Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER rek motora geçti, kıyıya dogru yollandı. Tayfa, merdiveni kaldınrken söyleniyordu: "Vilayetin jandarma kumandanıdır bu adam. Her uğrayışımızda gelir, vapura girer, sonra vapuru durdurup fiyaka satmak için vaktinde inmez, boyle geç kalır." Ne fazla, ne eksik, başka bir şey söylemedi. Oraya birikmiş olan yolculann arasından, sırtında askeri ceket fakat önü açık, ayağında askeri külot pantolon. fakat çizme yerine terlik', kucağında ise bir yaşında kadar bir çocuk taşıyan bir üstegmen, tayfaya doğnı ileriedi: "Bana bak, fiyaka satmak ne demek; senin ağzını yırtanm. Bizim askerî şerefımiz var" diye bağırdı. O cahil tayfa ne cevap verse begenirsiniz: "Askeri şerefi olan zâbit, esvabını şu senin giydi.. ğin kılıkta taşımaz." Üstegmen buna bir şey söyleyemedi, dik dik bakb ve "Ben sana gösteririnT diye oradan aynldı (...) Şeref ve haysiyete uniforma giydirilemez ki. Bir yedeksubay uniformayı giydiği gün askeri şerefi birlikte giyip, çıkannca da birlikte mi çıkaracak? Bütün ömrünu vatan mudafaası hizmetinde geçirmiş bir kumandan emekliye aynlıp uniformayı çıkannca a'rtık askeri şerefinden mahnım mu kalacak? (...) Bir Türk subayının vatan mudafaası için kendisine emanet edilen silahlan yabancılara satması bütün Türklerin milli haysiyetine dokunur. Şunu unutmamalı ki, kaybedilen şeref intiharla bile kurtanlması mümkun variıklardan değüdir. Onu kaybettikten sonra hayatını ödeyerek kurtarmaya değil, hayat pahasına da olsa, kaybetmemeye bakmalı! Boileau'nun dediği gibi: "Şeref, sarp yamaçlı kıyısız bir adaya benzer onun dışma çıkılınca tekrar içeri girmeye artık imkân yoktur."**) • * * Bu yazının, Cumhuriyet'in 15 Temmuz 1949 tarihli sayısında çıkması üzerinden on gün kadar bir zaman geçti. Bir gün Ankara Ikinci Örfi tdare Mahkemesi'nden özel bir mektup aldım. Bu, bir tür uyarı niteliği taşıyordu. Mahkemenin başkanı Şevki Paşa ile aramızda birkaç yıldan beri dostluk iiişkisi vardı. Kendisi hukuk öğrenimi görmuş bir general olduğu için, benim Ankara'ya gidişlerim veya onun tstanbul'a gelişi sırasındaki karşılaşmalanmızda türlü memleket konulan üzerinde fikir alışverişinde bulunurduk. Cumhuriyet'te çıkan yazılarımı beğendiğini söylerdi. Sözünü ettiğim mektup üzerine hemen trene atlayıp Ankara'ya giderek kendisini ziyaret ettim. Şöyle lconuştu: "Seni korumak için yazdırdım o yazıyı. Gazete makalelerinde bir daha askeri konulara dokunma. MAH'ın (bugunku MtT) siciline geçersen bir daha yakanı kurtaramazsın, hep izJenirsin." Bunun üzerine 1945'teki (geçen hafta anlattığım) olayı anımsadım ve bunu kendisine anlattım. "Demek izlenmeye başlamışsın. Dikkatli ol" dedi. Sonradan öğrendim ki, rahmetli Şevki Paşa'nın kendisi de MAH örgütü içindeymiş. Beni gerçekten korumak istediği için bu uyarıyı yaptırmış. "Bu bilgiyi kimden aldın?" diyeceksiniz; söyleyeyim: Kendisiyle aynı fakültede öğretim üyesi bulunduğumuz (yıllar önce rahmetli olan) bir profesör arkadaşımdan aldım. Adını vermek istemiyorum. ZateA beni Şevki Paşa ile tanıştıran da o idi. Meğer bu arkadaşımız MAH üyesiymiş. Bunu kendi ağzından duymasam inanmazdım. Öğrendiğim gün boğazımı sıkan üzüntüyü hâlâ unutamam. Çok sevimli, herkese yardıma koşan bir arkadaşımızdı. Üniversite henüz özerk olmadan önce rektör tarafından öğrenci derneği başkanlığına da getirilmişti. Öğrenciler de çok severdi onu. Bu arkadaşımın evinde yemeğe davet edildiğim bir gün, ısrarı üzerine, bir kadeh içtikten sonra kendisini salonun bir köşesine çekip bu örgütten aynlmasım öğütledim. "Yapamam" dedi, "Girmesi kolay oldu, ama çıkması çok zor. Her an şüphe altında kalınm. Benim istıkbalım için tehlikeli de olabilir. Çok rica ederim kapatalım bu bahsi" yanıünı verdi. tçimden acıdım ona. Erken gjtti bu dünyadan. MAH üyesi olarak mı gitti, yoksa aynlmış mıydı, bilemeyeceğim; çünkü son yıllarda aramıza soğukluk girmiş, ilişkimiz kesilme derecesinde gevşemiş bulunuyordu. • •*•* 10 NtSAN 1988 Eski Bir MIT Oy HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Yıl 1949; çok partili dönemdeyiz. Ama CHP eâci çoğunlukla yine iktidarda. Demokrat Parti'nin yalnız 60 üyesi var Mecliste. Ben bu sütunlardaki yazılanmı yine eskisi gibi sürdurüyorum. Bir gün gazeteler Orta Anadolu'daki illerimizden birinde bir ytizbaşırun bir çavuşla birlikte askeri depodan cephane çalıp satmakla suçlanarak askeri mahkemece tutuklandığını, savunmasında: "Üslündeki askeri uniformanın şerefini taşıvan bir insan olarak böyle bir suç işlemesine imkâo bulunmadıgım" söylediğini yazdılar. Dikkatimi çeken bu davayı yine gazetelerden izledim ve sonunda suçun kanıtlandığını, subayın hüküm giydiğini ve intihar gjrişiminde bulunmuş ise de kurtanldığmı öğrendim. Bu olay beni, genel olarak "şerer' ve özellikle de "askeri şeref" kavramlan üzerinde yeniden düşündürdü. "Yeniden" diyorum, çıinkü o tarihten, yani 1949'dan çok daha önceleri bu kavramların olur olmaz yerlerde kuUaruldığını görerek üzüntülere kapılmış veüzuntümü 15 Temmuz 1949'da yine bu sütunlarda "Şeref Duyguso" başbklı bir yazıda açıklamıştım; bunun kimi bölumlerirü, olduğu gibi aşağıya aktanyorum: *•* "Şahsi şeref, fikir ve medeniyet seviyesi ileri milletlerde fertlerin taşıdığı yüksek ve temiz bir duygu olup, bununla insan kendi hakiki benliğini ve gerek kendisi, gerek başkalan nazannda küçuk düşmekten OBU ahko>>an gerçek insanlık hajsivetini idrak eder. Şeref, bir ahlaki değerler kompleksidir, o, fazilel, namus, iffel, doğruluk, baysiyet gibi manevi kıymetlerin muhassalası, özudür. Beş harfli bu kiiçük kelimenin ifade ettiği biiyük ve engin manayı bir veya birkaç cümlenin dar tarif çerçevesi içine sığdırmaya imkân yoktur. O, tarife gelir bir nesne degil, rtıhun derinliklerinde hissedilen asil bir duygudur. Bundan mahnım insanlar muhitine diişen şerefli bir kimse, akrep ve çiyan yuvasına düşmüşten beter bir tiksinme dayar (...). Şeref mefhumu bazen lüzumlu luzumSDZ yerlerde kullanılarak yıpratılmaktadır. Oysa şeref israf edUmeye gelmez. Şahidi olduğum birkaç hadiseyi, şeref kavramının bazı kimselerce lüzumsuz, hatta zararlı yere nasıl israf edildiğini gösterrnek için aşagıya naklediyonım: 1) Şirndi yuzbaşı olan bir yegenim (Bu yegenim, albaylıktan eraekli olduktan sonra bir böbrek ameliyatı sonunda yasamını kaybeden Hâdi Veldet Velidedeoglu'dnr) lsUnbul'da MalJepe Askeri Lisesi'nin ilk sınıfında talebe iken hafta başlannda bize geiirdi (Ben o tarihte henüz doçenttim; Fatih'te otururduk). Böylece geldigi bir hafta başında kendisini üzüntiilii görerek sebebini sordum. O sıralarda İstanbul Belediye Zabıtası'nda zaman zaman gönilen ve birkaç gün sören bir tramvay kontrolü faaliyeti görülüyor ve tramvaydan atlayanlar karakola götürülüp para cezası ile cezalandırılıyordu. Bizim yegen de, evin bulundugu sokak köşesinde tramvaydan atiamış. Polis onu yakalayıp, karakola gotiırmek istemiş. Çocuk: 'Sen bana kanşamazsın, bana inzibat kanşır" demiş ve polisi iterek kaçmış; ama polis onun yaka numarasını almış. "Oğlura neden boyle yaptın, şimdi seni mektebine bUdirirlerse ceza göreceksin" dediğimde, "Amca, benim 'şerefi askerîrn var. Polis benim yaka numaramı mektebe bildirse bile sınıf subayı ceza vermez. ÇünkU: *Size inzibattan başkası müdahale edemez. Askerî şerefinizi iyi koruyunuz' diye tembih eden kendisidir" dedi (O gün yegenime verdiğim öğüdü burada yinelemeyeceğim). 2) Yukanki otay 1938 yüınm yaz aylannda gecmişti. Aynı yılın güziinde Atatiirk öldü ve anayasa gereğince Tiirkiye Biiyük Millet Meclisi tsmet Inönü'yü cumhnrbaşkanı seçti. Askeri lisede bulunan bir başka yegenim o hafta başı bize gelince: "Dayı, size bir şey soracağım. Dün bizim tarih hocası: 'Çocuklar askerî şerefinizin kıymetini biliniz. Yeni Cumhurreisimizi seçen, başta Mareşal (O zamanki Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak) olmak uzere birkaç kumandandır' dedi. Bir arkadaş: Efendim, Büyük Millet Meclisi seçmedi mi?' diye sonınca: 'O, işin formalitesidir. Kumandanlar razı olmasaydı, o başıbozukların cumhurreisi seçmek hadlerine mi düşmüş?' cevabını verdi. Bu hakikat midir?" Bu yegenime anayasa hakkında bilgi vererek, askeri şeref perdesi altında kanunsuzluk zehiri ile zehirlenmek istenen körpe kafasını aydınlatrnaya çalıştım. 3) 1947 yazında deniz yoluyla Rize've gidiyordum. Gemimiz Karadeniz limanlanndan birinde (Sinop 1 ta) birkaç saat kalıp hareket ettikten hemen sonra bir jandarma yüzbaşısının telaşlı telaşlı aşağı salondan fırlayıp kaptanın yanına çıktığını gördıım. Biraz sonra gemi yavaşladı, bu subay aşağı indi. Bir tayfa geldi, geminin merdivenini yeniden denize indirdi, dışandan bir motor yanaştı ve yuzbaşı merdivenden ine PENCERE Hikmet.. Hikmet.. Molla Cami 15'inci yuzyılda yaşamış, Horasan'da doğmuş, Herat'ta ölmüş. 99 kitabı varmış. Yaşadığı dönemde ün kazanmış. O zamanın ahlak kuralları günümüze göre ahlaksızlık sayıldığından çoğu öyküsünde bize çok ters gelen hikmetler savurmuş; ama hoş olanları da var. Geçen haftadan beri anlattığım bu olaylardan sonra herhangi bir iftiraya kurban gitmemek ve başkalarına da zarar vermemek için çok dikkatli oldum. Evimde hiçbir öğrenci kabul etmedim; olan bana değil, öğrenciye olurdu. Çünkü benim yazılarım, düşüncelerim nasıl olsa ortadaydı. Yetkililer istedikleri zaman telefonumu da dinleyebilirlerdi. Ama benimle evimde özel olarak görüşen gençten kuşkulanarak onu izleyebilirlerdi ve gence yazık olurdu. Yazıyı bitirirken bir şey daha ekleyeyim: "Sokakta yürilrken bir yandan karşı yana geçmek istediğimde kamyonlara dikkat etmek" öğüdünün ne anlama geldiğini sonradan öğrendim ve bu öğüdü hiç unutmadım. Şunu da vurgulamak isterim: 1402 sayılı yasa ile buna ilişkin 2776 sayılı yasa yürürlükte durdukça ve bu yüzden oluşan haksızlıklar düzeltilmedikçe hangi yüzle "Biz hukuk devletiyiz" diye yazabiliyoruz Anayasamıza! Ve nasıl oluyor da bu gerçekleri dile getirdiğimiz için ülkemizi dışarıya jurnal etmiş sayılabüiyoruz? Dışansı bizim yasalarımızı ve bizdeki uygulamaları bizden çok daha iyi bilmiyor mu? (•) L'honneur est comme une ile escarpee a sans bords / On n'y peut plus rentrer des qu'on en est dehors. Körün biri, karanlık gecede, elinde fener, omuzunda testi yoluna giderken boşboğazın biri yanına yaklaşmış: Ey adam'. Senin ıçın geceyle gündüz birdir, karanlıkla aydınlt ğın senin gözünde aytrdı yokken, bu fenerin ne yaran var? Kör gülmüş: Kendim için değildir bu fener, senin gibi kör kalpli sersemler ıçındir ki bana çarpıp testimi kırmayalar... * Vaktin ulularından, bilgin ve sofı Şibi'ye cezbe gelmiş, bimarhaneye (akıl hastanesi) götürmüşler. Bir cemaat onu görmeye gitmiş. Şibi sormuş: Siz kimlersiniz? Dostlannız.. Şibi bir taş almış, üstlerine yürümüş, hep birden kaçmaya başlamışlar... Bağırıyormuş Şibi: Geri dönün, dost dostun önünden kaçmaz; dostlar dostun cefa taşından sakınmaz... * Filozoftan sormuşlar: İnsanoğlu yemeğe ne zaman oturur? Zengin acıktıkça, yoksul buldukça.. * Filozof padışaha sormuş: Düşmanı mı seversin, altını mı? Altını.. Filozof demiş ki: Ghan halklarına bin türtü düşmanlık edıyorsan, bu, gümüş ve altın toplamak hevesindendir. * Halıfe Memun'un sarayında abdes suyunu hazırlamakla görevli bir köle varmış. Birkaç günde bir ibrik veya leğenlerden biri ortadan kaybolurmuş. Halıfe: Ne olur, demiş, şu ortadan kaybolan ibrik ve leğenleri bize satsan... (Arkası 15. Sayfada) EVET/HAYIR OKTM AKBAL Yıllarca dostluk ettiğim ınsanların öykülerı, şiirleri kendi yazdıklarım kadar bana yakın gelir. Özellikle yaratılıştarına. o yapıtların ortaya çıkışlanna az çok tanık olduklarım... Naim Tirali bu dostların başında gelenlerdendir. Galatasaray sıralarında öğrenci iken tanıdığım, ilk öyküsünün öyle anımsıyorum yayımlanışında katkım olan kırk yıllık bir arkadaş, bir dost... İskender Fikret Akdora da en az otuz yıllık bir yakınlığın insanı. Birlikte geçirdiğimiz nice güzel anılar var. Ortak umutlarla yayımladığımız dergiler... Ya İlhan Berk, o da en az, belki daha da eski bir şair dost. 1939'da Kullük kahvesinde karşılaştığımı anımsıyorum. Yedeksubay öğrencisiydi o günlerde... Üzun mu uzun dizelerle yazdığı şiirleri çok beğenirdim... Vecihi Timuroğlu da eleştirmen, şair, yazar olarak, kimi zaman tartışarak, kimi zaman ortak kanıları paylaşarak yıllardır güven duyduğum bir insan, o da yaşamımda yeri olan bir başka dost. * Timuroğlu'nun "Kardaşım Oğul" adlı şiir kitabı öyle bildiğiniz şiir derlemelerinden değil. Yürekten ve bilinçten koparılmış, her dizesi yaşanmış, duyulmuş bir şürler toplamı, daha doğrusu bütün kitap tek bir şiir... Kürşat Timuroğlu'nu yırtdışında vurdular. Gençliğinin en olgun dönemindeydi. Devrimciydi, savaşımcıydı. Timuroğlu'nun Kürşat için yazdığı bir şiir kitabı bu: 'Kardaşım Oğul'.. "Öğlen güneşi gibi başımın üstündesin güzel oğul Senden sonra ölmek zor değil öyle" diyor. Sonra da oğluna şöyle sesleniyor: "Acılarını dindirmek için Yarıda bıraktığınız ne varsa Bitirip bırakacağız yarına Yenilmemiş ölüterimizin adına." • iskender Fikret Akdora, genellikle yurtdışında, İtalya'da yaşryor. Bir şairişadamı... En az kırk yıldır bu iki uğraşı bir arada sürduruyor. Yazınımızı etkileyen Amaç', 'Yirmincı Asır' gibi dergiler çıkarmış, birçok şiir ve düzyazı kitabı yayımlamış bir sanat adamı... "Sağken" adlı 'Bütün Şiirleri' dizisinin ilk iki cildini okurken eski günlerde, o şiirlerin ilk yayımlandığı anlara döndüm. 'Hatıralar Şehri' ilk kitabıydı. "Ben miyim şımdı gülen Ben şimdi ağlayan çocuk? • Hangi meçhul diyaradır bilsem, Bu harikulade yoiculuk" diyordu şiir yaşamına ilk atıldığı sıralarda. Zaten kitabını da Ahmet Haşim'e sunmuştu... Ama spnraları "Bir yeni dünya diyorum Kuşlar, bulutlar özgürlüğünde İnsan eller üstünde" ya da "Bir hınç var içimizde şu dünya kadar eski Ezilmişlik, tutsaklık öyle kolay değil ki" ya da "Vurdukça artar mutluluğumuz Sömürenler, sömürtenler tuzla buz" diye yazmaya, toplumun sorunlarını, acılarını bıreysel tutkulardan üstün görmeye başladı. "SağkerV'e yazdığı önsözde Akdora şöyle diyor: ".....bugüne dek yayımlanmış şiirlerimi bir araya toplarken onlara niçin 'Sağken' adını verdiğimi anlamışsınızdır sanırım. Bir arada olsunlar, becerebildiğimce yaniışsız ulaşsın gelecek kuşaklara istiyorum. Böyle bir düşlemeyi hiç kimse, yaşamını şiıre vermış bir sanatçıya çok görmez diye umuyorum." ** Bir öykü ve öykücükler toplamı: "Aşk Dediğin." Naim Tirali'nin yıllar önce bastlıp tükenen "Aşka Kitakse "nin yeniden basılışı.. Çok sevdiğim Aşka Kitakse' öyküsünü okurken baktım, taptaze, yepyeni... Bugün de genç bir üniversite öğrencisi sevmeye başladığı bir genç kıza bu sözlerle mi derdinı anlatır?Sanırım duygusal yaklaşımlar büyük bir değişim göstermemiştır Eskimemiş bir öykü bu. Tirali'nin gençlik döneminin öyküleri o 'genç' havasını korumuşlar. Bu da her yazarın elde etmek istediği bir sonuçtur, daha doğrusu bir başarıdır aradan bunca yıl geçtikten sonra yeni yetişen kuşaklara aynı güzelliği tattırmak... Tirali'nin yeni kitabında birçok da öykücük var. Yaşamdan koparılmış anı parçacıkları. gözlemler, duygulanmalar... Otuz yıla yakın bir süre öyküden uzak kalıp da yeniden kalemı eline alınca kendini, duygu ve düşüncelerini bu denli etkin biçımde anlatmak da ayrı bir başan sayılmamalı mı? • İlhan Berk'in 'Güzel Irmak'ı değişik biryapıt. Berk'in hemen her kitabı 'değişık'tir. Bunu da 'şiirpoetıka' diye tanımlamış. Berk'in son yıllarda yazdığı bencaen güzel şiirlerle karşılaşıypruz. "Bakmak Aşktır" bölümünde yer alan şürler, sevdiğim şair İlhan Berk'i geri getirir gibi... Oyunlardan, aldatmacalardan uzak dizeler... "Senin sesin akşamüstleri mi Sesin, o deniz kıyısı Bütün sesleri yaşadım da biliyorum Senin sesin akşamüstleri." "Güzel lrmak"ı şair dostumun önemli bir yapıtı sayıyorum. Şiir üstüne çok şey söylenir, çok şey yazılır, ama bütün bunlar güzel bir şiirin, hatta bir dızenın bize verdiğini, bize duyurduğunu vermez. "Şairler yine şiirlerle büyür" diyor İlhan Berk. Her şair kendi yapısını kurarken başka şairleri de yaşamına katar. "Her şair surlarını böyle çıkar. Böyle kendi olur." Evet, İlhan Berk, Naim Tirali, İskender Fikret Akdora ve vecihi Timuroğlu... Dört eski dost, eskimeyen sevgilerin insanı dört dostu bir arada andım işte... Bu yapıtlar daha derinliğıne incelenmeli, anlatılmalı elbet. Ben bir sevgi bakışıylayaklaştım onlara... Başka türlü bakamayacağım, yaklaşamayacağım için... Dostlar ve Kitaplar... ZOR ŞARTLARIN RAKIPSIZ ARACI Güç, dayanıklılık, üstün arazi yeteneği ve erişilmez teknoloji... İşte Land Rover'ı dünyanın en iyi aracı yapan özellikler... Artık Türk yapısı Land Rover'lar ülkemizin zorlu yollarında, sarp yamaçlarında kendilerini kanıtlıyorlar. 18.03.1988 tarihinde Batı Almanya'da vefatıyla bizleri derin üzüntüye bogan Kiği Hasköy'den hayırsever, hemşeriperver, sevgili oğlumuz, ağabeyimiz VEFAT VE TEŞEKKUR Otokar O T O K A R Land R o v e r T ü r k i y e Üreticisi/Distribütörü Eski Londra Asfaltı 913 Bahçelievler 34590lstanbul Tel. 575 33 96 ENAA gerek hastalığında, Almanya'da yakın ilgi gosterip cenazesinin yurda gönderilmesinde ve havaalanında karşılanmasında hizmeti geçen, bizzat evimize kadar gelerek veya telefon, telgraf ve mektupla acımızı paylasan, çelenk gönderen, defin merasiminde ve Kuran ülavetinde hazır bulunan akraba, hemşeri, dost ve din kardeşlerimize teşekkür ederiz. SÜLEYMAN T4HAN'ın ANNEBABASl VE KARDEŞLERİ