19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1987 KÜLTÜRYASAM CUMHURİYET/5 / Ht •y ULU "raNP'M' 8EN. iAf&CAK \ | SÎNEMA ATILLA DORSAY HAYV ANLAR ÖHL4İL GÜLGEÇ ÜAŞ?*A J Yönetmenler de yanılabîlîr Su da Yanar / Yönetmen: Ali özgentürk / Senaryo: Işıl Özgentürk / Görüntü: Ertunç Şenkay / Müzik: Sarper Özsan / Oyuncular: Tarık Akan, Şahika Tekand, Nathalie Duverne, Suna Selen, Meral Çetinkaya, Ayberk Çölok, Turgut Savaş, Gökhan Mete, Fahriye Pınarcı / Asya Film yapıtnı / Moda, Sinepop, Kent, Şafak, Kristal, Sinema 74. AK Özgentürk, "şair üzerine" bir film (ya da "şairin filmi"ni) yapmayı kuruyor. Japonlardan gelen "dolartar"la ("yenkr" değil mi acaba gelen?) yapmayı tasarladığı bu film gecikince, bu gecikmenin öyküsünu anlaimayı düşünmüş. Böylece "ygraüş sureci" ve bunun güçlükleri, sorunlan, getirdiği türlü çeşitli sorunsallar üzerine bir film çıkmış ortaya... Dünya sinemasında da sık sık görüldüğü gjbi, bir yönetmenin kendi, kişisel durumundan kaynaklanan, tümuyle değilse de çoğuyla ozyaşamsal, sanatın özü ve gizi üzerine, yaratmanın sorunsallan üzerine, parçalardan oluşan bir "puzzle • film", bir "yapboz" oyunu sanki. Ancak Işıl. Özgentürk'ün senaryosu Ali Özgentürk'ün fümi, daha neler neler anlatmaya sıvanmıyor ki? Yönetmenin deyişiyle, "Yalnızca birTürk yönetmeninin bireysel hesaplaşması değil, aynı zamanda bir kuşağın toplumsa) hesaplaşması" da olması istenen filmde, neler neler yok ki!.. Kırsal kesim kent kültürleri, Doğu Batı külturleri çatısması; demokratikleşme yolunda çekilen sancüar; 27 Mayıs öncesi Beyazıt meydanında akan kandan bir diğer mayısta, 1968'in mayısında Paris'ten Istanbul'a yaşanana, yakın geçmişin çeşitli olayları; baskı, kıyım, işkence, hapis; toplatılan şiir, yakılan film, yasaklanan düşünce... Ve tüm bunlan vermek için, yalnızca sanki bir Resnais sinemasının belleği izleyen zaman dizimden bağımsız tutumu veya bir Fellini sinemasının ozyaşamsal nostalji tutkusu değil, aynı zamanda Bunuel'den, Pasoliniden çıkıp bir Ali Özgentürk filmine konmuş duygusu veren çeşitli simgesel, gerçekustü, "akgorik" sahneler: Ellerinde Ali Özgentürk'ün yenifilmi "Su da Yanar" gösterimde )) «SK3 . ™** ı r ^ ^ /^^ KtM KÎME ÖÜM DUMA BEHÎÇ AK SİMGESEL SAHNELER AU Özgentürk'ün "Su da Yanar" adh flbninde yer alan simgesel sahnelerden biri de eOeıinde ffi oguOannm resbnleriyk dağ baslarmaan yürüyen köylü kadınlanru içeriyor. ölü oğullarının resmiyle dağbaşlannda yurüyen köylü kadınlan, şafağa karşı yakılan meşaleler, tarlalarda yakılan filmleri (filmini?) kurtarmaya çabalayan yönetmen... vb. nasıl açıklamalı? Turk sineması, elbette ömür boyu geri kalmışhk öyküleri anlatmayacak. Çağdaş sanayi toplumunun duşünen insanlarının, aydınlannın çok daha bireysel arayışlar, özlemler peşinde koşan öykülerine benzer öykuler, elbette bizde de gundeme (ve perdeye) gelecek... Ama "Su da Yanar" gibi, hemen hiçbir sahnesi gerçeklik, içtenlik duygusu vermeyen, hemen her sahnesinde "etkili olmak", seyirciyi "tavlamak", siyasal ozden estetik kaygıya, her şeyiyle seyirciye bir "tuzak kurmak" duygusu ileten bir fılmle değil. Turk sineması, belki de şimdiye dek gördüğü ilgiyi, oldukça "naif" konulan yine naif bir anlatımla vermesiyle kazandı. Bu tür konulardan kurtulmayı istemek, elbette ki Türk sinemasının hakkı. Ama daha karmaşık, yoğun konulara benzer bir naif tutumla yaklaşmak, ancak fiyasko doğuruyor. Siz, 5 dakikada bir "Bu filmi >apamayacağım, yaptırmayacaklar. bırakmayacaklar, bırakmayacaklar ' diye konuşan bir yönetmen ve her rastladığı kişinin ona, "Bu filmi yapmalısın, yapacaksın, hepimiz bekliyoruz" demesini düşunebiliyor musunuz? Ali Özgentürk ya sinemayı ya kendini (veya ikisini birden) fazla ciddiye alıyor gibi geldi bize!.. "Su da Yanar"da kimi usta işi sahneler yok değil. Özgentürk'ün has bir sinemacı olduğunu duyuran... Ama film sonuç olarak tümüyle yapay, tümüyie sentetik duruyor. Tank Akan'ın inanmadığı, anlamadığı bir roldeki çabası göz yaşartıcı... Nathalie, bilmem ne adh Fransız kızı sanki bir müsamerede oynuyor!... Bu badireden filmin tek yaşayan, inandırıcı kişisi olarak " e ş " rolündeki Şahika Tekand kendini kurtarıyor. "Şaire adanmış bir film üzerine bir film" düşüncesinin içerdiği incelik ise, yönetmenin bir sahnede Fransız sevgilisine şairin adını heceletmesi sahnesinde adamakıh kabalaşıyor... Evet, "şair"in (Nâzım'ın) adını ilk kez bir Türk filminde duyanlar, kimi sahnelerin içerdiği ilerici özü, yürekli bulanlar (ki öyle), " k a n koca Fransız sevgili" uçgeninin ilişkilerini ilginç bulacak "feministler" vb. seyirci kategorileri, filme belli bir seyirci başarısı bile sağlayabilir... Ama birilerinin çıkıp, "kralın çıplak olduğunu" söylemesi de kaçınılmaz... Bu filmin sonuç olarak en buyuk kusuru, en kuçuk bir denetimden bile geçirilmemiş duyarlılığı... Akhn denetiminden geçmeyen ham duyarlığın sanatta olsa olsa geri teptiğine kendi adıma içtenlikle inanıyorum... Bu arada, filmin belki en olumlu yanı olan ve özellikle gece sahnelerinde şimdiye dek hiçbir Türk fılminde görmediğimiz bir görüntü kalitesi sağlayan Ertunç Şenkay'ın çabası ise, en azından benim izlediğim Kent sinemasında (seyirciden bir de 2 bin lira istemesini bilen bu sinemada) rezalet bir projeksiyon nedeniyle güme gidiyor. Yazık!.. "Auteur" tutkusu mu? Bu anlatılması zor (aynca bir filmi aniatmak da gerekli sayılmayabilir) filmin, bunca ilginç, önemli, toplumumuz için yaşamsal şeyi anlatmayı denemesine karşın, insanı 2 saat boyunca adeta buz gibi soğutan, mıh gibi yerine çakan, kımüdamaya korkutan, bitince de sanki ayaklarının ucuna"basarcasma salondan çıkıp gitme duygusu veren bir filme dönüşmesine ne demeli? Sinemanın, giderek sanatın gizlerinden biri de bu olsa gerek!.. Yoksa bizim yönetmenlerimizin yazgısı mı bu? Yıllar yılı en zor, olumsuz koşullardaki çabalarına alkış tuttuğumuz, o ilkel koşullarda kotardıkları belki çok daha sade, yalın, alçakgonüllu, ama çok daha içten (en azından bizim öyle bulduğumuz) çabalannı destekledigimiz yönetmenlerimizin, Zeki Ökten'in veya Ali Özgentürk'ün, elbette haklı olarak daha yükseklere erişmek, daha önemli, daha kişisel bir sinema yapmak, " a u t e u r " statülerini adeta kanıtlamak istediklerinde başarıya erişememelerini HIZLI GAZETEÖ NECDET ŞEN ARAMA\AGıMA KAR&(l OE &£MitJİH MSKANİK AK' /^&U İ$İhl C TCAIAICTÎIA/ PEŞi NPE (0 PAMA 0/JLM BİK İŞ ...IVI OE «JRA ZAMM41A PA O SMPIK UİKAİES'lN't 0İ SANMK 0LOJ6UNA N ARTıK 3 TOZ OlMUŞTy JŞTe 0\t£ PE Â i PA&A SQQİ YeRıfVı SÖKTİİK, UVROAOLARA KİU7VLA SATftK.. L (C0f/y 4R4mwA ps^^KAuıCAK ışi YAPf//W. . PAK, 30/ pe: t/ZtW v v* / ÇtZGİlİK KÂMtL MASARAC1 Amerikalı AĞAÇ YAŞKEN EĞÎLİR KEMAL NEREDEStNtZ? "Kazablanka" dizisi, ashnın o kadar kötü bir kopyası ki, TRT'den istenebilecek tek bir şey var. O da Mlcnael Curtiztn yönettiği, basrolierini (soldan sağaj Humphrey Bogart, Claude Rains, PUul Henreid ve IngridBergman'ınpaylaştığı gerçek "Kazablanka"yı ilkfirsatta seyirciyeyeniden sunmasL 'O Amerika krallığmda kokuşmuş bir şeyler var' Rick rolünde, Humphrey Bogart'ın uşağı bile olamayacak kişiliksiz bir oyuncu, "Kazablanka" dizisinin her bölümünde birbirinden çirkin birtakım kadınlarla değişik serüvenler yaşıyor. Neredesiniz Bogart, Ingrid Bergman, Paul Henreid, Claude Rains? Nerede o benzersiz aşk öyküsü? "Kazablanka" dizisini izliyor musunuz? Ben ilk bir iki bölümden sonra bıraktım. Ama yeni bölümlerin özetlerini gazetelerden okuyorum. Ve ekranda neler olup bittiğini kestirebiliyorum. Ünlü filmin bir tür yeni çevrimi olarak ortaya çıkan bu dizi, sinemanın ölmez klasikleri arasına çoktan karışmış olan nerdeyse yarım yüzyılhk "Kazablanka"nın ana kişilerini kullanan, ama her bolümde, "yeni bir macera" sunan bir garip çorbaya dönmüş... Rick rolünde Humphrey Bogart'ın uşağı bile olamayacak kişiliksiz bir oyuncu, her bölümde birbirinden çirkin birtakım kadınlarla değişik serüvenler yaşıyor. Neredesiniz Bogart, Ingrid Bergman, Paul Henreid, Claude Rains? Nerede o benzersiz aşk öykusü, o bir elektrik gibi seyirciye geçen duygusallık, o "isteğin ve görevin çarpıştığı", en yoğun aşklann insancıl duygulara, tutkuların "vazife"ye, bağlılıkların vatanseverliğe feda edildiği görkemli melodram sahneleri? O beğenmediğimiz Hollyvvood meğer ne denli ustaymış!.. Umberto Eco'nun dediği gibi; tek değil, birçok sinemasal mitosu bir araya getirip kullanarak, adeta bir buyu yaratmasını nasıl biliyormuş? "Zenaaf'ın, işbilirliğin bunca düzeylisinin sanata dönuşmesinin öyküsü değil mi, klasik Hollywood'un başansının gizi? Çağdaş TV diziciliğinde ise, sanat olmadığı gibi.'zenaat da yok. Sadece bezirgânhk ve fırsatçıhk var!.. Ve Hollyvvood, kendi yarattığı değerleri, mitoslaşmış yapıtlan nasıl boyle acunasızcasına tahrip ediyor!.. 20. yüzyıhn en güzel külturel ürünlerinden kimilerini, örneğin sinemayı ve cazı yaratmış olan Amerikan toplumu, nasıl oluyor da aynı şeyleri boylesine zedeleyebiliyor? En güzel, en klasikleşfhiş fılmlerin TV'de gosterildiklerinde reklamlarla kırk parçaya bölünmesi orada... Eski siyah beyaz klasiklerin alacalı renklere boyanması orada... Ve en klasik filmlerin ucuz TV dizilerine dönüştürülmesi yine orada... Hamlet'in diyebileceği gibi; " O Amerika krallığmda kokuşmuş bir şeyler var ve kokusu insanın burun direğini kınyor..." Bu durumda TRT'den istenebilecek bir şey var. Zaten normal olarak da yapması gereken bir şey... Klasik filmleri zaman zaman yeniden ekrana getirmesi, bu arada gerçek "Kazablanka" filmini de ilk fırsatta yeniden seyirciye sunması... TV'de gösterilen "Kazablanka" dizisini izliyor musunuz? VVASHINGTON (AP) Amerikalı yönetmen ve koregraf Bob Fosse, 23 eylul çarşamba gunu geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldu. Fosse 60 yaşındaydı. Sahnelediği oyunlar ve muzikallerde, yonettiği filmlerde Amerikan şov dünyasının perde arkasını büyük bir başarıyla anlatan Bob Fosse, çarşamba sabahı NVashington'daki Ulusal Tiyatro'da sahnelediği "Sweet Charitj" muzikalinin son provasını yaptırmıştı. Oğleden sonra eski karısı Gwen Nerdon'la oteline donen Fosse orada şiddetli bir kalp krizi geçirdi. Hemen George Washington Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırılan unlu yönetmen butun çabalara karşın kurtanîamadı. Böylece "Svveet Charit>" müzikali akşam perdelerını, kuliste yönetmen Bob Fosse olmadan açtı. Sanaiçılara, Fosse'un olum haberi gostennin tamamlanmasından sonra \eriidi. Ancak muzikalde rol alan sanatçılar yine de gala gecesi partisıne katıldılar ve Fosse'un şerefine kadeh kaldırdılar. Aynı zamanda, 1980 yılında Cannes Film Şenliği'nde buyuk ödül olan Altın Palmiye'ye değer görulen "Ali That Jazz" adh filmin de yonetmeni olan Bob Fosse, başrolunde Ro> Scheider'in oynadığı bu fılminde, kalbinden rahatsız olmasına karşın sahnelediği oyunun çalışmalarını sürdüren bir vönetmenin oykusunu anlatmıştı. Bob Fosse'un nasıl öldüğünu oğrenen hayranları, "Ali That Jazz'dakı yönetmenin ölumuyle Fosse'un olumu arasında şaşırtıcı biı benzerlik olduğunda birleştiler. Uzun bir sure Broadvvay muzikallerinin temel dıreği ve son dönemin en tanınmış koregraflarından biri olan Bob Fosse, sahnelediği "Cabaret", "Sweet Charit>" ve "Damn Yankees" gibi müzıkallerle Boadway'e damgasını vurmuştu. yönetmen Bob Fosse öldü TARİHTE BUGUN MVMTAZ AKOLAN 25 Eylül FAULKNERUSTA.. 189?'DE &UGÜN,UNLÜ AMERIKAU ROMAN VE ÖYKÜ YA2ARI U/tLLlAM FAUUCHEg'| ÖNCELE/il, SOYAOI FALKNEK'KEN, *U" HAISFIHİ f<£AIPiSl efOJYEC&tcTTR. YlttMİNCt YÜzrrUM EN ÖN&E 6SLEN E0E8İyATÇ(LAIZ(NDAfJ BİR.İ OLAN FAUU9JER: AYAKLARl ÜS7VNÛE DUSANA DeĞİN, ALDOUS HOKLEY '/' fiE/VDfA/e USm SEÇMlÇTİ NOBSL ÖPÜLÛ (4943) KAZANA4APAA/ ÖNCE, GEÇlNAAEİC İÇiN ıtCİNCI B'8. İÇ >#PMAK ZDI5ÜMDA KALM/ÇTt. GÜNEY etlLETLE&NOEN MlSSlSS'PPt 'OE YAŞAMIŞ OLAN FAUUCtJER., fZOMAN VE ÖYKÜLJERJNOE DE AYfJI YÖ/SEYt KULLANMIÇ, DU?SEL."YOKNAPATAV/PHA" KASASASl VE ıNSANLARttil ANLA7MIÇT1. AMCAK 8U TUTUMU, EVIS.ENSEL Fau/kner 50 YIL ÖNCE Mussolini ile Hitler Almanyada buluşttılar Roma 24 (Hususi) Ilalyan Başvekilini karşılamak üzere Munih'e gıtmiş olan Ciornale d'ltalia gazetesinin başmuharrıri M. Gayda gazetesine çekıiğı teigrafta şunlan bildtrıyor: "Almanyadakı nasyonal sosyalist ve İialyadaki faşist rejimlerine karşı herhangi bir taarruz yapıldığı takdirde Alman ve İtalyan orduları otomatik bir şekilde birleşeceklerdir. Ilalyan ve Alman devlet reısleri Berlinde herhangi yeni bir anlaşma yapmayacaklar. 25 Eylül 1937 sadece ıkı ordunun otomatik surette birleşık hareket edeceklerine daır bir proıokol imzalayacaklardtr. M. Mussolinın Berlini ziyareti munasebetile resmi tebliğ neşredılmiyecek, sadece ziyaretin son gunü iki devlet reisi tarafından birer nutuk ırad edılecektir." 19İ719S7 S A Ç BAKIMI En blrtncl şarbdır. PETROL NiZAM NAZİLLİ SULH HUKUK MAHKEMESt'NDEN Esas: 1986/461 Davacı tbrahim Altın vekili tarafından davalılar Zehra Yurtsoy ve Feriha Erzeren aleyhine açılan izalei şuyu davasının yapılan açık duruşması sırasında: Davalı Feriha Erzeren'in açık adresi tespit edilemediğinden davah adına tebligat yerine kaim olmak Uzere ilanen tebligat yapılmasına karar verilmıştir. Dava basit usule tabi olup H.U.M.K.'nun 509 ve 510. maddelerı gcreğince duruşma günü olan 16.11.1987 günü saat 9'da mahkememizde hazır bulunmanız, delillerinızi ibraz etmeniz, aksi takdirde davanın yokluğunuzda yurıitülup karar verilecegi tebliğ olunur. 8.9.1987. Basm: 28842 İSLAMIN AYNASINDA TÜRKİYE îslamı bu kitaptan öğren ve Türkiye'mizin haline bak. s. KDV, PTT datail 1600 TL.) Atatürk Bulvarı 23/16 K.DereANKARA CEMALETTİN ŞENOCAK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle