19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER manın çaresi belli idi: Halkın konuşma dılıne yönelmek. Orada Turkçe bütun arılığı ile yaşamakta bulunuyordu. Nitekim bizde ilk Turkçecilik akımı böyle çıktı ortaya ve kimilerinde "İşte dilimiz kendi akışı içinde sadeleşti, artık bunu zorlamanın gereği yoktur" kanısını uyandırdı. Yanlış olan buydu; çünkü dilirrnzi çağdaş bir topluma yakışır duruma getîrmek için sadece edebiyat dilini sadeleştirmek yeterli sayılamazdı. (Halk dilini canlandırmak neden Saussure'e karşı olsun!) Imdi. burada, konumuzun hiç olmazsa bir bölümünü noktalamak olanağına kavuştuğumuzu sanıyorum. Edebiyat dilinin sadeleşmesi, hiç de ortaya yeni bir dil koyma anlamına alınamazdı. Var olan bir dil canlandırılmıştı. Bilim ve felsefe dilini kurmak ise yaman bir yaratıcılığı gerekli kılacaktı elbet. Uygar dünya sürekli bu işin içindeydi. Bunu ise Saussure1 ün görüşüne karşı saymak yanlış olur kanısındayım. Terminoloji konusunda bir anlaşmazlığm olmaması gerekir. Peki, Saussure'ün söylediği ile Prof. Berke Vardarın düşünceleri arasındaki çatışıklık böylece sona erdi mi? Hayır, ermedi elbette. Konuşma dilimizdekı yabana sözcüklere sürekli karşıhklar arama çabasım nasıl, hangi anlayısla doğrulayabiliriz? İşte bütün sorun burada. Gerçi kimse halkın konuşmasına kanşmıyor, onu zorlamaya kalkmıyor, fakat düzyazımızdaki yeni sözcükler bir yandan halkın diline de giriyor, sözgelişi "sorun" diyenler, "örneğin" diyenler gitgide çoğalıyor. Ama Saussure "dil değişmez" anlamına bir söz söylemiş degildı ki! Bütün diller zaman içinde değişmişlerdir. "Dil durmaksızın evrim geçirir, oysa yaa olduğu gibi kalma eğılimindedir. Bunun sonucunda da yazılı biçim, göstermesi gereken seslerin karşılığı olmaktan çıkar. Belli bir zamanda tutarlı olan yazma biçimi yüz yıl sonra tutarsızlaşır. Bir süre yazı göstergesi, söyleyişteki değişikliklere ayak uydurabilmesi için değiştirilir, sonra bundan vazgeçilir. Fransızcada o\ için böyle olmuştur: rei (kıral), roe, rwa, roi." Ama tartışma konusunu bunca basite indirgemeyelim. Yeni sözcükler karşısında dilin (toplumun) tepkisi nedir? Bu soruya Saussure'cü bilim açısından ne gibi doyurucu bir yanıt verilebilir? Sözcuklerin bilinçli olarak değiştirilmesi, yenileştirilmesi konusudur bu. Arapça köklerden yapılan eski terminleri ben şimdilik bu konunun dışında tutmak istiyorum. Edebiyat dilimizi sadeleştirenler, o zaman dilimiz üzerinde büyük egemenlik kurmuş olan Arapça ve Farsça'yı biliyorlardı. Sadeleştirme (Türkçelestirme) akımı içinde çoğu kez bu yabancı sözcuklerin anlamlanndan yararlanma yolunu tutuyorlardı, eğer elde bir Türkçe karşılığı hazır değilse. "Dil devrimi" denilen akım içinde ise bu iki Doğu dilini bilen gitgide azaldı, öyle ki, bir sözcüğun Arapça mı, Türkçe mi olduğu bile karıştırılır duruma geldi. Ve en onemli olarak da bir köksüzlüğümüzün bulunmaması, yanılmaları çoğalttıkça çoğalttı. Türkçeci diye bilinen birinin, yazılarımda oldukça sık kullandığım "imdi" sözcüğünü göstererek "Bu 'şimdi' mi olacak?" diye sorduğunu hiç unutmam. Bu konudaki anılanmı, "Akan zamanDuran zaman" kitabımın ikinci bölumünde ayrıntıları ile anlatıyorum. Yabancı dil bilmeyen, dilci geçinmeye kalkmamalıdır; hem eski dilimizi egemenliği altına almış olan Arapça ile Farçayı (sökecek kadar da olsa), hem de çağdaş Batı dillerinden birini ya da ikisini bilmelidir. Özellikle Batı dilleri üzerinde duruyorum, çünkü Türkçemizi çağdaş bir dil gücune eriştirmek için Batı düşüncesinin yeni kavramlarını karşılamak zorundayızdır. Bunun dışında "sözcükçülük" yapmak, onun yerine bunu, bunun yerine onu geçirmeye kalkmak... Eğer buna "devrim" adı verilirse, işte Fardinand de Saussure'ün "olamaz" dediği şey ortaya çıkar. Evet, Sayın ömer Asım Aksoy'un dediği doğru, Dil Akımı, topluma dilde özleşmenin gerekli olduğu bilincini yerleştirmiştir; ama bu akım kimi Türkçe sözcükleri de değiştirip yerlerine yenilerini getirmek gibi bir saçmalığa dönuşürse, halkımız buna ne desin! Hele Türkçe söyleyişin TV'de uğradığı yozlaşma dil bilinci açısından çok dokuncalıdır. Dil bilinci, her şeyden önce, dilimizin ırasını çok iyi tanımayı gerektirir. Bu bilinmedikçe dil üzerinde oynamaya kimsenin hakkı yoktur. Sıkıntılarım var dil konusunda. Bir örnek vereyim; ben "olası" sözcüğünü "muhtemel" anlamında kullanıyorum, ama bakıyorum ki, başkaları "mümkun" anlamını vermiş ona. Türkçe Sözluk'e başvurdum, ikisini de onaylamış. Nasıl olur? 10 HAZİRAN 1988 DegişmczJik ve Değişebilirlik MELİH CEVDET ANDAY Geçen hafta pazartesi gunu gazetemh.de Atilla Özkınmlı arkadaşımızın Sayın ömer Asım Aksoy'la bir konuşması yayımlandı. Sayın Aksoy, bu konuşmasının bir yerinde şöyle diyordu: "Dil devrimı amacımn yüzde doksanını gerçekleştirmiştir; asıl önemlisi, topluma dilde özleşmenin gerekli olduğu bilincini yerleştirmiştir;' Türk Dil Kurumu kapatıldığında, aşağı yukan, ben de böyle yazmıştım. Gene de duralım bu sözlerin üzerinde. Sayın Aksoy'un kullandığı "dü devrimi" sözünü, kimilerinin "bir dili bırakıp başka bir dili benimsemek" (fesi çıkanp şapka giymek gibi) ya da "düimizi tepeden tırnağa değiştirmek" anlamında yorumladıklarını bildiğira için buracıkta söyleyivereyim ki Türkçecüiğin amacı, ta baştan beri, Türkçe'yi bulmak ve onu geliştirmek olmuştur; yoksa anadilimizi değiştirmek kimsenin aklının ucundan geçmemiştir. Geçemezdi, çünkü böyle bir niyet saçmalıktan başka bir şey olmazdı. Geçen yüzyılda birtakım Batı dillerinin başından geçen "yabancı dillerin etkisinden kurtulma" sürecini Türkçe de yaşadı, işte bu kadar. Peki, "devrim" sözcüğünü niçin kullanıyoruz bu konu açıldığında? Sanınra, "özJeştirme" sürecini bilinçli olarak hızlandırma anlamında kullanıyoruz. Nitekim Sayın Aksoy da sözünün ikinci bölümünde "özleşme" sözcüğünü kullanmakla, "devrim"in, burada, "kendini bulma" anlarnına geldiğini belirtmiş olmaktadır. Çağdaş dilbilimin kurucusu Ferdinand de Saussure, ünlü yapıtı "Genel Dilbilim Dersleri" nin ikinci bölümüne şöyle başhyor: "Gösteren, belirttiği kavram açısından özgür bir seçim ürünü olmakla birlikte, kendisini kullanan dilsel topluluk bakımından özgür değildir, zorunludur. Bu konuda topluma görüşü sorulmaz, dilin seçtiği gösteren yerine bir başkası kullaıulamaz. Temelinde bir çelişki bulunduğu tzlenimi uyandıran bu oigu "zorunlu seçim" diye adlandınlabilir. Dile 'Seçiniz' denir, ama hemen arkasından eklenir: 'Bu gösterge seçilecek, başkası değil! Birey istese de yapılan seçimi hiçbir yönden değiştiremez. Yalnız birey mi? Toplum da bir tek sözcük üstünde bile egemenliğini yürütemez; dil nasılsa ona öylece bağlı kalırT Bu eşsiz yapıtı Türkçeye çevirmekle kültürümüze büyük bir katkıda bulunmuş olan Sayın Prof. Berke Vardar, Ferdinand de Saussure'ün yukardaki sözleri için şu notu düşüyor: "Bu bolümde Saussure'ün savunduğu birtakım görüşleri sonradan yapılan ya da yaygınlık kazanan çalışmalar, ortaya çıkan yeni yeni olgular çurütmüştür. Özellikle sözcük düzleminde görülen yenileştirme çabalarını, uygulamalı dilbiiimle ıcplumdilbilimden esinlenen dil düzenlemesi girişimlerini burada anmak isteriz. İçinde bulunduğu dönemde inandına örneklerden yoksun olan, devrimci yanlanna karşın, gene de XIX. yüzyıla egemen diJbilim anlayışını bütün bütün aşamadığı yer yer sezilen Saussure'ün kimi konularda yanılmasıru olağan karşılamak gerekir. Şu da unutulmamalı ki, toplum ve zaman etkenlerinin eytişimsel ilişkisini tasarlayan Saussure, bilinçli değiştirme ve yenileştirme çabalarının yalnızca saptayıcı nitelik taşıyanlarına gene de karşı çıkarılamaz!' Sayın Prof. Berke Vardar bağışlasın, ben gene de Saussure'den yana tutumumu sürdüreceğim ve Saussure'cü anlayışla, Türk dilini özleştirme akımı arasında bir karşıtlık bulunmadığını savunacağım. N'eden derseniz, uluslaşmış çağdaş bir toplum olma atılımım gerçekleştirmek için yeni Türkiye, eski karma dili ile bu işi başaramayacaktı; çünkü "uluslaşma" ve "çağdaşlaşma" yeni kavramları gerekli küıyordu ve karma ösmanlı dili bu gereksemeyi karşılayacak güçten yoksundu. Geçende gazetemizde bu konuya yetkinlikle değinen Sayın Prof. Macit Gökberk, Istanbul Üniversitesi'ne (Dar ul fünun) 1920 yılında konan felsefe öğretımi için, öğretmen olmadığı gibi, "dil" de bulunmadığı gerçeğini açıklıyordu. Neden? tslamiyetle birlikte dilimizi kaplayan Arapça bu iş için yetersizdi de ondan. Demek bilim ve felsefe öğretiminin dili sorunu yeni Türkiye için güncel bir sorun olarak karşımıza dikiliyordu. Konumuzun bu yanını görmezden gelip sadece edebiyat dili üzerinde durmak aldatıcı sonuçlar verebilir, vermiştir de. Edebiyattaki karma dilden (Arapça ve Farsçadan) kurtul PENCERE Dünya Bir Duruşma Salonudur... Sosyalıst Parti Anayasa Mahkemesi'nde... TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) yöneticileri Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde... TürKiye de AT'ye başvurmuş... "Avrupalı olmak" istiyoruz. Devlet Bakanı Ali Bozer görevli. Sayın Bakan oradan oraya koşuyor, çalmadık kapı bırakmıyor, yüzsuyu döküyor, neredeyse yalvar yakar olacak: Aç kapıyı bezirgânbaşı... Adam burun kıvırıyor: Hele sabret!... Ne kadar? Eloğlu yumuşamıyor: Bilmem ki bir vakit mi desem, iki vakit mi desem, üç vakit mi desem? Geri zekâlı mıyız biz? Ülkemizde sosyalistlerle komünistleri kovuştururken, Avrupa Parlamentosu na neden girmek istiyoruz? AT sosyalistlerle komünıstlerle dolu değil mi? Elini sallasan ellisi, saçını sallasan tellisı. ATnin parlamentosuna doğrudan seçimle giren politikacılar gruplarını kurmuşlar: Sosyalistler en başta; sonra sırasıyla Hıristiyan Demokratlar, Komünistler, Lıberal ve Demokratik Grup ile İlerici Demokrattar'öan oluşuyor genel kurul... Turkiye'de komünistleri darağacına çektikten sonra Avrupa Parlamentosu nda komünistlerle sosyalistler arasındaki sıralara oturmak mı istiyoruz? Elin gâvurunun komünistı sosyalisti iyi de, Türk'ün sosyalisti ko münisti mi kötü? Yedi aydan beri tutuklu TBKP yöneticilerinin duruşması Ankara'da başladı. Batıdan gazeteciler, televızyoncular, politikacılar, göztemciler gelmişler; avukatlar, bizım gazeteciler, dinleyiciler, kalabalık... Kim akıl etmişse etmiş, duruşmayı daracık bir salonda yapmayı uygun bulmuş. Izleyiciler mahkeme salonuna sığamıyorlar; avukatlar dışarda kalıyorlar, kalabalık artıyor; itişme, kakışma, tartışma başhyor; sanıklar kelepçeli olarak getiriliyorlar; içeri girmek isteyenleri polis engelliyor: ' Salonumuz doludur!.." Türk ve yabancı gazeteciler fotoğraf makinelerini yere dizip bu tutumu protesto ediyorlar; savunma avukatlarına da içeri girmekte güçlük çıkarılıyor; sonuçta hır gür ortasında duruşma başlıyor. Peki, neden duruşma için küçük bir salon seçilıyor, daha büyüğünden neden kaçılıyor? Çünkü büyük bir salonda izleyici sıraları dolarsa, komünizme reklam olur. Ne akıl!.. • Batıdan gelen gazeteciler, televızyoncular, elbette olan biteni izlediler, filme çektiler. Şımdı bütün bunlar dünyaya yansıyacak... Öğrenemedik bir türlü... Ankara'da bir köşede, bir küçük salonda süregelen duruşmayı artık o boyutlarda tutmak olanağı yok. Bir futbol maç/ıı yalnız stadyumlardaki kalabalık değil, bütün dünya seyrediyor... Kapalı salonda oynanan basketboJ maçını, miryarlar meraklı gözlerle ekranda izliyorlar. Duruşma salonu ne kadar küçük olursa olsun, uygar dünya artık bir mahkemedir. ARADA BİR ERHAIN IŞIL Eski Bakan OKURLARDAN Öğrenci velilerinden MUIi Eğitim Bakanhğına Bizler htanbul'un Baktrköy üçesine bağlı A vcılar semti sakinleriyiz. Genellikle işçi kesiminin oturduğu bu semtte bulunan Ömer Seyfettin tlkokulu'nda okuyan çocuklarımızdan aidat, fotoğraf albütnü, okul gecesi, dergi ve test kitapçığı ücreti adı altında sürekli para toplanmaktadır. Genellikle fabrika işçisi olan biz veliler, çocuklarımızdan istenen bu paraları bazı aylar karşılayamaz duruma düfüyoruz. İstenen bu paralardan bir kısmını zaman zaman ödeyemeyen çocuklar, sınıflarında arkadaşları içinde okulun en yüksek yetkilisince isimleri okunarak teşhir edilerek, gururu kırilmaktadır. Toplanan bu aidatlar özetle şu şekilde toplanmaktadır. Her ay zarflar çocuklara dağıtılarak 2SO0'er liradan az olmamak şartıyla aidat toplanıyor. Okulda 36 bin lira karşıhğı verilen kurslarda öğrencilere verilen test soru ve cevapları daha sonra kitapçık haline getirilerek, yine öğrencilere 2 bin lira karşılığı satılmaktadvr. Öğrencilerin ellerinde ders notu olarak var olan bu soru kitapçıklanna neden gerek duyulmaktadır? Tanesi 20 bin lira olan davetiyeler, adeta zoraki olarak öğrencilere dağıtılarak düzenlenen okul gecesine gelmeleri istenmektedir. (Ev kirasını giiç ödeyen aileler, geceye 20 bin lira nasıl ödeyebilir?) Albüm yaptınlacağı gerekçesiyle geçen yıl öğrencilerin bedel karşılığı fotoğrafı çektirilmiş, ancak albüm henüz her nedense düzenlenememiştir. Milli Eğitim Bakanltğı yetkililerinden rica ediyoruz, bu okulda sürdürulen bu şekilde para toplamalar kontrol altına almmalı ve dar gelirli aileler bu külfetten mutluka kurtarılmalıdır. Bir grup veli kavşağında şirin bir ilçe var. Adı Gölbaşı. Bu geçit yerinde birçok yolcu mola verir. Gölbaşı Otel Buhara Tesisleri'nde otobüsümüz mola verdiğinde sabah olmak üzereydi. Otelin önünrie gürül gürül bir çeşmeden su akıyordu. Bir gencin şişelere suyu doldurup ağızlarını alüminyum ile kapaıtığını gördüm. Yanı başında değişik firmalann şişeleri ve kasaları vardı. Bu şişeleri kasalara koyarak orada mola veren dört otobüse yüklediler. Bütün gece o dolaptaki sulan düşünmekten uykum kaçtı. Tek tek UgilUeri uyarmak zor oluyor diyerek, ilgililerin tümünü birden uyarma yoluna gittim. Dr. Çetin Kural ELAZIĞ Kamu Maliyesi ve Devlet ;i Devlet Sırrı mıdır? 1936 yılında Nazi Almanyası'nda ilginç ve korkutucu bir karar alınmıştır. A.Hitler'in başında veya her yerinde bulunduğu hükümet, devlet bütçesinin devlet sırrı olduğunu ıleri sürmüştür... Hükumetçe hazırlanan devlet bütçesi parlamentoya sunulmuş, gizli ve sudan bir biçimde görüşülüp kabui edilmiş ve yürürlüğe konulmuştur Hitler rejimi yıkılıncaya kadar bu uygulamaya devam edilmiştir. Almanya teslim olduktan sonra kurulan federal hükümet ve federe devletler (Landlar), açık (aleni) butçe ilkesine yeniden dönmüşlerdir. Burada akla bir soru gelebilir. Denilebilir ki, gizli tutulmuş olsa bile Alman devletinin bütçesi her yıl parlamentoya sunulmuş ve görüşülmüş olduğuna göre halkın temsilcılerinin onayları sağlanmıştır. Oysa gerçek böyle değildir Nazı Almanyası'nın parlamento üyeleri halkın temsilcileri olmamışlardır. Onlar, Nazi Partisi'nin parlamentodaki görevlileri olmuşlardır. Hitler'den gelen hiçbir konu, partamentoda ıncelenmemiştır. Reıchtag yani Alman parlamentosu yaptığt oturumlarda önce Hitler'in söylevini çılgınca alkışlayarak dinlemiş ve hemen sonra Alman milli marşı olan "Deutschland, Deutschland über alles" marşını hep bir ağızdan söylemiştir. Sonra ne olmuştur? Toplantı sona ermiş ve parlamento üyeleri dağılmışlardır. Uzun yıllar süren bu uygulamadan ötürü Nazi Parlamentosu "Dünyanın en pahalı korosu" olarak ün kazanmış ve böylece anılmıştır. Hemen belirtelim ki, Ortaçağ kurallarma göre yaşayan krallıklar, şeyhlikler, prensHkler, imamlıklar ve benzerleri bir yana bırakılırsa, devlet bütçesini devlet sırrı olarak kabul eden tek devlet, Nazi Almanyası'dır. Turkiye'de Durum: Osmanlı Devletı kurulurken Sultan Osman, "Defterdar, cümle emvalin (malların) âmiri olup, ânın emirsiz (Hazineye) ne bir akçe dahil, ne bir akçe harkp ola" emrini vermiştir. Bu emır, özü açısından "bütçe" düşüncesinin ve yüzyıllar sonra Batı devletlerinde kabullenilmiş olan "Hazıne Birliği" ilkesınin temeli sayılabıiır. Osmanlı Devleti'nde, mutlakiyet rejimi olduğu ve 1. Meşrutiyet'e kadar parlamento bulunmadığı için devlet bütçesinin halkın temsilcileri tarafmdan onaylanması söz konusu olmamıştır. Ayrıca borçlar çoğaldıkça önemsi? bütçeler ortaya çıkmış ve çeşitli vergilerin gelirleri dış borç ödemderi için yabancı alacaklılara tahsis edilir olmuştur. (Arkası K Sayfada) Bir ııyun Adıyaman il sınırlarında, Kahramanmaraş, Malatya ve Adıyaman'a ulaşan yollann A. HAKAN ŞENYUVA Si>. Bil. Fak. Ögrraci Deracgi Ba$k»ı (10.6.1979). Gerçek insanlıgın onur taçlı. en guzel örneği yığıı evladımız sen yuvanda, senı sevenlerın ve tanıyanlarm gönullerinde daima arıan Ozlemle yaşıyorsun. Adalet için gerçekleri duruşmalarda soyleyebilecek cesur, fazıletli görgü lanıkları te olayı aydınlatacak bilgıler arıyoruz. "MAVI DÜNYA'YA GÖNÜL VERENLER. DtNI/ClNıN ÇAĞDAŞ YAYINLARI SUNAR: TİYATRPDA DEVRİM ZEHRA İPŞİROCLU'nun bu kitabı, B. Brecht, P. Weis, F. Dürrenmatt, M. Frisch, P. Handke gibi yazarların yapıtlarından yola çıkarak, günümüz tiyatrosuna ışık tutuyor. Ederi: 1600 lira (KDV içinde) Çağdaş Yaymları, Türkocağı Cad. 3941 Cağaloğlutstanbul Cumhuriyet Gazetesi'nın 7 Haziran 1988 tarihli sayısının 8. sayfasında yayımlanan "Gençliğin Demokrasi İçin Dayamşma Çağnsı" başhklı ilanda bizım de imzamız sehven yayımlanmıştır. Böyle bir metne imza atmadığımızı duyururuz. 8.6.1988 NESÜHAN ERTUĞRUL, PERİHAN ESENLİK E.General ve Bayan 1.Hakkı Şenyuva PK. 331, 06042 ULUS ANKARA HAZİ RAN 1988 DuJiyusı S A Y I :5C T« 33931 "Denizde ve Evinizde' İMZA GÜNÜ C*n«uApl 0 !6Kid*gylST CEMAL SÜREYA 10 haziran cuma günü saat 16.0019.00 arası kitaplannı imzalayacak. Nişantaşı Akademi Kitabevi DUYURU Ayhan Guçbilek'in 23.5.1988 larihinden itibaren şirkelimi/le olan bağlanlıları sona ermiş \e tüm yetkileri geri alınmışlır. 3. sahıslara ve ılgıli kurulusiara duyurulur. YAP1M TASARIM ORG. VE İNŞ. SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. DUYURU Siz bu labirentin neresindesiniz? Günümüz iş dünyası... Uluslararası ilişkilerin etkisiyle daha da karmaşıkJaşan bir labirent... Başarıya ulaşmak için; yüzyılların oluşturduğu evrensel bankacılık ilkeleriyle çalışan... modern bankacılık gereklerini hızlı, doğru ve dinamik biçimde uygulayan... dünyayı ve Türkiye'yi bilen bir bankayla çalışın. TEB... Türk Ekonomi Bankası... TÜRK EKONOMİ BANKASI BUgiden yararianın
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle