19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 17 HAZİRAN 1988 Endüstri Sonrası Bîr MELİH CEVDET ANDAY Ne kadar oldu bilmiyorum, hekimlerin, hastanelerin, ilaçların çoğalması ile hastalann ve hastalıklann da arttığını yazmış ve bir gün bunu bir hekitn dostuma soylemiştim. Hekim dostum, şakaya aJmıştı sözümu, "Yok öyle şey" demişti. Bilgin îvan lllich, .' eeniş bir araştırma ürunü olan şaşırtıcı yapıünda şöy" ~le diyor: "Pahalı koruraa ve tedaviler, giderek bazı " kimselerin ayrıcalığı durumuna geldi; bunlar once'T'den de tıp hizmetlerini tüketerek daha faziasmı tü" ' ketmeye hak kazananlardı. Uzmanlara, ayncalıklı ;'* hastanelere, hayat cihazlanna erişebilenJer öncelik' " Je, su temizliği ve çevre kirliliğinin denetlenmesi gibi J temel korunma maliyetlerinin zaten olağanüstü yük*•' sek olduğu büyük şehirlerde oturanlardır. Sanılanın "lersine, kişî başma hastalıktan korunma raaliyeti dü* çerken, kişi başma tedavi maliyeti de yükselir. Ön»ceden tüketilen pahalı korunma ve tedavi hizmetle•• ti, ortalamanın üstunde daha fazla sağlık bakımı ta' 'iep etmek için hak oluşturur. Çağdaş okul sistemi gi" bi, hastaneye dayalı sağlık hizmetleri de, bunlara sa> hip olanların daha fazlasını alıp, sahip olmayanların ellerindekilerin de alınacağı ilkesine uygundur. •^.Okul oğreniminde bu, okuldan ayrılanlara başarısız • oldukları bildirilirken, eğitim hizmetini çokça tuke3 . ,,tenler doktora sonrasına da hak kazanacaklar anla. j*nına gelir. Tıpta aynı ilke, tıbbi bakımın artışı ile . hastaJıkkrın da artacağım gösterir." .,, • Şu şaşırtıcı gözlemi de birlikte okuyalım: ı , P "Zengin ülkelerde tıp. orta yaşlıları iyice kötürüm,leşip daha çok hekime ve gittikçe daha da karma,,jfiklaşan tıp araçlanna muhtaç olana kadar ayakta tutaı." Elimde ilginç yapıtın sadece hekimlik ve tedavi ko.,, nusunu işledigi sarnlmasın; Ivan lllich, sorunu çok 'daha kapsamlı bir açıdan ele alıyor; daha fazla üre Çağ tim ve daha fazla tüketim ilkesine dayanan çağdaş sanayi toplumunun başımıza açtığı ve nasıl bir sona varacağı açıkça kestirilerneyen sorunudur bu. Endustri çağı insaru, doyuma ulaşma duygusu bulunmayan kopekbalığı ve güvercin gibi, talihsiz bir canlı durumuna gelmiş bulunuyor. Kapitalizmin surekli büyüme ilkesi ve bu ilkenJn doğurduğu daha fazla tuketira propagandası, insanı büyük ve sanki karşı konmaz bir gerginlik içine atrnıştır. Bunun tıptaki göstergesi, daha fazla ilaç, daha fazla hekim ve daha fazla hastane gereksemesidir... Bunun sonunda da daha fazla hastalık gerçeği karşımıza dikilmiştir. George Bernard Shaw, hekimlerin iyileştirici olmaktan çıkıp, hastanın tüm yaşanu üstünde denetim kurmaya başladıklarını söylemiş. Amerikan Tıp Birliği'nin 1970'teki toplantısına katılan konuşmacılardan biri, çocuk doktoru meslektaşlanna, yeni doğan her bebeği sağlıklı olduğu belgeleninceye kadar hasta saymalarını öğutlemiştir. Gömyor musunuz, daha dunyaya geldiğjmizde hastayızdır ve bu bakımdan da tıbbın denetımine girmişizdir. Çunkü ona hasta gereklidir. Elbet bu el koyma bütün insanları amaç edinmez, burada tüketiciliği zenginler oluşturur. Ivan tl* lich şöyle diyor: "ABD'li yoksullar arasında bebek ölüm oranı Afrika ve Asya'oın tropikal ülkelerindekiyle karşılaştırılabilir düzeyde kalırken, zengin yabancılar egzotik sağlık hizmetleri gormek için Boston, Houston ve Denver'daki tıp merkezlerine uşüşuyordu. YokÎUI ülkelerde tüm halkın sahip olduğuna ABD'de ancak çok zenginlerin gucü yetiyor artık. Ölum döşeğinde özel balum. Bugün bir ABD'li, dunya nüfusunun ortalama nakit gelirini iki günluk özel bakım için harcayabiliyor." Cumhurıyef İlaçlann sorumsuzca kullanımı, hekımlerden halka yayılmıştır. Bilgin dıvor ki: "Tıbbın bunalımı, belirtilerin gosterdiğinden çok daha derinde yatmaktadır ve tum endüstriyel kurumlarda göriilen bunalımla bağlantılıdır. Bunalım gittikçe daha iyi sağlık sunması için toplumca desteklenip teşvik edilen karmaşık bir profesyonel yapının gelişmesinden ve hastalann da bu anlamsız deneyde kobaylık yapmaya pek hevesli olmasından kaynaklaruyor. Kişiler hastayım deme hakkını yitirdiler, toplum onların bu iddiasını, ancak tıp bürokratlannca belgelendikten sonra kabul ediyor artık." Endüstrı toplumunun hız temposuna ayak uyduran tıbbın, hiç amaçiamadığı sonuçlara doğru yol ahşı sadece duşundurücu değil, ürkutucüdur de. Gelıv mekte olan toplumların, ileride başırruza neler gelebileceğini duşünmeden, gelişmiş toplumları korü könine taklit etmeği vazgeçiJmez bir çağdaşlık ödevi saymalan daha şimdiden acı yemişlerini vermeğe başlamıştır. Geçen cuma gunü gazetemizde çıkan "Eczacı Daha Işlevsel Görev Yüklenmeli" başlıklı yazısının bir yerinde, Istanbul Eczacı Odası Genel Sekreteri Sayın Mehmet Domaç şöyle diyordu: "Ülkemizde yürürluğe konulan Sağlık Hizmetleri Temel Yasası ise hastalara verilecek hizmetleri parası olanlann yararlanabilecegi hizmetler durumuna getirmiş, ticari girişimcilik, işletmecilik özendirilmiştir. Dolayısıyle ilaç da 'onsuz edilemez' özelliği ile toplumsal bir urun olma niteliğinden uzaklaştınlarak bir meta durumuna getıritmiştir. 1984 yılında çıkarılan ilâç fiyat kararnamesi, fıyatları serbest bırakarak böylece ilaçta rekabet oluşacağı ve bunun sonucunda fıyatların düşeceğini savunurken, tam karşıü, ilaç fiyatlan son üç yılda beş kat artmıştır. Çünkü ürunün ve sektörun niteliğinden dolayı ilaçta rekabet sağlanamaz." Görülüyor ki, büyüme cinnetine yakalanmış toplumlarda "sağlık hizmeti" kavramı tümden ortadan kalkmış, insan hem bir denek hayvanı hem de koşullandırılmış bir tutkulu tuketici durumuna getiril miştir. Bu tanıyı sadece sağlık alanı için geçerli saymak çok yanlış olur." Okullar etkili eğitim araçlan. olma iddialannı yitiriyor; otomobiller kitle uiaşımında etkili araçlar olmaktan çıkıyor; montaj bandı ise kabul edilebilir bir uretim biçimi değil artık. "Okullar insanlan, makineler için eğitmeğe bakıyor. Makinelerin bir gün insanlar için çalışacaklan ideali, hayal olmuştur; gerçekleşen ise bunun karşıtıdır. Yukarıda admı verdiğim Viyanalı bilgin, okulun, toplumsal eğitimi olumsuz yönde etkilediğini ileri sürmekte ve zorunlu eğitimin kaldınlması gerektiğini savunmaktadır. Bence bu öneriye katılmamak elde değildir; en azından bizdeki eğitim durumu böyle bir savı haklı çıkarmaktadır. Bu yıl üniversite öğretimi için başvurmuş yanm milyon oğreniden 340 bini bu olanagı ele geçiremeyecek ve ortada kalacaktır. Bunlann düzenli bir devlet içinde ne olacaklan ise belli değildir. Asıl belli olmayan, 'okuma'nın ne işe yaradığıdır artık. Kapitalist endustri çağının büyume cinneti 'okuma'nın yararhlığı konusundaki butün bildiklerimizi altüst etmiştir. Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, eğitimden beklenen 'insani değerlerin güçlendirilmesi ve yüceltilmesi' diye ozetleyebilecegimiz ulku, endustrinin her gün daha da çoğalttığı uzmanlık dalları içinde yerini, makinelerin parçalan durumuna getinlmiş insanlann topluma yabancılaştırılmış becerilerine bırakmıştır. Bugun okullar, gitgide hapishanelere benzemektedir. Bunun en büyük zararını, kapitalist sınıfın çekeceğini gözden ırak etmeyelim. Vahşileştirilmiş bir toplumun hışmından zenginlik kimseyi kurtaramaz. Otomobillerin büyük kentlerde sergilediği durum bu vahşi toplumun en uyancı göstergesidir. Öyle ise ne yapalım? Endüstrileşmekten vaz mı geçelim? Böyle bir olasılık şimdilik sadece az gelişmiş ülkelerin elindedir. Geriye dönmeyi bir yana bırakalım; bugün kafa yoracağımız konu, endustri sonrası toplumunun nitelikleri konusudur. PENCERE Enveriyye... Enver Paşa zamamnda askerin giymesi için yeni bir "serpuş" çıkanlmış; Mustafa Kemal'in Çanakkale'de çekilmiş fotoğraflarında görülür; önü arkası bir, bezSen miğfere benzer, sapka sayılabilir; adını da koymuşlar: Enveriyye!.. Gel gör ki kimi asker bu yeni başlığı şeriate aykırı sanıyor; önce başına takkeyi ya da fesi geçiriyor; üstüne de Enveriyye'yi konduruyor. Yolda inzibat çeviriyor: Nedir ulan bu? Enveriyye... Altındaki? Eh, hem şeriate gölge düşmüyor, hem de buyruğa uyuluyor, tarn Osmanlı işi... * Biz 1949'da A»/rupa Konseyi'ne girdik, 1953te A/rupa İnsan Haklan Sözleşmesi'ni imzaladık, sonra 1961 tarihli Avrupa Toplumsal Anlaşmasını onayladık; ama bu belgelerdeki haklann çoğu kâğıt üzerinde kaldı, ne fikir özgürlüğünü ıçımize sindirebildik, ne de sendikal hakları... Üstumüz şişhane altımız kaval, bu yollarda yıllardan beri yuvar* lanıp gidiyoruz. ILO (Birleşmiş Milletler'in Uluslararası Çalışma Ûrgütü) üyesiyiz. Adamlar diyorlar ki: Üye iseniz, üyeliğinizin gereklerini yerine getirin, ülkenizdeki çalışma yasamının koşullannı çağdaşlastınn, ortak sendikal hukuku benimseyin... Bizimkiler boyun kınyoriar Elbette... Ama ikili oynuyoruz; aklımızca adamları uyutuyoruz; emekçilere haklarını vermemek için bin dereden su getirıyoruz; patron ve iktidar işbirliği ve elbirfiğiyle ILO'yu oyalamaya çalışıyoruz. Dışardaki toplantılarda temsilcilerimiz ellerini oğuşturup kıvranıyorlar; koşullarına uymadıkları örgütlere hoş görünmek ve kendilerini bağışlatmak için çırpınıyorlar. • Birleşmiş Milletler'in İşkenceye Karşı Sözleşmesi'ne de bastık imzayı... Sözleşmeyi pariamentodan geçirip yasalastırdık; ama yargılamalarda ve kldianamelerde işkenceye prim vermekten bir türiü vazgeçemiyoruz. Batıya dönüp diyoruz ki: Türkiye'de işkence yok... Ülke içinde televizyona çıkıp halkı aldatmaya, kamuoyunu kandırmaya çalışıyoruz: İşkence var diyenler, devleti dışarıya jurnallayanlardır; bunlar Turkiye'yi dünya kamuoyuna kötü göstermeye çalışan solculardır... ^4e var ki işkenceler sürüyor, mahkemelerde işkenceli ifade1 kanıt sayılıyor. • Biz niçin böyleyiz? Neden kafamıza önce fes geçiriyoruz, üstüne de Enveriyye'yi konduruyoruz? Sanırım bu soruya yanıt verebilmek için neden matbaanın Batıda icadından 270 yıl sonra Türkiye'ye girdiğini açıklayabilmek gerekiyor. Batıdan geri kaltşımız, yeni değil, eski bir konu. Atatürk Cumhuriyeti'yle aradaki farkı kapatacağımızı sanmıştık; olmadı. Sanki bir el, bizi eteğimizden tutuyor, geriye çekiyor, çok partili rejime geçtiğimizden bu yana 40 yıl doluyor; demokrasiden uzakta yaşıyoruz. 2000'e 12 yıl kaldı, hâlâ kitap toplatma, fikir yasağı, sola duvar, baskı, işkence... Gündemi değiştiremedik: Batı karşısında kafamızda Enveriyye, Doğu karşısında fes ya da takke... ARADA BİR MAHMUT YAĞMUR Emekli öğretmen Devrim İmecesi Eğitim ve öğrenım gören her insan, nesnel ve düşünset bir de'r ğer üretmelidir. Asalaklığı, insan onurunu kirleten suçlardan saymalıdır. Ekmeğini, kafa yorarak ve ter dökerek kazanmalıdır. Kişisel mutluluğunu, üyesi olduğu toplumun mutluluğundan üstün tutmamalıdır. Her ortamda lyıyı, güzeli ve doğruyu savunmalıdır. Yeryüzünü, kötülüklerden ve haksızlıklardan arındırmaya çalışmalıdır. Bilgisini ve becerisini, dünyayı güzelleştirmek için kullanmalıdır. Köy enstitüleri, yukarıda saydığım niteliklerte donanmış insanlar yetiştirmek amacıyla kurulmuştu. Köy enstitülerinin kuruldu1 ğu yıllarda yeryüzünü İkinci Dünya Savaşı'nın alazlan kavuruyor'du. Ulusal olanaklarımızın en büyük bölümü, askersel giderlere " ayrılıyordu. Ülkemizde, açlık ve kıtlık kol geziyordu. Bu elverişsiz ' ortamda, tarihimizin en büyük atılımı başlatıldı. (ssız yaylaları, ot * bitmeyen bozkırları, saban değmemiş ovaları, görkemli bir uğultu kapladı. Yoksul köylü çocuklarının emeğiyle yatakhaneler, ye"înekhaneler, işlikler, derslikler, kitaplıklar, yunaklar, ahırlar, kü" mester... yapıldı. Karanlığı aydınlatan ve iş tezgâhlarını çalıştıran santrallar kuruldu. Toprağın altındaki sular, yeryüzüne çıkarıldı. Yüzlerce yıldan beri boz duran topraklann yüzü, bağlar ve bah'•çeierle donatıldı. Kova kova süt veren inekler, kovan kovan bal '"'•"yapan arılar, follukları yumurtayla dolduran tavuklar, kuyruğu ye*• n değen koyunlar... yetiştırildi. Abartmadan söylüyorum, devle' te yük olmadan, düşlere bile sığmayacak işler gerçeklestirıldi. Öğ' rencilere, yaratıcı bilgıler ve yapıcı beceriler kazandırıldı. Köy enstitüleri, halk gücünu devinime geçıren bir devrim ime"cesiydi. Bu imece engellenmeseydi, emek ve inanç sömürücüle''Tİnin egemenlikleri yıkılacaktı. Ülkemizde, ınsanca ve hakça bir n> duzen kurulacaktı. Evrim yasaları kesintiye uğramadan işleyecek ••v özgurlükler yaygınlasacaktı. Sırtı pek ve karrtı tok bir toplum » e ^yaratılacakiı. Atatürk ilkeleri sık sık askıya alınmayacak ve cum•'••fıuriyetin temelinde derin çatlaklar açılmayacaktı Topraklarımız;;"da, erdem ve bilım çiçekleri boy atacaktı. Türkiye, çağdaş bılima'•'"damlarının harıl harıl çalıştıkları bir laboratuvar haline ge'lecekti. Şu yalın gerçeği, bir kez daha vurgulamak ıstiyorum: Köy ens'titüteri, bilisizliğin, tembelliğin ve yoksulluğun köklerini kurutacak "~bir devrim imecesiydi. Bu imeceyi, hiçbir nesnel değer üretmeden yaşayan asalaklar, tembel bürokratlar, çağdışı kalmış siya•sacılar engellediler. Tarihe geçecek suçu, bilinçli olarak işlediler. "* Çünkü 4274 sayılı yasadaki yaptırımlann, egemenlikierini yıkaca ğını ve rahatlarını bozacağını sezdiler. • Asalakları, tembel bürokratları ve çağdışı kalmış siyasacıları, : 4274 sayılı yasanın hangi yaptınmlan korkuttu? Şu yaptırımları korkuttu: Köy enstitüsü çıkışlı öğretmenler, köylerdeki doğal kaynak~*'1arı koruyacaklardı Tefecilerle, aracılaria ve inanç sömürücüle: «riyle savaşacaklardı Emek sömürüsüne son vermek için, üretim ' ve tüketim kooperatıfleri kurduracaklardı. Boynu bükük köylülerı, * msanlık ve yurttaşlık haklarını özgürce kullanmaları için bihnçlen''direceklerdi. Onları "ağam bilir, beyim bilir" dıye boyun bükmekten kurtaracaklardı. Köylü gençlere, geçerli beceriler öğretecek' lerdi. Örnek uygulama bahçelen kuracaklardı. Bahçelerı, bılimsel yöntemlerle işleyecekler ve ağaçlandıracaklardı. Tarihin de' rinliginden süzülüp gelen masalları, türküleri. atasözlerini, deyimleri, yerel sözcükleri. derleyeceklerdi. insanları birbirine kaynaştıran törelerı ve halk oyunlarını yaşatacaklardı. Enstitü, il, ilçe ve köy yöneticileri, öğretmenleri bütün güçleriyle destekleyeceklerdi. Devrim imecesine katılmayanlar ve engellemeye kalkışanlar, görevden alınacaklardı... Köy enstitüleri kapatılmasaydı, ülkemiz nasıl bir görünüm ka^anırdı? Bu soruya, sayılarta yanıt vereyim: Kırk bin köyümüz, otuz y\\ önce okula, işliğe, oğretmene, sağlıkçıya, tarımcıya, kooperatifçiye.. kavuşurdu. Her köyde, bir uygulama bahçesi kurulurdu. Bahçelere, ortalama yüzer meyve ağacı dikilirdi. Topraklarımız, dört milyon ağaçla donanırdı. Oğretmenlerin yarısı, onar kovan an beslerlerdi. Her kovandan, ortalama elli kilo bal alırlardı. Bal uretimimiz, on milyon kiloya ulaşırdı. Tavukçuluk, besicilik, sebzecilik, çiçekçilik... dallarında da aynı sonuçlar alınırdı. Bu üretim imecesine köylüler de birer birer katılırlardı. Böylece, yüzlerce yıl' dan beri ümüğümüzü sıkan yoksulluğun kökü kurutulurdu. Türki ye, gerçekten çağ atlardı. ' Başta büyük eğitimci Hakkı Tonguç (23 haziran, ölüm yıldönümüdür) olmak üzere devrim imecesine önderlik yapmış ve katılmış olanları saygıyla anıyorum. Insanca ve hakça bir düzen kurmak için savaşan partilerimizi, devrim imecesıni derinlemesine irdelemeye çağırıyorum... KıtapKulubu c Cumhuriyet Kitap Kulübü Gülhane Şenliği'nde 70 Hazıran 30 Ağustos ALI HAYDAR TURKMEN "Öldüğümde şafak vakti yartn Ağlamaytn baştnda mezanmın Olmıyacağım alttnda toprağın Özgürlük rüzgartyınt ben Eseceğim üstünde ülkemin" Dostlan ve akrabaları adına YENER TÜRKMEN İMZA GÜNLERİ / Saat: 16.0019.00 BUGÜN 17 Haziran Cuma YALÇIN PEKŞEN YARIN 18 Haziran Cumartesi DEMİRTAŞ CEYHUN, ÖNER YAĞCI Gülhane Şenliği Gülhane Parkı 196017.6.1977 Kiğı eşrafından merhum Suleyrnan ve merhume Nahide Köymen'in oğlu, merhume Mehpare Köymen'in sevgili eşi, Ferda Erman, Utku, Engin, Levent ve Sema Köymen'in çok sevgili babaları, Haydar, Yusuf ve Şeref Köymen ile merhum Asım ve Mıthat Köymen'in kardeşleri, Caner, Melike, Fusun, Ferit, Hakan, Banu, Öyku Görkem'in biricik dedeleri, Hande ve Irem'in büyük dedeleri, Ruhi Erman, Ibrahim Engin, Turhan Çelçuk ve Gulgün Köymen'in kayınpederleri, KAYBIMIZ Ve bıreysel yığıllık gosıenlerı Ne de yırtmak ıçın kırlı mavılerı öyle ucuz Öyle kısır değıldı dirençleri Boğulmasın dıye çollerde nehırler ye bir adını daha atılmasın dıye gerı Onlar kı Kanlanyla yıkadılar gelınlıklerı. ABDULLAH MERAL, HAYDAR BAŞBAĞ VI FAT1H ÖKTULMUŞ, HASAN TELCI \e tum olum orucu şehitlerını saygı\la anıyoruz İstanbul'dan bir grup uni>ersite gençligi adına MEHMET ÇELEBİ Em. Dr. Albay AVNİ REFİK KÖYMEN hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 17.6.1988 cuma günu öğle namazını müteakip Levent Camii'nden alınıp 18.6.1988 cumartesi günu öğleyin Kuşadası Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. Acımız sonsuzdur. Allah rahmen eylesin. AGLAMAKVE GÜLMEK 6. bası, 1200 lıra, (KDV içinde) Çağdaş Yayınlan, TUrkocağı Cad. 39/41 Cağaloğluhtanbut EŞİ: DÜRDANE KÖYMEN VE ÇOCUKLARI İlhan Selçuk HAYDARLAR ÖLMEZ! Gülüşünle ikna gücünle örnek yaşamınla yine bizimlesin. Her şeyinle, her şeyinizle YAŞIYORSUN... HA^ DAR AİLESİ ÖLÜM ORUCU ŞEHİTLERİMİZ ÖLÜMSÜZDÜR! > ureğımıze gomulen HAYDAR FATİH Bilıncimizde YAŞ1YOR BAŞBAĞ ÖKTÜLMÜŞ Tuluklu \e Hukumlu Aileleri ^ ardımlaşma Dernegi T A Y A D ABDULLAH MERAL HAYDAR BAŞBAĞ FATİH ÖKTÜLMÜŞ HASAN TELCİ HAYDARLARFATİHLER ÖLÜMSÜZDÜR! "Böyle olum az bulunur, al sakla bunu tarih.... Böyle onurla bezenmiş olum az bulunur, al sakla " DİRENİŞİMİZÎN KARANFÎLLERI YAŞIYOR! Metris'teki Devrimci Sol Tutuklulan Adına DURSUN KARATAŞ KADIKÖY MAARİF ve ANADOLU LİSESİ MEZUNLARI HEPİMİZ BİRARADA OLAUM! "Geleneksel Talaş Boreğı Gunu"nu artık bırşenhk olarak kutlayalım 62'lıden 88'lıye butun mezunlar, onca yılı bir gune sığdınp, "Maarıf'lı" olmayı yaşamak, o havayı tekrar solumak ıçın TOPLANIYORUZJ 5000 kışılık buybk ve koklu bir aile gıbı. Bıze yakışacak guzellıkte ve zengınlıkte bir gunü bir GELENEĞİ YAŞATIYORUZ... Sanlın telefona, haben yayın 19 Haziran Pazargunu, saatH'de okulöa . 62 ve 63 mezunlarının •Gumuş Yılı" ozel torenle kutlanacaktır . Aksam da Kalamış MARINA RESTAURANTtayız Sara>lar saltanatlar v'oker Kan susar bir gun Zulum buer Menekşeler de açılır Ubiumüzde Le> laklar da guler Bugunlerdengerne Bir \anna gıdenler kalır Bir de \ annlar adına dironenler MEHMET FATİH ÖKTÜLMÜŞ ve ölüm orucu şehitlerini saygıyla anıyoruz. ADANA'DAN DEVRİMCİ ARKADAŞLARI ADINA HACI KÖSE HUSEYİN ALİ AKAGÜNDÜZ MEZUNLAR DERNEĞI Economist IndependentVie\\^ of VVbrld ,*\fFairs, Finance, Science. The (19601987) Halkımızı özgürlüğe götüren engelli yolda yaşamını yitiren inançlı arkadaşımızı saygıyla anıyoruz. Ailesi ve Arkadaşları Adına 10.6.1988 tarihinde yayımlanan ilanımıza ektir. KARDtYOLOJİ ENSTİTÜSÜ: UNVANI: ADEDİ Uzman 1 (Kardiyoloji Bilim Dalı) Basın: 21523 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜNDEN EK İLAN * SELAHATTİN ÇELİK KİRALIK EV ARANIYOR Emekli bayan oğretmene 100.000 125.000 TL'ye kadar. Tel: 533 89 63 591 27 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle