23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER bette başarıya eremeyeceklerdir; anahtar olan, endüstricilik değil, kapitalist endüstriciliktir dünyayı her iki anlamda da kirleten budur. Yeşiller endüstriciliğe karşı iseler, sosyalistler de kapitalist endüstriciliğe karşıdırlar. Bu iki tutum arasında bulunabilecek birlik noktası bu konuda anlasmak olabilir. Kapitalist üretimle doğa arasındaki çelişki, Marx'çı eleştirinin en önemlı temellerinden biridir. Yarın için dunyayı kurtarmaya çalışanlar, bu çelişkiyi çok iyi değerlendirmek zorundadırlar. Yeşiller ile sosyalizm arasındaki ilişkiye boşuna gelmedik. Proletarya ideolojisinin genel çözüm umarını bilmeden, ya da beklemeden harekete geçen Yeşiller, bugün kapitalist ülkelerde gerçekten canlı bir başkaldırmın temsilcisi rolünü üstlenmrş görünüyorlar. Başlangıçta dudak bükülen, alaya alınan ve küçük görülen bu hareket, bugün Batı Almanya ve tsveç parlamentolarmda artık hesaba katılması gereken ciddi bir güç oluşturmaktadır. Ne var ki sosyalistlerin bu hareket karşısındaki tutumu, ya ona önem vermemek, ya onu eleştirmek, ya da onunla bağ kurmak gibi üç ayrı biçimde kendini gösteriyor. Bunlardan ilki, Yeşiilerin, yukarıda belirttığımız gibi, romantik diyebileceğimiz bir niteliği içermesine karşı bir tavır kimliğindedir. Yeşiller eylemi, hiçbir toplumsal gücü bulunmayan bir doğacıhk olarak kalsaydı, bu tavır belki haklı görülebilirdi; ama durum hiç de böyle değildir, bugün eylem, marjinal olmaktan çıkinış sayılabilir, kendini kanıthyor ve toplumun ilgisini çekmekte başarıya eriyor. "Onu eleştirmek" biçiminde dile getirilen ikinci tutuma gelince, bu eleştiride başlıca rolü oynayan etken, Yeşiilerin sımfsal özden yoksun bulunmalandır denebilir. Sol görüş için, önemli bir eksikliktir bu. Öyle ise Yeşiller, yağma edilen dünyayı kurtarmak ve olası yok edici bir savaşı önlemek için eylemlerine tutarh bir kuramsal temel oluşturmahdırlar. Böyle bir davranış onlarm sosyalizm karşısındaki tutumuna ister istemez açıklık getirecektir. Son haberlere göre îsveç Parlamentosu'nun dengesıni bozacak güçte varlık gösteren Isveçli Yeşiller için sosyal demokrat îider Ingvar Carlsson, "Gayri ciddi, omurgasız" nitemlerini kullanmaktadır. Yukarıda "onunla bağ kurmak" diye nitelendirdiğimiz üçüncü davranışa gelince; genel çözümü beklemek yanmda, Yeşiller'in güncel eylemlerini değerlendirmek bakımından bir tutum da budur. Yeni bir olayla karşı karşıyayız, gelişmekte olan bir olay bu, şimdiden kesin kuramsal değerlendirmelere yönelmek yamltıcı sonuçlar verebilir diye düşünülüyor. Bizde yeni yeni konuşulmaya başlanan bu hareket konusunda, benim bildiğim kadarı ile yazınsal kaynaklardan yoksunuzdur. Yeni cıkan bir kitap bu yoksunluğu bir ölçüde kapatmaktadır. Tanıl Boranın derlediği ve Iletişim Yayınları'nın bastığı "Yeşiller ve Sosyalizm" adlı kitaptır bu. Tanıl Bora, kitaba yazdığı önsözde, bu hareketin "doğa korumacüığı" biçiminde alınmasından yakıruyor haklı olarak. Fakat ben düşünüyorum ki, Yeşilci hareketi sadece böyle yorumlamak bile onu küçümsememize yol açmamalıdır. Çünkü doğa, insandan bağımsız değildir. Yukarıda adını verdiğim kitabın ikinci bölümünü oluşturan "Ekonomik Bunalım ve Sosyalist Düşünce" başhkh yazısınm bir yerinde Rudolf Bahra şöyle diyor: "Insanlık, büyümeci evresinin, iyi ya da kötü sonuna yaklaşıyor. İnsan türü, maddi hayat temelini nitelik yönünden gene geliştirebilir, fakat bu türün devamı ve aynca hayatımn anlamı bakımından bu büyüklük iddiasmı kırmak ve doğayla ilişkisine kolektif olarak özen göstermek zorunda. Hatta ben burada alcakgönüllülük deyimini uygun buluyorum. tnsan, en azından şimdiye kadar doğayla ilişkisini iyileştirmek yerine bozdu" 23 EYLÜL 1988 Yeşiller MELİH CEVDET ANDAY "Yeşiller"in etkinliklerini, daha çok Batı Almanya kaynaklı haberlerden öğreniyorduk önceleri. Ama çok geçmeden bizde de benzeri eylemler boy göstermeğe başladı. Gökova Termik Santralı'nın uyandırdığı tepkileri, birkaç yıldır o bölgedeki Ören köyünde yaz geçirdiğim için daha da ilgi ile izlemişimdir. Yapımı inatla sürdürülen bu santraiın bölge toprağını öldüreceği söz konusu idi; tehlike, daha önce yapılan Yatağan Santralı dolayısıyla en uyarıcı biçimde göze çarpmıştı, ürün bozulmuştu. Fakat enerji gereksemesi, yöneticilerin gözlerini bağhyordu. Derken Dalyan'da soyu tükennrekte olan carettacaretta kaplumbağalarının yumurtlama yerinde kurulacak turistik tesislere karşı protesto gösterileri ortaya çıktı. Arkasından Ankara'da Güvenpark'taki ağaçların kesilip oraya oıopark yapılması tasarımı ciddi tepkilere yol açtı. Buna Büyükçekmece'deki Mimar Sinan köyunde kurulu çimento fabrikasının çevreye zehir saçması olayı eklendi. "Yeşiller" sözü, artık bir dış haber konusu olmaktan çıkıyor, kendi sorunlanmızın doğurduğu bir eylem durumuna geliyordu. Nitekim geçen yü, yaz aylarında, kendilerini yeşil sempatizanı diye adlandıran bir kürae insan Ankara'da "Yeşil Dayanışma" derneğini kurma yolunu tuttu. Ankara'daki hava kirliligi, bu insanlann başlıca sorunlan arasındaydı. Sonra Sayın Dr. Celal Ertuğ'un başı çekmesi ile "Yeşil Parti" kuruldu. Yeşiller'in bir "parti" içinde buluşmaları olayı, gerçi Batı kaynaklı haberlerden biliniyordu, fakat siyasal bir anlam taşıyan bu sözcüğun, çevreyi koruma gibi doğaya yönelik, doğa sevgisini ıçeren bir yaklaşımla nasıl bağdaştınldığı, nasıl bağdaştırüacağı konusu, zihinlerde kimi sorular belirmesine neden oluyordu. "Ecologie" bilinmiyor değildi, ama bu yeni bir bilim dah idi, "çevrebilim" diyorduk ona; imdi, bir bilim konusunun siyasetten ne bekleyeceği sorunu, bu alanda gereğince aydınlanmamış olanlann karşısına dikiliyordu. Oysa, bir yeşilimizin bana söylediği gibi, Yeşiller "çiçek, böcek korumacılığı"ndan çok daha geniş kapsamlı bir takun ödevleri üstlenmeye hazırlanıyorlardı. Söz gelişi onlar Avnıpa'da orta menzilli füzelerin k'aldırılması için yoğun bir eyleme giriştiklerinde, bu füzelerin "çiçek" ya da "böcek" olmadığını elbette biliyorlardı; ama söz konusu olan, doğayı, yalnızca bugün için değil, gelecek kuşakları düşünerek de temiz tutma idi. Çünkü gezegenimiz yağma ediliyordu (Herbert Gruhl). Ekolojist yaklaşım, sanıldığı gibi, günümüzde ortaya çıkmış değildir; bilginler, haklı olarak, bu görüşü iki yüz yıl öncesinden b^şlatmak eğilimini gösteriyorlar (18. yüz>'il ortaları). Daha endüstriciliğin belirmesi ile başlayan birtakım eleştiriler anarşik bir büyümeden duyulan korkuyu dile getiriyordu. Bu korku, başlangıçta, elbette "romantik" nitemini hak edecek bir doğada idi, çünkü endüstriciliğin büyük inceleyicisi ve eleştirmeni Marx daha gelmemişti. Demek bütün somn "kapitalist endüstri" üstüne en doğru tanıyı koymakta düğümleniyordu. Marx, Manifesto'da, bilindiği gibi, zenginliği ürettiği için burjuvaziyi över; fakat bu zenginlik, özgürce gelişimi ve toplumsal adaleti sağlamak şöyle dursun, hem Avnıpa dışındaki gelişmemiş ülkelerin yoksullaşmasına, hem de gelecek kuşakların yiyeceğini içeceğini şimdiden tüketmek gibi büyük bir tehlikeye yol açmıştır. Ama Yeşiller sadece endüstriciliğe karşı gelmekle çağımızın gerçek durumunu anlarnakta el PENCERE Naim ve Biz... Naim, akıllı bir çocuk... Sağduyulu... Dengeli... Bizim çılgınlığımıza, tırlatıklığımıza, zıvanadan çıkmışltğımıza karşın Naim dengesini nasıl korudu, sağduyusunu nasıl yitirmedi, bütün dünyanın alkışlarını toplayan rekorları nasıl kırdı? Şaşılası bir iş... iki yıldan beri Başbakan Özai'dan başlayarak Papafyalann Kraliçesi Semra Hanım'dan hepimize yansıyan dengesizliğin orta yerinde Naim, dengesini, formunu, aklını, mantığını korumuş... Aşkolsun çocuğa!.. Ne var ki Seul CMimpiyatları'nda Naim, Türkiye'ye bir altın madalya kazandırınca büsbütün kendimizden geçtik, deli divane olduk, sevincimiz coşku sınırlarını çoktan aştı, kaygı verici bir sarmala dolandık... Aman kendimize gelelim. Adım bilmediğimiz ya da yeni duyduğumuz Afrika ulkeleri bile olimpiyatlarda altın madalya kazanıyorlar, ama bizim gibi çılgınlaşıyorlar mı? Bilemem... • Diyelim ki Naim, Bulgaristan'dan kaçarak Türkiye'ye sığınmamış olsaydı, birincilik ödülünü kazansaydı, yine böyle sevinecek miydik? Belki farkında değiliz; çok uzun yıllardan beri yalnız Bulgaristan'da değil, Sovyetler'de de Türk kökenli sporcular başarıdan başarıya koşuyortar. Bu başarılara pek sevinemiyoruz. Naim, vaktiyle Bulgaristan adına yarışmalara girerek birincılikler kazandığında ve dünya rekorları kırdığında da olaya uzaktan bakıyorduk. Şimdi Türkiye'nin renkleriyle olimpiyat şampiyonluğunu kazanınca kendimizden geçtik. Doğrusu Naim'in kazandığı altın madalya, Türk sporu adına "armutpiş, ağzıma düş" özdeyişine uygundur. Kimse bu sonuç için tertemedi, içimizden hiç kimse bu zaferin ortaklığına hak kazanmadı. Tersine, daha 20 yaşına varmamış bir çocuğun şımarması, şırazeden çıkması, kendini şaşırması için elimizden geleni yaptık. Naim, yasadığımız toplumun kişiyi çıldırtan koşullarına karşın dengesini koruyabildi. Halter sporunun H'sinin var olmadığı bu ülkede çalışmalarım disiplinle sürdürdü. Naim, altın madalyayı nasıl kazandı? Dünya rekoriarını nasıl kırdı? Türk olduğundan mı? Bu soruya "evef" yanıtını vermek hem aptallık olur, hem de ırkçılık kokan bir kafayı vurgular. Çağımızda milliyetçilik bu tür safsataya değil, bütün insanlann eşit olduğu kuramına dayanıyor. Hiçbir ulus ötekinden daha aşağı değildir. Hitler'in üstün ırk kuramına, 100 metre rekortmeni Jesse Owens'ın 1936 Berlin Olimpiyatları'nda verdiği yanıt bunun için değerlidir. Sanşın Germen'le siyah Amerikalı arasındaki yarışın elbet güzel bir anlamı vardır. Günümüzde kimi spor uzun boyu öngörüyor, kimi spor kısa boyu gerektiriyor. Basketbol ile jimnastik, voleybol ile halterin kendine özgü koşulları var. Soyların gelişiminin de bilımde yeri, kolu, dalı vardır. Bilimsel ve disıplinli çalışma ise sporda başarının temel ilkesi sayılıyor. Böyle bir dünyada yaşadığımızı unutmayalım. * Üstelik Türkiye altın madalyaya büsbütün yabancı bir ülke değildir; kırk yıl önce Londra Olimpiyatları'nda üst üste birincilik kazandığımız günlerde bile böylesine çıldırmamıştık. Ne oluyoruz? •k ARADABIR MAHMUTYAĞMUR OKURLARDAN Ülkemiz, ekonomik bunalımla birlikte yoğun bir kültür bunalımını yaşamaktadır. Okullarda sağlıklt düşünmeyi öğreten mantık, felsefe dersleri seçmeli fıale getirilmekte, dogmatik düşünceyi erdem sayan sözde ahlak derslerine ağırlık verilmektedir. Devlet basımevleri de bu kervana katılarak, ileriye yönelik çağdaş, bilimsel yapıtlar yerine, geçmişe özlemi yansıtan gizemci yapıtlan basmakta, satmaktadır. Köklü bir kültür geleneğine sahip olmayan loplumumuzda, kâğıt fiyaüarmdaki aşırı artışlar nedeniyle dergiler, gazeteler yaytn yaşamlanna son vermekte, edebiyatla, sanatla ilgili yapıtlar birkaç binden fazla satmamaktadır. Akhmıza ister istemez şu konu takılmaktadır. "Cahil halkı yönetmek daha kolaydır", seklinde özetlenebilecek Osmanlı yönetim politikası geri mi getirilmek istenmektedir? Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanhğı ile Kültür ve Turizm Bakanltğı, bastırdıklart Kültürsüz ynşam Dost Çağrısı Toplumun en büyük kümesiyiz. Toprağı ışleyen, hayvanları yetiştiren, çarkları döndüren bizleriz. Nasırlı ellerimizle bütün değerleri yaratan ve üreten emekçileriz. Buna karşın, yoksulluğun cenderesinde eziliyoruz. Yolumuz, yıldan yıla yokuşa sarıyor. Yavan ekmeğimız, günden güne küçülüyor. Yoğunlaşan olaylar, geleceğimizin de aydinlık olmayacağını gösteriyor. Çünkü ulusal birliğimizin ve dirliğimizin güvencesi olan Atatürk ilkeleri birer birer sergene kaldırıldı Örgütlenme ve hak arama özgürlüğümüz kısıtlandı. Yurdumuzun her köşesi, çocuklanmızın beyinlerini ve yüreklerini ktstrlastıran çağdışı öğretim kurumlanyla dolduruldu. Bu gidişi eleştiren nice bilgin, aydın ve emekçimiz ekmeksiz bırakıldı. Nicesi de zindanlara atıldı. Geniş kapsamlı bir toprak reformu yapılmadığından, köylerimiz boşaldı. İşsizlerordusuna katılanlar çoğaldı. Bu yüzden, tarımsal ve hayvansal ürünlerimiz azaldı. Beslenme sorunumuz kördüğüm oldu. Kentlerimizin çevresi gecekondularla sarıldı. Eşsiz güzellikteki kıyılarımız yağmalandı. Devlet hazinesi, dışsatım ve dışalım hileleriyle soyuldu. Dış borçlarımız, trilyonlarca liraya ulaştı. Kısacası, ekonomimiz pıs kokular yayan bir bataklığa saplandı. Bağımsız ve laik Türkiye Gumhuriyeti'nin temelinde çok derin çatlaklar açıldı... Yüreğim burkularak saydığım yıkımların sorumluları, yıllardır ülkemizi yöneten siyasacılardır. Bu siyasacılan, eleştirmek ve kınamak en doğal hakkımızdır. Ama çuvaldızı onlara batınrken, iğneyi de kendimize batiFmayı unutmamalıyız. Çünkü yakındığımız yıkımlardan bizler de sorumluyuz. Bu sert yargıyı, şu gerçeklere dayanarak veriyorum: Yıllardan beri aymazlık uykusun. f dan uyanmadık. Uğradığımız haksızlıklardan ve kötülüklerden ders almadık. Dinsel inançlarımızı ve çtkar duygularımızı gıdıkJayanların ardından koştuk. Ağzımıza sürdükleri bir parmak ba,'la ve elimize tutuşturdukları horoz şekerine aldandık. Hakça bir düzen kurmak için savaşan devrimcileri yalnız bıraktık. "Gelin canlar bir olalım" diye yaptıkları çağrılara kulaklarımızı tıkadık. Işıklı alınlarına, "hain(!)" damgası basılmasına ve sevgi üreten yüreklerine hançer saplanmasına seyirci kaldık. Kısacası, inançlarımızı ve emeklerimizi sömürenlerin boyunduruğundan kurtulmak için işbirliği yapmadık... Şimdi, aymazhğımızın bedelini öduyoruz. Arpact kumrusu gibi düşünüyoruz. Çünkü aylık kazancımız, yavan ekmek parasına bile yetmiyor. Ünlü halk ozanı Ruhsati'nin (18561899), aşağıdaki dizelerini türkü gibi söyleyerek acılarımızı bastırmaya çalışıyoruz: "Akıl başta değil kederden yastan / Ah çektikçe, duman çıkıyor festen." Bizleri, yoksulluktan kurtaracak tek yol vardır. İlk önce, sürü olmaktan kurtulmalıyız. Onurumuzu ve emeğimizi korumak için örgütlenmeliyiz. Parababalarının kirli çıkarlarına bekçilik yapan siyasacılann ardından koşmamalıyız. Bütün gücümüzle, evrim ve devrim yasalarının önüne konan takozları kaldırmaya çalışmalıyız. Çocuklanmızın beyinlerini ve yüreklerini kısırlaştıran eğitim dizgesine karşı çıkmalıyız. Kişilere değil, olumlu bilime dört elle sanlmalıyız. Henüz kuruluş aşamasında olan demokrasimizi, meydanlarda bilinçsiz çığlıklar atarak yozlaştırmamalıyız. Hakça bir düzen kurmak için başlatılan imeceye, hiç zaman yitirmeden katılmalıyız. Bundan sonra yapılacak her halkoylamasını ve seçimi, yazgımızı değiştirecek bir sınav saymalıyız. Bilimi, emeği ve erdemi en üstün değer sayan siyasal partiye oy vermeliyiz. Ancak o zaman, insanlık ve yurttaşlık haklarımız passpas gibi çiğnenmekten kurtulacaktır. Topraklanmızda, sevgi, özgürlük ve barış çiçekleri boy atacaktır. afislerle, "Verilecek en güzel armağan kitaptır!" kampanyası başlalmtşlardır. Olumlu ve sevindirici bir girişim olarak gözükmektedir ilk bakışta. Öte yandan, resmi görüşe ters düşen yapıtlar, bakanlığın nemli depolannda çürümeye terk edilmiştir. Hangi kitapseverin yüreği sızlamaz bu uygulamadan. Eski kültür bakammız, "Kitap yakan bakan olmayacağun", demisti. Peki, kitap çürüten bakan olmak daha mı iyi?, Varsayalım ki kültürle ilgili bakanlıkların afişlerindeki özlü söze uyarak, dostlanmıza kitap armağan ettik. Emniyetin yaptığı gece baskınıyla kitaplarla birlikte dostlanmız da gözaltma alınırsa, bizim konumumuz ne olacak? Biz, kitap armağan etmekle iyilik mi yapmış olacağız, kötülük mü? Kitap toplama olayları günlük yaşamımızın olağan bir parçası haline geldi. Önce bakanlıklar kendi aralarında kitap konusunda anlassınlar, sonra dostlanmıza, arkadaslarımıza armağanlannı sunalım. Kitabın suç sayılarak televizyonlarda göfterildiği, toplu olarak yakıldığı bir ortamda verilecek en tehlikeli armağan kitaptır bence. Atatürkçü olduğunu sürekli yineleyen yöneticilerimiz bile kendilerini yasaklardan, yasaklamalardan alıkoyamamaktadır. Yanşmalarda birincilik kazanan anıtların bütünlükleri bozularak, çıplak ka'dm ve çıplak erkek heykelleri sanki canlı yaratıklarmıs gibibirbirlerini göremeyecekleri meydanlara dikilmektedir. Sanatçıların kompozisyonlarmı bozmaya kimsenin hâkkı olmasa gerek! Bu düsün biçimiyle mi Batılı olacağız? Bu uygulamayı bir Batılıya anlatsak kara mizah yaptığımızı sanabilir. Unutmayalım ki yasam, edebiyatla, sanatla güzeldir. Fransız ozanı Baudelaire, "Sağlıklı bir insan, yirmi dört saat aç kalabilir, ama siirsiz asla!" demiştir. Bizde ise değil yirmi dört saat, yirmi dört yıl şiir okumayanlar vardır. Şiire, resime, müziğe konu olmasaydı, kadınlar ve denizler bu kadar sevilip destanlastınlır mıydı? GüzeUik sanatla, edebiyatla vardır. Aksi halde kadın denince etle kemik, deniz denince tuzlu su akla gelirdi. Doğanın yok edilmesinde, ormanlann yakılmasuıda, insanlann hoşgörüsüz davranışlannda kültürsüz yasamın payı, sanılandan daha çok değil midir? Teknolojik ilerlemenin, ekonomik kalkınmanın, gelismiş ülkelerin düzeyine erismenin yolu kültürden geçmemekte midir? Büyüklerimizden birisi, gazetecilere boş zamanlartnda Red Kit okuduğunu söylemif. Ağzında çöple dolasan Amerikalıdan ne öğrendiğini, ne tür bir zevk aldığım çok düsündüm, çıkaramadım. Acaba bu kültürsüz ortam mı yöneticilerimizi Red Kit okumaya sürüklemekte, yoksa Red Kit okuyan yöneticilerimiz mi bu çorak ortamı yaratmaktadır? Bu konu, üstünde kafa yormaya değer sanırım. MUSTAFA GÜLSEVEN / Denetim Elemanı İLAN ADANA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN 1987/882 Esas 1988/606 Karar Davacı Şengül Biçer vekili Av. Hülagu Balcılar tarafından davalı Mustafa Biçer aleyhine açılan geçımsizlik sebebiyle boşanma davasının yapılan duruşmasında: Mahkememizce verilen 23.6.1988 tarih ve 1987/882 esas, 1988/606 sayılı karar ile, Adana ili, Kadirli ilcesi Savrun mahallesi nüfusunun cilt: 008/01, sahife 28 ve kütük 5'te nüfusa kayıtlı bulunan davacı Mehmet kıa Fatma'dan olma 1962 d.lu Şengül Biçer ile davalı Ahmet oğlu EliFten olma 1957 d.lu Mustafa Biçer'in boşanmalarma... Bakiye 1000. TL harcın davalıdan almarak hazineye gelir kaydedilmesine, 24.800. TL ücreti vekâlet ile 66.680. TL yargı giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesıne, yargıtay yolu açık olmak uzere verilen karar davalı Mustafa Biçer'e tebliğ yerine geçerli olmak üzere üanen tebliğ olunur. 30.6.1988 Basm: 28607 TEŞEKKUR 17.9.1988 günü yitirdiğimiz, değerli varhğınuz, eşim, babamız, amcamız, kardeşimiz, dedemiz SABAHATTIN SÖZERİ'nin vefatında bizlferi yalnız bırakmayan, cenazesine bizzat gelerek telefon ederek ve telgraf göndererek büyük acımızı paylaşan bütün dost, akraba ve arkadaşlanmıza teşekkürlerimizi sunarız. Gurur ve aşağılık duygusu ikiz kardeştir. Gururun özünde aşağılık duygusu vardır. Kendısini küçük goren kişinin en ufak bir başanda kasım kasım kasılması ve ne yapacağını şaşırması bu yüzdendir. 'Naim'in Türkiye'ye bir altın madalya kazandırması, sevinilecek bir başarıdır, ama ne yazık ki bu başarıda Türkiye'nin payı bir soru işaretidir. Oysa Türkiye uzun geçmişiyte, Anadolu'nun zengin tarihiyle, insanlarımızın spora eğilimiyle olimpiyatlarda adını duyurabilecek bir ülke olmak şartlarına sahiptir. Eğer yalnız Türk olmak altın madalya için yetedi olsaydı, her şey ne kadar kolaydı. IKBAL KESKIN (DÜLGERLER) ile ERKAN KESKİN evlendiler 23 Eylül 1988 FATİH AİLESİ TWA 50 yıldızlı TWA, İstanbul New York seferlerine başladı. Sosyal demokrat siyasacılarımıza, bir gerçegi anımsatarak ve bir dilekte bulunarak sözümü bağhyorum: Siyasa, toplumu avutma ve uyutma sanatı değildir. Onuru büyük ve sorumluluğu çok ağır olan bir uğraştır. İnsan kanıyla yoğrularak oluşturulmuş bir bilim dalıdır. Yeryüzünü sık sık kan seline boğmuş savaşlann ve devrimlerin nedenleri irdelenerek saptanmış kuralları vardır Bu kurallar, emek sömürüsünün kökünü kurutmak ve insanı insana kul olmaktan kurtarmak amacryla konmuştur. Hoşgörünüze sığınarak anımsattığım bu gerçek, siyasanızın odak noktası olmalıdır. Gerekli değerlendirmeyi yaptıktan sonra, uygulama alanına koyacağınıza yürekten inandığım dileğimse şudur: Hem varsıllann hem de yoksulların sırtlarını sıvazlayarak iktidara gelmeniz, hemen hemen olanaksızdır. İktidara gelmek istıyorsanız, ağırlığınızı kesinkes emekçiterden yana koymalısınız. Yüzlerce yıldan beri ezilenlerin haklarını korkusuzca savunmalısınız. Uyuyanları uyandırmak ve gerçekleştirmeyi tasarladığınız köklü reformları anlatmak için, Anadolu'yu adım adım dolaşmalısınız Çatısı altında toplandığınız • ; emekçi halkımızın umut kaynagı olan partiyi, iktidara götürecek tek yol budur. Hello İstanbul TWA (Trans World Airlines) Türkiye'de. 50 yıldızlı konforu ile 17 Eylül'den itibaren İstanbul'dan Frankfurt ve New York'a uçmaya başladı. "Amenkan konforu.. 50 Yıldızlı' TWA Merhaba NewYork 50 Yıldızlı TWA sizi New York'tan Amerika'nın 100'den fazla şehrine ulaştırabilen tek havayoludur. Artık Amerika'ya gerçek Amerikan konforuyla uçun. Yeni Sefer Günleri (25 Eylül'den itibaren geçerti) Cuma Pazar Pazartesi Yer. Atatürk Hava Limanı Saat: 06:50 Rota. IstanbıdFrankfurtNeu' York (ve Amerika'nın 100'den fazla şehrine heklemesiz bağlantı) Rezervasyonlanntz için Mütur • TWA GSA (Türkiye) rezervasyon senisi İstanbul: (1) 134 53 27134 53 32134 53 69 İzrmr: (51)21 85 86 21 87 13 Ankara. (4) 118 20 15118 57 48 ya da kendi seyabat acentamzı araytna.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle