17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 MAYIS 1988 CUMHURİYET/11 Brüksel Üniversitesi'nde açılan "Mayıs 68 20 Yıl Olmuş Bile" adlı sergide, o günlerden kalan biraz sararmış pankartlar bile var. Gençlerin pek rağbet etmediği sergiye 68'liler çocuklarıyla geliyor. HADt ULUENGİN BRÜKSEL Batı toplumlarının değer bütününü yenileyen, hayatm hal ve gıdişatını zorlayan, bireylerin duşünce sistematiğini değiştiren 1968 "mayıs isyanı", bazı kitabiler ona layık görmeseler dahi bir devrim ve ihtilaldir. tsyanın yirminci "senei devriyesi" burada da kutlanıyor. Guzel Sanatlar Müzesi'ndeki "Şok Yıllan" sergisinden başka, üniversitede de "Mayıs 68Yirmi Yıl Olmuş Bile" sergisi var. Ziyaret edilmesi için gazetelere itanlar veriliyor. Universite yönetimi, yoldan gelip geçenler gelsin de gezsin diye, Roosvelt Bulvarı'nın ustüne kocaman bir reklam panosu asmış. Rektorlük binasının girişine, binanın işgal altında olduğu dönemin fotoğraflannı koymuşlar. Bir de nereden bulmuşlarsa bulmuşlar, 68 artık müzelik mi oldu? duvarlara, "Yasaklamak yasakbr", "Kahrolsun Amerikan emperyaüzmi", "Stella bira fabrikasının işçileri işgalle dayanışma içinde" pankartları asmışlar. Heykelin eline, komünist Vietnam'ın bayrağını tutuşturmuşlar. Pankartlar ve bayrak, yirmi yılın zaman aşımından dolayı biraz sararmış. Sutımlara, Cohn Bendit'in ve Ben Said'in Bruksel'e geldiğine dair afişleri yapıştırmışlar. Yani, rektörluk binasının girişinde, yirmi yıl sonra, sergi fotoğraflarındaki manzaranın aynısını yaratmışlar. Bir de oğrencilerin işgal sırasında, geceleyin, Roosevelt Caddesi'ne ve nöbet tutan toplum polisine bakarak yakınlarına ve dostlarına yazdıkları mektuplan sergilemişler. Bazıları, "devlet ve devrim" ve Gramsci hakkında. Is yanı teorize eden fıkir cimnastikleri var. Bir tanesınde ise taşralı bir oğrenci, Katolik okullarından çıkanların utangaç uslubuyla, işgalın altıncı gunü, uyku tulumunun ıçinde, hayatında ilk defa, hukuk fakultesinden bir kızla nasıl seviştiğini ebeveynlerine tasviı ediyor. Katolik mekteplerinden gelenlerin gunah çıkartma duygusu ve sevişmenin heyecanı mevcut. Butun bunlardan anlaşılan diğer bir nokta ise universite yonetiminin, şımdiki oğrencilenn, sergiye bakıp, abIa ve ağabeylerinden örnek alarak yeni bir isyan teşebbusünde bulunmaları konusunda hiç mi hiç endişe duymadığı. Zaptiyelerin de isyana teşvik suçundan rektörü tevkif etmesi ve sergi kapatmak için ozerk üniversiteye baskın duzenlemesi bahis konusu değil. Zaten, serginin gidip geleni de az. Yeni öğrenciler hiç rağbet etmiyorlar. Içeride dolaşanlar, yirrru yıl once rektörluk binasını işgal etmiş olanlar. Bedenen biraz ihtiyarlamışlar. Bazılarının, hal ve oluş tarzlarından, >ine Pink Flo\d dinledıkleri, yine Hint tütsulen yaktıkları, yine Filistin ve nukleer santral numayişlerine katıldıklan, yine "Citroen iki beygir" otomobil kullandıkları aşikâr. Bazıları ise, BMW olomobillerine Roosevdt Caddesı'nde park yen bulamamaktan yakınıyorlar. Fotoğraflara ve pankartlara, hem huzunlu hem müstehzi bakıvorlar. Kuşe kâğida basılmış sergi kataloğunu ise mutlaka satm alıyorlar. Birinciler ve ikincıler, sergiye çccuklanyla geliyorlar. İkna edıcı bir dille, neden isyan etmek zorunluluğunu hissettiklerini anlatıyorlar. Birinciler, buyuk bir ihtımalle, uretim araçlarının mulkiyetine sahip değiller ve uretim ilişkilerindeki karar mekanizmalarına tabiler. Ikinciler, buyuk bir ihtimalle, uretim araçlarırun mulkiyetine sahipler ve uretim ilişkilerınde karar mekanizmalarındalar. "Devrim" kelimesini tekeHerinde addedıp, altyapının illa ustyapıyı belirleyeceği amentüsüne iman etmiş kitabiler için, 1968 mayısında "devrim" olmadı. Oysa, "mayıs isyam"ndan bu yana, toplumsal değerler temelden yenilendi. Uretim ılişkilennde statüko surdü, fakat sosyal ilişkılerin hal ve gidişatında ihtilal gerçekleşti. Batı toplumları kabuk değiştirdi. Şimdi, Brüksel Üniversitesi'nın rektörluk girişinde, bizzat universite yönetimi, "Mayıs 68Yirmi Yıl Olmuş Bile" Sergisi'ni duzenliyor. Duvara, "Yasaklamak yasaktır" pankartını asıyor. Serginin gezilmesi için reklam veriyor. Yeni öğrenciler sergiye hiç rağbet etmiyor. Çünku artık, yasakların pek çok daha az olduğu bir toplumda, "yasaklamak yasaktır" şiarı, cezbedici bir anlam taşırrtıyor. Çünkü artık, Katolik mekteplerinden gelmiş öğrenciler, ilk defa universite işgallerinde sevişmiyorlar. Seviştikleri için ebeveynlerine günah çıkartmıyorlar. Çunku artık, "Citroen iki beygir" otomobil kullananlar ve Roosevelt Caddesi'nde park yeri bulamamaktan yakınanlar, uretim araçlarının mulkiyetinde farklı konumlara sahip olsalar dahi, aynı temel değerleri paylaşıyorlar. "Mayıs 68Yirmi Yıl Olmuş Bile" Sergisi'ne gidiyorlar. Çocuklarına, neden isyan etmek zorunluluğunu hissettiklerini anlatıyorlar. Kitabiler ve amentuleri yanıldı. 1968 mayısında devrim oldu. Bu devrim, Batı toplumlarımn hal ve gidişatını radikal biçimde değiştirdi. "Yasaklamak yasaklır" şiarını artık cazibesiz kılmayı başaran ve universite yonetimlerinin isyana dair sergiler açmasını sıradanlaştıran bir devrim, müthiş öncmli bir devrim. BrükseVden Caz deyince York'tan Herkes caz deyince bir suru kenti anımsar, ama New York'un yeri başkadır denir hep. Bu durum altmış yıldan beri değişmemiş. Ve bugünlerde% yenıden altın döneminde caz, New York'ta... ŞEBNEM ATİYAS Uffızı Galen'nın önunde tuvallen ve fırcalarıyla 9enç ressamlar Floransa'dan Sinema, şenlik ve star... Cannes bir kez daha bu 3 temel sözcüğü bir araya getiriyor ve her yerde "kriz, bunalım" sözcüklerinin yinelendiği karamsar bir ortamda sinemanın geleceği üzerine yeni umutlan bir kez daha beslemeyi başarıyor. ATtLLÂ DORSAY CANNES Önümüzdeki >ıl Cannes kenti birçok kişinin içini sızlatan bir değişikliğe uğrayacak. Savaş ertesinde açıldığından beri yıllar boyu senliğin yüreğinin attığı, sayısız filmin gösterildiği, merdivenlerinden sayısız yıldızm çıktığı ve peşlerinden aralarında bizim de bulunduğumuz sayısız haryran, meraklı veya ga2etecinin bir imza, bir resim veya bir anlık yakınlık için koşturduğu ünlu Croisette Sarayı, bu şenlikten hemen sonra yıkılıyor. Yerinı görkemli bir Cannes Hilton Oteli'ne bırakmak üzere. Cannes'ın kadın belediye başkanı da kentin altın değerindeki yerlerini büyük sermayeye, özellikle otel yapımı için açma konusunda Bedrettin Dalan'dan pek farklı davranmıyor. Belki küçük bir fark var: Yeni Hilton'un içinde 900 kişilik bir sinema salonu da olacak. Cannes Şenliği'nin hatırı için o kadar olsjın... Ama onun dışında, kapitalist yaklaşımın mantığı her yerde benzer biçimde seyrediyor. Ve ben Croisette'in çatısında, serin bir mayıs akşamında bir Brezilya fılmi onuruna verilen bir kokteylde ışıl ışıl yar.an kordon boyunu ve aşağıdaki "çılgın Yıldızlar olmasa... kalabahgı" izlerken, Croisette Sarayı'nin yazgısını düşunüyorum. Son kez bu terastayız belki de. Kıvrak bir samba çalıp duran kuçük orkestranın yarattığı dayarulmaz ritm duygusuna kendini kaptırarak piste fırlayan, daracık ve kısacık giysileriyle bir kilometre uzaktan bile belli olan 4 güzel Brezilyalı kadın, ülkelerine adanmış bu geceye Rio karnavalından gelme bir sıcakhk ve estetik bir erotizm katıyorlar... Bir Cannes gecesi daha başlıyor... Filmler, filmler, filmler... Tüm otellen, kahveleri, gösteri salonlarını, "Marcta<"nin standlannı ve akla gelebilecek her yeri dolduran, dunyanın dört bir yanından gelme bir kalabalık sanki fılm yiyor, fılm içiyor, filmle yaşıyor. ötede, dunyanın her yanında gerçek hayat suruyor elbette... Cannes'ı bilen, Cannes'daki filmlerle ilgilenen kaç kişi var dunya yüzünde? Ve burdaki 10 15 bin kişi, 12 13 gun boyunca, hayattan, onun gerçeklerinden uzak bir düş dunyasında, alabildiğine yapay, uydurma bir evrende yaşamıyorlar mı? Evet, belki de oyle... Ama unutmamak gerekiyor ki, burdaki yoğun sanatsal ve ticari etkinlik, bütiin bir yıl boyunca hemen bütün dunyanın ve dünyadaki birkaç milyar seyircinin küçuk veya büyük ekranın Cannes'dan Hâlâ yaşıyor Floransa, 15. yuzyüda başlayan ronesans akımının hâlâ capcanlı olduğunu kanıtlamak ister gibi. Tarıh sayfalarına, arkeoloji ımızelerine sıkışmış bir kavram değil ronesans burada. Yaşam, bugunun klasik kalıplaruun dışında, yaşam sevinci ve estetik kaygılara dayalı olarak suruyor. MUSTAFA BALBAY FLORANSA Hiç ucret odemeksizin bir gecede birkaç konser birden izlemek ister misiniz? Her bir konserin arasında da genç sanatçılann yarattığı renk cumbuşu arasında kaybolmaya ne dersiniz? 15. yuzyüda Rönesans'ın doğum yeri olan Floransa'da ıseniz. kenti tanıtmak isteven bir arkadaşınız size bu soruları soracaktır. Ronesans konusunda lisede oğrendikleri ile yetinmeyip sanat tar.ni kitaplarını biraz kanştıranlar bu akımın yalnızca mimanyi \e resim sanatıru içermediğini, geçmışle bağları Kesip yeni bir yaşam biçiminı gündeme getirdiğini gorecektır Brunelleschi, Donaletllo, Dante, Bellini gibi ronesans akımının oncüsu olmuş ustaları yetiştiren'Floransa'da bugun de o gunlerin heyecanını duymak olası. Yani Floransa'da Ronesans hâlâ yaşıyor. Kentin belli başlı meydanlan akşamın erken saatlerinden itibaren gençlere ait. Bugun de ltalya'da guzel sanatlar eğitımınin merkezi olan Floransa'da gençlerin bu meydanlarda verdiğı konserler Avrupa'mn diğer kentlerindeki, çaldığı gitaı ııı kabı ıle para toplayanlarınkine benzcıniyor. Arno Nehri uzerinde güneşin kızjllığı kaybolmak uzere. Kenti ortadan ikiye bolen nehrin uzerindeki altı köprüden en ünlusü Vecchi. Yaklaşık 10 melre genişliğındeki köprurıün bir özelliği, uzerinde konutların olması. Bir diğer ozellıği de gençlere guzel bir konser salonu sunması. Yanı burada kopruler klasik işlevlerinin dışında birçok özelliğe sahip. Vectlım Kop rusü uzerinde, Belvenolo Cellini'nin heykeli önunde unıversıteli gençlerle birlikteyiz. Orkestra iki gitar, bir kuçük davul ve kalabalık bir korodan oluşuyor. Havada ılık bir bahar serinlıği \ar. Hareketli, bol sözlü tipik Italyan şarkılannın eşliğinde beyaz şarap içili>or şişeden. Saatler ılerledikçe dinleyici halkası genişlerken şarap şişelerinin sayısı da artıyor. Dekorasyonu bozmamak için biz de "dolçe" bir beyaz şarapla oturuyoruz. Şarkılar gençliğe, aşka, kadınlara ve okula ilışkın. Evet, gençler okul yasamında karşılaştıklar.nı da konu etmişler şarkılarına. Modern melodramın doğum yeri olarak da bilınen Floransa'da dinledığimiz bu şarkıların aynısını bir kez daha dinlemek olası değil. Çunku ogece şarkıyı soyle\en genç mutlaka kendinden de bir şeyler katıyor. Geceleri müzik ve eğlence kokan bu "şehirmüze"de gunduzlerin de tadı bir başka. 15. yuzyılda ltalya'daki diğer kentle^in yanısıra birçok Avrupa ulkesine de sanatçı ihraç eden Floransa'da yüzyıllardır suren en onemli geleneklerden biri de resim yapmak. Dünyanın en ünlu sanat galerüerinden birısi olarak kabul edilen Uffizı Gallery'nin onundeyız. Heykellerle süslu alanın ortasında onlarca tuval var. Sanki bir güzel sanatlar fakultesinin ders salonundayız. Genç ressamların herbiri diğennden ayrı stilde çalışıyor. Katedrali, Ulusal Mvize'yi, Giotto Kalesi'ni, San Marco Muze ve Kılisesi'ni, Pitti Sarayı'nı anlatmak elbette guzel sanatlarda uzmanlaşmış aydınların işi. Ama Floransa'da edindiğimiz izlenim İS. yUzyüla başlayan Ronesans (yeniden doğuş) akımının hâlâ capcanlı olduğu, tarıh sayfalarında ve arkeoloji müzelerinde kalmadığı duşuncesi idi. Hıristiyanlığın katı ahlak kurallannı bir yana itip Ortaçağ karanhğını ilk yırtar. kentlerden bıri olan Floransa'da yaşam, bugunun klasik kalıplarının da dışında, yaşam sevinci estetik kaygılara dayalı olarak suruyor. OLGUN ERKEK GERE Redforö'rJan sonra Cannes'a can katan TJaha dünku çocuk" Richard Gere, yavaş ya^as gnle sen saçlarıyla olgun erkek ımajına kaymaya başlamış bile da izleyeceği ve bütün bir yıl boyunca duşlerine, hayallerine, gerçek yaşamdan kaçışlarına yastık oluşturacak gorsel malzemeyi sağlıyor. Tüm dünya seyircisinin bir yıl boyunca goreceği duşler Cannes'da saptaruyor, belirleniyor, paketleniyor. Bu görkemli fuarin ilk bakışta verdiğı çılgınlık, boşluk, yapaylık ve gerçek hayattan kopukluk izlenimi, sonuçları duşunulduğünde çok daha ciddi ve yaşamsal boyutlar kazanıyor. Ne denirse densin, bu yılki şenlığin gösterişten uzak, gerçek sinema sanatına hasredileceği konusunda ne denlı sozler verilirse verilsin, bir şenlıği yine yıldızlar ayakta tutuyor. Hollywood'un belki de "son erkek stan" olan Robert Redford'un gelişi ve yalnızca 6 saat kaldığı Cannes'da bir basın toplantısına ve "Milagro Savaşı" adlı filminin gösterisine katılarak gerçek bir fırtına yaratması karşısında, bir senliğin, Cannes da olsa gerçek ">ıldız"lara olan gereksinmesi ve de khleler uzerinde star olayının hâlâ var olan inanılmaz eıki gucu hakkında düşuncelere dalmamak olanaksız. O denli değilse de benzer bir ilgiyi, "Evden Uzakta" filmi için gelen Richard Gere yaratıyor. Hayret, Redford, ama daha "diinkü çocuk" olan Gere bile yaşlanmış... Yavaş yavaş grileşen »açlarıyla olgun erkek imajına doğru kaymaya başlamış bile... Bakalım, bu akşam sesiyle katkıda bulunduğu "Vietnam Mekluplan" filmi için geleceği sovlenen Robert de Niro gerçekten gelecek mi? (Bu yıl, unlu yıldızların gelişi, son dakikaya dek belli olmuyor) Ve eğer gelirse, acaba Robert Redford kadar ilgi görecek mi? Işte Cannes 41'de, hangi filmlerin Altın Palmıye'yi götüreceği sorusu denli ilgi goren ve yanıtları günü gunune alınabilen sorulara birkaç örnek... Sinema, şenlik ve star... Cannes bir kez daha bu 3 temel sözcuğu bir araya getiriyor ve her yerde "kriz, bunalım" sozcuklerinin yinelendiği karamsar bir ortamda, sinemanın geleceği üzerine yeni umutları bir kez daha beslemeyi başarıyor... NEW YORK Evrenin caz merkezi. Herkes caz deyince bir sürü şehri anımsar, ama New York'un yeri başkadır denir hep. Bu durum altmış yıldan beri değişmemiş. Gecelerin yirmi dört saat olduğu bu sehirde caz apayrı bir dunya. Ellilerdeki altın dönemiaden beri caz, bugünlerde hem mali hem de estetik olarak parlak bir dönemini yaşıyor New York'ta yeniden. Şimdi Svveet Basil'de "ara doldurmak" için çalan, yüzü fondatenden adeta beyaz maskeli, neredeyse yüz yasındaki siyah kadm çatlak sesiyle, riayatını hep gece yaşayarak geçirdiği bu sehirde "jazz"ı anlauyor. "1920'lerde Hariem'e ghtiğinde kokain voiculuguna çıkmıs gibi olurdun. Duce, >TJİnızca beyazlan aldıklan donemlerin Cotten Kulubu'nde buralann paırontanna çalardı. Ahha Savoy Ballroom'a da biz giderdik, yalnızca siyahlar. O zaman orkestnüar modaydı. Fletcher Henderson, Chick Webb, Ella Fitzgerald'le çalardı." 1940'larda Harlem ve büyük orkestralar yerlerini, 52. Sokak'ta denizcilerin, kalpazanların ve entelektüelierin gittikleri küçük, kalabalık, içki yasağından kalma "Speakeasies" adı verilen yeraltı barlarında çalınan "devrimci jazz'a bıraktılar. O zaman Dlzzy Gfllespie, Chariie Parker çaldı. Coleman Hawkins'in "Jam" doğaçlama bölumlerine genç, yetenekli modernist Thelonious Monk katıldı. Bu muzik o zamanlarda entelektüel bunalım sonrası eğlence rnantığını yansıttı. Büyük bir hızla gelişti. New York'lu caz elestirmenlerine göre bütün bunlar şimdi yeniden yasanıyor. Gerçekten de sehirde caz yaşam ı giderek daha yoğun bir kaulımla canlanıyor. Yepyeni ve genç bir caz kuşağı, şehrin dört bir tarafında açılan yeni kulüplerde, 40'larda başlayan devrimi surdüruyorlar. Bu arada klasik caz ustaları da New York'a daha sık uğramaya başladılar. Geçen hafta Sarah VaugKan "Blue Note"daydı. Yeni uzunçaları "Brazilian Romance" ile Blue Nottfa gidenleri şaşkınlıklar içinde bıraktı. "Baylar bayanlar şimdi sizlere Blue Note'da olaganustii bir akşam yaşatacak ilahi sesi sunuyoruz." Sarah Vaughan, 70 yıllı yaşının ortalarına gelmesine aldırmadan hareketli, "Make Ihis City Onrs Tonight" ile başlıyor. Brezilya cazibesinin notaları bir ar.da Vaughan'ın sesinde Blue Note'u dolduruyor. Vaughan'ın Blue Note"u bir hafta işgal ettikten sonra Dizzy Gillespie onun yerini aldı. Gillespie her zamanki şakacılığıyla deforme olmuş yanaklarıru şişire şişire trompetini konuşturdu. Piyanoyla flört etti, basla kavga etti, davulla tartıştı. Ara sıra dunıp "Bunlara aldırmıyorum, sonuçta ben ucuz bir adanum, buralarda bedava icip, yemek için dolaşıyorum" diyerek 1940'lardaki gibi sadece karın tokluğuna çaldığıru anlatmaya çabştı. Bilbao'dan Şiddetli bir Bask milliyetçisi olan Ravel, ünlü Bolero'sunu Saint Jean de Luz'da bestelemeye başlamış. Onun da en büyük isteği, bir gün iki Bask ülkesinin îek ve özgür olduğunu görmekmiş. Ama sınır hâlâ var. Ispanyol Baskı'nda yol kenarlarını süsleyen çöplükler, Fransız Baskı'nda birden yok oluyor. MİNE G. SAULNIER BİLBAO Paraları ne yoktu, ne de çoktu. Istanbul'un işgalini hayal meyal bilecek kadar yaşlı, Bilbao'lara Lahavle! gelecek kadar gençtiler. Biri Halıde Edip'in Sultanahmet mitingini anımsıyordu, diğeri babası Server Cemal'in Marsilya Konsolosluğu'nun Ermeni kapıcısı tarafından vuruluşunu bir türlü unutamıyordu. Cumhuriyetin alnı açık kadınları, bahan sonradan açılma papatyalara bırakmayacak kadar Atatürk çocuklarıydılar. Kayısı pestili, şam fıstığı, pastırma yüklu özlem bavullarıyla geldiler; yaşıtlarının havlu attığı bir çağda Bask ülkesini karış kanş gezip, postadan çıkan Cumhuriyet'leri anayurtta olay atlamak istemeyen bir profesyonellikle izlediler. Ten zevklerinin damak tadıyla göz keyfîne özetlendiğı bu ömur diliminde, onlan hoşnut etmek gerçekten zor değildi. Guzel yemeğe bayılıyor, memlekette kalan to..•unlara Bask beresi anyor, gördükleri her ebegümeci yaprağı önunde pür sevinç, coğrafi kıyaslamalara girişiyorlardı. Yalnız ebegumeci mi? Gördukleri her şeye hayrandılar. Bask mimarisi, ay ne şirin! Saat kulesi, olağanüstü! El Corte Ingles mağazalarıysa, her gezintinın noktalandığı zorunlu durak, hepsinden guzel!.. Gelgiti olmayan Akdeniz insanıydılar, savunmasız kumsalları RavePîn Bolerofeu hoyrat darbelerle okşayan ve zamanı gelince seni yutacağım tehdidini sonsuzluğunda taşıyan Atlas Okyanusu'nu sevemediler. Denizlerin de cinselliği var inanın. Akdeniz ne denli dişiyse ofkelerinde, Atlantik o denli ilkel ve erkek. Bilbao bilmeden, bir mutluluğa erişti ve serbest dolaşım haklarını verirmeden alan cesur Turk emekçilerinden önce, emekli iki Türk ninesiyle tanıştı. Her biri üç çeyrek yüzyıllık yorgun bacakları üstunde, dünyayı gezmeye çıkan üçuncü yaşıtlarından hiç farkları yoktu. Pazar gunu Bilbao'nun anıt semti Casco Viejo'da kurulan açık pazara gidildi, cam kavanozlar içinde yüzen renkli Japon balıkları, ayakkabı kutularında beslenen dene>' fareleri, satılık kopek yavrulan, bolgenin dört bir yanından gelen turfanda çiçek sergileri gezildi. İnsanhk tarihini minik maşalannın ucundaki tırüllı kâğıt parçalarında yaşatan pul koleksiyoncuları ile antika para merakhlanrun hararetli pazan üstünde parlayan güneş, ilkbahar kokuları taşıyordu. Eziyet Meydanı diye garip bir adla anılan bu güzel alan, aslında bizim Mısır Çarşısı'nın yanındaki çiçek pazarına benziyor. Bir farkla: Eziyet Meydanı'nın az ilerisindeki San Nicolas Katedrali'nin önunde, her pazar günu tam on ikide Bilbao Belediye Orkestrası halka açık hava konserleri veriyor. Bizim nıneler bayıldı bu işe. Hani tutmasak ortaya fırlayacak, fıkır Züıih'ten Ren'de bir gemi DOĞAN ABALIOĞLU ZL'RİH 1320 kilometre uzunluğundaki Ren (Rhein) nehri Kontanz gölünden başlar, doğubatı doğrultusunda Isviçre Almanya sınırını bebrler, Basel'de yön değiştirerek kuzeye dikey çıkar, Karlsruhe'ye kadar bu kez Almanya'yı Fransa'dan ayırır ve uzun süre Almanya içinden geçerek Hollanda'da geniş bir delta kanal karışımıyla Atlantik'e dokulür. tç Avrupa'run en yoğun trafıği bu akarsuyun üzerindedir. Gerek Almanya'nın, gerekse tsviçre'nin, deyim yerindeyse göbek bağıdır. Radyolar her sabah haberlerde su yuzeyinin iniş çıkışlarını santim santim bildirirler. Yağmurun surekli yağdığı veya karların eridiği bazı dönemlerde suyun yükselmesiyle gemilerin köpru altı gecişleri (bu kez oldugu gibi) sorun yaratabilir. Karşıt durum da soz konusudur. Yağışların az, kuraklığm uzun sürmesi sonucu bu kez eksik su duzeyi problemi başlar. Böyle zamanlar; pamuk eller cebe örneği, taşınılanın zorlanması fiyatların artmasına neden olur. Özellikle de deltanın ağzında bulunan Rotterdam'dan yuklenen, tek sayılı enflasyonda en etkili olan akaryakıt başı çeker. Ren, doğubatı doğrultusunda doğal yatağındadır. Ancak Basel'den son ra, Profesor Tulla'ca asrın başında zaptii rapta alınmış ve trafiğe uygun yapay yoluna sokulmuştur. İşte bu kesim vızır vızır işleyen taşımacıhk yanında turizm açısından da değer taşır. Almanya ıçindeki bolümü, Heidelberg'den yukarıya daha buyuk anlanı kazarur. M/S Svvitzerland bu doğa zenginliğıni gormek isteyenler için geçen hafta kızaktan iniinldi. Gemi "Aynı su yolunda işleyeB en moderni" diye adlandırılıyorl Isviçre, Hollanda, Scylla Toui* AG şirketince M/S Calypso, M/S Olympia ile birlik çalışacakrmş.' Bakan eşi Bayan Koller; tngilizce isimli Burna şampanya şişesini çarparken, daha fazla Amerikalı ve Japon turistlerin yönlendirilme isteğini herhalde biliyordu. Ama 100 metre uzunluk, İ1 metre genişlik, 107 yolcu ve 21 personelle Almanlann tekelinde olan "Ren TunT'nda en luks hizmetin de verileceğinin bilincindevdi. Solaryumlu, jimnastik salonlu, yüzme havuzlu ve saunalı yuzer sarayın zevkli döşenmesini anlamsız bulanlar var. Yetkililer: "Guze kadar turist gezdirme. 6lü mevsimde ise fuarlar için otel olarak kullanılması söz konusu" diyorlar. Ancak M/S Svvitzerland ozde, diğerlerinden iki konuda ayrılıyor. Çeşitli teknik yöntemlerle 550 beygirlik 3 motoru öylesine sessiz çalışıyor ki, yoluna geceleyin de devam etmesine izın verilen ilk ve tek tekne olma ozelliğinin yanında, güneşlenme guvertesindeki tum çıkıntılar sokulebiliyor, kaptan köşku içeriye alınıp, Rhein'in bir kolu olan Neckar gibi daha sığ sularda da tur atabilecek yuksekliğe kavuşturabiliniyor. Çanağın kenarlarından aşağıya bakmak, goruntuyu engelleyenler olacağından en kolayıdır. îçeriden yanlann gözlendiğindeki aynm ise bambaşka bir perspektif açar. Ren vadisini Bogaz'Ia eşitlerseîc, sırtlarda oturanlar için sevindiricidirdiyebiliriz. Aynı kişilere, suyun üstunden, yamaçlann betonlaşma ile ne hale geldiğini gösterebilirsek; acaba kıyılan doga guzelliğini al^.ılayabilirler, aynı o\kunnıeyı duyabilirler ve belkı dc utanırlar iruydı dersiniz? dak Basklarla bırlikte pasadoble oynayacaklar. Daha ayak bastığımız il günden bu yana yureği kor gibi yakan Istanbul özlemiyle somurttuk, Bilbao'>"u beğenmemeye kararlı olan bizler, bu kenti surekli fabrika bacalannın golgesinde düşünmeye alışmışız. Hava kirliliğinden dem vurup boyuna şikâyet ettiğimizden, ninelerin coşkulu beğenisini oldukça yadırgıyor ve Bilbao'nun daha doğrusu Ispanyol yönetimindeki Bask bölgesinin aslında ne kadar çirkin olduğunu kanıtlamak inadıyla, iki yaşlı kadını arabaya atıp "öteki" Bask ulkesine götürüyoruz. Frans.z Bask bolgesi, bizim buradan dort teker üstünde bir buçuk saat. Dağlar aynı dağ, deniz, hava, halk, dil, din aynı. Orası da Bask, burası da yani. Gel gör ki fark, iki egemen devletîn görünüşte yapay bir çentikle çizdikleri sınır kapısında başlıyor. Fransız tarafına geçer geçmez değişiyor manzara: İklim ve bitki ortusu hep o; ama ispanyol tarafında yol kenarlannı süsleyen çöplükler, sihirli bir değnekle yok oluyor. Köy evleri özenli, saman yığınlan bile estetik. Uçsuz bucaksız çayırlar lekesız uzanıyor dağlann yamaçlarında. tspanyol kesiminde beton bloklar arasmda boğulan beyaz badana ustune mavi yeşil ahşap çatmah, kırmızı kiremitli guzelım Bask evleri, Fransız bölgesinin tek başına sahibi. Genel mimari estetiğini bozan hiçbır yapı yok. tsviçre'yi getirin, Atlantiğın kıyısına oturtun. Halkı da Isviçreliler değil, Basklar gibi sevecen ve konuksever olsun. Işte böyle bir yer Fransız Bask ulkesı. Ve yine o gozünü sevdiğim sınır j uzunden, bura mutfağı 150 knı.lık bir farkla üç yıldız daha eklıyor damak tadına. Bılbaoda Bask evleri. Çıçeksiz balkon bulmak zor Saint Jean de Luz, dünyaca unlu Bask kasabası Biarritz kadar zuppe değil, ama ona bitişik nefis bir kıyı ilçesi. Yureği kan ağlayan 16. Louis, hiç sevemediği Ispanyol prensesini burada gelin almaya gelmiş. Saint Jean de Luz'un sevimli yaya sokaklarının açıldığı Çınarlı Meydan, yuzyıllardır bu tarihsel olayı yaşatmakta: Yemeğinizi Guneş Kral lokantasında yiyip, kahvenizi 16. Louis bahçesinde löpurdettikten sonra Haşmetmeap manıfaturacısınagirip Bask işi el dokumaları alıyorsunuz. Kenarları kırmızı işlemeli sakız gibi masa örtülerinin nazlı nazlı dalgalandığı arnavutkaldınm' sokakların ardında, Atlas Okyanusu. Martılar ciyak ciyak. Yeşil direkleri, kırmızı bordaları, beya/ guverteleriyle Bask bayragının renklerini yedi denizde dalgalandıran balıkçı tekneleri, dalgakıranın sakin guvenliğinde nazlı nazlı salınmakta. Çınarlı Meydan, Bilbao'nun San Nicolas Alanı'ndan daha dar. Ama onun da ortasırtda bir muzik kamelyesi var. Burada da pazar gunleri belediye armonisinin konserleri dinleniyor. Ne var ki çalınanlar, pasadoble ve rumba değil de, klasik muzik şolenleri. Dedik ya, "sınır" çizelgesi... Ana tarafından, yalnız yarım kan ırktaşlann olabildiğince şiddetli bir Bask milliyetçisi olan Maurice Ravel, ünlü Bolero'sunu bestelemeye burada başlamış. Onun da en buyuk isteği bir gun iki Bask ülkesinin tek ve ozgur olduğunu gormekmış. Her iki yanda da Basklar bu yarım kan akrabalan buyuk besteciye tapınıyorlar. Her şeyi gormek, hıçbir >eyi kaçırmamak uğruna şişen tabanlarını, tahta masaların golgesinde ayakkabılarından azat eden nınecikler, yoreye ozgu balık çorbasını iştahla kaşıklarken, dunyanın en guzel kentlerinden birinden gelip buraları niçin daha çok beğendiklerinı açıklıyorlar: "Ne eski >eniyi engellemiş bu diyarda, ne de yeni eski>i yemiş. Uyum surekliliği sağlanmış ama. Yeniye de yer bulunmuş, eskiye de saygı göslerilmis. İstanbul gecmişle olan kopnıyu attı oysa. Biz yedi tepeli İstanbul'un yedi gobekten torunlan. o kenlleyiz hâlâ. Ama o kenl artık biıden degil." Buldozerlere hukmeden cllerlc, o ullere buldozer veıcnler. Belli kı Isıanbullu olmamışlar hıc.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle