19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 EKİM 1988 CUMHURÎYET/7 Görülmenıiş bir koalisyon ri yüzde 56 dolayında oy alan Sosyal demokrasinin ve Kırsal Parti ve (büyük ölçüde İsveçli azınlığı temsil eden) îsveç Finlandiya'nın tarihindeki ilk Partisi'ni de yanlanna alarak parlamentoda iıçte ikilik bir çoğunSosyal DemokratMuhafazakâr koalisyonu, kamuoyu araşiırmalarını lukBusağladılar. "görülmemiş", Helsingin Sanomat'tan bir meslektaşm ifaperişan ederek, yerel seçimlerde desiyle "absnrd" (acayip) koalisyon, son yerel seçimlerde kamuseçmen desteğini korudu. HelsinkVden ŞAHtN ALPAY HELSİNKİ Geride bıraktığımi2 hafta Finlandiya'nın terael konusu, geçen pazar günü yapılan yerel seçimlerdi. Finlandiya'nın "göıülmemiş" koalisyon hükümetinin temelini oluşturan Sosyal Demokrat ve Muhafazakâr partiler, seçimlerden başarıyla çıktılar. Mart 1987'de yapılan son genel seçimlerde Finlandiya'nın uç büyük partisinin oy oranları şöyle olmuştu: Sosyal Demokratlar yüzde 24, Muhafazakârlar yüzde 23, Merkez Partisi yüzde 18. Geri kalan oylar küçük partiler arasında dağılmıştı. Bu sonuçlar, normal olarak, Merkez Partisi ile Muhafazakâr Parti arasmda bir sağ koalisyon kurulacaiı beklentisini doğurdu. Ama öyle olmadı. LHusal koalisyonlar hariç, sosyal demokrasinin ve Finlandiya'nın tarihinde ilk kez, Sosyal Demokratlarla Muhafazakârlar birlikte yönetmek için anlaştılar. Her bi oyu yoklamalarını perişan etti. Yoklamalara göre, iki ortağın toplam oyları yüzde 47'den yüzde 40'a inecekti. Ama Sosyal Demokratlar ovlarıru bir puan arttırarak yüzde 25'e çıkardı; Muhafazakârlar da yüzde 23'lük oy orarilannı korudu. Çin'i resmen ziyaret etmekte olan Başkan Koivisto sonuçları, "Halkın hiikümete verdiği destek devam ediyor" şeklinde yorumlarken genel kanıyı dile getiriyordu. Tüm bu geüşmelerin Türk kamuoyunu en çok UgilendirebUecek yönü, herhangi bir ulusal kriz olmadığı halde, nasıl olup da Sosyal Demokratlar ile Muhafazakârların işbirliği yapabildikleri. Finlilerin kendilerinin bile tuhafına giden bu koalisyonun kuruluş nedenlerini Finli meslektaşlar ve Sosyal Demokrat Parti yetkilileriyle görüşerek anlamaya çahştım. İlk öne süıülen görüşlere göre Sosyal Demokratlann geçmişte genellikle Merkez Partisi ile paylaştıklan iktidarı kaybetmemek Muhafazakârlann da İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez hükümete girebilmek için bu uzlaşmaya vardıklan. Merkez Parti'nin birçok açıdan "sivri" bir kişiliğe sahip olan başkanı Paavo Vâyrvneo ile (başkanlık ve parlamenter sistem kanşımı rejim içinde) büyük etkinliğe sahip Başkan Maono Koivisto arasındaki kişisel ilişkilerin fazla 'nyumlu" ol Zürih'ten Dd tekerlekli piyadeler Albay Edwin Huber/Bisikletli piyade, hızlı piyadedir' diyor. Isviçre, dünyada bisikletli birlikleri olan tek ülke olmalı. Geçenlerde kara ordusuna yeni bisiklet alımı için ihale açıldı ve ihale, üç fırmanm üstiine kaldı. teçhizatlı bir askeri taş, toprak deDOGAN ABALIOG1AJ meden taşıyacak ve basamak inip ZÜRİH Iki süperler çok baş çıkabilecek sağlamlıkta olması kolı atom füzelerini sınırlamaya uğ şuluyla açılan ihale kapandı. raşırken, Isviçre, askeri giderleri Şimdi bu 3 fırraa 1400 Fr. (yakiçin önemli siparişler verdi. laşık 1,5 milyon TL.) değerinin ne Bu süt ve çikolata kokan ülke kadar altına inebilecekler diye nin ordusu, salt savunmaya yöne bekleniyor. Toplam ederi 10 millik. Havada, eskiyen Mirage'lar yar TL. olarak hesaplanmış. yerine F16 mı, Tornado mu, TiSeksen küsur senedir iki dünya ger mi alalım, diye kafa patlatmalarına koşut, karada 300'ün üze savaşı görmüş, kolunda hiç gösrinde Leopard H'de karar kılındı. terişi olrnayan erden, subayına kaBu arada bitiş asamasına gelen di dar savunma gücünde yer almış her asker, gerek eğitimde, gerek ğer önemli konu da "bisiklet." tatbikatta olsun, bu "tel eşegi" tsviçre, dünyada "bisikletli (Drahtesel) 1905 yıhndan bu yabirlikleri" olan tek ülke olmalı. na kullanıyorlar. Avrupa'nın göbeğinde bulunmaa , kişiye düşen geliriyle başa güVe Helbling firması mühendisreşmesi, bu aracı üreten fırmalar leri, "Daha çok kullanüır da™" diiçin reklam açısından çarpıcı bir yorlar. Ancak vitessiz olan, salt ön neden. freni bulunan bu araç, üstüne üstVe nitekim uzun denemelerden lük BB'nin bilmem kaçıncı kocasonra "Condor", "Villiger" ve sına ait "Fıchtd & Sacfasnın kontr"Cilo" markalar, ipi göğüsleyen pedal rulmanlarını da üretimden son üç firma oldu. 22 kg. ağırlı kaldırmasıyla yedek parça sıkınğında, 2 vitesli, 150 kg. yük, yani tısına düşmüş. Aynca sulak yerotomatik tüfeğiyle birlikte Um de büyüdüklerinden olacak, bireyin boy ortalaması da 5 cm uzamış. Bisiklet deyip geçmeyin. Ordunun isteği üzerine Aachen Üniversitesi'nde Prof. Ernst von der OstenSacken, yeni modellere robot bindirip, kompütüre bağlamış. Yani "tel eşek"lere verilen önem, U. Mumcu'nun kulakları çınlasm; bizün Dışişleri'ne, hatta Cumhurbaşkanlıgı'na alınan zırhlı araçlar örneği, gözü kapalı seçilmiyor. AJmanca deyişle, "kalpten böbreje." inceleniyor. Laf aramızda, çocuklanmıza salt hayvanat bahçelerinde gösterebildiğimiz bu munis ve cefakfir hayvarun adını neden kullandıklarını pek aıılayamadım. Acaba Karl Benz, ilk arabayı yapmadan önceleri bu taşıyıcı tür Orta ve Kuzey Avrupa1 da var mıydı, yoksa sırf kaür yetiştirmek için damızlık mı besliyorlardı? Sanınm bunu ilerde arkeologlar saptayacaklar. Finlilerin sınır gözlemcileri, Latin Amerika'da gezici birimler, özellilde Vietnamlılann süper güç ABD'yi hezünete uğrattıkları savunmada bisikletli güçler varsa da "tam teçhizatı>la" savaş alanına giden tek ülke, lsviçre'ymiş. Her yıl silah altına alınan 500 ere bu şeytan arabalanna bınme ve yükleriyle devinim alıştırmalan yaptınlıyor. 3300 kişilik bu gücun hareket kabiliyeti sürekli yüksek tutuluyor. Bir er, otomatik tüfek, fişekliğiyle birlikte 90 ile 100 kg. olarak hesaplanıyor. Buna 4 makineli tüfek mekaniznıası ve tanksavar bomlarıyla 60 kg. ve bisikletin ağırlığı da eklenince, toplam 170 kg.Uk bir yük söz konusu oluyor. "Bisikletli piyade, hızlı piyadedir" görüşünü savunan Albay Edwin Huber, "Gerektiği yere ayak yerine tekerleklerle gitmek, özellikle 30 km.lik uzaklıklarda ve yerlesim yerlerinde daha ivedi gerçeklesiyor" diyor. lsviçrelilerin bu "bisiklet mangalan", yeni tip seçimiyle yine gfinderne geldi. Amerikan TV kuruluşları bu amaçla bir yayrn programı hazırladı. Almanlar, uygulama çalışmalan yapıyor. SRG (tsviçre'nin Almanca dilindeki yayını) 30 ağustosta halkına durumu ve derdini anlattı. Biz de bu nedenle konuyu kaleme aldık. Ama şimdi sıra bu 1905 yapımından bir tane edinmeye kaldı. Hani bir yerden düşürebilirsenı, ilerde RoUsRoyce ederine eşit satılacağından eminim. mayışı, eklenen bir diğer etken. Ssoyal Demokratlann adayı olarak, yüzde 44 oyla başkarüığa seçilen Koivisto'nun mevcut koalisyonun gerçek mimari olduğu söyleniyor. > Sosyal Demokrat Muhafazakâr ittifakının daha derindeki nedenlerine gelince, ön plana çıkan etken, iki parti arasında, tercihleri itibarıyla politik yelpazenin merkezinde toplanan seçmen çoğunluğunun oylarmı alma mücadelesi. Özellikle son yirmi yılda hızlı bir teknolojik ve sosyolojik değişme içinde olan Finlandiya'da, tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, mavi yakalı işçilerin (kol emekçilerinin) sayısı azalırken, beyaz yakalılann (büro çalışanlarının) ve yüksek eğitimli meslek sahiplerinin sayılan artıyor. Öte yandan bir Sosyal Demokrat Parti yetkilisinin açıkça belintiği gibi, kişilerin üretim sureci içindeki nesnel konumlanyla, oznel politik tercihleri denklik göstermiyor. Hangi sosyal sınıfa mensup olurlarsa olsun Finli seçmenlerin çoğunun tercihleri merkezde bir uzlaşmadan yana. Bu durum partilerin ideolojik konumlannı da etkiliyor. Bir Finli meslektasa göre, Fin Sosyal Demokrat Partisi Avrupa'nın en pragmatik sosyal demokrat partisi. Aynı şey Fin Muhafazakârlan için de geçerli. Her iki parti de sorunların nasıl çözüleceğine, piyasa ekonomisinin nasıl düzenleneceğine, sosyal güvenliğin nasıl sağlanacağına ilişkin giderek benzeT çözümlere yaklaşan; ideolojik değil teknokratik partiler. Finli Sosyal Demokratlann bu pragmatizmi, sol kanatta oyları giderek azalmakta olan komünistlerin, Avrupa öiçülerine göre hayli güçlü olmalannın bir nedeni. Son yerel seçimlerde Avrupa komünizmi eğilimliler yüzde 10, Moskova yanhlan ytlzde 3 dolayında oy aldı. Kendisi de bir Avrupa komünisti sayılabilecek olan Gorbaçov'dan sonra bu iki kanat arasmda gerçekte iki hizip olmak dışında bir fark kalmadığı söyleniyor. Finlandiya'da son seçimlerin tek bir "mağlubu" var; o da Yeşiller. Oy oranlan yüzde 4'ten yüzde 2.4'e inen Yeşillerin her yerdeki problemi Finlandiya'da da geçerli. Yalnızca çevre sorunlanyla ilgilenen bir partiyi seçmenler gerçek bir siyasal parti olarak göremiyor. Diğer partiler çevre sorunlarına sahip çıkınca, Yeşillerin pek bir tabanı kalmıyor. Papa Jean Paul II, Güney Amerika gezısı sırasında: Katolik dünyanın en iyi reklamcısı Kolombiya'da Roma'dan Doğudan gelen Papa Papa'mn Vaükan'da 10. yılı. 10 yıl önce, Italyan olmayan ilk papa olarak Katolik Kilisesi'nin başına geçtiğinde, Romalı politikacılar "eh" demişlerdi, "Vatikan'la aramıza artık bir sınır koyabileceğiz" Ama işte öyle olmadı... NİLGÜN CERRAHOĞLU asıl dünya politikasıyla uğrasacağını hesaba katmamıştı. Papalığa ROMA San Pietro meydanında toplanan 20.000 "mümin" için geçen pazar büyük bir bayramdı. II. Jean Paul'ün papalığa seçilmesinin 10. yıldönıimünü kutlayan Katolikler, pazar gecesi ellerinde meşalelerle 7 yıl önce Mehmet Ali Agca'nın ateş ettiği meydanda toplandılar. Bu özel gunün şerefine düzenlenen ayini ise, Polonyalı Papa'mn ülkesi baştan sona naklen yayınla televizyonda verdi. Böylece ilk kez bir Doğu bloku ülkesi bu çapta bir dini olaya bu kadar geniş bir yer vermiş oluyordu. Aslında kilisenin " E k i m Devrimi" on yıl önce ilk kez İtalyan olmayan bir papanın Katolik kilisesinin başına getirilmesiyle başladı. 400 yıl boyunca daima ltalyan kardinallerin tekelinde kalmış olan Katolikliğin en yüksek merciine bu kez bir Polonyalının getirilmesi, ilk başlarda ttalya'daki ilerici çevreler arasında derin bir memnuniyet yarartı. Vatikan'ın etkisinden bir turlu kendisini kurtaramayan Romalı politikacılar, nihayet papalıkla araya belli bir mesafe koyabileceklerdi. Ne ki, kimse Doğu'dan gelen bu papanın ttalyan politikasıyla yetinmeyip, gelişinden bu yana, 74 ülkede 637. 000 kilometrelik yol kat eden II. Jean Paul, böylece dünyanın çevresini 16 kez donmüş oldu. Bu gezilerinde öncelikle, "Katolik halklan harekete geçirmek stralejisi" güden papa, Vatikan gözlemcilerine göre, "Yuzyılımızın geri plana ittiği Katolikliğe yeniden yitirdiği M>s>al ağırlığı kazandırmaya çalışıyor." Nitekim bunu ziyaret ettiği Avrupa Parlamentosu önünde açıkça vurgul.jyan II. Jean Paul, tnebahtı savaşında Türklere karşı can veren soydaşı Jan Sobieski gibi, "Ortak Avrupa" VTJ Urallar'dan Atlantik Okyanusu'na dek "Ortak Hıristiyan köklerinden güç alan tüm Avrupa uluslannı bir araya getiren bir bütün olarak" duşünüyor. Batı'daki tüm laik düşünceye ters düşen ve kurtuluşun herhangi bir başka inanç kaynağından gelebileceğini yadsıyan bu bağnaz militanlığına rağmen, bu Papa aynı zamanda 2000 yıldan bu yana ilk kez bir sinagogu ziyaret ederek Yahudilerle barışan papa olarak, Assisi'de, dünya televizyonları onünde, tüm dünya dinlerinin temsilcilerini bir araya getirerek birlikte dua eden papa olarak da tanınıyor. Ne ki bu jestleri, hoşgörüsünden çok, mükemmel bir iletişim ve halkla ilişkiler ustası olmasından kaynaklanıyor. Hızla artan nüfuslarını besleyemeyen az gelişmiş ülkelerde doğum kontrolü ve kürtaja karşı bayrak açan papa, aynı zamanda AIDS canavannı da görmemezliğe gelerek, salgın karşısında şimdiye dek tek etkin önlem olarak düşünülen prezervatif kullanımını teşvik eden reklam kampanyalarını şiddetle lanetliyor. "Isa'nın havarilerinden hiçbirisi kadın değildi" diyerek kadınların değil din hiyerarşisine girmelerini, papazlık yapmalarını bile engelliyor. Ve ideal Hıristiyan kadının "bakire Meryern" olduğunu tekrar ve tekrar yineliyor. Evlilikte bile, "Eşlerin birbirlerine şehvetle bakmasım" günah sayan papa, kadınlara yalnız analığı reva görüyor. Papa'mn ideal kadın anlayışında, yalnız Katolikliğin değil, 9 yaşındayken annesini yitirerek oksüz kalmasının ve otoriter bir asker babayla geçirdiği çocukluğunun da etkisi olduğu düşünuluyor. Papa gittiği ülkelerde "insan haklannı savunan" mesajlar vermeye özen gösiermesine karşın, Batıdaki tüm demokrat kamuoyunun Nazi geçmişinden dolayı kara listeye aldığı, tiım Batılı devlet adamları tarafından veto edilen Avusturya Cumhurbaşkanı Kurt Waldheim'ı Vaükan'da ağulayarak eski bir Nazinin gunahlanna bir kalem çekmekte sakınca görmüvor. Bu kentin de sesi var, ama bağırmaz Stockholm'ün de öteki kentler gibi bir sesi var. Zaten işaretlerle konuşan bir kent de herhalde yoktur. Ama Stockholm'ün sesi öteki kentler gibi bağırtılı çıkmaz. Bunda tskandinav kültürünün payı var bir; bir de kışları susturucu işlevi gören karın. leşmekte. Denizinde kendi yansımasını pek bulamayan bir kent STOCKHOLM Çığlıklar ve Stockholm: Görüntü, sese ağır fısıltılar. Gurültüler, vapur dü basıyor. dükleri, sirenler. Stockholm de Volvo ve Saab motorlarının seslerin kenti elbette. lşaret alfa egemen olduğu trafik de kente bübesıni öğrenmek zorunda kalan yük baskı yapıyor sayıürıaz. 1 kent obnuş mudur acaba? Savas milyon kusur nüfuslu bir kent için durumları bile kentleri fısıltıya it bu iyi bir puan. Zaten 5 aydan miştir en fazla. Susan kent yok fazla suren kış, sesi hiçbir zaman tur. Hiroşima ile Nagasaki tekrar cırtlak olamayan trafiği çoğu kez lanmaz diye umulur. içine gommekte: Kasım ayı sonStockholm'ü dinlerken Orhan larında kente çöreklenen kar taVeli'nin önerisine uymak, gözle bakası, zamanla artarak kalınlari kapamak gerekiyor mu? Olmaz şıyor ve tam bir susturucu işlevi ki şimdi sonbahar: Kentin üstün görüyor. Mınldanan, yalıtılmış de turuncukızıl bir örtü var. Ama bir trafik düşunun. biz yine de gözlerimizi açık tutaKatolik ülkelerde kentleri dev rak gormemeye, sadece bakmaya çalışarak kulak verelirn burada bi bir latemaya dönüştüren kiliseler zi çevreleyen seslere. Stockholm, ise Luther duşüncesinin İskandiadının çağrıştırdığı gibi, "tok navya'da yarattığı Angst'ı sadesesli" bir kent mi? Pek sanmıyo ce pazarları, o da belli belirsiz, rum. Genellikle kontrol altında duyurmaya çalışıyorlar. Stocktutuluyor gibi bir izlerüm bırakan holm, dinin pek ses çıkarmadığı, bir ses evreni söz konusu. Telaş "işleri oluruna bıraktığı" bir sız, bastırılmış nevrozlarını fazla kent. Diğer otoritelerde de aynı bağırmadan, sesini yükseltmeden tavır geçerli. Kentliler uzerinde ifade etmeye çalışan bir kent bu. sesle zorla baskı kurma eğilinıi Sokakları bıçak gibi yaran polis, görülmüyor. Kentin üstünden itfaiye düdüklerinin bile ifşa et uçak geçmemesi "tercih edilimeyi becerenıediği bu "gizli nev yor". Ayrıca, kent içinde şoförroz", her gun doğuda takımada lerin yerli yersiz klakson konseri lara, Finlandiya'ya kalkan kuçük vermelerine de hiç iyi gözle bakılbüyük vapurlann, feribotlann çe mıyor. kingen düdükleriyle daha da silikYüksek sese karşıt tutum ister Stockholm'den YAVUZ BAYDAR BrükseVden Maigret ne iş yapar? Stockholm. zaman zaman dgımuan çıkan kısık feryaüar dışında. sessiz. ağırbaşlı bir kenttir. istemez "gerekli seslerin" çıkıp çıkmadığının denetlenmesini gerektiriyor. Olası bir savaşı haber verecek siren sistemi her ayın ilk pazartesi günü saat 15.00'te sonuna kadar açıhyor. Doğal olarak insanı irkilten dramatik bir ses şovu yaşanıyor. Savaş tehlikesinin bu şekilde anımsatılması belki de yararlı bir şey. Stockholm insanı, içinde yaşadığı kent gibi ses düğmesini kısık tutmaya ayrı bir özen göstermekte. En yoğun alışverişlerin yaşandığı merkezlerde bile mırıltıların homurtuya dönüşmesi olayı yaşanmıyor. Bu kentte seslere yönelik olarak belirgin bir işlevsellik var denebilır: Yüksek sesler, gürültuler, kulak ürmalayıcı olaylar "amme huzunında" değil, kapalı kapılar ardmda yaşanıyor. Sokak kavgalan varla yok arası. Bir kaldınmdan ötekine genellikle ses yerine el sinyali gönderiliyor. Ya da "cismen" kaldırım değiştiriliyor. Islığın bile dikkat çekici olduğunun düşünülduğü, asgari tutulduğu, duyulduğu zaman da "kentin ve ölkenin yabanasıdır herhalde" denip geçildiği bir kent. Ses yükseltmek için yazlan futbol sahaları, kışları ise buz hokeyi kapalı pistleri tercih edilmekte ise de Stockholm'ün yine de içedönüklüğüne "yeter" çekerekbağırmaya başladığı anlar olmuyor değil: Hafta sonlan, genellikle cumacumartesi geceleri, insan seslerinin duvarlardan yankısını duyarsanız, bunu doğal karşılayın. Özellikle ayın ilk cumalan, naralann yeri göğü tuttuğu zamanlardır. Bizim "hayyyt" narası, bilinir, sarhoşluk düzeyi ne olursa olsun, "var mı bana yan bakan" şeklinde, mantık sergileyerek sürer. Buradaki nara genellikle "Oaaggh"dır ve arkası gelmez. Ama olaya yine de bir duygunun ifadesi olarak bakmak gerekir. öyle olsa bile naralann çevresinde cuma geceleri ayak seslerinin hızlandığı duyulur. Yine de su vardır: Stockholm, bağırarak kızdırılamayacak bir kenttir. Suç ile ceza arasındaki ilişki ve bu kavramlann göreceliliği bugüne dek sık sık tartışılsa da, suçlu ile onu kovalayan arasındaki ilişki pek o kadar gündeme gelmemiştir. Yani suçlu neden kovalanır, kovalayan için bu nasıl bir 'eylem 'dir, buna pek fazla kafa yorulmamıştır, ahlaki nedenler bir yana konursa. HADİ ULUENGİN BRÜKSEL " S u ç " ile "ceza" arasındaki ilişki \e bu ka\ramları, göreceliliği en azından Dosto>evski'den beri lartışılsa da suçlu ile suçluyu kovalayan arasındaki ilişki pek derin tartışmalara yol açmamıştır. Aslında çok insani bir yönü olan bu konuda fikir yurutenlerden birisi, dünyanın en ünlü polisiye roman yazarı Georges Simenon'dur. Belçikalı edip, romanlarının kahramanı Komiser Maigrel'nın son tahlilde bir leknisyen olduğunu özellikle \urgular. Maigret. herhangi bir ahlaki kaygıdan uzaktır. Suçlu, bulunması gereken nesnel bir obje, cürüm de o objenin gerçekleştirdiği bir iştir. Komiserin suçlularla olan bağlantısı mekanik bir iş ilişkisiyle sınırlıdır. Bunda belirli biı anonimlik de vardır. Aynı şey suçlu için dc geçerlidir. Kendisinin izini suren >a da sorgulayan gorcvli, işini yapan kimsedır. Bir anlamda. taraflar arasında mesleki bir kontrar vardır. Dolavısıyla Simenon'a gore suçlu ile suçluyu ele geçirmek durumunda olan arasındaki ilişki. suç ve ceza kavramlarının ahlaki değerleri uzerine inşa edilemez. Hırsız polis, katil zaptiye ilişkisi "teknik ve amoraldir". yolunda, arkamda polisler \arken tahayyül ederdim. Sonra kahramanım. Amerikan filmlerinin \azgeçilmez kotu adamı Edward G.Robinson oldu. Godard'ın "Serseri Âsıklar"ında ise derhal Deli Pierrordan yana tavır aldım. Jean Seberg'in Jean Paul Belınando'yu polise gammazlamasını hiç affetmedim. Kelles Şosesi'ndeki "Kara Dızi" kitapçısından da hep, James Hadle> Chase'in en tehlikeli haydutları tasvir ettiği romanları sectim. Bulün bunlan yaparken de 1959 Che\rolet Impalalı gangsierin, eğer filmlerde olmeseler, Edward G.Robinson ve Jean Paul Belmando'nun, James Hadley Chase'nin haydutlarımn, yakalandıklannda polisleriyle olan ilişkilerinin ne olacağını düşündüm. Georges Simenon'un özetlediği, "leknik ve amoral" nitelikteki suçlu suçlayan iliskisinin, genelde doğru olup olmadığı sorusunu sordum. bancanın oraya yerleştirilmesi ve kaçmasına izin verilmesi durumunda, polis tarafından aranan iki Alman gangsterin yerini söyleveceği yalanını atmış olması oluşturdu. Çunku Alman polisi, söz konusu iki gansteri bulana seksen milyonluk bir ödül vaat etmiş ve Gent Emniyeti'ndeki görevli de çok insani bir zaafla, seksen milyon uğruna Murat'ın fırarına zemin hazırlamıştı. Ancak Arnavut haydutun aslında Almanları hiç tanımadığı anlaşılınca, polis de külahları değiştirmek zorunda kaldı. Bana göre buradaki ilişkinin, iki taraf açısından da "amoral" olduğu ve Simenon'un tezini doğruladığı kesin. lkincisi, Kaplan'ın cuma günü Adalet Sarayı'nın garajından bir jandarma Golf'u yürüttükten sonra gittiği ilk yer, kendisini geçen sefer yakalactıran ve polisin muhbiri olan Schaerbeek'teki benzinci oldu. Murat Kaplan, salı öğleyin yedinci defa yakalandı. Zaventen'deki bir telefon kulübesinden, cürüm masası şefıne yine telefon etti. Dedektif konuşmayı uzatmayı başarınca da Kaplan kulübeden dışarı çıkana kadar etrafını polis sardı. Direnmeden teslim oldu. Gangsterin, kaçtıktan sonra dahi surekli olarak kendisini arayanlarla temas kurmak istemesi, bana göre Georges Simenon'un suçlu ile suçlayan arasındaki "teknik ve amoral" ilişki tezini doğrulayan diğer üçuncü bir göstergeyi oluşturdu. Kaplan yedinci defa içeri girdi. 1959 Chevrolet Impalalı gangster, Edward G.Robinson, Deli Pierrot, James Hadley Chase'in haydutları, kendilerini yakalamakla gorevli olanlarla "teknik ve amoral" ilişkiler yaşadılar. Onları yakalayanlar, "teknik ve amoral" görevler yerine getirdiler. Bu 1959 Che\rolet Impalalı gangsterin, Edvvard G.Robinson'un, Deli Pierrot'un, James Hadley Chase haydutlarımn, Murat Kaplan'ın, oyunun kurallarına riayet ettiği anlamına geliyor. Çünkü bu, " s u ç " ve "ceza" kavramlarının göreceliliğini değiştirmiyor. Atina'dan Işte sıcak Akdeniz altınızda! DEMİR ÖZLÜ ATİNA Kopenhag'dan Atina'ya uçan uçak, önce Doğu Almanya üzerinden geçiyor; sonra da Prag'ın üzerinden. Zagrep kentinin yüksekliklerinden Yugoslavya'yı da aştıktan sonra, Atina'ya Selanik yöresinden, yani denizden giriyor. Ege ya da Akdeniz'in yukarıya doğru uzanan bir parçası. Sonbahar güneşinin altındaki açık renk denizi görunce, bir şeylerin değiştiğini, içinizi başka bir ışığın sardığını anlıyorsunuz. Akdeniz'in sıcaklığı, biıılerce metre yüksekte uçan uçağm içinde de duyuluyor. Açık renk, küçük kınşıkhklarla bir yaygı gibi uzanan deniz... Bazen bir yük gemisinin bu kumaşı keserek ilerlediğini görüyorsunuz. Aydınlık, gizemsel bir deniz sanki. Belli belirsiz bir buğu yükseliyor sanki üzerinden. Ne yol boyunca ne de başka bir yerde böyle bir görünüşle karşılaşmadınız. Güneşin ışıklan altında beyazımtırak bir yuzeyle karşılaşıyorsunuz sanki. Yükselen buğu hemen mitolojiyi çağrıştırıyor. Kendine özgü, başka bir yerde bulunmayan tannların yaşamış oldukları kült bir toprak üzerindesiniz. Deniz, ışık, renk, buğu bu anlamı taşıyor size. Batı kültürünün eski Yunan mitolojisini içine almış olmasının ne önemi var! Tannlar bu toprakta yaşamışlardı. Bu toprak öteki yerlerden farklı. Yunan ülkesi burası. Onlann ruhu sanki hâlâ buralarda dolaşıyor. Atina'daki lstanbullu arkadaşlarsa kanıksamışlar bunu. Mitoloji burada gundelik yaşama kanşmış. Eski anlamını taşımıyor. Dahası, yer yer turizm endüstrisinin de bir parçası. Belki tragedyalardan da bıkmışlardır. Ben onca uzun zaman bu toprakta yasamadığım için öylece duşünemiyorum. Denizden yükselen buğu beni o dünyaya süniklüyor. On yılı aşkın bir zaman parçası geçmiş aradan. Yeniden Atina'dayım. Venizelos Caddesi'ndeki "Zonars" Kahvesi, olduğu gibi duruyor: Kaldırımdaki koltuklarıyla, küçük masalarıyla, geniş, ferah içiyle. Üniversite yapılannm önunden geçen, Omonya Alanı'na uzanan bu caddeye "Panepistemio" da diyorlar, resmi adı Venizelos. "Zooars" Kahvesi köşeye düşüyor. Yanına düşen daha dar sokak yoluyla biraz aşağıda "Sindagma" Alanı'na bağlanıyor. Bu darca sokak da kahvelerle dolu: Ayakta da kahve içilen bir Brezilya Kahvesi, Everyday Kahvesi... Hafta içinde bir öğleden öncesi her yaştan insanlar oturmakta orada. Kuzeye göre de çok daha yüksek sesle konuşmaktalar. Yunan kahvelerinin ayıncı bir özelliği var: Oralarda her çeşit içki de içebilmek mümkün. Sonra meze biçiminde bazı şeyler yemek de. Ama Zonars Kahvesi'nin karşısına geçip, orada bir pasajın sonunda yer alan "Apotsos" Kahvesi'ni de görürseniz, benim gibi siz de şaşırabilirsiniz! Patron, girişte küçük bir masanın ardında oturuyor, gelenleri selamlayarak karşılıyor. Onun oturduğu yerin ardı, boydan boya kahve ocağı, mutfak. Orada içkiler de mezeler de duruyor. Karşı duvarı en eski fotoğraflarla, çok eski afişler süslüyor. Masalar küçük, üzerleri mermer. Hasır sandalyelerse hiç değişmemiş. "Entel"ler de oraya geliyorlarmış. Masalarda kadınlar, erkekler kahve ya da bira içiyorlar. Yemek vakti ise bir şeyler atıştıran insanlar gorüyorsunuz. Gazetelerini okuyorlar, tartışıyorlar. Sıcak, canlı Atina. İnsanlar günde iki kez uyuyor, iki kez gezintiye çıkıyorlar. Gece yaşamı, sabahın ikisinden önce bitmiyor. Yunanlılar kendi özgün yaşama biçimlerini sürdürüyorlar. Orada Amerikan yasam kültürünün etkileri yok. Kişilikli bir yaşam biçimi. Kadın kentin, iş hayatının. gundelik yaşamın içinde. Galiba Simenon >aklaşımı doğru. Çunku, daha önceki maceralarından bahsetmiş olduğum Anderlechtli Arna\ut gangster Mural Kaplan, cuma günü altıncı defa hapisten kaçtı. Le Soir, "Kaplan yine kafesi deldi" başlığıyla yayımlandı. Ertesi gün ise don sutuna, "Kaplan firannı 'Le Soir'a anlattı" manşeti cekildi. GerçekBen çocukken İstanbul'da, şim ten de Murat Kaplan, sırra kadem di adını unuttuğum bir gangster basmasının ertesinde, Le Soir'ın peydahlanmıştı. Türkiye'nin mo muhabirini yeni edindiği BMVV'ye dern anlamda ilk şehir gangsterı koydu ve çevre yolunda iki tur olarak tanımlanabilecek bu kim atarak ifşaatlarda bulundu. scnin en buyuk ozelliğini. NişanBana gore Kaplan'ın ifşaatlataşı ve Caddebostan'dan çaldığı rından çıkan sonuı;. suçlupolis 1959 model Chevrolet Impala ilişkisinin "teknik >e amoral" bootomobillere duşkun olması oluş yutunu doğrular nitelikteydi. Bir tururdu. Galiba Kartal tarafların kere, Murat Kaplan'ın beşinci fida yakalandığında çok uzülmüş rarında tabancayı zulaya verleştive gazeteden kestiğim fotoğrafı renin, sevgilisi Christelle Van nı da yurttaşlık bilgısi kitabının Custen olmadığı anlaşıldı. Mural, içine saklamıştım. Kendimi, sektz bunu yapanın bizzat Gent Emniiilındir ve kupc Chevroleı Impa yetf ndeki görevli olduğunu açıkla'nın direksiyonunda, Maslak ladı. Nedenini de Kaplan'ın, ta
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle