27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER altına almak gereklidir" 12 Mart uygulamalarının olduğu kadar 12 Eylül uygulamaları ve yasal düzenlemelerinin arkasında bu göruşe inanan çcvrelerin gorünur görunmez desteği vardır. Bu goruşte olanlann ortak bir ozelliği de toplum adına konuştuklarına inanmaları, ama adına konuştuklarına inandıklan toplumu korunması gerekli bir çocuk gibi görmeleridir. Toplumsal uyanışla ekonomik gelişme arasındaki bağa gelince o da hiç sandıkları gibi değildir. Toplumsal uyanış, büyük olçüde, ekonomik ilişkiler ve toplum yapısındaki değişimlerin bir sonucudur. Yapılacak olan, loplumsal uyanışla uğraşmak değil, onun gerisinde derin bir değişim içinde olan ekonomik ve toplumsal gelişmenin önündeki engelleri kaldırmaktır. Bundan kaçınıldı. Yalnız zor olduğıl için değil, ayn; zamanda, doğmakta olan yeni toplumun kimi yerleşik düzenleri değişlireceği sezildiği için de. Oysa ekonomik gelişmesi hızlanmış, toplumsal ilişkileri canlanmış bir toplum kendi gelişmesini kolaylaşlıracak bir yol, bir çıkış ararken onu durdurup, içine sığmadığı eski kalıplarına sokmaya zorlamanın olanağı yoktu. Bugün çevrenize bakınız. Gazetelere göz gezdiriniz. Kamuoyunun oluşumunu izleyiniz. 12 Eylul"ün kişilere ve politikalara yönelik suçlamalannın geçersizleştiklerini; düşünce ozgürlüğüne yönelik kuşku ve tedirginliklerin çok hafiflediklerini göreceksiniz. 12 Eylul Anayasası'nın bir çok maddesi, uzun bir sureden beri, sanki yürürlükten kalkmışlar gibi, yok sayılmıyorlaı mı? Neden? Toplumun gelişmesine, kendini kamtlamasına, kendine güvenine ters düştükleri için. 12 Eylül Anayasası'nda, kendisine güvenilmediği için, toplumu vesayet altına almış olan maddeler kaldırılmalıdır. Bugün Türkiye'de kendini vesayet altında gören ya da görmek isteyen bir toplum yok. Tam tersine içinde uzlaşma sağlaması gerekli bir toplum var. Uzlaşmaya götüren yollar yasaklayıcı değil, ozgurlükçü düzenlemelerden geçiyor. Bu ortamın yaratılması için önce anayasadaki katılımcı demokrasiyi engelleyen, yargı bağımsızlığını zedeleyen, üniversite ve TRT özerkliğini yok eden hükümlerin kaldırılması gereklidir. Düşünce suçu sorunu artık bizim toplumumuz için de taşınamayacak bir yük olmuştur. Bu küçültücü, kendimize güvenimizi sarsıcı yükten kurtulmalıyız. Hazıriık soruşturması ve infaz sisteminde yapılacak değişikliklen Savcılar. kimseye devretmeden, hazıriık soruşturmasırun bütün sorumluluğunu yiıklenmelidirler. Kendilerine bilimsel ve rasyonel yontemlerle çalışan iyi yetiştirilmiş, iyi donatılmış adli zabıta yardıma olmalıdır. Hazıriık soruşturması sırasında avukatlar da görev yapabilmelidirler. Soruşturma ve dava boyunca sanıklara anayasal ve yasal haklarını yitirmemiş eşit yurttaşlar olarak, infaz sırasında da suçlulara kendilerine uygarca davranılması gereken insanlar olarak bakılmalıdır. Damşma bürolan: Bazı ülkelerde olduğu gibi, adliyelerde, Adalet Bakanlığı'nca atanmış genc hukukçuların görev yapacakları danışma bürolan kurulamaz mı? Hakkını aramak isteyen, ama yol yordam bilmeyen yurttaşların gelip dertlerini anlatacakları, bilgi edinecekleri, nereye nasıl başvuracaklarını öğrenecekleri bürolardan bizde de yararlanılanıa/ mı? l/laştırıcılar: Başka ülkelerde başarıyla uygulanan bir ara yol bizde de denenmeye değer gorünüyor. Yargıçıaı, goıev ı,vr>relennde oturan iyi yetişmiş, herkesiiı ^>gı ve guvenini kazanmış, politika yaşamıp^sirmemiş, amayararlıolmak isteyen kimseler üai:ndan boş vakıtleri olanları seçerek, bir yıl için, uzlaştırıcı olarak atıyorlar. Uzla^tırıcılar kendilerine basvuran şikâyetçiyi ve kaışı tarafı ayrı ayn dinliyorlar, sonra ikisini bir araya gctirip uzlaştırmaya çalışıyorlar. Uzlaşırlarsa bir tutanak tutup yargıca veriyorlar. Lzlaşma sağlanamazsa şikâyetçiye yasal yollara başvurmasını salık veriyorlar. Bu bizim toplumumuza yabancı bir uygulama değil, kendi geleneğimizin çağdaş bir biçimi gibi görünüyor. Jiiri: Bazı suçlarda bizde de juri benzeri bir uygulamaya gidilemez mi? Jüri. toplumun olavlara, suçlara nasıl baktığım yansıtan bir halk topluluğu. Toplumla adalet arasında bir bağlantı. Böylece bizde de adalet toplumdaki değisjmi izlemiş olur; toplum da adaleti anlamaya başlar, zamanla benimser. Adalet dağıtımı toplum içinde yaşayan, tartışılan ve benimsenen bir nitelik kazanır. İyi yetişmiş yargıçlarımız jüri katkısını adaleti güçlendirmenin etkin bir yolu olarak kullanabilirler. 19 OCAK 1989 Adalet Bııııal ıııu Yaşamakta olduğumuz bunahmlar yapısal bunalımlardır. Çözümleri de köklü yapısal değişikliklerden geçiyor. Yasal düzende, adalet dağıtımmda olduğu kadar eğitimde, demokrasinin işleyişinde, devletin yapısında ve hizmet anlayışında, yerel yönetimlerde, ekonominin yapı ve işleyişinde köklü yapısal değişimler Türkiye'nin gündeminin tek öncelikli maddesidir. PENCERE İki hafta önce bir mektup almıştım, ilginç bir olaydan sözediyordu: "Muharrem Ender Öndeş, Nazıllı Cezaevi'nde hükümlü. Yaklaşık dört ay önce 'ince Yazılar' adlı ilk şiir kitabı yayımlandı. Ancak Muharrem Ender, şıir kitabmı hâlâ göremedi. Cezaevi yönetimi keyfi bir uygulamayla koğuşlara kitap sokmuyor. Matbaadan yeni çıkan bir kitabın yazarına ne denlı heyecan verdiğini en iyi sız bilirsiniz. (Hele ilk kitapsa.) Genç bir ozana yapılan bu haksızlığı kamuoyuna duyurmanızı diliyorum" Mektupla birlikte "İnce Yazılar"\ da aldım. Belge Vay/n/an'nda çıkan kitabın 105'ınci sayfasında "Birkaç Söz" başlığı altında şair diyor ki: "Bir şıır kitabı çıkarmak.. Heyecanlı iş, güzel iş . Onca zamandır sessız sedasız yazdıklarının matbaa mürekkebıne bulanıp bir yerlere ulaşmaşından mutluluk duyuyor insan. . Tereddutlu de oluyor tabii. Önceden kestirmesi zor oian şeyler var. Şiirlerin iyi olması kötü olması ayrı bir şey. Kitap ise bambaşka bir olgu..." Sonra Muharrem Ender'in dört duvar arasına sığmayan kımliğı şu satırlarda okunuyor: "Hayatı bütünüylefcavramakistedim. Cezaevi, insanı sınırlıyor, bu doğru. Ama insanın sınırsızlığı da bir o kadar doğru. insan konulauğu kaba göre kolayca biçimlenemeyen, taşıp gıden bir madde... Onun zihnini köreltmek mümkün değil." •k Yasakçılıkta Dünya Rekoru... NECDET UĞUR Eski İçişleri ve Milli Eğitim 1950'ler Turkiyesi 192O'ler Turkiyesi'nden çok farklıdır. Yapıları, kimlikleri, ozlemleri değişik iki ayrı ulke gibilerdir. Kuruluş yılları, çoken imparatorluğun kalıntılarından ulusal bir devlet oluşturma çabalarıyla geçmiştir. Bu sırada imparatorluktan kalan devlet yapısından ve kadrolarından yararlanılmıştır. Bu yapı ve kadrolar oldukça ko>u merkezci bir yönetim geleneğinin izlerini taşıyorlardı. Bu gelenek sürdurulmüştur. Cumhuriyet kurucuları kırsal kesinti ağır basan durgun bir toplumdan laik, çağdaş bir toplum yaratmak ıstiyorlardı. , Bakam Yasal diizenlemeler ve toplumsal ilişkiler Uygulama sonuçları şöyle olmuşiur: Cumhuriyet'in getirdiği yasalardan toplumda var olan ilişkileri düzenleyenler işlevsellik kazanmışlar ve toplumu etkilemişlerdir. Toplumda var olan, ama yeterince belirginleşmemiş ilişkileri düzenlemek için getirilmiş yasa ve kurumlar da o ilişkilerin guçlenmesine katkıda bulunmuşlardır. Ama toplumda var olmayan ilişkileri yerleştirmek için getirilmiş olan yasalar uygulanamamış, kurumlar işlevsel olamamışlardır. Toplum kendi ilişkilerini kendi bildiğince, yasalara karşın sürdürmuştür. Bu nedenle sık sık aflar çıkararak fiili durumu yasallaşıırmak gerekmiştir. Ne vaı ki, zaman içinde, bu tür iletici yasaların yerleştirmek istediği ilişkiler, toplumdaki gelişmenin sonucu olarak belirmeye başlayınca bu yasalar da işlerlik kazanmışlardır. Böylece 1920'lere göre çok daha guçlu, çağdaş bir toplum ortaya çıkmıştır. 1950'ler Turkiyesi 1920'ler Turkiyesi'nden ne kadar değişikse bugünün 1990'lar Turkiyesi de 1950'ler Türkiyesinden en az o kadar değışiktir. 1990'lar Türkiyesi'nin toplumsal yapısı, işleyişi, insanı, 1950'ler Türkiyesi'ninkinden çok başkadır. Bugıln bu ülkede oldukça sanayileşmiş, kentleşmiş, altyapısı tamamlanmış, uyanık, Avrupa Topluiuğu'na uyum sancıları çeken bir toplum vardır. Böylesine köklü bir değişimden geçen toplumun yasalarını, kurumlarını, adalet düzenini de değişen koşullara göre yeniden oluşturmak gerekirdi. Olmadı, yapılmadı. meydana geliyor!" (Yeni Gündem, marl 1986) "'...Davalar uzuyor, üç beş ay sonrasına ertelemeler yapılıycr. Bu durumda toplumun yargıya güveni ve inancı sarsılıyor. Her davada kaybeden ve kazanan taraflar olduğuna, kaybedenin gayri memnunlara eklenmesi gerektiği de hesaba katılırsa toplumun giderek yargıya saygınhğı yitiyor, adalet bilinci yara alıyor..:" (Cumhuriyet, 25.12.1985). "...Sonuç olarak yargı erkinde toplam 1804 müııhal var. bu sayıda kadro boş. Yargıtav Tetkik Hâkimliği'nde, bakanlıkta vb. yerlerde görevli hâkim ve savcıları da bu munhal kadrolara eklerseniz yargı kursüsünde bugün 2104'e varan kadro boşluğu olduğunu saptayabılirsiniz..." (Cumhuriyet, 25.12.1985). "Her yıl hukuk fakültesinden bin öğrenci mezun oluyor. Bu yeni hukukçuların üçte biri olsun neden mesleğe yönelmez? Olaylar bunun cevabtnı veriyor. Neden özel girişime geçiyor. niçin hâkimlik mesleği dışında iş arıyor bu gençler? Çünkü maddi tatminsizlik vardır. Bunun yanı sıra hâkim güvencesinin olmayışı vardır. İşte bu nedenle yargı erki büyuk bunalım geçiriyor,.!' (Cumhuriyet, 25.12.1985). "...30 yeni Asliye Ceza Mahkemesi açılmasl öngörülmüş, 1985'de ancak 7 tanesi göreve başlamış; öngörülen 58 Asliye Hukuk Mahkemesi'nden 2'si, öngörülen 65 Sulh Ceza Mahkemesi'nden 5'i, gene öngörülen 35 icra dairesinden 2'si açılabilmiş.." (Cumhuriyet, 25.12.1985). Sayın A. Coşar da bir demecinde şoyle diyor: "Yargının her kademesinin. hiçbir uygar toplumda göriilmeyen çoklukta ağır ve üstesinden gelinmesi /or bir iş >ükü altında bulunduğu bir gerçektir..." (Cumhuriyet, 8.9. 1986). Adaletin ağır işlemesi; pahalı olması; karmaşık, anlaşılmaz, ürkutucü bir izlenim vermesi toplumda genel bir güvensizlik duygusu doğuruyor. Hele, bu ortamda, toplumun iyi yetişmiş, saygın bilinen kişilerinin huner göstererek, yolunu bularak çıkar sağladıktan sonra yasalardan sıyrılmaya başlamaları toplumun öteki kesimlerinde tepki uyandırıyor. Kimileri de, örneğin daha az yetişmiş, daha az saygın olanlar kendi yöntemleriyle, kaba kuvvet kullanarak çıkar sağlayıp kendilerini kurtarmayı deniyorlar. O zaman güvensizlik duygusu yerini şiddete bırakmaya başlıyor. Bir toplum bu noktaya gelmişse kişisel özgürlüklerin guvencesi kalmamış, toplumsal barış bozulmuş demektiı. Bütun bunlaı hukuk kurallanmn artık toplumsal uzlaşmayı içermediğini gösterir. Bu da çözülmenin başlangıcı değil midir? Sonuç Adalet bunalımının boyutları Geçirmekte olduğumuz adalet bunalımının boyutlarının nerelere vardığını Yargıtay başkanlanmızdan Sayın Nihat Renda ve Ahmet Coşar'ın demeçlerinden izleyelim. Sayın Renda diyor ki: "Yaşam, sosyal ve ekonomik gelişim fe\kalade hızlı seyrediyor. Hatta o kadar seyrediyor ki, bazen bir konuyu düzenleme gereğini duyduğumuz zaman, o yasalaşma sureci içinde, sosyal ve ekonomik düzenin giderek geliştiğini, o düzenlemenin bile yine geride kaldığını müşahede ediyorsunuz. Bu durumda yasalar, yaşam gibi, sosyal ve ekonomik gelişme gibi dinamik olmayınca, arada bir boşluk Öneriler Anayasa değişiklikleri: 1970'li yıllardan beri toplumumuzda bir kesim bürokrat, aydın ve siyasal çevrenin paylaştığı bir görüş vardır: "Bizde toplumsal uyanış ekonomik gelişmenin onünde gidiyor. 1961 Anayasası da bu gidişi hızlandırdı. Yeni yasal düzenleme ile toplumsal uyanışı durdurmak, disiplin Toplumumuz, gelişmesini engelleyen, kendisine vakit ve enerji yitirten düzenlemelerden, değerlendirmeierden, yönetim anlayışından kurtulmak istiyor. Kendi toplumunu olduğu kadar, çağdaş dünyayı da iyi bilen deneyimli, iyi yetişmiş bunca hukuk adamımız, bilim adamımız, uzmanımız, duşunürlerimiz var. Bu kez dışardan aktarmak yerine kendi hukukumuzu, toplumumuzun dinamizmı doğrultusunda kendimiz yaratamaz mıyız? Elbette yaratabiliriz. Eğer bugüne kadar gerçekleştiremediysek nedeni, bu konulara önem ve öncelik vermememiz, yeterli kaynak ayırmamamızdır. Bir süredir Türkiye büturı kaynaklarını, önceliği olup olmadığı tartışmalı, gösteriş yanı ağır basan, yapanların adlarını yaşatacaklan boş umuduna kapıldıkları yatırımlara harcamaya başladı. Bu arada insanımıza yatırım gundeme bile gelmedi. Türkiye bugünkü gücünü kentleşme ve sanayileşmeye dönüşümünden alıyor. Ne var ki bu dönüşümün başaıisı insanlanmızın yeni yaşam ve üretim biçimlerine uyumlarına bağlıdır. Uyum sağlanırsa çağ atlanılır. Sağlanamazsa bugun olduğu gibi toplum çözülme noktasına gelir. Bugün Turkiyede birinci önceliği olan yatırım insanımıza yapılacak olandır. tnsanı çağdaş olmayan bir ulkenin ne Adaletle toplum arasındaki ekonomisi, ne ordusu, ne de kentleri çağdaş olabiyabancılaşmanın giderilmesi lir. Hukuk dili: Hukuk bir uzmanlık alanıdır. Sade Yaşamakta olduğumuz bunahmlar yapısal bunavatandaş olan biteni tam kavramayabilir. Ama hak lımlardır. Çözümleri de koklü yapısal değişikliklersızlığa uğrayan kişi, kendisinin niçin haklı olduğu den geçiyor. Yasal düzende, adalet dağıtımında olnu çok iyi bilmektedir. Haksızlığa uğrayan kişi ile duğu kadar eğitimde, demokrasinin işleyişinde, devkendisine hakkını verecek yargıç arasında bir du letin yapısında \e hizmet anlayışında, yeril yönevar varmış gibi, yabancı dil konuşuyorlarmış gibi, timlerde, ekonominin yapı ve işleyişinde köklu yapısal değişimler Türkiye'nin gündeminin tek öncebir kopukluk olması doğal görünmüyor. Hukuk dilinin duyulmadık sözcüklerle dolu, çok likli maddesidir. uzun cümlelerle kurulu bir uzmanlık dili olması bir Cumhuriyet'in ilk kurucuları yıkıntıların arasınzorunluk mudur? Konu, kavramlar dışında, konu dan yepyepi bir devlet yaratmışlaıdı. Şimdi onlar şulan dildeki sözcükler ve kısa cümlelerle anlatıla gibi yeni baştan başlayarak, 2000'lerin çağdaş Turkiyesi'ni kuracak yeni bir Cumhuriyet gereklidir. maz mı? Hapishane yönetimi bugüne dek "ince Yazı\ar"\ Muharrem Ender'e verdı mı'' Bilmiyorum.. Ancak olay çok çarpıcı. Türkiye'nin genelinde kitap yasakları geçerlı. Cezaevlerinde ıkinci bir sansür var; hapishane yönetiminın denetıminden geçmeyen kitap, ıçerdekılere ulaşamıyor Nazilli'de bu iki yasağın üstüne dünyada görülmemiş biri daha eklenmiş: Bir mahküma kendi yazdığı kitabı yasaklamak, olağanüstü bir buluş değil mi? Neden bu yasak? Muharrem Ender, kendi yazdığı kitabı okuyunca sakmcalı fikirlere mi saracak? Kimı zaman bir toplumda yasaklar öylesine sarmallaşır kı, artık kimin, neyı, nıçın yasakladığı da anlaşılmaz, sorulmaz, öğrenilemez; yasak yasaktır, emir emirdır, emir demiri deler, hıkmetı sorulmaz emirin.. Bir toplum bu hastalığa kapıldı mı iyileşmesi için kaç zaman geçmesi gerekiyor? Çünkü bu, akıl hastalığı gibidir, toplumu muazzam bir tımarhaneye dönüştürür, ortak bir paranoya yönetimden çevreye öylesine yansır ki, bir cezaevi yönetimi yazarına kendi kitabını yasaklayabılir. Türkiye, yeryüzünde eşi menendi görülmemiş yasakların beşiğini sallıyor. • Pekı, kendi yazarına yasaklanan bu şiir kitabındaki dizeler bize ne söylüyor? Bir alıntı: Renginı değiştirmek isterdi hep, birincisı Ne ormanlar ziyan etti bilseniz Yeşıl bir yüz için. Ve. bir tarla kuşu sonra Çarpınca kanatlannı hızla Bembeyaz kesildi yeniden. Ne demek istemış şair? Bir tarla kuşu kanatjarını hızla çarpınca suratı bembeyaz kesılen kim? Cezaevi yönetimi bundan mı kuşkulandı? Bir alıntı daha: Kim kesti kotlanmızı omuzbaşından Kaç el buluştu biz buluşmayalım diye? Ne demek istemiş şair? Ülkenin tüm yöneticileri, yasakçılan, devlet adamları, hükümet adamları düşünmeli, uzmanlar raporlar hazırlamalı; Nazilli Cezaevi sansür kurulunu sorumluluktan kurtarmalı. Zavallılar öylesine baskı altında yaşıyorlar ki, kendi yazdığı kitabı yazarına veremıyorlar; ülkenin çoğu yerinde gardiyanlar mahkumlardan daha güç durumdalar... EVET/HAYIR OKTAYAKBAL Arkadaşımız Oktay Akbal yıllık izninin bir bölümünü kullanmakta olduğundan yazılarına ara verdi. OKURLARDAN bazılannda yemekhaneler kapatılmış, vatandaşlar oruç tutanlar, tutmayanlar diye ikiye bölünmüş, Atatürk'ün Bizler Dicle Üniversitesi büstleri parçalanmış, Eğitim Fakültesi Fransızca okullarda dini dersler zorunlu Bölütnü öğrencileriyiz. kılınmış, resmi dairelerde MEGSB Saym H.Celal mescitler yapılmış, Güzel'in 8 Ocak 1989 tarihli Atatürk'ün en büyük açıklamasını görünce bir eserlerinden ve de mirasından anlam veremedik. Sayın Türk Dil ve Tarih Bakantmız şöyle diyordu: "Yabancı dil açığını gidermek Kurumu 'na gerici darbeler vurulmuş, yüksek öğrenim için, yabana dil bilen gençliği arasma türban kişilerin okullarda ücret meselesi sokulmuş, bununla karşılığı yabancı dil dersi da kalınmayıp ilk ve orta vermelerini sağlayacağızBunun için yakında yabancı dil bilen kişilere bir çağrı yapacağız" Acaba Fransızca yabancı dil değil mi? Inanıyoruz ki ortaöğretimde en fazla ihtiyaç duyulan dailardan birisi Fransızca öğretmenliğidir. Buna karşılık yeterlilik smavmda en az öğretmen yine Fransızca'dan almmaktadır. 21.8J988'de yapılan yeterlilik smavmda 9 kişi, 2S.12.1988 tarihindeki sınavlarda ise hiç kimse alınmamıştır. Bunun mantıku bir açıklaması var mı? Bu rakamlar ile bakammızm açıklaması arasında büyük bir çelişki var. Bizler Fransızca öğretmeni olarak mezun olduğumuzda neden görev verilmiyor? Bu konuda Sayın Bakammız H.Celal Güzel'den bir açıklama bekliyoruz. Saygtlarımızla. D.Ü.Eğit.Fak.Fr. bölümünden bir grup öğrenci adına MUAMMER ÖZDEMİR Fransızca yabancı dil değil mi? ARADA BİR ŞERAFETTİN UZUNER Karayolları Eski Genel Müdürü Yerel Yönetimlerin Akı Karası 26 Mart 1989 günü yerel yönetim seçimleri yapılacak. Yerel yönetimlerin akı karası elbette seçimlerden sonra ortaya çıkacak. 6 Eylül halk oylamasından sonra yerel yönetim seçimleri daha da önemli olmaya başladı. İktidarın yerel yönetim seçımlerinde oylarının düşmesi, azınlıkta olan ANAP'ı daha da zor duruma sokacaktır. 1989 kasımında yapılacak cumhurbaşkanı seçimini de etkileyecek yerel seçimlerin hiç yabana atılacak bir yanı bulunmamaktadır. 8u nedenle denebilir ki muhalefetin tüm uzlaşma olanaklannı gözeterek yerel seçimlere hazırlanması kaçınılmaz olmaktadır. ANAP'ın yalvar yakar koruyabildiği oyların, yerel seçimlerde gerçek sahiplerini bulmasına çaba harcamak ulusal çıkarlar için zorunluluktur. Tersi durumda 12 Eylül kalıntısı yönetim etkinliğini sürdürecektir. Halkımızın, aralarındaki söyleşilerde sık sık yinelediği bir söz vardır: "Ya söylediğini yap, ya da yaptığını söyle". Buna koşut bir Çin atasözünde "Söz ağzımda kaldıkça ben ona, çıkınca o bana buyruktur" der. Bugünkü iktidar ise bu sözlerin tersine "Düşündüklerini yapmış gibi" konuşmaktadır. Bu sav, yerel yönetimler için daha da geçerlidir. Beş yildan bu yana mangalda kül bırakmamacasına vaatlerde bulunanlann yaptıkları ortada. Beş yıl öncesıyle bugünü karşılaştırdığımızda kentlerimizde ulaşım, içme suyu, kanalizasyop, konut gibi sorunlar çözümlenmemiş, tersine boyutlanarak günümüze ertelenmiştir. Tüm iyi niyetli açıklamalara karşın su kesintileri sürüyor. Trafik sıkışıklığı ve derbederliği eziyetini hiç eksiltmemiş. Boyalı kaldırım taşlarına karşın ara sokaklar dizboyu çamur. Konut sorunu ise dev büyüklügünü koruyor. Bilindiği gibi büyük kentlerimizin çevresi yapılanmanın her aşamasını ıçeren konut inşaatlarıyla donanmaktadır. Son beş yılda denetimsiz bir içerikte gelişen konut inşaatı, tümüyle kargaşa içindedir. Tüm gelişmiş ülkelerde altyapısı tamamlanmayan alanlarda inşaat yapılmamasına karşın bizde bu kurala uyulmamaktadır. Uzun dönemli planlama gözetilmeden uydu kentler ülkenin her yanında boy göstermeye başladı. Türk insanının konut edinme istemini sömüren bu gidış sonunda, ülkemizde yaklaşık 40 bin konut yapı kooperatifi türedi. Yaklaşık 3 milyon insan bu kooperatiflere üye bulunmaktadır. Bu boyutta yapay bir gelişme gösteren tonutlaşma pazarını yerel yönetimlerin, asıl görevleri olduğu halde denetledikleri hiç duyulmamıştır. Zor olandan kaçmak, kolay ve gösterişli olanı yapmak yerel yönetim görevleriyle bağdaşamaz. Uydurma tapu tahsis bürolarıyla bu tür sorunları denetlemek ise hiç olası değil. Bugün kentsel alanda yaşayan nüfusumuz 28 milyonu aşmıştır. İki bin yılında nüfusumuz 70 milyona yakJaştığında kentsel alanda yaşayan nüfus 50 milyona ulaşacaktır. Kentsel alana eklenecek 22 milyon yeni nüfusun nerede ve nasıl barınacağı, görünüşe göre kimsenin umurunda değil. Öyle görünüyor ki konut edinme düzeni gelecekte daha da yozlaşacaktır. Sorunun sadece yetersiz kredi vermekle çözülemeyeceği ortadadır. Konut pazarında oluşmaya başlayan bu kargaşanın çözümü, yerel yönetimhükümet işbirliği ile olasıdır. Birkaç büyük kent dışındaki yerel yönetimlerin teknik ve ekonomik olanaklarıyla kapsamı geniş konutlaşma eylemini denetlemesi ve yönlendirmesi beklenemez. Bu nedenle, "yerinde denetle, merkezde yönlendir" yönteminin yeniden kurulması kaçınılmazdır. İktidarın yanlış tutumuna bağlı olarak ülkenin her kesimi iş makinesi mezarlığına dönüşmek üzeredir. Teşvik adı altında on binlerce iş makinesinin dışal'mı yapılmıştır. Öyle ki ülkemizde çok daha iyisi yapıldığı halde gümrük muafiyeti ve ucuzluğu nedeniyle her önüne gelen bu haktan yararlanarak iş makinesı edinmiştir. Ülkemizin gereksınmesınin çok üstünde iş makinesi, makine park alanlannda, işsizlik nedeniyle takoz üstlerinde bekle(Arkan 10. Sayfuda) dereceli çocukların türban giyinmesine seyirci kalınmış, teknik liseler yerine imam hatip liselerinin sayısı çoğaltılmıştır. Bir gazete, bir bulmacasında "Ehli sünnet dışı sapık bir mezhep "i soruyor. Ertesi gün cevabmda "Alevilik" diyor. Bu nasıl zihniyet ki aynı evde, aynı memlekette, aynı dini, aynı yemeği, aynı gelenek ve görenekler ile yoğrulmuş insanlan mezhep kışkırtmacıuğı ile bölmek istiyor. Bu tür gerici eylem ve düşünceler artık son bulsun güzel memleketimizde. Sayın Cumhurbaşkanımızm türban için Anayasa Mahkemesi'ne başvurarak konunun anayasamn 4, 10, 24, 174. maddeleri ile Atatürk ilke ve inkılaplarına, özellikle çağdaş düşünce ve laiklik ilkesine aykırılıklar saptadığını belirtmesi laik Türkiye Cumhuriyeti'nde gerici zihniyetlere karşı atılmış doğru bir adımdır. Ankara/Mamak 'wn bir okur "Değişim"ıçın iyi bir başkmgıç... Dalatı'clan, emekli öğretmen talebi Cümlenin malumudur, özellikle emekli olduktan sonra, öğretmenler çevrelerinden pek ayrümaziar; haftada ancak bir iki gün sokağa çıkar, nadiren otobüse biner, çoğunlukla yasamlanm okuyarak sürdürürler. Saym Başkan, her ay birer kitap armağan ediliyormuş gibi, emekli öğretmenlerin de otobüslerde indirimli biletten yararlanmalan düşünülebilir mi, saygılarla tetkikinize arz ederiz. Emekli öğretmenE.ö. Mezhep kışkırtıcıhğı Kimse, ibadete, dini âyin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Evet laik Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'ndan birkaç satır yazdım. Ama ne yazık ki yıllardır anayasamız. birtakım gerici hareketlere, düşüncelere maruz bırakılmıstır. Ramazan ayında resmi dairelerin Lsn
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle