Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER anayasaya duyduğu gereksinme artık tüm açıklığıyla ortaya çıkmış bulunuyor. Demokratik yaşamı duzenleyen birçok yasanın da aynı nitelikte olduğunu çekinmeden söyleyebiliriz. Demokrasimizin hukuksal boyutu pek parlak görünmüyor. Yasal durum açısından düşünce suçlars ayrı bir sorun oluşturuyor. Türk Ceza Yasası'nda düşünceyi suç sayan ve yaptırım öngoren maddelerin bulunduğu biliniyor. İnsanlığın ulaştığı cağdaş uygar lık düzeyinde düşünce suçu kavramının, ilkellikle eş anlama geldiğini artık anlamak durumundayız. Bugün ülkemizde insanlar hâlâ düşüncelerinden ötürü gözetleniyor, gözetim altına alımyor, tutuklanıyor ve kimi zaman işkence görüyor. Demokratik ortama geçebümenin belirleyici bir koşulu, düşünce özgürlüğünün tam anlamıvia yürürlüğe konulmasıdır. Henüz bu noktamn uzağında bulunuyoruz. Gerçi bu konu televizyon ve basında yaygın bir tartışma alanı buldu. Hatta Türk Ceza Yasası'nın 141, 142 ve 163. maddelerinin kaldırılması konusunda siyasi parti temsilcileri görüş açıkladılar, devletin önemli koltuklarında oturanlar istekte bulundular. Böylece kamuoyuna umut aşılandı denilebilir. Oysa sıra bu vaatlerin uygulamaya konulmasma gelince, özellikle iktidar partisi ve sorumlu bakanının ayak sürüdüğü açıkça görüldü. İçtenlikli olmak gerek. Düşünceye saygı açısından çağımıza yaraşır bir düzeye gelebilmemiz için Türk Ceza Yasası'nın 140, 141, 142, 158, 159, 163 ve 312 gibi salt düşünceye yaptırım öngören maddelerinin ivedi olarak yürürlükten kaldırılması gerekir. Devletin çansının korunması v.s. gibi gerekçeler, işi savsaklamakla eş aniamlıdır. Devlet eyleme karşı konınur, düşünceye karşı değil. Kuşkusuz ülkemizdeki insan hakları sorunları salt anayasa ve yasalarda antidemokratik hükümlerin yer almış olmasından ibaret değildir. Uygulamalardan doğan sorunlar da önemli bir yoğunluk oluşturuyor. Bunların başında işkence olayları gelmektedir. Yetkililerce yalanlanmasma karşın bugün ülkemizde işkence, bir sorgulama ve baskı yontemi olarak sürdürülmektedir. Birer devlet dairesi olan emniyet binalannda işkence araçlarının bulunması, işkenceyi yadsımaya yönelik tüm resmi açıklamaları yalanlamaya yeter. Bu nedenle korkudan kurtulma özgürlüğü ülkemizde büyük önem taşımaktadır. Eğer gece yarısı kapımız çalındığmda işkencehaneye götürülebileceğimiz korkusunu yaşıyorsak, kapıyı çalan postacı bile olsa fark etmez, orada işkence vardır. tnsanlann güven içinde yaşaması, demokrasinin erdemlerinden biridir. Cezaevlerinde yaklaşık elli iki bin tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi, tutuklu ve hükümlülerin insanlık onurunu korumak ve haklarını güvence altına almak için standart kurallar belirlemiş bulunuyor. Cezaevlerinin fizik koşulları ve yönetimlerin uygulamaları, belirlenen standartların çok uzağındadır. Bu yüzden tutuklu ve hükümlüler kimi kez ölümle sonuçlanan açlık grevierine itilmektedir. Bu sorunun çözümunde gecikmeden atılması gereken adımlar vardır. Bunlardan birisi uluslararası standan kurallann uygulamaya konulması, ikinci ayrımsız bir genel af çıkarılmasıdır. 12 Eylül askeri darbesinden sonra yaşanan olağandışı dönemde ortaya çıkan tüm olumsuz birikimleri temizlemek için aftan başka bir çözüm görünmüyor. Bu yazının boyutlan içinde, ülkemizde yaşanan tüm insan hakları sorunlarına ayrıntılarıyla değinme olanağırmz yok. Güneydoğu'da yaşananlar üzerinde bir örtü bulunduğu için kamuoyu sağlıklı bilgi edinme olanağından yoksundur. Çevre sorunları büyümüş, teknik gelişme, bilgisiz ve bilinçsiz ellerde doğayı öldürmenin bir aracına dönüştürülmüştur. İıısaıı Haklan Için Türk Ceza Yasası'nın 141, 142 ve 163. maddelerinin kaldırılması konusunda siyasi parti temsilcileri görüş açıkladılar, devletin önemli koltuklarında oturanlar istekte bulundular. Böylece kamuoyuna umut aşılandı denilebilir. Oysa sıra bu vaatlerin uygulamaya konulmasma gelince, özellikle iktidar partisi ve sorumlu bakanının ayak sürüdüğü açıkça görüldü. İçtenlikli olmak gerek. PENCERE 9 ARALIK 1989 Çözülüş mü? NEVZAT HELVACI İHD Genel Başkanı Insan hakları ve temel özgürlüklerin ortak bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi ve evrensel boyutta ayrım gözetilmeksizin gerçekleştirilmesi, yaşadığımız çağda uygar dunyanın Önemli bir amaa olmuştur. Haklar ve özgürlükler için verilen savaşımın başlangıcı, çok öncelere uzamr. Uzun süren bu çabalann değerli bir ürünil olarak 10 Aralık 1948 tarihinde, tnsan Hakları Evrensel Bildirisi ilan edilmiştir. Birleşmiş Milletler Insan Haklan Komisyonu'nca hazuianıp genel kurulunca kabul edilen bu bildiri, yüksek bir moral değere sahip ve evrensel düzeyde kabul gören uluslararası ilk belgedir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1950 yılında aldığı başka bir kararla, 10 Aralık gününun her yıl tüm dunyada "İnsan Haklan Günü" olarak kutlanması önerilmiştir. §imdi İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin 41. 'însan Hakları Günu'nün 39. yılını kutlamaya hazırlanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti, tnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin kabulüne olumlu o> vermiş olmanın onurunu taşımaktadır. Daha sonra bu belge, 6 Nisan 1949 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde benimsenmiş ve 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. O tarihteki bakanlar kurulu, bildiriyi ilan ederken onun okullarda ve öbür öğretim kurumlarında okutulnıasım ve yorumlanmasını da istemiştir. Ne yaak ki bu istek bugüne değin yeterince yerine getirilmemiş, yorumlama bir yana, bildiri metnini başından sonuna kadar okumuş insan sayısı bile sınırlı kalmıştır. 10 aralık günü aynı zamanda Birleşmiş Milletler'in, iskenceye karşı hazırladığı sözleşmenin de kabul edildiği tarihtir. "Işkence ve Başka Zalimce, Insanlık Dışı ve Onur Kırıcı Davranış ve Cezaya Karşı Sozleşme" adını taşıyan bu belge, 10 aralık gibi önemli bir günde kabul edilmiş olmakla belki tüm insanlığa anlamlı bir mesaj verilmek istenmiştir. Evrensel bildiriden 36 yıl sonra, ayrıca ve özellikle iskenceye karşı uluslararası bir sozleşme yapma zorunluluğunun duyulmasını, temel hak ve özgürlüklerin yaygın ve sistemli işkence uygulamalarıyla çiğnenmekte olduğunun bir kanıtı saymak gerekir. tnsan haklan ve temel özgürlüklerin ulusai ya da uluslararası metınlerde tam bir liste olarak yer alması elbette önemli, ama yeterli değildir. Bunların güvence altına alınması ve yaşama geçirilmesi de aynı düzeyde önem taşıyor. Bu yüzden hak ve özgürlükJerin korunması konusu, ciddi bir sorun olarak onümüze çıkıyor. Bu nokta aynı zamanda demokrasinin hukuksal boyutunu oluşturur. Demokrasilerde hukukun üstünlüğü esastır, hukuk devleti ilkesi geçerlidir. Bu ilkeler, devletin hukuk sınırları içinde kaJmasını, kendisini hukukla bağlı saymasını, hukuk dışı yollara başvurmamasını gerektirir. Bunun bir başka anlamı, hak ve özgürlüklerin en yüksek düzeyde koruma bulması ve güvence altında tutulmasıdır. Yukanda değindiğimiz açıdan bakılınca ülkemizde bir anayasa sorunu bulunduğunu hemen görebiliriz. Yürürlükteki anayasa, gerek yapılış koşullan, gerekse içeriği bakımından uygar bir toplum için uzlaşma metni olmaktan oldukça uzaktır. Yürütmeyi güçlendirme ve devleti koruma gibi olması gerekene aykın bir amaçtan yola çıkan bu anayasa, baskıcı, otoriter nıteliği ve antidemokratik hükümleriyle insan hakları, temel özgurlükler ve demokrasinin önünde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Toplumun çoğulcu, katılımcı, temel hak ve özgürlükleri güvence altına almış demokratik bir Bizim "Ay<y/n/anma"tarihimizin ünlü adları var; birkaçını gelişigüzel sayalım: Mithat Paşa, Mustafa Reşit Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal, Mustafa Kemal, Abdullah Cevdet, Mustafa Necati, ismet Paşa, Ziya Gökalp, Tonguç, Nazım Hikmet, Muhsin Ertuğrul, Tevfik Fikret, vb.... Hepsini saymaya kalksanız, ne bu köşeye sığar ne de bu sayfaya, Bir sürü insan adının yanı sıra akımları ve kurumları da art arda sıralayabiliriz: Tanzimat, Genç Osmanhlar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki, Kuvayi Milliye, Halk Partisi, Kemalizm, sosyalizm; Aydınlanma'ya yönelik tarihsel birikimi oluşturdular. 12 Eylül'den sonra da toplumda bir harmanlaşma yaşandı; çağın Aydınhğına dönük geniş bir halk tabanı oluştu. Ne güzel oldu değil mi? Tarih Baba, Türkiye'de bir atıhmın ön koşullarını yarattı. 1980'lerde yaptığım çogu Anadolu gezisinde gördüm ki halkın Nazım Hikmet ile Erdal İnönü arasında bir ayrım gözettiği yok, Yılmaz Güney'in adı geçince alkış kıyamet; Namık Kemal'e de yoğun sevgi saygı. Kimsenin duvar çekmeye eğilimi yok, Aziz Nesin, Rıfat llgaz, Ahmet Arif, Fazıl Hüsnü, Ruhi Su, Hasan Hüseyin Anadolu'da sol tabanın kültür ve sanat bilincindedir; Yaşar Kemal aileden birisidir; herkes hısım akraba... Ama gelin görün ki görünmez (ya da görünür) bir el bu tabanı parçalıyor. Sosyalist kesimin kırk bir parçaya ayrılması yetmiyor; sosyal demokratlar da parçalanma tehlikesi karşısındadırlar: Ecevit Partisi'nden sonra bir de Baykal Partisi ve daha soldaki parti mi ortaya çıkacak?.. * Güncel dünyanın gündeminde ne var: İki Almanya birleşebilir mi? Kimisi evet diyor, kimisi hayır; ama, bu dünyada iki Almanya ya da iki Avrupa arasındaki duvarlar yıkılırken Türkiyemizde duvar ustalarına iş çıkıyor. Niçin? Az gelişmişliğin bir göstergesi de bölünmektir. Emperyalizmin babaları "böl ve yönet" demiyorlar mı? Biz hem bu formülü biliriz; hem de inadına bölünürüz. Bölünmek için hem kuramsal, hem kişisel nedenler bulmakta ustalaştık. Herkes bu yolda haklıdır; herkes bölünme gerekçesinı kafasında yaratır; o komürrtsttir, bu sermaye uşağıdır, şu Kürtçüdür; kişisel suçlamalar SHP'yi dalga dalga sarmıştır; bir zifos üzerine yeniden yapılanma oluşuyor; peki bir yandan "polis devletıni demokrasiye dönüştüreceğiz" diyenler, öte yandan sosyal demokrat parti içinde polis rejimi kurmuyorlar mı? Duygular aklın önüne geçmiş. hırslar bireyciliğin biley taşında bilenmiş, bencilliğin ve benciliğin körgüdülerinde palazlanmış... • Türkiye'nin sola yayılan tarihsel tabanını parsellemek siyaseti, çıkar yol mu? Sayın Ecevit'in parsellediği taban son anketlere göre yüzde 10'a yaklaşıyor ya da aşıyor. Baykal'ın adı CHP'den bu yana "hizip" sözcüğüyle özdeşleşti; aradan yaklaşık 20 yıl geçti, hizipçilikle Baykalcılık anlamdaş sayılmaktan kurtulamıyor. Diyelim ki SHP'de yönetim bütünüyle Baykalcıların eline geçti; tarihsel sol tabanın yüzde kaçını tapulayacak? Yüzde 15 mi? SHP solu bir ayrı parti kursa, tabanda payına ne kadar düşecek? Yüzde 5 mi? Yoksa 10 mu? Bu parçalanma yüzünden ülkede sola dönük duran oyların yüzde kaçı sağa kaçacak? inönü güç durumda... Eğer SHP'de hırslarını dengelemiş, aklını henüz kaçırmamış kişiler ve kadrolar varsa, aşağıdan yukarıya doğru bir hareketin başını çekmelidirler. Çünkü SHP'deki olaylar yalnız Genel Başkan'ın çözebileceği bir sorun olmaktan çıkmıştır; kim haklı, kim haksız? Bu da önemli değil... Çözüm önemli... Çözüm de bir hizbin partiyi ele geçirmesini önlemekten geçiyor; Çünkü Türkiye'nin yüzyıllık tarihsel birikimi, bir hizbin buyruğuna girecek kadar dar ve sığ değildir. Sonuç Yaşama hakkına doğrudan bir saldırı olan ölüm cezası, halen yürürlüğünü korumaktadır. Kitap yakma, dergi toplama, fîlm yasaklama gibi kültür üzerindeki baskılar sürüp gitmektedir. Gelir dağılımındaki dengesizlikler ve bunun sonucu giderek büyüyen sömürü ve uygulanan ekonomik politikalar 12 Eylül gibi demokrasi karşıtı süreçler üretmiştir. Bu uygulamalar emekçi yı|ınlar ve demokratik güçler üzerinde baskıyı ve hukuk dışı uygulamaları sürekli duruma getirmiştir. Çözüm bekleyen sorunlarımız çoktur. Sonuç olarak diyebiliriz ki halkımız demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak seçmiştir. Demokrasinin sık sık kesintiye uğraması, insan haklarının önündeki başlıca engellerden biridir. Çünkü savaşlardan sonra insan haklarının en çok ihlal edildiği dönemler, darbe dönemleridir. Ülkemizde son yirmi yılın üçte ikisi sıkıyönetim altında geçmiştir. Darbe, hukuk dışı bir müdahaledir. Hukuk dışı yollarla demokrasi kurulamaz. tnsanlann serbestçe duşünebileceği, düşüncelerini serbestçe açıklayabileceği, serbestçe orgütlenebileceği ve içinde güvenle yaşayabileceği bir ortam, ancak demokrasi ile yaratılabilir. OKTAYAKBAL EVET/HAYIR Termik Santraldaıı Yeşillere... M E L I H E R G E N YeŞİller PartİSİ MYK ÜyeSİ 3Mayıs 1987tarihliCumhuriyetGazetesibi lerveyanıtlanmayansorulardadunnuyordu.En rinci sayfadan şöyle bir haber geçiyordu: "Kap temel soru da "Yeşiller Partisi'nin ekonomik gölumbağa olayı parti doğuruyor". Doğa ve çevre riişleri nedir?" oluyordu. koruma bilincinin yaygınlaşmaya başladığı döIşte şimdi kaplumbağa olayının yarattığı donemi, Türkiye yeni bir parti ile tanımlıyordu. Bu ğa ve çevre korumacı profiüi Yeşiller Partisi'nin dönem, Türkiye gereksinimlerinin sıralamasın ve yeşil hareketlerin ikinci boyutu, Aliağa Termik da böylesinebir partinin lüks olacağı eleştirisi ile Santrah ile ortaya çıkmaktadır. karşılaşırken aynı anda Bau'yla eş zamanlarda Türkiye'nin en büyük doğaçevreeylemi olan kullamlan bir kavramı da ortaya çıkanyordu. kaplumbağa eylemi, Türkiye gündemine bir Yeşil Kaplumbağaolayıilegelişen yeşil hareketler, Parti getirmiştir. Bu parti kendini doğacı çevreci büyük prestij kazanırken geleneksel yelpazede profılle tanıtmıştır. Şimdi Türkiye'nin üçüncü büsağdan sola kadar uzanan her siyasal akım ve yük yeşil eylemi Aliağa Santrab ile meydana gelparti tarafından da seksiyoner bir anlayışla hem mekte ve bu eyletn ile de yeşillerin yeni dünya prosahipleniliyor, hem eleştiriliyordu. En önce dev jeleri tartışmaya açılmaktadır. Burada bir paranlet, çevreci kesilmiş, televizyon çevreciliği ileöne tez açıpikinci buyük "yeşil" eylemin bahar işçi çıkmış, ardmdan dönemin başbakanı Sn. Özal hareketleri olduğunu belirtelim. Doğrudan iktiçevreci olmuş, DYP, tzmir Körfezd'nin kurtanl dar mücadelesine yönelmeyen, herhangi bir kumasmda birden öne çıkmış, SHP, sosyalistler, Ye ruluş ve sendikanın hiyerarşik duzenlemesi içinde şiller Partisi de koyu birer çevreci kesilmişlerdi. yer almayan, banşçı ve özgün mücadele biçimleBu gürültülü moda, kimin öbüründen, nere riyle, özgül haklar temelinde yapılan bu işçi eyde farklı olduğunun üstünü örtmüştü. Bir siya lemlerinin, sayılan dört temel nedenden ötürü yesal hareket ya da partinin, yaşamın her alaruna şil eylemler olduğunu ileri sürebiliriz. ait önermeler toplamım bütünlükçü bir anlayışla Türkiye'nin üçüncü büyük yeşil eylemi Aliağa belirlemek durumunda olması sonucu, eleştiri Türkiye'nin üçüncü büyük Aliağa Termik lamaya başlamıştır. Yeşiller, sanayileşmenindoğaveçevredengesjni bozmasının yanı sıra yöre insanlannın seçtiği yaşam biçimkrine ait dengeleri bozmasını da eleştirmekte, yöre insanlannın seçtiği yaşam biçimlerine uymaktan söz etmektedir. Bu, sanayiIeşme programırun eleştirilmesinden de öte, yeşillerin "doğrudan demokrasi" istemlerini belirlemektedir. Nitekim Aliağa Termik Santralı yapımına Gencelli, Kozbeyli, Horozgediği köylülerinin tamamı karşı çıkmaktadır. Yeşiller kendilerini bu yuntaş inisiyatifi üzerinde şekillendirmektedirler. Kozbeyli köyünden kahveci Osman Ergürbüz, "Ben 77 jaşındayım, annem 105 yaşında ölmüştü, şimdi kanserden ölüp gideceğim, bırakın, 60yülık kahvemdebanşın, dostluğunsembolü olan zeytinler ve mersinler hep yeşil kalsın" diyor. Dışarıdan bilinç götürme misyonunu reddeden yeşiller, böyle bir yurttaş inisiyatifiiçinde kendini "konuk" duyma key fi ile sanayileşmeyi, demokrasiyi, yeni dünyayn sorgulaya sorgulayâ geliyorlar. tşte bunun için "yeşillerden termik santrala" değil, "termik santraldan yeşillere" diyoruz. nayi üçlemesini yeni paradigmalardan sorgu Adaları Kurtarmak... "Adaların ıssız tenha yollan" İstanbu! çocuklan bu şarkıyla büyüdüler desek yeridir. Adalar... Büyüleyici bir yerdi bizler için. Vapura binmek, iki saat sonra adalardan birine irtmek, büyük tur ya da küçük turda tek başına, ya da bir arkadaş grubuyla, en iyisi sevdiğin biriyle yürümek. Sonra bir kıyıda oturup buz gibi biralar içmek... Lise son sınıfta kızlı erkekli bir grupla Büyükada'ya gidişimizi anımsıyorum. Her şey öyle canlı ki! Üstelik resimler de var, o güzel itkyaz gününü bütün ayrıntılanyla yaşatan... Ellerde akordeon, çamlar arasında uzanıp dinlenmek, oracıkta çift kale oynayanlara katılmak. Sonra dönüş. O günlerin Tino Rossi tangolarını, ünlü film melodilerinı söyleyerek... O kadar yakınımızdadır, ama fırsat bulup gidemeyiz bir türlü. Son gidişimden bu yana iki yıldan çok geçti. O da bir toplantıyı izlemek için. Ta gençlik günlerimden bu yana Büyükada'ya da Heybeli'ye de Burgaz'a da keyif olsun diye, yaşamanın tadını az çok duyabileyim diye gittiğim olmadı. Prens Adaları sanki çok çok uzaklardaymış gibi!... Oysa kişinin birkaç saatini vererek (Arkast 19. Sayfada) K u m a f i A I l ı n y 11 d ı z o l a n e l b l » e I e r , A I t ın y ıI dı z e t l k e t l y l e t u n u l u r . T ü m s e ç k l n gIyI m e v l a rl n d e