ameliyat
geçirmiş bir hastaya benziyor, ama bünye önceki
gibi. Kentin ana bunyesi süruyor, çevresi de illet
yerleşimlerle dolmuş. Artık onlar gecekondu ol-
maktan da çıkmış, arsanın biçimini almış, onun
teferruatı olmuş.
•••H/V£/ bu arada, ameliyatta neler olumlu
oldu?
Şimdi aslında yine olumsuz olmakla birlik-
te kimi olumlu sayılajŞilecek bölümler var. Mese-
la Bakırkoy sahil yolu ve Asya ktyısında Kuçuk-
yalı sahil yolu. Gerçekte onlar da estetik bakım-
dan sakıncalı. Örneğin Sadun Boro doğal doku-
nun, kıyı şeridinin betonla doldurulmasından
kahroldu. Ama asıl sorun o iki yolun ardındaki
hinterlanttır. 20-30 yılda o yoğunluk teşekkül et-
li mi artık o sahilin bu hali alması kaçınılmazdır.
Insanı deniz kıyısına çıkarmak, komur depoları-
nı kaldırmak isabetlHşlerdir. Ayrıca, mimarisini
onaylamaya imkân yok ama, Istanbul'un iyi bir
konser salonuna kavuşması da iyidir. Ama bina-
nın mımarisi için Amerikalılara kadar gitmeye ge-
rek yoktu. Burada onu çok daha iyi yapacak ki-
şiler vardı. Neyse ki binanın içi iyi. Böyle üç beş
tane yerinde proje vardır. Ama, ötekiler gerek har-
canan para, gerek feda edilen beş yıl, gerekse kul-
lanılan Türk tarihinde şımdiye kadar görülmemiş
şiddetteki yetki unsurunu göz önüne ahrsanız, ye-
terli ve uygun sayılamaz.
Burada bir noktayı vurgulamak istiyorum. Ben
bütün bu olaylara bakarken acaba olumlu bir şey
bulabilir miyim diye bakıyorum. Yoksa estetik bi-
çimde ele ahrsanız, şehir karakteristiği olarak ba-
karsanız bunlann iler tutar tarafı yok. Ben "İs-
tanbul Esleliği" adlı bir kitabın yazarıyım. 83'te
çıktı kitap. Orada savunularun tamamen tersinin
yapıldığını görmekle de mutsuz olan bir insanım.
tstanbul'un bir özelliği kumlu çakılh kıyılandır.
Sahil kumla çakılla bitmeh. Doğal haliyle bitmeli.
Tıpkı Zürih göl kıyısmda olduğu gibi, onlar da
bilirler beton çekmesini, ama çekmemişlerdir. Ne-
den? Çünku estetiği bilirler. Biz artık o kadar in-
cesini de aramıyoruz. Geniş kitlelere kabataslak
çözüm getirilmesini bir yerde onayhyoruz. Bakır-
köy ve Küçükyah'da bu nedenlerle onayladığımız
çözümler bazı bölgeler için geçersizdir. Mesela
Boğaz'da imkânsızdır. Çünkü Boğaz dokusuyla
Küçükyah dokusu arasında iki ayn ülke kadar
fark vardır. Birisi dünyanın her yerinde bulunu-
labilen sahil çakılhğıdır, diğeri ise evvela coğraf-
ya olarak, sonra dünya yerkabuğu üzerinde sadece
bir yerde gerçekleşmiş olan bir morfolojidir. Sonra
500 yıllık Osmanlı tarihi medeniyeti onun kena-
rmı dantel gibi kendine özgü bir mimariyle süs-
lemiş. Şimdi burada daha fazla özen göstermeli;
buraya beton döktunüz mü dantele beton dökme-
ye benziyor.
Trafik sorunu var ise, ona başka alternatifler
aramak gerekiyor. Tuneller by-pass yollarla aran-
malıydı çözüm. Sonra 50'li yıllardan beri söyle-
nir hep Boğaz'ı transit geçecek olan trafiğin kıyı
şeridinden gecmesi zorunlu değil, tepeden arka
yollardan geçirip, aşağıya inişler vererek çözüm-
ler bulunması mümkundur.
lkinci bir olumsuzluk 80-90 arasının Istanbul'-
un yuzüne vurduğu hançer darbesidir ki bu da
Boğaz'da boş kalmış tepelerin beton tanklarla dol-
durulmuş olmasıdır. Evet tanklar diyorum, çün-
Ç E L İ K
G Ü L E R S O YÇelik Gülersoy 1930'da Hakkârı'de doğdu. İlk,
orta ve iise öğrenimini Îstanbul'da yaptı.
Beyoğlu Erkek Lisesi'ni birincilikle, tstanbul
Hukuk Fakültesi'ni iyi derece ile bitırdi.
öğrenimi sırasında çahşmaya basladığı Türkiye
Turing ve Otomobil Kurumu 'nun çeşıtli
kademelerinden sonra 1961 'de hukuk müşaviri,
1966'da genel müdür oldu. Bu kuruluşu
reorganizasyonundan sonra turizm ve kultiir
çalışmaları dolayısıyla Kiiltur Bakanlığı 'nın
"şeref plaketi"ni, ttalya Cumhurbaşkanı
tarafından verılen "Cavatier" ve Fransa
Cumhurbaşkanı'nca verilen "milli takdır"
nişanlarınt aldı. 1979'da tstanbul'un tarihi
korulannın bakımı ve içlerındekı köşk ve
kasırların restorasyonunu gerçekleştirerek
bunlann halka açümasına oncüluk etti.
"Kapalıçarşı'nın Romanı" adlı eseri ile Sımavı
Vakfı Sosyal Bilimler ödulünü kazandı.
Topkapı, Kapıkule, Yıldız Sarayı'nın bahçesi,
Emirgân, Hidiv Kasrı, Yeşil Konak ve
Soğukçeşme gibi birçok restorasyon ve
düzenlemeler yapan Çelik Gulersoy'un, turizm
ve tstanbul'la ılgılı yayımlanaus birçok kitabı da
bulunuyor. <
re 9 kat çıkmaya imkân yok. Yanındaki parseli de
o fakir evin sahibi alam.ız. o zaman da bir hol-
dıng çıkar, hepsini toplar, tapuda birleştirir ve adı-
na füzyon dediğimiz olay olur ve bloklar takır ta-
kır diziiir her iki yana da; bunun adına Beyoğlu
denmez. O zaman orada yepyeni bir şehir çıkar.
Şimdi Tarlabaşı'nda ön tarafa doku2 kat verdi-
niz mi artık durduramazsımz, arka tarafa da 9 kat
vereceksiniz ve sonunda Tarlabaşı'run lstiklal
Caddesi'ne doğru çıkan, daha zengin yapılar içe-
ren bölümü de gider. O zaman adına Beyoğlu de-
diğimiz 19. yüzyıldan kalma frenk yerleşimi kal-
kar, yerine dünyanın her tarafında gördüğümüz
takır takır betonlar gelir. Işte Beyoğlu yıkılmasın,
Dolapdere'yi yapın derken bunu amaçlıyordum.
^BB^MŞimdi bir de örneğin Taşkışla olayı var.
Taşkışla'nm beşyıldızlı otel yapüması için çok tar-
tışıldı, çok baskı yapıldı, hatta aklı evvelin biri
buranın otel yaptlmasına karşı çtkanın vatanı sev-
mediğini söyleyecek kadar ileri gitti. Oysa Fran-
sa'da örneğin, Paris'teki Sorbonne'u beş yıldızlı
otel yapalım deseler herhalde millet konuyu tar-
tışmak bir yana söyleyenle alay eder değil mi?
Bu bana, bir olayı anımsattı. 1960'ların bir
Tarım Orman Bakanı vardı. Benim de ormancı-
lardan bir dostum var olayı o anlatıyor. Bu ba-
kan, ormancılan Ankara'ya çağırıyor ve diyor ki
"Bütün ormanları sökelim. Mevcut ağaç varhğı-
nı odun olarak değerlendirelim. Sonra lâzım ge-
len yerlere yine orman yapanz. Tabii ormancılar
hasta oluyorlar bu teklife ve karşı pkjyorlar. On-
lann karşı duruşuna karşı bakan bağırıyor. "Siz
bana söyler misiniz mevcut ormanlmr kaç para edi-
yor?" Dostum da bu çıkış üzerine ona sormuş.
"Efendim sizin saglığımzın parasal totan ne ka-
dar hesaplar mısınız?
IBizde kentin sorunlanna pek ilgi göste-
rilmiyor.
Efendim o genel bir hastahk. Sade tstan-
bul'a, Türkiye'ye değil, Doğu toplurnlarına özgü
bir hastahk, Doğu toplurnlarına has bir kafa ya-
pısı karşısındayız. Şehrinin. ülkesinin sahibi ol-
duğunun bilincine varamamak. Tabii bunda çe-
şitli faktörler rol oynuyor...
1
zaman şunu söyleyebilir miyiz: tstan-
bul'un bugünkü durumundan, burada oturanlar
da sorumlu.
Ona ne şüphe efendim. O ünlü formül ge-
çerliliğini koruyor: Her ülke layık olduğu yöne-
time sahiptir.
tKKK^UBir de şimdi yabancıya dönük beş yıl-
dızlı oteller furyası var Îstanbul'da.
Bu sadece Istanbul'a has değil, Türkiye ge-
nelinde var 5-10 yıldır. Turist sayısı biraz kıpır-
danma gösterince samldı ki tek noksan, ilave ^a-
tak kapasitesi. Ve bütün tedbirier bu düşünce doğ-
rultusunda gdiştiriidi. Şimdi yapılan yanlışlardan
ötürü panikler başlamış durumda. lkinci bir yan-
lış da şehir sırf dış turizme yönelik otellerden bir-
Çelik Gülersoy, kentlinin kentiyle ilgiienmediğini, ülkesinin sahibi olduğunun
kaynaklandığım soyluvor. (Fotoğraf: Ugur Saner)
bilincine varamadığını, bunun da Doğu (oplumlanna özgu kafa yapısından
kü hepsi aynı yöne dönmüş öyle duruyorlar.
"Efendim bekleyin bunlar bitsin cevresine bah-
çeler yapılacak, yeşili olacak" deniyor. Ama olsa
ne olacak? Yine duvar olacak, yine halk gireme-
yecek. Biz Boğaz feda edilmesin derken iki şeyi
anlatıyoruz. Bir, bir rekreasyon alanı yaratılsın,
10 milyonluk şehrin nefes alacak bir yeri olsun.
Istanbul'un tek kalan akciğeri kıyıda Boğaz'dır.
Onu feda etmeye kimsenin hakkı yoktur. Aynı za-
manda Boğaz'ı korurken amaç peyzajı korumak-
tır. Boğaz mimarisinin bir özelliği var. Çok var-
80'-90 arasının İstanbul'un
yüzüne vurduğu hançer
darbesi, Boğaz'da boş kalmış
tepelerin beton tanklarla
doldurulmasıdır. Evet tanklar
diyorum, çünkü hepsi aynı
yöne dönmüş öyle duruyorlar.
'Bunlar bitsin, etrafında yeşili
olacak' deniyor. Olsa ne olur.
Yine duvar olacak, yine halk
giremeyecek.
yasyonlu, deniz kenarı, taş yalı ayrı bir tip, ah-
şap yalı ayrı bir tip mimariye sahip, köy içlerinin
evlerinin mimarisi ise ayrı. Oysa şimdi yapılanla-
rın hepsi aynı tip beton bina. Bu Boğaz'a ihanet-
tir.
tEvet galıba, çok hazin ama, şimdi Bo-
ğaz 'ın doğal dokusunun tek korunduğu yerler ya-
bana misyonlara verılmış olan arazi parçaları.
Tabii. Ne yazık ki doğru. Çocukluğumuzda
hayıflanırdık 'ne diye yabancılara bu kadar yer
vermişler' derdik. Şimdi neredeyse verildiğine şük-
reder hale geldik. İyi ki verilmiş. Yoksa oralar
1940*^ sonuyla 1980 arasındaki popühst donem-
de gecekondulara feda edilecekti. Son beş yılda-
ki elitist dönemde de villa sahiplerine kurban edi-
lecekti.
• • M / t o g a z özellikle bu iki dönemi, popülizm
ve elitizmi soyut biçimde kaynaştıran Sanyer'i ile
diğer sorunlanyla bitmez bir konu.
Evet isterseniz Boğaz'dan çıkalım ve topoğ-
rafya ile ilgili ohnayan meselelere gelelim. Ama
isterseniz son bir şey daha yapalım ve Beyoğlu
1
na girelim. Beyoğlu'nda sorun neydi? Boğaziçi ve
Şişli'den gelip Haliç'e akan trafiğin kolaylaştırıl-
ması. Gerçekten de bu anlamda Tarlabaşı rahat-
Iama sağlamayan bir kılcal damardı. Peki ama bu
iş için başka alternatif neden aranmadı? Bunu so-
ruyorum ve yalnız bugün değil, o ameliyat başla-
dığında açıkça yazmıştım. Eğer amaç sadece tra-
fiği rahatlatmak idiyse, başka çözüm vardı: Do-
lapdere. Tarlabaşı da Dolapderede ikisi de aynı
yerden gelip aynı yere giderek trafiğin akışını sağ-
İayacak imkâna sahip, hatta aşağısı daha da sa-
hip. Bina yok asağıda, çoğu yer arsa, tarihi bina
yok, nüfus dokusu daha az. Bu üç unsura karşın
yukarıda daha problemli olan yer tercih edildi.
Şimdi Tarlabaşı'nda trafik akıyor ama, iki ya-
nında da bir skandal sergileniyor. Tarlabaşı'nın
üstundeki binalar değildi önemli olan, önemli
olan onların yıkılmasıyla ortaya çıkan boşluğun
bundan sonra alacağı görüntüdür. İki dizı evden
bir diziyi ortadan kaldırıp bir boşluk yaratırsa-
nız, kalan dizi yaşayamaz. Mecburdur yerini da-
ha yüksek yapılara bırakmaya. Biliyorsunuz Da-
lan gitmeden önce, yeni imar planının resimleri-
ni basına gösterdi. İki tarafa 9 kat veriliyor. 3 katlı
eski yapıyı siz 9 kata çıkardınız mı o 6 kata ta-
mahen herkes evini söker. Şimdi küçük parselle-
leşik olamaz efendim. Şehir bir bütün. Evvela o
şehrin içinde yaşayan insanların hayatı var. Do-
ğu'nun turizmden anlayamadığı taraf budur. Dış
turizm yemeğin tuzu biberidir. Ama yemeğin ken-
disini oranın halkı pişirir ve >er,öbürleri iştirak
eder sadece. Bir şehir yalnız iüks otellerden bir-
leşik sayılabilir mi? Bunun kültürü var, sağlığı var,
eğitimi var..
W^t^MŞimdi isterseniz, eğitim kurumlanmn
otelleştirilmesi konusuna girelim.
B'ugünün İstanbulu ameliyat
geçirmiş bir hastadır. Son beş
yılda estetik veya organik,
vücudu veya yüzü üstüne
ameliyat geçirmiş bir hastaya
benziyor, ama bünye öneeki
gibi. Kentin ana bünyesi
sürüyor, çevresi de illet
yerleşimlerle dolmuş. Artık
gecekondu olmaktançıkmışlar,
arsanın teferruatı olmuşlar.
Evet, deniz kenarlannı sırf yabancılara tahsis
etmek kadar, utanç verici politika azdır. Bir şe-
hirden önoe oranın halkı yararlanır, ekstra ola-
rak da turistler ona iştirak eder. Dünyanın her ye-
rinde bu böyle, yani medeni dünyanın demek is-
tiyorum tabii. Şimdi ben Beşiktaş Ortaokulu'nda
okudum. Yoksul kesimin çocuğuydum, bizim de-
niz kıyısmda otutmamız mümkun değildi. Ama
Îstanbul'da Marmara Denizi nedir, yakamız de-
niz, denizin üstüne düşen pırıl pınl güneş pınltı-
sı nedir, havanın durumuna göre yosundan, ye-
şilden lacıverde dönen Boğaz'ın rengi nasıl olur,
ben bunları okulda gördum. Oralarda İstanbul
1
un çocuklan doğamn keyfini değil yalnız, tadını,
yapısını öğrenirler. "Siz buradan çıkın, arkadaki
dağlarda egitim vapın. Biz buralan turisüere tah-
sis edeceğiz" lafı bana utanç verici geliyor.
^^KBMTopografık konulardışında, mesela ula-
şım sorununa gelirsek-.
Ulaşım politikasındaki sakathklara gelince:
Batı'da şehirler bizden önce oluştuğu için, onlar
bu yollardan daha önoe geçmişler. Biz de aynı yol-
lardan gitmezsek kendimize mahsus politikalar
Uretemeyiz. Bilmeliyiz ki nüfusu 1 milyonu geçip
de metrosu oünayan şehir yok. Birinci yapılacak
iş, trafiğin önemli bir bölümünü, geniş kitleleri
toprağın altına almaktır.
W^K^MKanalizasyon konusuna gelirsek?
En çok reklamı yapılan kanalizasyon siste-
mi içler acısı. "Biz guze görunme>en yere yatırun
yaptık, apolitik bir tavır aldık, ama şehrin nzan
vadeli çıkanna hizmet eltik" iddiası karşısında-
yız. Şimdi bakahm ne yapıldı? Haliç'in atık sula-
D'eniz kenarlannı sırf
yabancılara tahsis etmek kadar
utanç verici politika azdır. Bir
şehirden önce oranın halkı
yararlanır, ekstra olarak da
turistler ona iştirak eder.
Dünyanın bütün medeni
ülkelerinde bu böyle.
İstanbul'daki çocuklara 'Siz
buradan çıkın, arkadaki
dağlarda eğitim yapın, biz
buralan turistlere vereceğiz'
lafı utanç vericidir.
nnı ve muhtevasını ve kentin kanahzasyonunu
Marmara'ya ve Boğazlar'a veren bir sistem kunıl-
du. Buna karşı da iki itiraz yükseidi. Ama onla-
ra cevap verilmedi. Birinci itiraz resmi ve askeri
bir rapor, kimsenin bundan haberi de yok. Oşi-
nografi ve Hidrografi Dairesi'nin raporu. Bu ra-
por kanalizasyonun dayandığı savı çürutuyor. Ka-
nalizasyon sistemi kimyevi arıtma getirmiyor, sa-
dece bir ızgara getiriyor ve muhtevayı olduğu gi-
bi denize döküyor. Nedir bunu dökerken dayan-
dığı gerekçe? Efendim Ege*den bir akıntı gelir, Bo-
ğaz'ı geçer ve Karadeniz'e gider, bu akıntı atıkla-
rı da sürükleyecek deniyor. Oşinografi dairesinin
sondajları gösterdi ki bu akıntı Karadeniz'e cık-.
mıyor. Çok uzaktan geldiği için güçsuz, tuzlu ol-
duğu için ağır ve Boğaz'ın ağzında bir eşik Oldu-
ğu için de akıntı oraya vurunca kırılıyor. Boğazlı
da biür zaten akıntı dipten akar ama, pislik üst-
ten, şimdi bu pislik de yüze vuracaktır. Bu konu-
da takır takır makaleler yazıldı. Marmara'nm de-
rinliği 300 metredir ve bunun 250 metresi ölmüş,
yalnızca en ustteki elli metresi yaşıyor. Şimdi o
kanalizasyon o 50 metreyi de öldürdü öldürecek.
\Saym Gülersoy, bir sure önce sizinle bir
söyleşi yapmıştık ve sonradan bir kez daha bir
araya gelmeyi tasarlamıştık. Şimdi 1989 26 Mart
belediye seçimlerinden bu yana bir yıl geçti. Bel-
ki de bu yılm çok değişik ve güç koşullar altında
geçmiş olmasma karşın bir değerlendirme yapma
zamanı gelmiştir. Sizce bu bir yıl içinde Istanbul-
da neler yapıldı, neler değişti, nasıl görayorsunuz
durumu?
Göz önunde, fiziksel görüntüieri ve sonuçla-
rı olan fazla bir değişikliğin olmadığını herkes
biliyor. Ben de herkes gibi aynı manzaraları sey-
rediyorum. Sebepleri ve durumun farkiılıklannı
gündeme getirecek olursak, bence en önemli so-
runun kaynak yokluğu olduğunu söyleyebiliriz.
Geçmiş dönemlerde şehir yönetimi ile siyasi ikti-
dar aynı siyasi partiye aitti. Şimdi ise ikisi ayn ayn
partilerde ve istanbul eskinin deyimiyle bunun
avakibini yaşıyor. Para olsa bugün görüntü daha
farkh olurdu. Bunun tam sebeplerini bilemem ta-
bii. Ama eğer mali kaynakiardaki bu farkhlık ol-
masaydı, şehirde bazı şeyler farkh olacaktı diye-
bih'riz. Bunlann içerisinde bir tanesini özellikle
vurgulamak isterim. Burada belirtmeliyim ki de-
ğişikliklerin birinci nedeni mali sıkıntılar ise, ikin-
cisi de iklim bozukluğudur. Her yıl bir öncekin-
den daha farklı olarak, dünya, Türkiye ve özel-
likle Marmara iklimindeki bozukiukiarı gözlüyo-
ruz. Dünya bilimsel çevreleri bu çizgının başaşa-
ğı gittiğini biliyorlar. Şimdi eğer mali sıkıntı da-
ha az olsa bu ikinci faktöre karşı da daha etkili
onlemler ahnabilir.
Bunun başmda ısınmanın doğurduğu kuraklık
var. İstanbul'u tarihte bunun kadar tehdit eden
bir tehlike düşünemiyorum. tstanbul tarihte de
büyük afetler yaşamıstır. Ama bugünkü koşulla-
nn değişikliği, nüfusun çok yoğun olması tehli-
keyî buyiıtüyor. Onun için tarihte ilk defa olmak
üzere, İstanbul bugün yok olmak tehiikesiyle bu-
run burunadır. Bu tehh'keyi elbirliğiyle gideremez-
sek, şehir olarak, parti olarak değil, ülke olarak
da giderilemeyecek zararlarla karşı karşıya gele-
ceğiz. Bu durumdan ilk etkilenecek sektör dış tu-
rizm.
• • • M H İ f H ' ' efendim yapılabilecekken ya-
pılamamış olan neler var?
Bu dönemde ....Bu konuda objektif olmak
güç tabii ama, gözlemlerimi söyleyeyim ki benim
tavsiyelerim de odur. Bir sosyal demokrat iktida-
rın iddialı olduğu yahuı da mahiyetine daha uy-
gun düşen bazı alanlar var. Kültür ve temizliği
bunlann başına koyarım ve bu konuda hâlâ ya-
pılacak bazı şeyler olduğunu göruyorum. En başta
da temizlik geliyor, caddelenn yıkanmamasını an-
larriak mumkün değildir. Evet su yok, ama deniz
suyu düşünulebilir. Hiç değilse, caddelerde, kal-
dınmlarda bırakacağı tuz konusu incelenir. Niye
hâlâ Şişli Caddesi'nde, lstiklal Caddesi'nde bir
yağmur yağdığında çamur içinde geziyoruz?
Şehrin kenannı pislik götururken şehrin orta-
sı temiz olsa ne olur diye duşünmemek lâzım. Ona
karşıyım. Çunku şehrin ortasını herkes kullanır.
Buralan ortak yerlerdir. Şimdi bu ilkel durumun
sürmesi, hem mevcut yönetime bir eksi getiriyor
hem de vatandaşta umutsuzluk doğuruyor. Bu-
nunla birlikte yönetim yenne oturdukça bu ko-
nudaki uyanların dikkate alınacağına inanıyo-
rum.