19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 OCAK 1988 * * * * HABERLERİN DEVAMI CUMHURİYET/13 (Baştarafı 1. Sayfada) Arif Diııö'nun 6Ölüm kalım resimleri' AriPin çızgılen kimseye gösterilmek için yapılmış değil. Kendine bile. "tfrazat" demişti şiir sanatını tamralamak için, fazlası ile tekrarlayabilırdi bu sozu resim için. Bu sergide suratlar, suretler, yığınla yuzler göreceksiniz. Kimsenin yapmadığı cinsten eşsiz resimlerdir bunır. Kaçımlmazlık damgasını taşıyan çeşitlemeler. Anadolu geleneğinde göreneğinde, bilirsiniz, ınsan yuzu kutsal bir bıçim: "Tultum ayineyi yüzume Ali gorundu goznme" (Muhyeddin Abdal, XVI. yüzyıl) Hmzır Muhyeddin Abdal'a bakıUrsa: "LHIberin meğer ki yuzıi mushafmış Yazdmış hattında Kur'anı buldum" Salt yiız değil, oldum olası vücut dahi kutsal Anadolu topragında. Bunu açıklamayı göze alacaktır Yunus Emre: "Gke Ue günduzn gokte yıldızı Levb'de yazıh sözi cümle vncudda butduk" Mevlâna şaşırtıcı sözler ekler bu konuda: "En güzel şekil oian insan şckli, aşktan da üslundur. duşünceye sığmaz" Ve ekler bıraz çekinerek: "Bunu baha biçilmez şeyin degerini soylesem, ben de vanarım, duyan da yanar." Tepeden inme ak guvercin donuna girip Hacı Bektaş, bu müjdeyi getirrnek için mi Horasan'dan uçup Anadolu'ya konmuştu? "Yeryuzu etim benim Akar sulardır kanım" Pes. Tum bır dunya görüşü, eksıksız. Anadolu var ya, Anadolu; Anadolu'ya her ne gelmiş ve gejecekse, Anadolulaşır; tslam dini bile. Bektaşiliğe ve Mevlevüiğe ilişkin aile kökleri bır yana, Aririn insan yuzu resımlerini etküemiş ve sonuna kadar etkileyecek Doğudan ve Batıdan binbir kaynak daha gösterilebilir. Birkaçını, şimdi ve burda, sıralamakta fayda var: 19131920 yıllannda Arif in gençliğinde Cenevre'de, "Canlı Sular Rıhlımı"nda bulunan evde. Daumıer'den Steinlein'a kadar sıraır. sıram kırmıa ciltli Fransız karikatur kitapları dıziliydi. Ayrıca Alman dergi ve kitaplan karikatur üstüne, Grosz, Pascin ve başkalan. 20 yıllannda Paris'te, rue Molitor'daki evde, Sem (Malraıuc'nun ve Arifin arkadaşı), GaJanis, Fujita, Van Dongen, Picasso vb'nin çizdıği suratlann dergileri, katologları. 192627'de Atina'da antık Yunan vazolan. 1927'den sonra Istanbul'un fresk ve mozaiklerinin, tran ve Turk minyaturlerinin ytlz cizgileri, hattatlann çizgi dümtekleri, Behzat bir yandan, Levni öbür yandan. Toplamını yapın bunların şimdi. Topladınız mı? Sonra da hepsini unutun. AriPin ilk hüneri, dünyaya ve çağdaşlanna doğrudan doğruya bakmasıru bilmek; avcının bakışı, iğne deliğinden iplik geçiren terzınin bakışı, Arifin bakışı... Arifin resim yapma yönteminde biçimleri perde perde anndırma, öze eriştinne çabası vardır. Simyager işi. Bu sırf estetik değil, etik bir kuraldı, yaşamla ılgili. Resimde fazlalıklardan, yapaylıklardan, yalandan annmak. Gündelik hayatta ise yer yatağı, üç hasır iskemle, bir masa. Şapka yok, kıravat yok, bıyık, sakal yok. Annmak lazımdı her şeyden. Ne var ki tütunden vazgeçemiyordu bir türlu! Dumanlar salarak tek başına yurudüğu çetin \e yalın bir yoldu bu. Bir zamanlar gençliğinde Gıkanın "Altın Sayı" araştırmaları ile ılgilenmişti; Gıka'ya göre güzelliğin sırrı ister canlı bir kadmda, ister bir yontuda, ister bir yapıda, ister bir resimde yapısal ölçü kurallannda aranmalıydı. Yenı Eflatunculardan gelme bir yöntemdi bu, Yunan tapınaklanndan Gotik katedrallerine kadar geçerli olan. Kıhk değiştirmiş olarak Sinan'ın yapılarında bile bu kurallar sezilebilirdî belki. Ancak 1925'lerde Andre Lhote Atölyesinde moda olan beylik "A^ tın Saji" ögretisi pahabya oturacaktı birçok ressama, Paris'ten İstanbul'a dönenler arasında bile. Arif bu tuzaga düşecek değildi elbet. Ona göre "Altın S»yı"bir yaratma kılavuzu değil, anlamaya ve görmeye yararh analiz araçlanndan sadece biriydi. Degişen dünyada değişen çözümler gerekiyordu. Daha XVI. yüzyüda Muhyeddin ne diyordu? "Eski sürüldü gitti Gddi yenisi yendi" Selçuk duzeni batarken scmah eder gibi söylemişti bunu Yunus Emre: "Yenî subh yenî aksara yenî hal Yenî devraa yenî dem yint vısal Kaden yînî yenî mey yinî meşreb Yenî ayş u yen'işret yîni mutrab" Somutun özünde gizlenmiş kimi soyut kuralların peşinde bambaşka düşüncelere varmıştı Arif. örneğin Doğu tezhip sanatımn özünü olusturan doğurgan sarmal ilkesine gönül bağlamıştı. Balıdan Doğuya geçip Türk sanatını derinlemesine düşunmeye başladıklan sonradır ki sarmaün önemini kavramış ve benimsemişti. Kendine özgü yaratıcılığı ile Doğunun dolambaçh, içe dönük zaman ve mekân felsefesiydi bu: Ut taksimi, züluf, tüm lstanbul'du sarmal. Asma yaprakları arasında kıvnla kıvnla sürüp giden uçlar, filizler: Birin ikileşmesi, ikinin birleşmesi; doğa ritrai, sarmal, döner gövdeler, döngüler, girdaplar, kum hortumlan, siklorüar, merkezkaçritmler,galaksüer, devran, ya da sakin akşamda kıvnla kıvnla yukselen duman, bir de güzelim saçında zulüf. Başka bir dinamik, bir güzellik türiı. Gerekircilik dısı olmasa bile, daha çapraşık dirimsel sezgiler altında yaratılan biçim örgüleri. Topkapı'da Harem Daıresi'nin orta yerinde, boydan boya kıvnm kıvnm dallı çiçekli gök mavisine çalan duvar seramiği örneğin, bahardan daha bahar. Doğa diyalektiğine banmış bir istif şaheseri AriTe göre. Batıyı unutmak söz konusu değildi: Sandro Boticelli'nin "Venüs'ün Doguşu" ile eş tutuyordu Harem Dairesi'nin "Bahar"ını. Saatler, günler, aylar, yıllarca kafasını kurcalayan bu sorunlan Arif, kaç kişiyle konuşabilir, tartışabilir, paylaşabilirdı. Arifi tanımayanlar hadi neyse, tanıyanlann çoğu, hatta onu gerçekten seven dostları bile AriTi, iri, şirin ve saşııtıcı bir yaratık olarak görüyovlardı, ashnda adamı hiç anlamadan. ölüm döşeğinde Yunan Şairesı'nin portresi kadar dramatik resim, topu topu bir XVI. yüzyıl Iran minyatüründe gördüm: Kocaman beyaz yastık üstünde can çekişen adamın ba51, bakışı. Bir de Metin And'ın yayımladığı minyatür kitabında; kaburgalan çıkmış bir deri bir kemik, kargalann didikledigi dehşet verici yılkı atı resmi, XVI. yüzyıl, Osmanlı. Arifin portreleri çok uzun sürmeyecekti. Dıştan içe kayacak, "gaip"ten misafırleri olacaktı, kâgıt üstunde. Zulüf kaynağından gelen biçimler, kopuş resimleri. Istinyeli hattat Nuri Hoca'dan miras kalma kuştüyünün marifetleriydi bunlar. Arif "tüy"ün isteklerini, kıvnmlanm yerine getiriyordu, uysalca. Elinin altında kimi gün, gerçekle düş arası yüzler belirmısti. Aslan Adam, aslan kafalı adam ömeğin, ne yaman, ne eşsiz bir resim! Kimi gün çok eskiden yaşamış kişiler çıkıyordu ortaya, kutsal ve görkemli, hani Adana Müzesi'nde bulunan dağ kristali tanrı he>keline (İ.Ö.XIVXIII. yüzyıl) benzer... Arifin neolitiğe kadar uzandığı olurdu, mağaralarda resim çizerdi sanki. O Kafası Yank Adam'a bakın hele. Kafasma takoz yemis adamm duygusuna yabancı mısınız? Peki, Kafası Bölumlu, Çekmeceli Adam'a ne buyurulur? Hepimizin kafasını andırmıyor mu biraz? Mikelanj'ın Zapata adında bırine yazdığı rnektupta dediği gibi: "Ne a man buyıik bir ressarn ki öylesi »zyapay ve sahie gorünen bir iş yapnuşsa, bn sahteük gerçektir bir yerde daha büyük bir gerçek, yalan olur." Dış dünyaya daha az bakar olmuştu Arif ve böylece, Shakespeare'in Sonnet'ini tekrarlayabilirdi: "Gözüm kapaiıyken en açık göriir." Gız yüklü yüzler beliriyordu, görülmedik yüzlü, gözlü, burunlu, ağub, elü, ayaklı. Bir de hayvaninsan çeşitleri kanşmıştı araya, acayipler, alelacayipler, minelgaraipler, rahatsız ytlzler. "Şeklin insan sekUdir çektigin âzap nedir Snal olunursa cevabın vere Agi2 nedir, dudak nedir, dU nedir?" (Muhyeddin Abdal) Arifin resimlerini pek küçük mü buldunuz? "TntruraiuT diyeceksiniz evet bugünlerde tutturdum Muhyeddin Abdal konussun: "Katrede deryâ ummanı buldnm" Arifin genellikleresimlerirenksiz. Bunda birçok neden var. En önemlisi Arifin renlderi "orosna" sayması. Ona bakarsanız Mevlâna bile renklerden kuşkularuyor, renksizliği savunuyordu: "Renksizlik âlemine ulaşırsan Musa ile Firavun'un kanştıgı âleme erişirsin." Bu bir güçsüzlük sorunu değildi, emin olun. 193O"larda bir kez, anımsıyorum. Arif, Sedat Nuri'nin kışkırtması ile çok renkli soyut bir resim yapmıştı, yağlıboya. Bunca usta bir işti ki bu, yitik resim ortaya çıksa bugün, müzderde yer alır hemen, kuşkusuz. Yitme, yitıkhk ürkütmüyordu Arifi. Belki bu yüzden kahve telvesi ile resimler yapıyordu, nasıl olsa silinecek olan. Ya da buruşturup atıyordu kimi harika resmi: "Asa zivandan geçdüm dükkflnını ymğma olsun" (Yunus Emre) Değersiz saydığından mı resimlerini? Hiç de değil. Satmak, hayır; buna karşıük resmini gerçekten seven ya da anlayan kimselere hediye ctmeyi çok severdi. Sanau satıhr "meta" kabul etmiyordu. önemli olan yaşamak, yaratmak, yapmak, ölüme meydan okumaktı ne olursa olsun, sonrasına gelince... Resımlerini imzalamaktan bile hoslanmıyordu. Paranın saltanat sürdüğü bir dünyadan tiksiniyordu düpedüz. Bunda, Anadolu msanınm yüzyülar boyunca taşıdığı duygu Ue tam uygunluk içindeydi. Nerden mı çıkanyonım böyle bir yargıyı? Bunu anlarnak için Yunus'tan Useyle Baa'ya kadar, yiızlerce değil, binlerce dizeyi ortaya çıkarmak kolay. "Varlıkla yok olanlar"ın okumalan, bellemeleri için. "Alün BuzağT şiirini boşuna yazmamıştı Arif: "Çalkalanan altın okyanusunda, bir tezek kıtas insanhgı yntuyor"... Bir de kadınlar önemliydi Arifin hayatında ve resimlerinde. Hele hele "Afet" güzelliğinde "G" hanımın yüzu; Arifin en büyük aşkı, hurufi gözleri ve ağzı: "Bir Hif tir ol başın tki züluf kirpigin kaşın" (Muhyeddın Abdal) Göreceksiniz "Lavrens'k Sıntkan ÖKm'' resmini. Bu siyah beyaz. 1924 yıllannda Paris'te unlü " ^ l o n Des Hamoristes"te sergilenmişti. Aynı sergide ağabey Ali Dino faşist Mussolini'ye karşı sert bir karikatur asmıştı. Bir gazetenin üstünde birkaç çizgi ile ölümün sözcüsü haline getirdigi Goebbels'in resmi az mı güçlü? Daumıer'nin, Picasso'nun, Nazım'ın bunca sevdiği Don Kişot, Arifi de yakından ügilendiriyordu. Cervantes'in kitabım ömrü boyunca başucundan ayırmamıştı. Delikanh Yasar Kemal'e yüz kere okutmuştu bu kitabı Adana'da. "lnce Mehmet" daha ortalıkta yoktu, Yaşar şiir yazıyordu, düzyazıya geçmemişti daha. Arifin "Hazin Yüılü Şövalye"si yabana atüır bir yorum getirmiyor bence. Ahmet Dino'nun portresinde bir Fayyom tadı var. Portreler antolojisi yapacak olsam, bu portreyi kordum en büyük örneklerin yanıbaşına. Anasının yüzüne benzer kadın resmine gelince, anlatılması güç duygularla, hasretlerle yüklü hayret verici bir resim, siyah beyazın büyük bir ustası tarafından yapılmış... ölüm kalım resimleridir bütün bunlar. Bence Arif Dino'nun çizgisi Türk sanatımn eksik kalmış bir halkası. Artık bugün yerini bulsun denm. Bu sözümü duysa, biraz alayh gulümseyerek gözlüklerini burnundan kaldınp alnına yerleştirir, günün beşinci paketinden bır cigara yakıp dumanını üflerdi burnuma sarmal zulüf biçiminde. Almanya'da 'Kürt sorunu' KOMKAR ve UDK ile işbırlıği konusundaki tavrını açıklığa kavuşturmasını istedi. • Alman Kızılhaç yetkilileri, Döweling başkanlığında 1985 kasım ayında Köln'de KOMKAR merkezinde yapılan bir toplantıda, "isbirtigi olamüüannı" araştırdılar. Doweling, bu toplantıdan sonra enstıtuye şu önende bulundu: "Kurt Enstitıisu yayınlannda KOMKAR orgüt olarak yer almasa bile, KOMKAR yoneticileri imzalanyla katkıda bulunmalıdırlar. Başlangıç aşaması için böyle bir yayın işbirtiği zorunlu görulüyor." Enstitü bu öneriyi de reddetti. • Enstitü, Kızühaç ile ilışkilerinde "TürkKiirt" veya Kürtler arası bir ayrışmaya yol açacak politika izlemek istemediğıni vurguladı. "İnsani degerierin, politik amaçlardan daha jüce otdugunu" savunan enstitü, bu nedenle hiçbir Türk veya Kün politik örgutü il işbırliğıne yanaşmak istemediğini yineledi. (Baştarafı 1. Sayfada) Bonn Kurt En>tuusu"nü 1984 yıhnan ıtibaren malı vonden desteklemeyt başlayan Alman Kızılhaçı'nın bu polıtika değişikliğınde ne gibi gelişmeler rol oynadı? Turk ve Kürt çevrelerinden edinilen bilgıye göre, olayların perde arkası şöyle yaşandı: • 12 Haziran 1984 gunu Türkiye^ nın Federal Almanya Büyukelçısi Oklay Işcen, Alman Kızılhaçı'nı zıyaret ederek kurum başkaru Prens Botho Zu SaynWittengsteinHobenstein ile göruştü. tşcen, prensten. kurumun Kürt Enstitüsü'ne mali yardım yapmamasını istedi, ancak bu isteğıne olumlu yanıt alamadı. • 1985 yılı yaz aylannda KOMKAR ve UDK (Union Demokratısches KurdistanDemokratik Kurdistan Birliği) Alman Kızılhaçı ve Kün Enstitüsü'ne işbirliği önerdiler. Enstitü bu öneriyi kabul etmedi. • Alman Kızılhaçı Genel Sekreterliği yetkilisi Döweling, enstitunün Meyduatımız 4 trilyonu •r İş Bankası'nda açılan vadeli, vadesiz hesaplar, ticari hesaplar, mevduat sertifıkaları, döviz tevdiat hesapları, kumbaralarda biriken küçük tasarruflar hızla ge| lişmeye devam ediyor... 1987'de Toplam ! Mevduatımız, 4 trilyon lirayı... Döviz Tevdiat Hesaplanmız ise 1 trilyon lirayı aştı! UĞUR MUMCU (Baştarafı 1. Sayfada) "Sizi işletöm" der: Erken seçim olacak... Oevletin "gazeteci işletmesi"n\ engelleyici bir yasal önlem de yok. Ne yapacaksınız? Gücünüz yeterse, siz de başbakanı işleteceksiniz... Bu kadar basit! Son "yalan haber" konusu ortaya atılınca, "gazetecilerin yalan haberieri" ve "devlet yalanlan" diye yeni bir düzenleme yapsak diyorum... Nedir "devlet yalanı?" örneğin, enflasyon yüzde ellinin üzerinde yol alırken, "Hayır, snflasyon yüzde otuz beş" demektir. Başka? İşkence yapılırken, "işkence yoktur" demektir... Peki öyleyse ne yapalım? Yapılacak iş şudur: Yalanı, "devlet yalanı" ve "öze/ yalan" olmak üzere ikiye ayıralım. Sonra devlet adına söylenen yalanlara ceza verilemeyeceğini açıklayalım. Basın Yasası'na da madde koyalım: Va/an haber yasaktır. Yalan haber yayanlar 100 mityondan 500 milyona kadar ağır para cezasına çarptınlırlar. Yeılan haber yayma suçu nedeniyle ağır para cezasına çarpbnlanlardan almacak paralar, şirket kurtarma operasyonlannda kullanılır... "Peki" diyeceksiniz: Vb yalan beyanla hayali ihracat yapanlar? Bu suçtar "akçeti suçiar"dır. Bu suçlar, basın suçu kadar tehlikeli olmadıklarından yalan beyanla devleti dolandıranlara verilecek para cezası, basın suçları yanında, "devede kulak" sayılır. "Deveyi hamuduyla yutan" bu "devlet dotandmcılan"na verilecek ceza da elbette "devede kulak" ölçüsünde olacaktır. Söz gelişi, "devletin şahsiyetine karşı işlenen suç" kapsamındaki ünlü maddelerden biri nedeniyte bir "basın davas/"nda yargılanıyorsunuz... Yandınız demektir... Yurtdışına çıkamazsın. Devfeti dolandırdın, kaçakçılık yapttn, ne bileyim ben efendim, "altın kaçakçılığı" nedeniyle yargılanan "Birbanka genel rnudürü ve ANAP kurucusu" otdun. Pasaport Yasası "ANAP kurucusu, altın kaçakçılığı sanh ğı banka genel muduru"nün yurtdışına çıkmasını engelliyor mu? Değiştirirsiniz yasayı... Eğer, Pasaport Yasası'nın 22. maddesi "altın kaçakçılığı suçundan yargılanan ANAP kurucusu bir banka genel müdurü"nün yurtdışına çıkmasını engelliyor mu? O zaman, bu genel müdürün yurtdışına çıkışını sağiamak için maddedeki yasaklara "istisna" getirici bir değişiklik yaparsınız, olur biter. 7567 sayılı Turk Parasının Kıymetini Koruma hakkındaki 1615 sayılı Gümrük ve 1918 sayılı Kaçakçılığm Men ve 7akibi Hakhndaki kanunlara muhalefetton dolayı haklannda kamu davası açılmış olanlar bu bendın dtsındadır... "Altın kaçakçılığı suçundan yargılanan ANAP kurucusu banka genel mudurü"nür\ davası sürerken bu "ptayboy" görünüşlü degerli bankacının yurtdışına çıkmasını sağlayan 7.11.1984 tarihli yasa değişikliğini yaparsınız. Sonra da kamuoyunun gözünün içine baka baka "Biz kaçakçılann çtkariannı engelledik de o yuzden bize çatryorlar" da diyebilirsiniz. Hiç devlet yalan söyler mi? Niçin söylesin? Söylemez. DÜZELTME: Oünkü yazımda Tevfik Fikret'in şiirindeki "durmaksızın" anlamındaki "peyapey" sözcüğü, bir teknik yanlış sonucu "peyderpey" olarak çıkmıştır. Düzeltir, özür dilerim. GOZLEM Sayın Halkımızın, bankamıza gösterdiği güvene ve yakın ilgiye teşekkürlerimizi sunarız. • ! TÜRKİYE $ BAIMKASI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle