17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHVRİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER fırsatını bulduk. Bu konudaki duşuncemı de açıklamak isterim: Ben, Beyoğlu'nun arka sokaklanndaki yapıların mimarisini beğenen ve savunan kimi aydınİarımızın tersine olarak, Tarlabaşı Caddesi'nin cumba çıkıntılanyla dolu levanten yapılarını ve hiçbir mimari özelliği olmayan birkaç katlı ev ve apartmanlannı oldum olası çirkin bulurum. Bu caddenin Türklere özgü bir özelliği olmadığı gibi, levanten özelliği de yoktu bence. İleriki yıllarda: "Istanbul'da bu tip evler de vardı" diyerek bu kentin özelliğinin belirlenmesini istiyorsak, Tarlabaşı Caddesi'nde yıkılmamış olan yöndeki ve yan sokaklardaki aynı tip ve gorunümü taşıyan ev ve apartmanlardan birkaçının restore edilmesinin yeterli olduğuna inanıyorum; siyasal ortama ve siyasal kişilere değil, yapılanlara göre yargıya varan bir yaradüıştayım: "Doğruya doğru, eğriye eğri!" Istanbul ancak böyle böyle çağdaş bir gorünüm kazanacaktır. Aydmlann görevi, olumlu işleri benimseyip belirtmektir. * * • Gelelim metro konusuna: lzin verirseniz bu münasebetle gerçek bir fıkra anlatayım: Türk ordusunu eğitmek için vaktiyle ülkeye çağrılmış olan Yüzbası Moltke (sonradan general olmuştur), tstanbul'da bulunduğu sırada bir yıl yağmursuzluktan bentler boşalmış, su kıthğı olmuş. Zamanın padişahı bu işe bir çare bulunmasını emretmiş. Sadrazam ve bazı bakanlar, durumu yerinde incelemek üzere Büyükdere'deki bentlere giderken, aralarından birinin önerisi üzerine Moltke'yi de yanlanna almışlar. Bentlerin başında herkes bir düşünce ileri sürmüş. Mimarbaşı da bent duvarlannın üzerine yeniden sağlam bir taş duvar örülürse bendin daha çok su toplayabileceği düşüncesinde bulunmuş. Bütün bunları çevirmen (tercüman) aracılığıyla Moltke'ye anlatıp onun fikrini sormuşlar. Demiş ki: "Duvar yükseltilirse, suyun düzey: yükseldiği zaman oluşacak basınca duvar direnemez ve yıkıhr. Bunun yararı yokturî' "Ya ne yapmalı?" sorusuna karşı da, "Bendin dibinde zaten azıcık su kalmış ve bundan yararlanılmıyor. Hepsini boşaltmalı, kalabalık bir işçi grubuyla dipteki çamuru temizleyip bendi derinleştirmeli. îşte o zaman yapılan iş sağlam olur" Moltke'nin bu görüşünü sadrazama anlattıklarında, sadrazam, "Ama öyle yaparsak Zâtı Şâhâneye ne göstereceğiz?" demiş. Bu olay belki olmuş, belki de uydunılmuş. Ama benim diyeceğim şu ki, Istanbul gibi büyük bir metropole, adına metro denilen yerakı treni yapmayı hiç . kimse göze alamıyor; o zaman halka ne gösterilecek, diye mi düşUnülüyor acaba?! tstanbul'da yapılamaz, gerçekleştirilemez sanılan Haliç gibi, Anadolu sahil yolu gibi büyük işleri ele alıp başarıya ulaşan ,Bedrettin Dalan bile bu konuya yanaşmıyor. Oysa bu iş er geç yapıiacaktır, çünkü yapılması gerekiyor. Istanbul trafiğini karmaşadan kurtarmak için metrodan başka çare yoktur. Ne sürat yolu, ne deniz otobüsü, hiçbir şey buna çare olamaz. Gerçi metro yapımına geçilip sokaklar yer yer kazılmaya başlanırsa, bugün trafikten yakınanlar, çamurdan yakınanlar daha da çok yakınmaya başlayacaklardır. Ama böyle olacak diye bu gibi önemli girişimlerden vaz nu geçmeli? Eski yazılarımdan birinde, büyük Fransız mimari Haussmann'ın geçen yuzyılda Paris'in büyük bulvarlarını ve özellikle o geniş Şanzelize Caddesi'ni acarken, "Bu adam Paris'i tarlalara bölüyor" diye feryat edenler çıktı. Ama şimdi o büyük bulvarlar otomobil trafiğine yetmiyor. KadıköyPendik kıyı şeridinin bir an önce bitirilmesini dilemekteyim. Pu arada BostancıKabataş, BostancıBakırköy deniz otobüsü servislerinin ne denli yararlı olduğunu da belirtmeliyim; ben henüz binemedim, ama bir yakınım BostancıBakırköy deniz otobüsü sayesinde 45 dakikada Atatürk Hava Limanı'nda olmuş. Bütün bunların hepsi çok güzel şeyler, ama yukarıda belirttiğim gibi tstanbul'a metro yapılmadıkça trafik işi hiçbir zaman hale yola konamaz. Fransızlar, "Başlamak, bitirmenin yansıdır" derler. lngilizler de "Bir işe Türk gibi başlamalı, İngiliz gibi bitirmeli" derler. Böyle büyük işler söz konusu olduğunda ben de, izin verirseniz şöyle demek isterim: "Türk gibi başlamalı ve Türk gibi bitirmeli." Not: Istanbul Büyükşehir Bekdiyei "Daha İyi Bir Istanbul, Daha İyi Bir Yaşam" (Bilgi Işlem Hizmctlcri) başlıkh, parlak ku$« kSgıdına basılraış sekiz sayfalık resimli bir broşttr yayımladı. Istanbul'da yapılan ve yapılacak olan bayındırülc işlerıni anlatıyor bu kitapçık. Resimter ve baskı olaganüsıü güzel. Kıtapçığın amaanın, yeni bdediye başkanlıgı seçünı için propaganda amaa otması dü$ünUlmUş. Resimlenn alunı okuyunca ne olduğunu ben anhyorum, plan konusunda az çok bügisi olan lar da anlar. Ama halkın bUyük çoğunlugu (kimileri soyut nitelikli) bu resimkrden bir şey anlamaz. O halde bu broşttr, genış kıtltler karşısında propaganda görevıni yenne getırraeraış oluyor Getirebılmesi için, yeni düzenlenen bir yerin eski fotoğraflannı bulmalı, yeni görünum ile birlikte basmalı ve aluna da "Banua etkkiea föylc idi, fimdi bövl* olâu" diye yazmalı. Ancak o zaman bdyle masraflı, gflzel broşürler çıkarılmaya değer Kapagı ile birlikte on savfa tutan bu incecik kıtapçığın hem başında hem sonunda Sayın BUvükfchır Belediye Bajkanı Bedrettin Dalan'ın (bırisi tam sayfalık) iki fotoğrafı var. Dostça bir eleştirı olarak kabul etsinler ki, bu kitapçığa böyle büytlk boyutta folograf çoktur; sonundakı ycıerdı. Başanlan onanm ve bayındırlık işlenni ön planda vurgulamak, başaran kışi veya kişileri bir alçakgonüllülük belirtisı olarak ikinci planda göstermek propagandayı hedefîne daha rahat ulaştınr. Bundan sonraki kiupçıklarda bu nokta göz önüne alınırsa daha bajarılı olur düsünceandeyim. Bir de Haliç kıyıgna dikilen şu Alman ıhlamurlannın yerini bana bildinnek lutfunda bulunurlarsa çok sevinecegim. H.V.V. 22 MA YIS 1988 tstaııbııl*da Güzel Olân ve Olmayan (II) HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Aynı başhğı taşıyan birinci yazı, Cumhuriyet'in 20 Mart 1988 tarihli sayısında çıkmıştı. O yazıda sözünü ettiğim Üsküdar iskelesi yakırundaki Şemsipaşa Camisi'nin güzel görünümünü düpedüz karartan yüksek Utün depolarının yıkılması ile orada nasıl bir güzeliık kazanıldığını yakından görmek için iyi bir fırsat çıktı: 27 mart pazar günü sabahı, ayağımdaki yaranın hastanede denetim günü idi. Beni ora>a götüren oğlum, havanın ılık ve güneşli olduğunu söyleyerek başka bir yere gitmek isteyip istemeyeceğimi sordu. Bu, bana eski masallardaki "Dile benden ne difersin?" sorusu gibi çekici ve tatlı geldi. Sözünü ettiğim 20 mart tarihli yazıdaki yerleri görmek istiyordum. Önce Haliç'e gittik. Birbuçuk yıl önceki gidişimin deniz yoluyla olduğunu anlatnuştım. Bu kez karadan vardık oraya. Istanbul Belediyesi'ne konuk olan bir A1man topluluğunun, Almanya'ya dönüşünden sonra göndermiş oldukları, Haliç kıyısına dikilmiş, ıhlamur fidanlannı yakından görmek istiyordum. Tuhaf değil mi, koca Haliç'in yöresinde polis, belediye zabıta görevlisi, özel fıdanlık sahibi ve başka esnaf olmak üzere birçok kişiye sorduk. Hiçbirinin bu fidanlardan haberi yoktu. Kimileri Gülhane Parkı'ndatd Bahçeler Müdürlüğü'ne sormamızı salık verdi. O güneşli gündeki güzel saatlerin bir dakikasını bile boşa harcamak istemiyordum; plansız, programsız, rastgele başlayan gezilere bayılırım öteden beri. Ihlamur fidanlann: görmeyi başka bir güne bırakmak zorunda kaldım. Eyüp'te Piyerloti Kahvesi'ne çıktık. Geçen yazıda sözünü ettiğim çirkin bazı fabrika ve binalar yine çıban gibi duruyordu Haliç"i çevreleyen o güzelim yeşilliklerin arasmda. Bizans'tan kalma sivil mimari örnekleri ve bazı kalıntılar da vordı. Ama, gazetelerde okuduğuma göre Istanbul Belediyesı bunları restore edip yörelerini düzenleyerek ve her birini •tarihsel Batı kentlerinde örnekleri görüldüğü gibibirer küçük müze durumuna getirerek değerlendirecekmiş. Umarım bu güzel işler yapılırken o çirkin fabrika bozuntuları da kaldırılır ve Haliç'in eli yüzti daha da güzelleşir. • * * Haliç'ten dönüşte Kabataş'tan Üsküdar'a araba vapuruyla geçtik. Yazımın basınUa sözünü ettiğim Şemsipaşa Camisi'ni bu kez denizden doya doya seyretme olanağı buldum. Ne yazı'< ki arkasında açılmış olan ve Harem'e kadar uzanan guzel yola, türlü yapım ve onanm işleri dolayısıyla giremedik. O güneşli ve ılık Dahar gününde o yolda zevkle gezinti yapanları, otomobilin penceresinden imrenerek seyrettim. Yolun yalnız Üsküdar tarafı değil, Harem tarafı da kapalıydı. Benim bacağım iyi oluncaya kadar herhalde onanm işleri biter ve bir gün ben de oralarda dilediğim gibi gezip dolaşma zevkine ererim. Yıkılmış olan tütün depolan dolayısıyla, geçen yazımda, o depolarda çalışmakta olan işçilerin kazancına bir zarar gelmemesi dileğinde bulunmuştum. Tekel Genel Müdürluğü Personel Dairesi Başkanı Sayın Hakkı Başman, bana telefon etmek lutfunda bulunarak şu bilgjleri verdi: O depolarda çalışan 698 işçiden 234'ü kendi istekleriyle işten aynlmışlar; 464 işçi ise Tekel'in Cevizli'deki işyerinde çalışıyorlarmış; böylece kimse bu yıkım dolayısıyla ekmeğinden olmamış. Ayrıca Tekel ldaresi, yıktınlan depo binaları için belediyeden herhangi bir istimlak bedeli almamış. Bu bilgjleri bana ileten Sayın Hakkı Başman'a yürekten teşekkürlerimi sunarım. * * * 20 mart tarihli yazıda, Yenicami önündeki alanın 66 yıl önce, 1922'de, daracık sokaklar ve biçimsiz binalarla dolu bir ahşveriş merkezi olduğunu ve bu ytizden Eminönu'nde Yenicami ile Mısır Çarşısı'nın güzel mirrarisini bütünüyle seyretme olanağı bulunmadığını yazarak şimdiki durumunu begendiğimi dile getirmiştim. Bu kez gördüm ki, aldanmışım. Çünkü Eminönü alanına yapılmış olan üst geçit, sözünü ettiğim mimari yapıtlann güze görünümünü perdelemekte ve çirkinleştirmektedir. Dilerim bir gün Eminönü alanına da, Karaköy alanında yapıldıgı gibi, bir alt geçit ve bu arada bir yeraltı çarşısı yapılarak üstteki çirkinliklere son verilir. 2 / mart pazar günkü gezıde, geçen yazımda "Duragan Sarayı" olarak nitelediğim yanık Çırağan Sarayı kalıntısının ne durumda olduğunu görme fırsatı doğmadı; çünkü yolumuz o yana düşmedi. Buna karşılık, Tarlabaşı'nda yeni açılmış olan yoldan geçmek SHP'nin Kanatlanması 1940'larda CHP'nin iki kanadı vardı. İlerici kanattan Hasan Âli köy enstitülerini kurdu, gerici kanattan Reşat Şemsettin yıktı. 1960'larda ortanın göbekçileriyle ortanın solcuları çatıştılar. İsmet Paşa taraf tuttu: ' Ben kırk yıllık solcuyum." Demek ki partinin kanatlara yayılması SHP'nin kökeninde var. Sosyal demokrat partilerin gövdesi emekçilere yaslanır; kolları sermayeciyle kucaklaşır. Bu bakımdan SHP'de sağ ve sol kanatların oluşması doğal sayılmalı, partililer kişisel hizipleşmelere göre değil, fikir eğilimlerine göre seçim yapmalı... SHP'de sol kanadın sözcüsu Kemal Anadol.. Sağ kanadın öncüsu Deniz Baykal.. Kongrelerde bu iki kanadın yarışı izleniyor. • Ülkemizde Batıdaki gibi bir demokrasi yok, fikir özgürlüğü yok, sarı bir rejim var. SHP'nin içindeki gelişmeler bu bakımdan önemli... Sosyal demokrat parti büyük kentlerde emekçi kitlelerin yığınsal gücüne dayanır; sendikalar, işçiler, aydınlardan solun yapılanmasında vazgeçilemez. Ancak burada kitlelerden soyutlanmayan bir gerçekçi sıyasetin kerterizlerini saptamak gerekiyor. Türkiye'de faşist odaklar sanıldığından daha ağırlıklı olarak devletin içine yerleşmişlerdir. Bunlar insan haklarını savunanları "komunist, Kürtçü, Marksist" diye geniş kitlelerden soyutlamak siyasetini öteden beri geçerli bir taktik biçiminde yürütürler. SHP solcuları da bu tuzağa düşmek için sanki ellerinden geleni yapıyorlar, içlerinde partiden kopuk ve kişisel çıkışlarla sağın eline gereksiz koz verenler eksik değil... Bizim toplum sosyal demokrasi bir yana demokrasiden u/akta yaşamaktadır. Demokrasi savaşımının da öncelikleri ve sonralıkları var. Kişinin partiden, partinin kitleden soyutlanması neye yarar? Bütün dünyada ve bizde solun iki hastalığı var: Bir: Soyutlanmak.. İki: Bölünmek. Maşallah, SHP solundaki çoğu kişide bu iki hastalık 40 derece ateşle salgın... Öyle görünüyor ki uzun yıllardan beri süregelen; ama anlamı saydamlaşmayan Baykaicıhk, SHP'nin sağ kanadın ı oluşturuyor. Oncelikle Ege sermayesinin Deniz Baykal'ı desteklediği ve SHP liderliğine oturtmak istediği artık açık seçik ortaya çıktı; kimi holding gazetelerinde bu yolda bir seferberlik gözleniyor. özal'ın ve ANAP'ın hızlı çöküşü, dışa bağımlı sermayenin seçenek arayışında SHP'yi de gündeme almasını gerektirmiştir. Doğaldır bu... Bir sosyal demokrat partinin sermayeye yakın kanadı olacaktır. Ancak Türkiye'deki tekelci sermayenin özelliği var: Bizimkiler dış ekonomik çevrelere tam anlamında bağımlıdırlar, gayri milli nitelikleri ağır basar, çok kısa bir süre önce de 12 Eylül faşizmiyle yüzde yüz işbiriikçilik siyasetini gütmüşlerdir. SHP'nin sağı bu kapsamda çok duyarlı ve dikkatti davranmazsa sıkıntılar doğabilir. Sosyal demokrat partide sağ ve sol kanatların bir arada yaşamasına alışılacak. örgüt seçimlerinin, yerel kongrelerin parti içi sağsol kanatların tartışmasına dayanması sağlıklı bir gelişme bile sayılabılir; çünkü bireysel itişmeler fikir temeline oturabilir, konular saydamlaşır, anlamlar belirginleşir; partililer kişisel çıkar ilişkilerinde hizipleşmekten kurtularak, fikir eğilimlerine göre kanattaşırlar. Belki de kanatlandıkça yükselir parti... PENCERE OKTftY AKBAL EVET/HAYIR ir Yazar Olması Eksikti! "Hele hazı köşeleri kapmış kalemşorler" varmtş, bunlar "oturdukları yerde tarimini haber yapıp gönderiyorlar ve manşet" oluyormuş! Bunları gazetesindekı köşe yazısında ya da başyazısında yazan bayan, önce manşetleri köşe yazarlarının saptamadığını, haber yazmadıklarını öğrenmeli! Daha, muhabir nedir, yazar kimdir bilmeyen, köşeyazısı ile gazete haberciliğini birbirine karıştıran bir insan, hangi cüretle kalkar da başyazar geçinir? Ama siz bir başbakanın eşi iseniz, kendinizi hem kadın topluluklarının lideri hem de bir haftalık gazetenin başyazarı sayabilırsiniz. Eşinizin gücüne. devletin parasal desteğıne dayanarak dünyayı kanş karış gezip orda burda söylevler verebilirsiniz! İngiliz prensesleri ile aşık atmaya bile kalkışabilirsiniz! Siz nesiniz, kımsiniz? Bir politikacının eşi olmak size kadınların önderi, bir gazetenin başyazarı olmak, her akşam TV'de, her sabah uydu gazetelerde boy göstermek hakkını verir mi? Başbakan eşi olmadan önce herhangi bir etkinliğiniz var mıydı? Üç satır yazınız bir dergide, bir gazetede çıkmış mıydı? Herhangi bir kadın derneğinde üye olarak bir çalışmanız olmuş muydu? Ne zaman ki eşiniz 12 Eylül rüzgârlarının gücüyie geldi Başbakanlığa yerleşti, o zaman ortaya çıktınız, dünyayı gezdiniz, ilerı geri konuşmalar yaptınız, kadınlarımızın önderi olmaya kalkıştınız; SHP programındaki kadın sorunları bakanItgını bile kocanızın partisine mal etmeye heveslendinız! Şimdi de kalkıp köşe yazarlarına çıkışıyor bu bayan!. Yazarlıkla muhabirliği bırbirınden ayırt edemeden öğüt veriyor, yol gösteriyor. Vatanını seven kişi, bir haber doğru mu eğri mi diye birkaç yere sorarmış. Gazeteciliğin yirmi dört saat içinde gerçekleştiri!en bir uğraş olduğunu, günlerce soruşturma yapmaya ayrılacak zaman olmadığını bile bilmiyor. Gazetelerde okunan haber yanlışsa gerekli yerler açıklama gönderirler. O açıklama belli bir gertpeği yansıtıyorsa her gazete o açıklamayı yayımlar. İş bu kadar açık!.. Hanedan, diyorlar ya, Turgutlu hanedanı, gerçekten bir uyduruk hanedan heveslileriyle karşı karşıyayız. Başbakan. deviet bakanı, bilmem ne bakanı, başka bir bakan hepsi aynı ailenin bıreyleri. Oğullar, damatlar da eklenince hanedan tam olarak beliriyor. Bugüne dek birçok başbakan gördük, ama hiçbiri boylesine "hanedanlık" taslamadı. Hanedanın son oyunu da ana Özal'ın Süleymaniye Camısı avlusundaki Nakşibendi şeyhinin yanına gömülmesi!.. Olacak iş midir bu? Nedir ana Özal'ın üstünlüğü? ANAPlılara göre bir başbakan, iki bakan anasıymış, bir bakanın da teyzesiymiş! Bunca değeıii insan yetiştiren kişi, Süleymanıye Camisi'nin avlusuna gömülmeyi hak etmişmiş! İyi ki Anıt Kabir'e gömülmeyi vasiyet etmemiş; böyle bir isteği de değerlendirirlerdi belVi! Sayın Evren de bu yanlış uygulamayı onayladığına göre dıyecek söz kalmıyor!.. Ana bir türlü, evlat bir türlü, yeğen bir türlü, evlatlann kızı, oğlu, damadı bir başka türlü... Ya başbakan eşi? O, bambaşka bir nitelikte!.. Her şeye kanşır, her şeyden anlar, her şeyin üstesınden gelir bir bayan! Her şey her şey derken bir de gazeteciliğe, yazarlığa kalkışmaz mı? Ûstüne üstelik köşe yazarlarına ders vermeye heveslenmez mi? Bakın daha neler diyor bu başbakan eşi: "Renkleri, biçimleri ayırt edemeyen, dünyadaki gelişmelerden haberi olmayan bazı kimselere haber ve yazı yazma imkânı verilirse daha neler görürüz Allah bilir." Evet, görüyoruz, eşinin olanaklanyla gazete çıkaran, başyazı yazarak kırk yıllık yazarlara sataşan. onlara yazarlık öğretmeye kalkışan bu bayanı görüyoruz! Ne demek ister ki? Gazetelerde, dergilerde yazı yazmayı da mı denetleîecek? Sen yazarsın sen yazamazsın diye ayrım yapan sansür kurulları mı oluşturacak? Ozlediği yalnızca Bay Özal'ı ve partisini övenlerin, yazı ve haber yazmasıdır! Bir de böyle bı. zinli yazarlık oluştursalar kendileri için ne iyi olacak! Kbcasının desteğ'yle gazeteciliğe, yazarlığa heveslenen bayanlara "yazı yazma imkânı" verilınce bakın ne inciler döktürüyorlar! Eskiler "kendini bilmek kadar irfan olamaz" demişler. Günümüzde "kendini bilen" kişiler görüyorsunuz ne denli az! Yukanda resmi görülen kardeşim SUAT ŞAHİN 10 Mayıs 1988 gunü Laleli semtinde dokiora gitmek üzere evden ayrılmış ve bir daha geri dönmemışlir. Üstunde beyaz yeşil mont, krem pantolon ve yeşil spor ayakkabı olan kısa saçlı 28 yaşındaki SUAT ŞAHİN'i görenlerin veya yerini bilenlerin aşağıdaki telefonlara bildirmeleri rica olunur. Ağabeyi Necdet Şahin 526 74 11 520 51 66 511 04 43 522 26 38 İLAN LÜLEBURGAZ ŞULH HUKUK HÂKİMLİĞİNDEN Dosya No: 1985/964 Esas 1988/221 Karar Davacı Hikmeı Seret vekili tarafmdan davalı Ekrem Eren vs. aleyhine açılan cebri tescil davasının mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda; davanın kabulü ile Ahmet oğlu Mehmet Eren adına tapuya kayıtlı Karamusul köyu parsel: 119l'de kayıtlı taşınmazın tapusunun iptali ile Hikmet Seret adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiş ve 2.000 lira ilam harcının, 34.135 lira mahkeme gideri ile 4.000 lira vekâlet ücretinin davahlardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Davalılardan Ekrem Eren, Enver Eren, Şevki Eren, Nazmi Eren, Ayşe Gül gösterilen adreste bulunamadığından ilam davahlara tebliğ olunur. Basın: 19721 MENDERES BULUT'u Barış, silahsızlanma ve demokrasi savasımmda, 22 Mayıs 1980'de katledilişinin yıldönümunde saygıyla anıyoruz. ÇUKUROVALI DOSTLARI ADINA CEMİL MUHSİN VEFAT Eski Kanlıca eşrafından ailemizin çok değerli varhğı; Hüviyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. KORKMAZ ŞAHİN u»f (fc BFTOCIU NUCUK S1HNE 143 M 17 144 ii 21 FARUK KAYNAKÇTyı 21.5.1988 cumartesi günü yitirdik. Cenazesi aynı gün Kanlıca'da toprağa verilmiştir. Allah rahmet eylesin Karaköy Vergi Dairesi'ne yatırdığım 72.800 TL Veraset Vergisi + 2000 T L . usulsüzlük cezasına ail 20.7.1987 gün 212916 sayılı CİNSEL SORUNLARINIZ bizim işimiz Ucretsiz örofür isteyiniz. makbuzu kaybettim. llanen bıldiririm. AİLESİ M.ALİ REFİK İRtS Varisi CELAL REFİK İRİS Dr. HAYDAR DÜMEN P.K. 39 Levenl • tst. Ferhan Şensoy '2OO. OYUN " FERHANGİ SEYLER ORTAOYUNCULAR 1 0 0 L U N MÜNİR OZKUL EROL GÜMAYDIN Fertıan Şensoy'mı İSTANBUL'USATIYORUM vva! Kent Feman Se^sd, R>s n O.lekın Pe:sCuma n» Cumaılts, ıs.»!• Çev ve Von. FERHAN ŞENSOY FERHAN ŞENSOY DERVA BAVKAL RASIM OZTEKIN 00N JUAN ile MADONNA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle