25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ki ulkemizde devlet dili Türkçe iken, eğitim dilinin bazı okullarda ilkokuldan başlayarak çeşitli yabancı dillere dayalı olması düşündürücüdür. Ne yazık ki bu tür bir uygulama Batı ulkelerinde pek görülmüyor. (Ülkemizdeki yabancı dile dayalı egitime benzer uygulama Hindistan, Pakistan ve bazı Afrika ulkelerinde vardır.) Burada şu göruşler akla gelebilir: 1) Bu hızlı gelişime ayak uydurmak ve zaman yitirmemek için eğitimin yabancı dile dayalı olması şarttır. 2) Batı kültürüne yöneldiğiınize göre, özellikle teknikbilimde belli düşünce sistemini yakalayabilmek için, bu dillerin eğitimi çok küçük yaşlarda verilmelidir. 3) Bazılarının ileri sürdüğü şu görüşü de ulusal bir bakış açısı ile değil, nesnel bir yaklasımla değerlendirmek gerekir: "Dil devriminin yapısında bir yanlışhk söz konusu olabilir mi? Doğu kültüründen ayrılıp Batı'ya yöneldiğimize göre, dilimizi geliştirip zenginleştirirken Türkçeye eğilmek yerine Batı dillerine, örneğin Latince köklere yönelseydik, sentez yeteneği çok yüksek olan Türk toplumu bugün içine düştüğü dil öğrenme sıkıntısını yaşamazdı. Hatta, "Batı kültürünü benimsediğimize gore, bu düşünceyi yakalayabilmek için okullanmızda Türkçe ile birlikte Yunanca ve Latince okutmalıyız" diyen N. Ataç'ın çıkış noktası da buydu. Bu görüşleri şöyle değerlendirmek olası: Bilim, teknikbilim ve eğitim bir toplumun kültürel, hatta sosyal kurumlandır ve yabana dillerin öğretim aracı olarak kuUanılmasında pek çok sakınca vardır. 1) Teknikbilimin erderai, doğanın gizlerini çözümleyip doğayı insanın denetimine sokması ve bilimsel düşünceyi olanaklı kılmasından kaynaklanır. Yabancı bir dille ulaşılan, gerçekleştirilen bilimden halk nasıl yararlanır? Bilimi halka iletmek, daha doğrusu bilimadamı ile halk arasında iletişim kurmak güçleşmeyecek midir? 2) Bilim yabana bir dille üretileceğine göre, bu durumda, o toplumda bilim Îngilizce ya da başka bir dille konuşan bir grubun tekelinde mi olacaktır? 3) Başkalarının külturleri ve sosyal kurumlarının bir sonucu olan teknikbilimin bizim toplumumuza uyarlanmasında güçlük çekilmeyecek midir? 4) Teknikbilimin sindirilmesi, toplumca özümlenmesi güçleşeceği gibi, öğrencilerin yaratıcılık yetenekleri de güçleşecektir. Özetle çağdaş bilimi bizim toplumumuzun, kültürumüzün bir kunımu haline geürmek olanaksız gibidir. Böylece teknikbilimin halka indirgenen sonuçları başkasından görüp ödünç aldığımız bir nesne gibi eğreti duracak, bilgınin yaygınlaştırılması da doğalhkla gerçekleşemeyecektir. lere duyulan hayranlıktan kaynaklanmaz. Nedenlerden biri de gelişen bir toplumun gereksinme duyduğu kavramları, dilini işletmeden Arapça ve Farsçadan olduğu gibi almasıdır. Medresede yabancı dille eğitim gören Osmanlı aydım ile halk arasında yüzyıllar sürecinde bir uçurumun doğması da doğaldır. Benzer bir durumu yeniden yaşamamak için, ülkemizdeki bilim dilinin ciddi bir şekilde gözden geçirilmesinde yarar vardır. Teknikbilimin bulgularını külturümüzde özumlemek, yeni kavramları bulabilmek, gerekli bilimsel düşünce hareketliliğini kazanabUmek için anadili kullanmak, yabancı dillerden dilimize girrniş kavramları, terimleri dilimizin kavramlar dizgesi içinde yeniden yaratmak gerekir. Bir kavramı mantık örgüsü ile hiçbir noktada boşluk duymadan kavrayabilmek, üretkenliği yaratır. Kullamlan dilin mantığı, kullanamn mantığından çok ufak bir noktada bile aynlsa, o kavramda, kavram alanında ve onunla ilgili çağnşım alanında boşluk doğar, dolayısıyla düşüncede kopukluk görülür. Bir kavramın mantığı ile birlikte toplum tarafından tam olarak anlaşılmamış olması da giderek o toplumda ortak bir düşünce oluşmasını engeller ve iletişim kurulamaz. O yabancı sözcükten yeni kavramlar üretilemeyeceği için zamanla, özellikle soyut kavramlarda bir daralma görülür. Örneğin; dilimize yeni girmiş olan "nostalji, karizmatik" gibi sözcükler bireyler tarafından farklı algılandığı için düşünce birliği yaratmaz; çünkü sözcükler yabancıdır. Belki uzun bir aşamada herhangi bir anlamı ile yerleşecektir; ama şu anda bu sözcuklerin çağrışım alanı yoktur ve anlamları kişiden kişiye değişir. / TEMMUZ 1989 Biliııi Diü ve Türkçe Çok sayıda dili öğrenmek olanaklı, hatta günümüzde gerekli. Çünkü öbür kültürlerle iletişim kurmak, onlann ürettiği teknikbilimi anlamak ve düşünce sınırlarını genişletmek için bu gerekli; ama düşünce kurmak için de anadili şart. Çünkü bireyi düşünceden düşünceye ileten, üretken yapan, bilincini canlı îutan, içinden konuşturan, içinden düşündüren öbür diller değil, anadili. NADİYE SARITOSUN İTÜ Dil ve Devrim Bilim ile dilin ilişkisi: Her toplura fiziksel bir çevre içinde yaşar ve bu çevreyi gudüm altına alabilmek için birtakım teknikleri, bilgileri gelijtinnek zonında kalmıjtır. Toplumun içinde yaşadığı çevre ile dil arasında gündelik yaşamın sorunlanna yönelik görevsel bir ilişki vardır. Toplumlar kendi gereksinimlerinc göre sözcük üretir, dillerini gereksinrae duydukları doğnıltuda geliştirirler. Örneğin dilimizde bulunan "kar, sulusepken, tipi..." sözcüklerine karşın Eskimo dilinde bunlann sayısı oldukça fazladır. Vietnam'da pirincin ytize yakın adı vardır. Türkçede akrabalık ilişkilerine veriJen adlar baldız, yenge, görümce, elti, teyze, hala, bacanak, enişte, dayı öbür dillerde, örneğin Batı dillerinden tngilizcede "sister in law, brother in law" sözcükleri ile karşılarur. DiUerin toplumsaJ kurumlar karşısında pek önemli bir yeri, görevi vardır; çünkü dil bütün bir toplumun yaşamını, geleneklerini ve bilimini taşıyan bir araçtır. Ancak dil aracıhğı ile bütün bilgiler, deneyler aktarılabilir. Bilimsel düşüncenin taşıyıcısı da dildir. Dilin bilime sağladığı yarara karşı bilim de dillerin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce bilim dili Almanca idi. Fransızca ikinci, îngilizce üçüncüydü. Bugün Îngilizce üstünlük sağlamıştır. Rusya'nın bilim alanında sağladığı başarı sonucu Rusça da bilim dili olarak önem kazanmıştır. Günümüzde, özellikle Doğu Bloku ulkelerinde bilimsel iletişim dili olarak yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bilim dilini oluşturan sözcükler terimlerdir ve bunların sayısı teknik alanda ilerlemiş ülkelerdegenelde öbür sözcüklerden çoktur. Terimler çoğunlukla HintAvrupa dil ailesi içinde birinden öbü Güz Gülü PENCERE Tarihi Bölümü riıne pek değişmeden kullamlan sözcüklerdir. Bilimsel terimlerin çoğu Yunanca kökenlidir; psikomatik, kibernik, fobi, terapi, antibiyotik, Lzotop, atom... gibi. Örneğin "elektron" parlak, "iyon" giden demektir. "Anyon" ve "katyon" sözcükleri de yukarı giden, aşağı giden anlamlanru tasımaktadır. Yunancadan başka Latince kökenlerden "radyo, video.."; Arapçadan "cebir, alkol, kimya.."; "Almancadan "röntgen, weber.."; Fransızcadan "amper, nikotin..:'; Italyancadan "volt.:' gibi pek çok terim çıkmıştır. Günümüzde Goethe'nin, "Sanat ve bilim bütün dünyanındır, onlann önunde bütün ulusçuluk duvarlan yıkılır" özdeyişi gerçeklik kazanmı; gibi görünüyor. Ama HintAvrupa kökenli olmayan ve ayn bir dil yapısına sahip olan Türkçe, Japonca, Macarca, Aıapça ve Çince gibi dillerde, uluslararası terim diye nitelendirilen kavramların alanlannda bir daralma görülüyor. Acaba bu ulusların terimler ve bilim dili konusunda tutumlan nedir? Bu konu bir başka yazıda ele alınacaktır. önce çağdaş bilimin ve teknikbilimin eğitimi konusuna değinmek gerekir. Sonuç Teknikbilim eğitimi ve dil Günümüzde teknikbilimin çeşitli düzeylerdeki eğitimi tüm ülkelerde ulusal dille gerçekleştirilmiyor. özellikle teknikbilimde gözlenen baş döndürücü gelişme her geçen gün yeni yeni terimler ortaya koyarken, pek çok değişik bilim dalı da doğuyor ve bunların ulusal dille eğitim olanakları da olmayabiliyor. Eğitim, genellikle Îngilizce yapılıyor. Yalnız burada ilginç olan, çoğu ulkede "devlet dilinin aynı zamanda eğitim dili" de olmasıüır. Yabancı bir dille eğitim pek ender olarak lisans, genellikle lisansüstü düzeyde görülebiliyor. Oysa Çok sayıda dili öğrenmek olanaklı, hatta günümüzde gerekli. Çünkü öbür kültürlerle iletişim kurmak, onlann ürettiği teknikbilimi anlamak ve düşünce sınırlarını genişletmek için bu gerekli; ama düşünce kurmak için de anadili şart. Çünkü bireyi düşünceden düşünceye ileten, üretken yapan, bilincini canlı tutan, içinden konuşturan, içinden düşündüren öbür diller değil, anadili. Japonlan da bugünkü teknolojisine ulaştıran kuşkusuz Japonca; çünkü Japonya'da öğretim dili Japonca; ama yabancı dil eğitimi de çok gelişmiş. Türkçe ile aynı dil grubundan (UralAltay dil grubu: Türkçe, Moğolca, Macarca, Fince, Japonca, Kore dillerini kapsar) olmasına karşın, Japonya'da Batı dillerinin öğretimi ve kullanımı Turkiye'den daha yükTürk toplumu buna benzer bir durumu tarihin sek bir oranda. Japonca eğitim yapıyorlar; ama Bade yaşamıştır. Osmanlıca gibi bir dilin oluşması tı dillerini de öğreniyorlar. Demek ki teknik uretnın nedeni, sadece o dönemde yöneldiğimiz kültür mek için anadili yeterli olabiliyor. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Bıtıp tukenmez tartışmalarımızdan biri de üniversite sorunlarıdır. 1933'teki Darülfünun reformundan sonra üniversite aşamaşına geçildi O günlerde topu topu tek bir üniversitemiz vardı, İstanbul Ünıversitesi. Ardından Ankara Hukuk Fakültesi açrfdı. Darülfünun müderrislerinden bir çoğu yeni oluşumda görev almadı ya da onlara görev verilmedi. Nazi Almanya'dan kaçan çok değerlı bılgınler Atatürk tarafından Türkiye'ye çağrıldı. Böylece İstanbul Üniversıtesi gerçek bir bilim yuvası haline geldi. İstanbul, daha sonra Ankara üniversiteleri, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıydı. Bakan üniversitelerin başıydı. Rektörler bakanlıkça atanıyordu. Özerklik dıye bir şey yoktu. Tek parîi döneminden çok parti dönemıne geçilince üniversite özerkliğı de gündeme geldı. Ama gerçek özerkliğin 27 Mayıs'tan sonra 61 Anayasası ile gerçekleştirıldiğini söylemek gerekir. Ne yazık ki 12 Eylül'ün getirdiği düzenleme ile üniversrtelenmiz yeniden özerklik dışı bir uygulamaya zorlanmışlardır. MGK'nın, daha sonra da Danışma Meclisı'nın kabul ettiği yasayla kurulan YÖK, Yükseköğrenim ve bilim dünyasını kontrol altına almıştır. YÖK yönetiminde bilimsel özgürlüğün var olduğu söylenemez. 12 Eylulcüler gençlığı, aydınları, bilim yaşamını YÖK'le belirlı bir yönde koşullandırmak istemişlerdir. 80'den bu yana bu uygulama surmektedır. Bilim, kültür, sanat özgürlükle gelışir, yaşar, yaratır, üretir. Bunu yıllardır yazıyoruz, söylüyoruz. Ama dar kalıplar içinde düşünüp kararlar alanlar bu gerçeğı bir türlü görmek istemiyorlar. Bir okurum, Ziya Gökalp'ın 1918'de "Yeni Hayat" dergisinde çıkan 'Darülfünun' başlıklı şiirini gönderdi. 70 yıl önce ünlü düşünürümüz yükseköğrenimin. üniversitenin nasıl olması gerektiğini gözler önüne sermiş. YÖK garibesinin mucitlerine, YÖK'ü hâlâ savunan ve yaşatmak isteyen kişilere, çevrelere Gökalp'in şiirini dıkkatle okumalarını öğütlerim "Dıyorsunuz hükümetın idari velâyetı fenlere de şamildir Ben derim kı idare her hünerı bılmez, çünkü mütehassıs değildır Selâhıyet. mansıp gibi yukarıdan verilmez, hep ihtisasla alınır. Hiç bir alım nüfuzunu hunkârdan almaz, gerçi ondan alır her Nazır. Bir müderris ya ilmıyle taayyün eylemıştir, sizden tayin ıstemez Yahut ilmi etmemışken tebeyyün edersınız tayın, kalır bir çömez. (Arkası 1S. Sayfada) OKURLARDAN ki, resmi, ilgili kisi ve makamlar bu bulgulara sırtlannı dönmüsler ve hatta alay etmislerdir. Bu kere, bir resmi ağız, bir doçentimiz, doktor Ekrtm Memis, belgelerle Türk Thrihi dergisinin 1988 ağustos 42. Batıdan tercüme edilerek sayısında Etiler başhğı altında okutulan Türk tarihine göre, tarihimiz t.Ö. 2. yiizyılda Hun yayımladığı makalede, tercüme imparatorluğuyla başlar. Türk tarihin "geçersizliğini" bir yazısı 8. yüzyıla aittir. Türkler yazılı belgeyle ortaya koymustur. "1'/Türkler tsa'dan Anadolu'ya "sürü halinde, önce iki bin iki yüz yıllarında, göçebe olarak" 1071'de Doğu Anadolu'da gelmişler ve uygarhğı burada, kendilerinden önce bulunduğu bulunmaktadırlar, 2/bu tarihte, bir "şehirdevlet" kurmuşlardır, kabul edibniş olan öteki 3/devletin adı Turki kralhğı, budunlardan öğrenmişlerdir. kralt ise tlsu NaiVdir 4/bu Bu Türk tarihi, Batı'nın bize belge, Hatuşas (Boğazköy) biçtiği tarihtir ki, kökünden yanliftır, bizim evrensel kültür arşivinde, KBo 11113 sayısıyla kayıtlıdır. ve tarihteki yerimizi inkâr etme" gayesini güder. Bu belgenin ash t.Ö 3'üncü Bir avuç "resmi sıfatı binde yasamış olan Akad kralı olmayan" arastırmacı, 1970'den Naramşin'e aittir. Anadolu'ya beri yapnklan yayınlarla yaptığl bir sefer sonucu, Batı'nın bu tutumunu açığa aralarında Turki krallığınuı da çıkarmışlardır. Ama ne yazık bulunduğu 17 şehir devleti "İlmi Verin Alimlere..." Evrensel kültür ve tarihin temelindeki yerimiz nasıl yendiğini hikâye eder, Akadça yazılmısttr, bir kopyası Mısır'da Tel el Amarrada, ikinci kopyası Hititçe olarak bizde bulunur. Üç dilde yazümıs olduğuna göre, şüpheye yer vermez. Bu belgenin meıni, H.G. Cüterbock tarafından, 1938'de Berlin'de Assyrologie dergisinin 44. sayısımn 6768 sayfaiarında yayımlanmıstır..." Şimdi, bu Turki kralhğı, bir şehir devlet olduğuna göre, önemsenmemesi gerektiği iddia edilebilir, çünkü ufak bir siyasal topluluktur ve bu çapta 16 kralhk daha vardır denilebilir. Fakat gerçek şudur ki, Turki devleti, bunlann arasında bir buz dağının su yüzündeki sivrilen ucu gibidir. Bu gerçeği, öteki çeşitli bulgular dışında, Doğu Anadolu'da, Urartu kazılanna katılmıs olan Avusturyalı arkeolog Erich Feiglin, halk seviyesinde yazmış olduğu bir serı makaleden ogreniyoruv Doğu Anadolu'ya, tarihin ilk dönemlerinden başlayarak, Orta Asya'dan, Ural Altay dili (yani Türkçe) konuşan budunlar göç etmislerdir. tsa'dan önce dörl binden itibaren, bu budunların kültürü, Kafkaslar, Doğu ve Güneydoğuyu egemenliği altına alan güçlü bir kültür birliği halinde ortaya çıkmıştır. Işte bu kültür, proto Türk, yani ön Türk kültürudür... Bu yazıyı, gene Doçent Memiş'e dayanarak, Nuh'un oğlu Yafestn torunlarından birinin adının TÜRK olduğunu söyleyerek bitirelim; bulan tbrahim Kafesoğlu'dur, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü 'nün yayınlarında 197Tde çıkmıştır. Tarihimizi ne zaman kendimiz yazacağız? (Yazışma adresim: 113 Avenue Felix Faure 75015 Paris). HALUK TARCAN AYŞE ŞOLPAN (Sagyaşar) Sevgili ATAOL BEHRAMOĞLU Uzun bir aynlıktan sonra, tekrar aramızda olmanızdan mutlu olduk. Hoşgeldiniz. YAZARLAREV EVİ HÜSEYtN KARTAL Sıradan biri olmadığı daha ilk bakışta göze çarpardı. Delimtrak bakışlıydı Tahsin Saraç. Anadolu yontularına benzeyen tunç yüzünde gözleri alev alev yanar, yüregındeki volkanın ateşini dışa vururdu. Muş ıle Sorbonne arasında pekişen kişiliğinde ödünsüz bir aydın, yetkin bir edebiyatçı. duyarlı bir şair bütünleşmişti. Anadolu'da doğmuş, Batı'da okumuş çoğu aydınımızda görülen kültür çatlaması. Tahsin Saraç'ta yoktu. Ne istediğini, ne yaptığını, nereden geldiğini, nereye gittiğini bilen Saraç, gücünü bılincınden alıyordu' Gün daraldı Ozan, sesine tünemiş bir kuş. Çiçeklerde Yürek hop hop. Gece atmacasının pençesinöe Ak tiıyler didik didik. Tarih sakallı bir bilge Burnunu tıkamış geçiyor Dikensiz güi bahçesinden. Ölümün tarlasında Tırpan yasası egemen. Muş'tan yola çıkan, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü'nü bıtıren, Sorbonne'dan geçen bu Anadolu çocuğunda ıncelıkle sağlamlığın, duyarlıkla direncin, uzmanlıkla geniş ufukluluğun, güncelle kalıcılığın değerli bir kilimdeki gibi ustalıkla dokunması, az rastlanır bir kışiliği ortaya çıkarmıştı. Ne var kı: Ölümün tarlasında Tırpan yasası egemen. • Telefon etti: Görüselim. Salı günü öğleden sonra gazetede... Hem özledim, hem yeni basılan kitaplarımı getireceğim... 27 haziran salı. Yunus Nadi Yarışması Armağanları açıklanacak Tahsin Saraç toplantıya çağrılı. Gazeteye geldi. Yanında Oralp Basım. Gözleri yine kor gibi. Yüzü yine tunç gibi. Yureğınde gızliden gizliye bir volkan taşıyan bu adamın bedenine ölümün yumurtasını koyduğunu hiç kimse söyleyemez. Nasılsın? iyiyim... Sarıldık; kucaklaştık, kitaplarını verdi İlki "Topiu Şiirieri 1986 Lotus Edebiyat Ödülü." Tahsin Saraç'a neden verilmiş bu ödül? Açıklaması şöyle: Tahsin Saraç, "üstün estetik düzeydeki yapıtiarı yanında emperyalizme, ırkçılığa ve sömürüye karşı yaşamı boyu vermiş olduğu odünsüz savaşım gerekçesiyle" Asya Afrika Yazarlar Bırliği'nin 1986 Lotus Edebiyat Ödülü'nü aldı. İkinci kitabın adı; "Çıplak Kayada Çimlenmek." Açıp bakıyorum, üç dızeye takılıyor gözüm; okumaktan kendimı alamıyorum, ayrılamıyorum şiirden: "Ben gecikmiş güz gülü Arkamda ertelemelerle Yaşanmamışlığın çölü." Sonra Tahsin Saraç'a bir daha bakıp soruyorum: Iyi misin? Saraç, kitabı karıştırdığımı görüyor; ama "gecikmiş güzgulü" nün üç dizesini o anda okuduğumu bilmiyor. Ben de ölümün bu ateş gözlü dostun yüreğine yumurtasını bıraktığını bilmiyorum. Bir gün sonra o yumurta çatlayacak... Ben geciknış güz gülü Yaşıyorum tırtınalarında Artık ölümsuzlüğümü. • Bir "sakıncalı" daha öldü. 12 Mart'ta "siyasal düşüncelerinden ötürü" iki kez gözaltına alınmıştı. Arkasında neler bıraktı? Altı şiir kitabı, beş sözlük, Fransızca'dan Türkçe'ye on yedi çevıri kitabı, Türkçe'den Fransızca1 ya da on beş çevıri kitabı... Hem Batı ile kültür alışverişi, hem bu alışveriş sürecinde yaratıcılığın türetimi ve üretimi... Ancak belkı tümünden de değerli olan, Türkıye'nin bunca gel gitinde ödün vermeyen bir kişiliğın Tahsin Saraç adında tunçlaşmasıydı. i Evet, Türkiye bir değer yitirdi... î Bir insan dünyaya gözlerini kapadı. Bir sakıncalı daha öldü. NEJAT ŞOLPAN evlendıler Beşiktaş 30.6.1989 DURIYE ALİ YAŞAN 1/7/1989 D.ARŞİVİAYDIN evlendiler. ıle Barış ve demokrasi mücadelesinde yitirdiğimiz Basınkent IV (Silivri) 55 m2, K ada, 2. Blok D: 16 Tel: 522 38 92 SATILIK YAZLIK MUSTAFA GÜLMEZ'İ ölümünün 1. yılında saygıyla anıyoruz. KADIKÖYLÜ DOSTLARI ADINA Ali karakurt. Mııstafa Alalay. Sületman Onen. Balıise Pirinı. Ali Şinışek HALK ŞENLIGI NACİ SONME2 SEDAT GOÇMEN ÇETİN UYGUR RAGIP ZARAKOLü AHMET YILDIZ • s# Konuşraacılar Program Grup BARAN D Mehmet GUMUŞ Sevinç ERATALAY Hüseyın TURKO6LC Artvın Halk Oyunlan YerBasilaaşTaihiÇıyB*çea:TatııuzPAZAR^ 17 30 ÖNCÜ KURULUŞ PETROL OFİSİ'NDEN AVRUPALILAŞMADA BİR ADIM DAHA: UNLEADED FUEL KURŞUNSUZ BENZİN PETROL OFİSİ İSTASYONLAI Kurşunsuz benzin... Avrupa standartlarında... Yüksek oktanlı... İçeriğinde kurşun bileşikJeri bulunmadığı için hava kirliliğine yol açmaz... Kurşunsuz benzin, artık Avrupa Topluluğu (AT) ülkelerinin yanısıra, Türkiye'de... Turistler, gurbetçiler, artık kurşunsuz benzinle çalışan otolannı gönül rahatlığıyla ülkemize getirebilecekler... Kurşunsuz benzin... Hepimiz için... Havamız, doğamız, çevremiz; kurşunsuz benzinle daha temiz... PETROL OFISİ "Türkiye İçin En İyisi" ic 1 Temmuz 1989'dan itibaren öncelikle Trakya, Batı ve Güney bölgelerimizin turistik yörelerindeki 34 Petrol Ofisi istasyonunda kullanıma sunulacaktır. Üretim kapasitesi arttıkça, kurşunsuz benzin satışı bütün yurda yayılacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle