15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
İOMART 1989 KÜLTÜRYAŞAM CUMHURİYET/5 SEVEMA ATİLLA DORSAY KİM KİME DUM DUMA BEHİç 4K Pünuonn smrlan mianlar, dvşunteler Belgelenmiş faşizm Stradatt Faşizm I Yönetmen: Mikhail Romm / Bir Mosfılm (Sovyet) yapımı (Kadıköy Kültür ve Sanat Merkezi). Kadıkoy Kultür ve Sanat Merkezi'nin çok sevimli salonunda (ve umanm ki yakında Ortaköy Sanat Merkezi'nde) çok önemli bir film gösteriliyor. Alıştığımız, bildiğimiz türde bir film değil. Çünkü eski belge ve haber filmlerinin taranarak, yeniden kurgulanarak yeni bir film oluşturulmasına dayanan "compilation filmderleme film" türil, bizde yaygın değil. (Geçmişe değgin belgeseller zaten yok denecek denli azdır bizde. Bir de kim uğraşıp burüardan yeni bir kurgu, dolayısıyla geçmişten geleceğe donuk yeni bir yorum getirecek?) Bu açıdan, "Sıradan Faşizm"in geçmişten gelen, kimi oldukça titrek veya lekeli göriintülerinin, sonuç olarak böylesine etkili bir film oluşturmasma ve böylesine güçlü bir mesaj vermesine birçoğumuz içtertlikle şaşabilir. 19011971 arası yaşamış önemli Sovyet sınemacısı Mikhail Romm, aslında bir belgesel sinemacı değil. Edebiyat ve tiyatro alanında çalışan sanatçı, Guy de Maupassant'ı uyarlamaktan John Fordun "Kayıp Birlik" filminden esinler taşıyan seruvenlere, değişik konulu fılmler çevirmiş. Mikhail Romm, hemen tümü arşivlerden derlenmiş, aralannda Hitler'in özel film arşivi, SS subaylannın çektiği özel filmler. Sovyetyönetmen Mikhail Romm'un ünlü belgeseli 'Sıradan Faşizm' P İ K N İ K PİYALE MADRA SÜN OEGÖRDUM FaşJzmin baş aktöru Sovyet yönetmen Mikhaı! Romm, filminde yalnızca fasizmı değil, 1930'ların dünyasını da belgeliyor. Ama bütun bu genel fon üzerinde bir baş aktör var: Adolf Hitler. Film. belkı de bütun bir tarihin en koyu ırkçısını eşsiz bir bıçimde tanıtıyor. Sovyetler'in ve diğer kimi ülkele'rin devlet arşivleri gibi kaynaklarda bulunan filmiyle, yalnızca Almanya'da Nazizmin 1930'larda başlayan yükselişini ve savaş sonuyla birlikte gelen çökuşunu anlatmakla kalmıyor. Aynı zamanda, faşizm denen olayın içinde oluştuğu koşullan, sıradan, kiiçük, önemsiz bulunan olaycıklarla, tehlikeli hoşgörülerle, gündelik ilgisizliklerle, yerine getirilmeyen görevler ve kaçınılan sorumluluk taşımalarla nasıl palazlandığıru da gösteriyor. 1930'lann kısa, ama özlu çizgilerle verilen genel dünya panoraması, bizlere Marlene Dietrich, Marika Râkk, Cab Calloway'ı, caz ve fokstrot dinleyip dans eden bir dünyayı, çeşitli ulkelerin sona ermekte olan bir çağı simgeleyen liderlerini, kral ve kraliçelerini, modalarını, meraklarını, uğraşlannı da gösteriyor. Bu genel fon üzerinde Alman sosyalistlerinin bölünmesıni, sorumsuzluğun toplumda dalga dalga yayılmasım, korkunç ekonomık bunalımı, başını alıp giden enflasyonu, Cumhurbaşkanı Hiodenburg'un tarihe karşı zavallılığım, günden güne yeşeren ırkçı ve faşist tavırların, fıkirlerin ve uygulamaların serpilişini izliyoruz. HIZLI GAZETECI \E<DET Tüm bu genel fon önünde bir baş aktör var: Adolf Hitler... Film, binlerce metre haberfilmden derlenmiş seçme anlarla, bizlere 20. yiızyıhn, belki de tüm tarihin bu en büyük kasabıra, en görkemli ruh hastasını, en koyu ırkçısını eşsiz biçimde tanıtıyor. Hitler'le, ancak bir ek boyut olarak taşıdığı Latin groteskliği açısından aşık atabilecek olan Benito Mussollini ise, Hitler'in baş aktörlüğu karşısında bir yardımcı oyuncu ödülüyle yetinmesi gereken görkemli bir demagog, komedyen ve taklitçi. Usta ve çırağın göründuğu bölümlerde, film değme güldürülerle baş edebilecek bir duzeye erişiyor, insanda gerçek bir gülme is ÇİZGİLİK KÂMtL MASARACI teği uyandınyor. Ama bu, buruk, acılı bir istek. Çünkü film, bu "güldiirii" anlarının gerisindekileri, bu "komiki şehir"lerin insanlığa nelere mal olduğunu her anında gösteriyor, en aandan duyumsatıyor. 20 milyonun ölümüyle sonuçlanan tarihin en büyük savaşı denli, yine tarihin en büyük soykınmı, insanı insanlığından utandıran sayısız uygulama insanları gaz odalannda yakmak, daha önceki kitap yakmalarla özdeşleşiyor, çocuklara, annelere, yaşlı ve güçsüz insanlara kıymak, düşüncelere kıymakla benzeşiyor filmde dokunuşlarla karşımıza geliyor. Ve Mikhail Romm, filmin başında ve sonunda yer alan, günümüzden 1965'lerden kimi çekimlerle filmini butunluyor, seyircisini uyarıyor, "faşizmin dognrgan karnı" üzerine Bertolt Brecht'in ünlü uyarısım anımsatan biçimde, insanlığı yeni faşizm olasılıklarına karşı dikkatli olmaya çağırıyor. Elbette filmin yapıldığı dönemde, Sovyetler'in de kimi benzer uygulamaları (en azından Polonya'daki Katin ormanında yapdan ve son haftalardaki gazete haberlerine göre, Stalin tarafından yaptırıldığı saptanan kıyım) bilinmediği, en azından bu konulardan söz etmek mümkün olmadığı için yeni ve olası faşizan uygulamalara örnek olarak yalnızca ABD veya Federal Almanya gibi "Batılı" toplumlardan söz edilmesini anlamak, olanaksız değil... "Sıradan Faşizm" önemli bir tarih dersi, sinemanın belge gücüne tanıkhk eden önemh' bir klasik. Keşke bizim de sinemayı bu yönde kullanmayı deneyen "tarihçisinemacı"larımız olsaydı dememek elde değil. 'Bar Kelebeği' yerleşik her şeye bir başkaldın S ÇAUfABİLİCEK ejRİ QÛUA AÇK fİKİRLİ eu KIZ CİfJ&İ İ ve 0OŞ O10U6U Iflalı olmaz ıııarii jiııal Bar Kelebeği (Barfly) / Yönetmen: Barbet Schroeder / Senaryo: Charles Bukomki / Görüntü: Robby Muller / Oyuncular: Mickey Rourke, Faye Dunaway, Alice Krige, Jack Nance, Frank Stallone / Bir Cannon Films yapımı / 97 dakika (Dünya, Kadıköy). Toplumsal yaşam denen şeyin kjyısında köşesinde kıvrılıp kalıvermek. Adına çok genel olarak "düzen" denen şeyin (veya her şeyin) etrafından dolanmak; kurallara, değer ölçülerine, toplumca yüceltilen, birey olarak erişilmeye çalışılan her şeye, paraya, başarıya, aileye, sıcak bir eve ve duzenli bir yaşama boşvermek... Yaşamını alkolde, sigarada, belki de biraz her türlu uyuştunıcuda comertçe tüketmek; yeteneğini herkesin amaçladığı şeyler için değil, yalnızca bu "allahın belası boktan dün>syı" protesto edebilmek, ona sunturlu bir küfür savurabilmek için kullanmak. Yığınsal olan her şeyin dışında kalmak; iflah olmaz biçimde "marjinal" olmak, meydan okumak, karşı çıkmak, başkaldırmak. Ve sanatı da bu yönde kullanmak, hemen yalnız kendisi için üretmek. Hep marjinal kişileri anlatmış olan Alman kökenli (tıpkı Bukowski gibi!) Fransız yönetmeni Barbet Schroeder, kuşkusuz böyle bir film için iyi bir seçim, yönetmen olarak. Günümüzün sıradışı ve yine oldukça marjinal jönü Mickey Rourke da öyle. "Angel Heart"ta da Rourke'un üstünden bir bırakılmışlık, pejmürdelik, "pislik" akmıyor muydu? Rourke, filmin tarn 12 kez hapse düşmüş, Mozart, Mahier ve Schopenhaoer tutkunu kahramanı Henry Chinaski'yi canlandınrken, sanki kendisini oynuyor. Chinaski'nin her akşam damladığı Golden Horn ("Altın Boynuz"!) bannda iSTEPİâifJ Gi& 0PS NEROEN BUL İİW ? O KlZ Bu • OKURltfi P e U İ ^ OKURU •KARŞıHPA UIÇ PINSE O TÜR ' R M NB O'OSİİHOİJSÜM ÖĞREl'gj 5 M NÇ# AĞAÇ YAŞKEN EĞİLİR KEMAL GÖKHA\ Seksi Ufanda rolünde "Bar Kelebeğı"nın VVanda'sı çok alkolik, az kaçık, aiabildiğine bakımsız. ama yine de "seksi" bir kadın. Beyazperdede canlandırdığı daha önceki kişilıkleri elinin tersiyle bir kenara iten Faye Dunavvay, Wanda'yı ustalıkla oynuyor. başlayıp yine orada biten film, bizlere beklenebileceği gibi bir "lânetli sanatçı" portresi çizip bizi "sanatçımn kaderi" üzerinde düşüncelere çağırmıyor. Hayır, tam tersine, hafif, akıcı, neredeyse şen bir filmle karşı karşıyayız. Chinaski/Bakowski Mickey Rourke, dev barmenle (Sylvester'ın kardeşi Frank Stallone) alışılmış boks maçını yaparken, leş gibi gözüken değişmez çamaşırlarına karşın, yalnız yazarçizer takımıyla orgazm olduğu anlaşılan güzel yayınevi temsilcisini tavlarken, aynı günde tam üçüncü kez çağırdığı cankurtaran sorumlularından küfür yerken veya komşu dairede karısını boğazlarken bastırdığı adamdan (ve kadından) kalaylı bir küfür yerken, seyircide uyanan, daha çok gülme isteği oluyor. Ama kuşkusuz acı, buruk bir gülme bu. Çünkü "Bar Kelebeği", üstüne basarak olmasa da bizlere özellikle kitlesel davranış biçimlerine uyamayan, toplumdışı marjinal sanatçı kişilikleri üzerine oldukça iç burucu bir görünüm getiriyor. "Kimse bir yoksol denli ısürap çekemez" veya "sürekli olan tek şey nefrettir" düyebilen bir kişiyi bağnnıza basasımz geliyor. tğrenme duygunuzu yenerek. Çünkü, bir kez daha Chinaski/Bukowski/Rourke, kişiselliğinibireyselliğini gönlünce yasamak isteyen, yaşam denen şeye boş vermiş asi sanatçı kişiliğinin unutulmaz bir simgesi haline geliyor perdede. Elbette, perdedeki güvenli, güzel, snob ve çevresine egemen kadın kişiliklerini bir keresine elinin tersiyle itiveren ve çok alkolik, az kaçık, aiabildiğine bakımsız, ama yine de "seksi" Wandayı ustaca canlandıran Faye Dunaway'i de unutmaksızın. "Bar Kelebeği"ni kendi adıma tum marjinallere adamak istiyorum. Bir Sinema Günleri daha yaklaşıyor. Bu kez adını Istanbul Ulnslararası Sinema Festivali'ne çevirmiş olarak. Şu günlerde birçok sinemaseverin "rezervasyon formlan" ile boğuştuğumı, bunca film (bu yıl nerdeyse 150) arasından en uygun seçimi yapmak için çırpındıklannı görür gibi oluyorum. Anımsatmaya gerek yok, Cumhuriyet Gazetesi olarak, bu yıl da sinemaseverlere bu konuda elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışacağız. Her yıl yaptığımız gibi, bu yıl da bir Sinema Kılavuzu vereceğiz. Kılavuz, Cumhuriyet Dergi'nin 12 ve 19 mart sayılannda verilecek. Aynca yine her yıl yaptığımız gibi, okurlarımıza kişisel bir öneri olarak, en çok öğütlediğimiz fılmleri de (bu yıl 32 film) vereceğiz. Ancak bu listeyi, rezervasyonda yardımcı olması için bu pazar gunü (yani rezervasyon formlannın teslim tarihinden bir gün önce) vereceğiz. Böylece film seçiminde duraksayan okurlarımız varsa, son listeden önce pazar günunun dergisine bir gözatabilirler. Festival 2. ANKARA FİLMSENÜGt kılavuzu Cumhııriyet Şenlikteki sergiler arasmda en ilginç olanı, Türk Film DergTde Afişleri Sergisi. Milli Kütüphane'nin beş bin film TURGUT ÇEVİKER ANKARA Ankara, 2. Film Şenliği nedeniyle özel günler yaşamaya başladı. Yazı kıskandıracak denli güzel günler yaşayan başkent izleyicileri, sinema salonlanru doldurup dunıyor. Istanbul Sinema Günleri'nin yoğunluğu olmamasına karşın, bu şenliğin Ankara için umut verici bir girişim olduğu anlaşıhyor. Beş ayn salonda süren şenliğin yan etkinlikleri arasında sinema konulu karikatür sergisi, Fotoğraflarla Türk Sineması ve Turk Film Afişleri Sergisi yer alıyor. Sergiler arasında kanımca en ilginç olanı, Türk Film Afişleri Sergisi. Milli Kütüphane'nin beş bin film afişinden seçilmiş yüz kadar Türk film afişi, Milli Kütüphane'nin aydınlık ve ferah sergi salonunda sergileniyor. 1950Tİ yıllarda gösterime çıkmış filmlerin afişleriyle başlayıp günümüze değin uzanan ilginç bir afiş sergisi gerçekleştirilmiş. Muhsin TARİHTE BUGÜN MLMTAZ ARIKA\ 10 Mart Şenlikte afiş sergisi Ertugrul, Agah Un, suavı Tedu, Ömer Lütfi Akad, Turgut Demirağ, Metin Erksan, Muharrem Giirses, Atıf Yümaz, Ali Ozgentnrk, Nesli Çölgeçen, Zeki Ökten ve Yavuz Özkan gibi çeşitli yönetmenlerin film afişleri yan yana geldiğinde ilginç bir tablo çıkıyor ortaya. Türk sinemasının afışlerden oluşan bir tarihçesi de denebilir buna. Eksiklerine karşın sinemamızdaki gelişim sürecini yansıtıyor. Türk film afişlerinin sanatsal düzeyi açısından da aynı şey geçerli. Muhsin Ertuğrul'un ilk renkli Türkçe fılmi Halıa Kız'dan Atıf Yılmaz'ın Aahhh Belinda'sına; Suavi Tedu'nün Yaprak Dokiımü'nden Ali Özgentürk'ün At'ına uzanan çizgide Türk film afişçiliğindeki gelişme somut olarak izlenebiliyor. 1950'lerde afiş sanatçıları, ürunlerine genellikle "imza" atmışlar. Bu, günümuzde de sürüyor. Turk filmcileri, afışe ve set totoğrafına gerekli ilgiyi göstermeye başladı. Bu, kuşkusuz sevindirici bir olgu. Afişlerde yer alan imzaları arasında Adli, Yiiksel Gücsay, Firuz (Aşkın), Tekdal, Selçuk Önal, Gevher, Y. Edizkan, Karlotti, Kemal Burteçin, Remzi, Ayhan Başoğlu, İbrahim rjıez, M. Bal, Emir Saner, Sadık Karamustafa ve Biilent Erkmen'e rastlanıyor. Serginin en büyük kusuru Yılmaz Güney film afişlerine yer vermemiş olması. Afişleri seçen Nezih Danyal, Güney'in üç film afişine yer vermiş olmasına karşın, Milli Kütuphane bu konuda çekingen davıanmış. Ankara 2. Film Şenliği'nin Turkiye*de gerçeklesen ilk sansürsüz film şenliği olduğunu duşundüğumüzde, Yılmaz Güney film afişlerinin görmezden gelinmesi üzuncü bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Eksikleri ve kusurlanna karşın Türk Film Afişleri Sergisi, izlenmeye değer güzel bir çalışma. Milli Kütüphane'nin varlığı insanı rahatlatıyor. Bu afiş birikimınin saklanmış olmasından duyulan mutluluk anlanlır gibi değil. Türk sinema kitaplığına, şöyle enine boyuna enfes bir film afişleri albümu gerekiyor. Bunun için malzeme hazır diyebiliriz. GALAPAGOS ADAIAR/.. 153S"TE BUGUM, ISPANYOL OıM ACAMı FgAY TOMAS OE 8AKLANGA, GALAPAGOS A0ALAÇI 'HI KEfFETMtşn. Burütz OKrAtsus'7*, GÛNEY AME&ICA'NIN 3SO KU.OMET&S AÇfĞ/fiiM YEG ACAAJ Stl \SOL ICAMıK ADALAK f6 774A/EDİ&. UZUN YÜZY'LLAR, KOK£ANLAgtN,SAKlAMtoA YERl OLAGAK KULLAMDIĞt lOALAe, ÖZEU^ffcLE 13 YUZYILDA BAL/MA Al/CILAR/MA UG~&QKLfK ETTU/ŞT/. GALA&4GOS AOALAISı A///V ONEMI, ÜNLU B/LG'A/ CHARLES PAtZtyıM V/V YAPnĞl ZAÇTttSAAVtLAISLA Ç183S') A&TA/ttÇTiR. DARWIH, TüeLERİM KÖKENf" YAP/rr/VOAKf POĞAL AYIKLANMA SAVt'BÜYUK ÇAPTA SO ASAÇn&MALAKA BORÇUIYDU• APA YAŞAYAN 81ISÇOK HAYIfAN VE BİTKİ TVSÜ, HENÜZ DÜMDIĞEG YE/SL£GIN[>EK/ GtBl GEUŞMESİHl TAMAMLAMAMIŞ71 BIRÇOK KUf rz/eü, /£UA/VAL4G(£aLu4) VE DEV KAPLUMgASALAe GİBİ. • afişinden seçilmiş yüz kadar Türk fılmi afışi, yine Milli Kütüphane'nin aydınlık ve ferah salonunda sergileniyor. 60 YIL ONCE CumhurİYet 10 Mart 1929 sanatkârların matbaacılığm maruz kalan milletlere mah Matbaacıhk muhtelif şubelerinde bir çok Meksika isyunı yardımda bulunulmasma dair yenilikler vücude getirmeye Meksiko 8 (aja.) Nevyorktan olup "Finlande" hükumeti Mektebi açıldı muvaffak olacaklarını" gelen bir telgrafta Meksika Yeni tesis edilen Matbaacıhk Mektebi diin saat 17 de merasimle küşat edilmiştir. Devlet matbaasında mektebe tahsis edilen büyük salonda toplanan davetlüer, matbaa erkanı ve 160 kadar mukayyet talebeye mektep müdürü ve devlet matbaası müdürü Faik Sabri Bey tarafından bir nutuk irat edilmiştir. Faik Sabri Bey nutkunda "Buyük rehberimiz Gazi Hazretlermin açtıkları yeni harf inkılabmın bir takım yeni ihtiyaçlar doğurduğunu mektebin bu ihtiyaa tatmin edeceğini, buradan yetisecek söylemiştir. Faik Sabri Bey eski harf matbaaalığının bir ççk noksanlannı saydıktan sonra yeni harf inkılabının sayısız yaratıcı faydalarını da izah ttntiş ve nutkuna " aramızdan ayrılan merhum Necati Bey'in hatırasmı tevkir ve teesürle yadederim" cümlesiyle nihayet vermiştir. hükumeti memleketin şimal kısnu mustesna olmak uzere her tarafta isyan başlamıştır. Hükümet kıtaatı Varacrüz şehrini istirdat etmiştir. General Escolbar esir olmuştur. Dahili vaziyeı son derece salah kesbetmiş olduğundan hukümeı gazetelere ve telgraflara konulmuş olan sansürü kaldırmıştır. tarafından teklif ve mali komitece 3 sene tetkik edildikten sonra tanzim edilmiş olan mukavele projesi hakkında müzakeratta bulunmuştur. Bundan sonra teknik dersleri muallimi Hadi Emin Bey dersler ve kurslar hakkında malumat vermiştir. Matbaa ve mektep gezıldikten sonra Cenevre 8 (a.a.J Akvam merasime nihayet verilmiştir. Cemıyetı meclisi tecavüze Cemiyvti Akvamda YAZIıMA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle