24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/12 PAZAR YAZILARI New York'tan 3 ARALIK 1989 Tuna Nehri çamurlu akar Bin yıllık yatağmda akıp duruyor işte, çamurlu çamurlu! O aktıkça zaman da geçiyor yaşadığımız günleri, anıları, sevinçleri ve acılanmızı alıp götürerek. Tuna Nehri de Seine gibi, Loire gibi yeryüzünün tüm nehirleri gibi akıp gidiyor köprülerin altından. NEÖİM GÜRSEL BELGRAD Danilo Kiş'in ölüm haberini Belgrad uçağında okudum. Onun kentine, büyük bir olasılıkla onun da katüacağuu umduğum bir yazarlar toplantısına giderken, gazetede fotoğrafını görünce neye uğradığımı şaşırdım. Oysa fotoğrafta da gerçek yaşamdaki gibiydi. Uzun boylu, dalgın, biraz hüzünlü. Saçlan dağınıktı; giysileri, bakışlan da. Paris'te bir sokak fenerinin altında durmuş objektife bakıyordu. Baktığı yerde değildi ama. Hiçbir yerde değildi. Kendi ulkesinde yaşamayanlann yalnızlığı inmişti gözierine. Elli dört yaşındaymış. lyi bir yazardı. Çok sık görüşemesek de iyi bir dost. Yaşadığımızı, yazdığımızı bilmek yetiyordu. Birden ilk karşılaşmamın anımsadım, 1984 ekimini. Atina'da, o zamanki Kültür Bakanı Melma Merkori'nin çağnlısıydık. Bir akşamüstü resmi toplantılardan, sonu geltnek bilmeyen konuşmalardan, nezaket gösterilerinden sıkılmı$, soluğu Plaka'da bir tavernada almıştık. O gece, ikimizin de çok,sevdiği Yunan müziğini susturup birlikte şarkı söylediğimizi arumsıyorum. Yıllar önce Sarayevo'da duyduğum yarı Türkçe yarı Sırpça bir şarkıydı, pencerede sevgilisini bekleyen bir kızdan söz eden. "Demirli Pencere" derken gülümseyişimiz, tavernadaki müşterilerin de bize katılışı bugünmüş gibi aklımda. Nedense hep birilerini bekleriz. Bir mektubu, bir sevgiliyi, küçük sevinçleri. Sonunda demirli pencere kapanır. Ne beklenen sevgili gelmistir ne bir haber. Danilo Kiş'in kentindeyira. Ve o, Sırbistan Yazarlar Birliği'nin önündeki balkona asılı bayrağın yarıya indiği bir güz ikindisinde ölüverdi. "Ölüm asude bahar ülkesidir her rindde!" Cinilo bir rinddi. Geçen yıl Fransızca çevirisinden okuduğum ilk Çatı Katı'nda Belgrad'daki gençlik yıllannı, bohem Günbatımında Kalemeydan'da yürüdüm. Parkta öğrenci yaşamıru, ilk sevilerle ilk heyecanları an satranç oynayan yaşlı adarnların yanından geçip bir latıyordu. Romanı okuyup bitirince benzer bir alın banka oturdum sonra. tstanbul çok uzak sayılmaz. ya7imız oldufiunu. onun da benim gibi Paris'e ge Bir kentte alanlar ve yemek adlan Türkçeyse sılalip karşılaştırmalı edebiyat öğrenimi yaptığını, bir çatı katında yazar olma duşleri kurduğunu düşunmuştüm. Danilo yok artık. Yapraklarını döken ağaçlar boyunca güzün bitmeyen hüznu var yalnızca. Bir de Marsala Tito'nun gürültusü. Danilo yok ama, kitaplan vitrinlerde. Onlarla yaşayacak artık. Onlarda yaşayacak. Güzel bir kent değil Belgrad. Savaşta yıkılmış. Modern ve tatsız bir kent kurulmuş eskisinin yerine. Hurda troleybüsler, karanhk yüzlü taş yapılar, uyumsuz giysili bir kalabalık. İri kıyun erkeklerle son moda giyinen genç kızlar. Ve Generalic'in naif resimlerinden tanıdığımız Sırp köylüleri. Belgrad'ın güzel olmadığı kentin ortasına dikilen ve Yugoslavların Balkanlar'ın en ytiksek gökdeleni olrnasıyla övündükleri yapıdan belli. Bir de "Belgradlı güzel" adını vermişler bu kişiliksiz, aykırı yapıya. Tuna ve Sava ırmaklannın buluştukları yerde kurulmus olmasına, eskinin olağanüstü günlerini, Tuna'dan kafilelerle geçen Türk akıncılarını çağrıştırmasına karşın Belgrad güzel değil. BelgnuTdan ya yaklaştınız demektir zaten. Belgrad'da da öyle. Taşmeydan'dan yola çıkıp cadde üstUndeki bir lokantada, çok acıkmadıysanız bir "çorba", acıktıysanız bir "haydut kebap" yedikten sonra Kalemeydan'a varabilirsiniz. Kentin en şık sen'tinin adı Topçudere, en güzel raeyvesininki "vişne." Kaleraeydan'dan Sava'nın ötegeçesine baktım. Gördüğüm günbatımında ışıldayan bir beton ormanıydı. Ormanı sulayan Sava ile Tuna'nın kavuştukları yerde sular her güz olduğu gibi yeşilden çamur rengine dönüyorlardı. Yakında bir yerlere yağmur yağmış olmalıydı. Ne tuhaf, birden eski bir marşın ezgisini mırıldanmaya başladım: "Tuna nehri akmam diyor! / Etrafımı yıkmam diyor!" On yılda bir her sabah bu marşla uyanmadık mı? Oysa bin yıllık yatağında akıp duruyor işte, çamurlu çamurlu! O aktıkça zaman da geçiyor, yaşadığımız günleri, anıları, acı ve sevinçlerimizi alıp götürerek. Tuna nehri de Seine gibi, Loire gibi, yeryüzünün tüm nehirleri gibi akıp gidiyor köprülerin altından. 1984'te Danilo Kiş'e, bir gün "Tnna nehri akmam diyor" marşıyla uyanılmayan bir Türkiye'ye geleceğini, "Demirli Pencere" şarkısını Boğaz'a karşı bir meyhanede birlikte dinleyeceğimizi söylemiştim. Nasip değilmiş. Muhafazakârlar arasında hızla yaygınlaşan 'sonculuk' (endizm) akımı gelecek için hiç de iyimser değil. Sonculara göre her şeyin sonu gelmiş durumda: Şavaşların, ideolojilerin, dinlerin, ekonomik sistemlerin. ŞEBNEM ATİYAS NEW YORK Tarihin ve ideolojinin sonuna mı gelindi? Yoksa Hegel yeniden mi doğuyor? Fraocis Fnknyama, ABD Dışişleri Bakanı'na bağlı olarak, sadece Doğu Avrupa'daki gelişmelere ABD'nin nasıl ayak uyduracağı üzerinde çalışan 25 kişilik "entdektiiel" grubun üyelerinden biri. Fukuyama'nın The National Interest adlı muhafazakâr dergide yayımlanan ve özellikle muhafazakârlar arasında son zamanlann en canlı tartışmasına neden olan "tarihin sonu" başlıklı makalesi bu iki soruvoı olumlu cevaplıyor. Francis Fukuyama Harvard Üniversitesi'nden doktora aldık The endizm tan sonra, Paris'te Derrida, Foucault ve Barthes gibi çağdaş felsefecilerle bir yıl birlikte çahşıp, soğuk savaş döneminin önemli bir araştırma kuruluşu olan Rand Corporation'da araştırmacı olarak yer aldı. Fukuyama, Rand Corp.tan sonra ABD Dışişleri Bakanlığı'nda çalışmaya başladı. Bir süre sonra da kendisinin deyimiyle "dışişlerinde can sıkıntısını gidermek" amacıyla, "biraz da kışkırtıcılık y a p m a k " için "sonculuk" (endizm) teorisini geliştirdi. Muhafazakârlar arasında hızla yaygınlaşan "sonculuk" akımı, her şeye bir cevap bulmuş durumda. "Her şeyin sonu geldi, savaşlann da, ideolojilerin de, dinlerin ve ekonomik sistemlerin de". Yumuşayan ideolojik çizgileri ve dünya sistemindeki banşa yönelik girişimleri tarihin sonu olarak değerlendiren sonculuk, gelecek için hiç de iyimser değil. Sonculuk geçilmekte olan dönemi hüzünle uğurlayan muhafazakârlann çaresizce tarihe veda edişlerinin teorisine benziyor. Fukuyama çok tartışılan makalesinde "Tarihin sonu aynı zamanda son derece hüzünlü bir son oiacak. Ne sanat, ne de feisefenin, tarihin sonunda yeri var. Sadece iosan tarihi müzesinin sürekli bir tekran olacak. Sürekli tekrar yüzyıflarca devara ettikten sonra, belki de olağanüstü sıkıcı olacağından tarih >eniden başlayacak. Böylece tarihin sonu, bir anlamda tarihin yeniden başlamasına hizmet edecek" sözleriyle bu hüznü dile getirmekte. Sonculuğun "hüznüne" bütün muhafazakârlann katıldığı söylenemez. Hatta bazıları oldukça keskin eleştiriler yöneltiyor. Dolayısıyla sonculuk muhafazakârlar arasındaki çatışmaları da güçlendirerek yeni akımlar doğmasına neden oluyor. Entelektüelizm ise ABD'de her zaman alayla karşılanan bir konu. Gerek sağ gerek solda bulunan entelektüeller basm ve resmi politika tarafından hiçbir zaman sempati ile karşılanmayan marjinallerden oluşuyor. Bu tepki aynı zamanda kamuoyunun da görüşünü yansıtıyor. Dolayısıyla sonculuk, entelektüalizm karşıtı olan geleneksel Amerikancı tutumun şimdiden alay konusu haline gelmiş durumda. Orneğin The Washington Post Gazetesi'nde sonculuk hakkında uzun bir yazı yazan Henry Allen bu tutumu yansıtanlardan biri. Sonculukla ilgili olarak şunları kaydediyor. "Fukuyama politika \apan tiplerin yaz tatilini son derece eglenceli bir hale getirdi. Bir düşünün, şarap bahçesinde, Fuku>ama'nın 'batı fıkirlerinin sonsuz zaferi, insan yönetiminin son biçimi, ekonomik ve politik liberalizmin evrensel homojen bir devlet biçimine dönüşmesi. Politik anlamda liberal demokrasi, ekonomik anlamda videolar ve müzik sistemlerine daha kolay ulaşabilme imkânlan olarak özetleyebileceğimiz bir evrensel homojen devlet' şeklindeki hayal hamağında sallanıyorsunuz. Kısaca Fukuyama'nın sonculuğu, Sony'nin keskin göruntü kataloglannda dünya banşının üstün kalitdi renklerde resimlenişi gibi bir şey." Tabak kırma modası Şık giyimli çiftlerin rağbet ettikleri gazinolarda, tabak kırma modası artık pek geçerli değil. Şimdi bu tür eğlence yerlerinde şarkılara ya da dans edenlere karanfiller atılıyor. Atintıdan STELYO BERBERAKİİT ATtNA Atina'da hava sıcaklığı 20'nin alüna düştüğü zaman "kış geMi" deniyor. Sıcakhk, kışın en "zalim" aylan olarak tanımlanan aralık ve ocakta 15'e kadar iniyor. Paltolar, pardösüler sandıktan çıkıyor, çizmeler, kalın kazaklar ve pahalı kürkler giyümeye baslanıyor. Atina halkı, genel olarak yaz aylannı kış aylarına tercih ediyor. Çünkü erkekler de kadınlar da yaz aylannda daha "özgttrce" giyinmeyi seviyor. Atina caddelerinde vızır vızır dolasan irili ufaklı motosikletler, kış aylannda azalıyor. Ama, Yunan müziğinin "baş t a a " buzukilerin çalındığı gazinoların önündeki otomobillerin sayısı artıyor. Şık giyimli çiftler bu gazinolarda yemek yiyor, içki içiyor, programı izliyor ve sabahın erken saatlerine doğnı piste fırlayarak dans ediyor. Yalnız pazanesi günleri kapalı olan bu eğlence yerlerinde, Yunanistan'ın ünlü şarkıcılan, buzuki çalgıcılan, komedyenleri ve bale gruplan zengin bir program sunmaya çalışıyor. Bu gibi yerlerde eskiden tabaklar kınlırdı. Bu tür eğlencelerde tabak kırma modası artık pek geçerli değil. Tabaklar şimdi ikinci, hatta üçüncü sınıf taverna ya da pavyonlarda kınlıyor. Eğlence yerlerinde tabak kırma yerine şarkıcılara ya da dans edenlere karanfiller aülıyor.. Isteyen müşterikr, şarkıcı için şampanya actınyor... Bu şampanyaların sayısı bazen mübalağah bir şekilde 12 şişeye kadar çıkabiliyor. Şarkıcı sahnedeyken, aniden üçdört garson piste çıkıp ellerindeki bir düzine şampanya şişesi dolu kasanın içindeki şişeleri patır patır patlatıp, bir kadehini şarkıcıya veriyor... Şarkıcı açılan bu 12 şişeden yalnız bir yudum alıyor ve şampanyalan açtuan grubun "şerefine" kadeh kaldınyor. Bu arada pistin üstünde kümelenen karanfiller dans edenlerin kayıp duşmelerine neden oluyor... Atina'nın en büyük gazinolanndan olan Türkçe'de "peri" anlamına gelen Neraida geçen hafta içinde kış sezonunu actı. Neraida'da Yunanistan'ın en ünlü komedyenlerinden Htrry Krynn de kendi programını yaparak, izleyicilerini güldünlyor. Daha çok siyasi ağırhklı olan bi programda Andreas Papandreu, KonsUntin Miçotakis gibi siyaset adamları satirize ediliyor... Ama halk, siyasetten bıktığı için eskiye oranla artık o kadar gülmüyor.. Kendisini daha çok eğlenceye vermeyi yeğliyor.. Bu nedenle program bitince piste fırlayan müşteriler, Yunanlıtlann ünlü 'zeybekiko'sunu ve 'siruki'sini gönlünce oynuyor.. Tabak kırılan eğlence yerlerinde ise atmosfer biraz daha değişik oluyor... Daha çok taşradan gelen tüccarlann gönttl eğlendirdikleri yerler olarak tanınan bu tavernalarda konsomasyonlann da yapıldığı gözleniyor artık. Buralarda da tabak kırmaların yanı sıra, şampanyalar açılıyor, çiçekler atılıyor. Mini etekli bayanlar masanm üstünde göbek atıyor. Ama orkestranın çaldığı "ağır" zeybekikoların ritmine uymak için pist üstünde fınl fınl dönen erkeklerin, ceketleri havalandıkça, bazılarının tabanca kılıfları görünüyor. Bu görünıölere Neraida gibi eğlence yerlerinde rastlanmıyor. Cezayir, bagımsızlıgın 35. yıbnı kutlarken, işsizlik ve pahalılıktan. bonalan gençler de kemerleri sıkma politikasının 2. yıhnı kntluyorlar. Yeni Cezayir, eski Mösliunan kentinin çevresinde gelişiyor. Cezayir'den Cezayir bugünlerde 1954 yılında başlayan bağımsızlık savaşının 35. yıldönümünükutluyor. Kent, bayraklarla, " 3 5 " rakamlarıylasüslü. ÜSTÜN AKMEN CEZAYİR BerrülCezâ'ir diyarının iki milyonu aşkuı nüfuslu, kıyıya koşut Sehel Tepeleri'nin yamaçlarmda kurulu ElCezayir beldesi, çelişkilerle dolu yaşantısmı sürdürmekte. "Bnrc elBahri"ye dek uzanan geniş körfez, bir de bakıyorsunuz ki soluk bir düzlük sanki. Ardında acık san ve mor dağlar. Cezayir bugünlerde 1954 yılında başlayan bağımsızlık savaşının 35'inci yıidönümünü kutluyor. Kent bayraklarla, " 3 5 " rakamlan ile süslü. Caddelerde ve sokaklarda peçeli, çarşaflı kadıniarla iç çamaşın kullanmadıklan belirgin, üstüne üstlük. mini etekli genç kızlar yan yana yüriimekte. Yürüyen ya da otomobili ile giden erkeklerin ise büyük bir bölümünün ağzı durmaksızm oynuyor. Ya çik Bağımsızlık yolunun yarısı n u ç t a ikisi dil a l ü n d a Allen şoyle devam ediyor. "Fuknyama sonculuk teorisini, Napolyon'un 1806'daki Jena Savaşıru gördükten sonra tarihin orda sona erdiğine karar veren Hegd'e daj andınyor.'' The Washington Post yazan sonculuk tartışmaları yüzünden ABD'nin "ele güne rezil oldugunu d a " kaydediyor. Avustralya gazetelerinde ABD'nin dünyaya bakışında "çok acayip şeyler olduğunun" yazıldığını belirten Allen, Hegel meselesinin bu dost iki ülke arasına bir "kara kedi" gibi girmekte olduğunu, Avustralyalı meslektaşlanmn Avustralya başbakanına en kısa zamanda bir Hegel uzmanı filozof damşman edinmesini tavsiye ettiklerini kaydediyor. Sonculuk tartışmaları henüz sonuçlanmış değil. "Aslında mubafazakârlığın sonunun geldiğini söyleyen" liberatierle her sonun yeniden doguş olduğunu" söyleyen muhafazakârlar arasında epeyce sürecek olan bir tartışma henüz başlamakta. lek çiğniyorlar ya da tütün. So ölüm oranı ise % 15 olunca, soikisi d e nuç yıllık nüfus artış hızını ' avurtlann arka tarafında bulunan %3'lere getiriyor. Place des tükürük salgı bezleri, herhalde öy Martyrs'de çift kath vülalann ballesine bir "crescendo tempo"ya konlan petunyalar, peygamberçiulaşıyor ki ağzı ıslak tutmaya ve çekleri, açalyalar ve frenkasmalalokmaları ıslatıp yutmayı kolay n ile renklenmiş. Aurassi Oteli'laştırmaya yarayan salgıyı, ağız nin önüne altın tamponlu bir lannın içinde tutamaz oluyorlar. Mercedes yanaşıyor. Az önce Ber"Hüseyin Dayı", "FJ Harras" ve berice konuşan bıyıklı kapıcı, sağ "Ruviba" işçi banliyölerinin er ön kapıyı açmaya hazırlanmakta. Dış siyasette sosyalist ilişkiler kek sakinleri gece geç saatlere kadar sokaklarda dolaşıyor. Çoğu geliştiriliyor, ama içeride tutucugecelikli, pijamalı. "Bakla sofa, lara da ödün veriliyor. Öğrencinohut oda'Mara girebilmek için, leri yönlendinnek için okullara evdeki kalabalığın yatmasım bek din ve siyaset dersleri konmasına liyorlar. Doğum oranı V* 40, tepki, giderek bıkkınlığa dönüş müş. Ekonomik bunalımı atlatmak için uygulanan kemerleri sıkma önlemlerinin, işsizlik ve pahalılıktan boğulan gençleri çüdırtmasının ikinci yıldönümü ?imdilik olaysız geçmekte. Bir eylem halinde, göstericilerin, yasalara aykın olarak savunma haklan güvence altına alınmadan yargılanacaklan ve tutuklanacaklan pek güzel biliniyor. Zira "saflandıracaksın beş Idşj, gör o zaman asayişi" yöntemi revaçta. Dar ve dolambaçlı sokaklarla dolu eski Müslüman kentinin çevresinde gelişmiş olan yeni Cezayir, tepeler ile körfez arasında sıkışıp kalmış gibi. Ana caddeler nhtıma koşut olarak kuzeygüney doğrultusunu izlemekte. Bağımsızlığının otuzbeşinci yılında Cezayir'de hava güneşli. Yedek parçası bulunamayan, ama her ülkeden ithal edilmiş, her model otomobil trafiği giderek sıkıştırmakta. Geri kalmış bir sömürgeyi modern bir sosyalist topluma dönuştürmek kolay mı? Kolay mı kurtulmak? Hani bagımsızlıgın diyeti? Zaten şu özgürlük ve düzen hiçbir yerde birlikte var olamıyor. Gelgelelim ikisinden de hiçbir zaman vazgeçilemiyor. Ne tuhaf... Madrid'den MadridParis arası 'Occident Ekspres Saat 19.00 suları. MadridParis talgosu 55 dakika sonra hareket ediyor. Çok güzel bir yatakh tren bu. ParisMadrid arası mekik dokuyan işadamları, AT görevlileri ya da Paris'e ahşverişe gelen. yüksek burjuvazi rahatlıkla uçağa tercih ediyorlar bu treni. MİNE G.SAULMER MAORİD Bir dakika! Bu yazıyı okumaya başlamadan önce, teybe bir Lambada müziği koymanızı öneriyorum. Hani şu Kaoma'nın seslendirdiği, akordeonla başlayan en güzeli. Müziğiniz yok mu? Öyleyse hayal edin. Evdeyseniz, kapatın odanızın kapısını. Kalabalıklar içindeyseniz, indirin iç kepenklerinizi. Hazır mısınız? Haydi gidiyoruz. Madrid'in en büyük tren istasyonu: Chamartin. Yürüyün merdivenlerle inilen yeraltı peronlarından.. kısa tren düdükleri d u r u y o r . Bekleme salonundaki koltüklar turuncu. Yerler beyaz. Kilometrelerce uzayan gişeler: Uluslararası ve yurtiçi hatlar, uzun ve kısa mesafeler. Yüzlerce tren panosu. Arada hoş bir ding dong duyuluyor. Kalkan trenler siliniyor, yerlerine yenüeri yazılıyor. Kalkacak olanlann ışıkları pırpırlaruyor. Saat, 19 suları. Madrid Paris Talgo'su, 55 dakika sonra hareket ediyor. Çok güzel bir tren Ispanyol Talgo'su. Vagon restoranı birinci smıf, içindeki görevlilerin hepsi iki dil biliyor. Yatakh. ParisMadrid arası mekik dokuyan işadamlan. AT görevlileri ya da Fransa başkentine alışverişe gelen Avusturya ceketh' ve ekose eteklikli yıiksek burjuvazi, rahatlıkla uçağa tercih edebiliyorlar bu treni. Akşam biniyorlar; güzel yemek, rahat bir uykudan sonra ertesi sabah iki dirhem bir çekirdek, Paris'te iniyorlar. Kadın, 3 numaralı perona indi. İşte orada treni! ParisAmsterdam seferini yapan efsanevi "Kuze> Yıldızı" gibi olmasa da Ispanyol Talgo'sunun da bir kultürü var. Kabuğu, gümüşi ve kırmızı metal. Kesitleri yuvarlacık. Hiçbir zaman kelebek olmayacak, dev bir tırtıla benziyor. İki kişilik kabinin içi, minyatür bir mimarlık harikası. Kutu kutu bir yer burası. Hangi kapağı kaldırsa, içinden bir şey çıkıyor. Lavabo, sabunluk, havluluk, askılık, ayakkabılık, hepsi var. Bütün tren yolcularının ilk tepkileri aynıdır: Bavulları yerleştirdikten sonra pencereyi indirip dışarı bakarlar. Kadın da öyle yapıyor. Bu gece peron, oldukça hareketli. Trenin yolcuları arasında yeni evli bir çift var. Beyaz duvaklı bir gelin başı sarkıyor dışarı. Yeni evlileri geçirmeye geldi kleri anlaşılan genç grupta, kahkahanın bini bir para. Trenin kalkmasına birkaç dakika var. Son yolcular acele ediyor. 19.55 Lambada ritminde ding dong ve kısa bir anonstan sonra vagonlar sarsılıyor. Bir sağa, bir sola bakan memurun düdüğüyle MadridParis Talgo'su kalkıyor. Chamartin'in turuncu ışıklan geride kalıp dalınca gecenin karanlığına, pencereyi kapayıp oturuyor kadın. İspanya'da gece saat 10'dan önce yemek isteyene deli derler. O yüzden vagon restorana gitmeye henüz iki saat var. Çantasım 5 açıp parasını yeniden sayıyor. Hafif bir yemek yiyebilecek! Sınırlı parasını kenara koyup, sülün tüylü şapkasını çıkartıyor ve başka trenlerin düşünü kuruyor: Paris'ten yola çıkıp Sovyetler Birliği'ni boydan boya kateden Trancciboryon katarlanna binecek mi bir gün? Peru ile Şili'yi And Dağlan'nın üzerinden seyreden sarı treni görecek mi dünya gözüyle? Bütün bu trenlere binebilirdi. Birine hariç. O doğmadan ölmüştü Orient Ekspres. Orient Ekspres deyince, insanların Agatha Christie'yi anımsamaları ne büyük haksızlık! Gerçek Orient Ekspres, Graham Green tarafından yazılmıştır. Buriları düşünüyordu kadın. MadridParis Talgosu'nun sonrası mı? Yolculuk sırasında ne olduğu önemli değil ki! Önemli olan, yola çıkmak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle