24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/8 slahevlerinde tavşanlar her sabah gün doğarken bir araya getiriliyor, "Ben Aaalıyım" diye bağırmaya zorlanıyor, Ben tavşanım" diyenlere dört sopa vuruluyordu. Sonra "yabani tavşanları uygarlaştıracak yöntemlere" geçiliyordu. "Ben los'um" diyenlerin ayağına elektrik taşıyan iğneler dokunduruluyordu. I 11 AĞUSTOS 1987 Adaya demokrasi nasıl geldi? KUDETA2 MUSTAFA EKMEKÇİ ANKARA NOTLAItt Kumsalda... 12 Mart'lardan sonraydı; Behice Hanımlar, Sadun Beyler içeride, Fatma Hikmet işmen, guneyde, belki Silifke'de denize girıyor. Fatma Hanım denizde kulaç atarken, ıçerideki arkadaşları için de atıyor kulaçlan .. Bu, Behice Hamm için, bu Sadun Bey için! Fatma Hanım'ın kulaçlannı bir "Ankara Notlan"n<ia yazmıştım, Suleyman Bey'i gordüm Meclis kulisinde, takıldı: Kulaçlar atılıyor bakıyorum! dedi. "Sen nasri yazarsm böyte?" mi demek ıstemıştı. Belek'te Turban dinlenme yerinde kulaç atarken anımsadım 12 Martlarda yazdıklanmı... Su, Behice Hamm için, bu Demir Özlü için, bu Server TanHH için! Kulaç atarak şamandıraya varıyorum. 8u, içerfdeWtef için, bu dışandatoter için, bu banştan, özgürlükten yana olanlar için... O denli çok kulaç atmam gerekiyor ki, yoruluyorum: 8u Ahmef ikizsk için, bu Doğan Özgüden için, bu Ataol için, bu Melike Demirağ için... Orhan Apaydın'ın eşi Gürsel Hanım getiyor usuma; Orhan Apaydın'ın ölümunden sonra sayrılandı Yurtdışına gitti, ameliyatlar otdu, dondü. Baskı dönemleri, kimi kişıleri erken öldürmekle kalmıyor, geride kalanları da ya sayrı, ya sakat bırakıyor. Dinlendiğim Turban Belek, daha önce de yazmıştım, Turizm Bartkası'nın ışlettiği yerlerden biri. Daha oncelen Akdeniz sıcağından torkardım, hiç de öyle değilmiş. Buralara temmuzda, ağustosta da gelinebilir Denizin serinlıği, azılı sıcakları unutturuyor kişıye. Saat 12.0016.00 arasında gırmiyorum denize. Bir gölgeye çekilip ya okuyor, ya uyuyorum. Ter atınca göbeğım de eriyor mu ne? Sabahın erken saatmde Muzaffer AdtguzeT\e kumsalda çıpiaK ayakla yürüyoruz; taa Ali Hoca'nın çardağına dek. Balıkçı motortan yeni o ^ mıştır, geceden grtmişter, ya ottaian, ya ağları atmışlardı. En güzel balığı buranın "gmda" dediklerı lagos, sonra mercan... Ali Hoca çoktan kalkmıştır Çay mı içersiniz, karpuz mu keseyım? Ikisini de istemeyiz, bir soğuk su verirsen yeter, Ali Hoca. Vfe da erik varsa otabilir. Var, var... Eşı Hatice Hamm, bir tabağa erik (erikler bahçeden), asmadan üzüm getihyor. On dakika mola veriyoruz burada... Seriklilerin, Beleklilerin çardakları var burada. Derme çatma ya; Sehk'in yaytası dedim ya, serinlıyorlar Senkliler bu çardaklarda ıste. Turban'ın dinlenme yerlerıyle Seriklilerin çardakları arasında orman işletmesinin sayıları az da olsa, çardakları var. Boylu boyunca uzanıp giden kıyıda, on beş bin kişinin barındığı çardaklar. Tuvaletleri öyle sağlıklı filan değil Bir huniyle kumsala sarkıtılıvermiş. Çevreye sidik kokusu yayılıyor. Su Turban'dan, ağaç ormandan, balık deryadan deyip, konduruvermişler çardaklan Hazine'nin kumsallanna. Biri: Buralan yıkartar, ama önumüzde seçim var, şimdüenie yıkmazlarf diyor Gelecek yıllarda ne olur bilinmez... Denizkaplumbağalan varmış bu yörede; birkaç yıl önce kaplumbağalar kumsala çıkar, yumurtalannı bırakır dönerlermiş denize Köyceğiz Dalyan'da olduğu gibi. Insan ayağı deyıp de, buralara yapılar kondurulmaya başlayınca, denizkaplumbağalan da çekip gitmişler, nereye gittıklerini pek bilen yok! Kıyılar, boydan boya parsellenmiş. Adım atılacak yer kalmamış, kimi de bunu turizmle özdeşleştiriyor. Halkın, dar gelirlinin dinlenemediği yerin turizmle, neyte ne ilgisi olabilir? yakında buralarda da dinlenilemez! diyor bırı. DISK Geneliş'in Burhaniye • ören'de isçıler için bir dinlenme yeri vardı. 12 Eylul'den sonra buraya el konularak Turizm Bankası'na verildı. Burada işçiler dırenebilirler mı hiç? DİSK'ın dinlenme yeri, lüks dinlenme yerleri arasına gırdı. Kaymak tabaka dinlenıyor orada şimdi. 12 Eylul'den hemen sonraydı, Mamak'tan aramışlardı. Arayan adli muşavir yardımcısı mıydı neydi? Mustafa Bey diyordu, siz çok tatlı yazıyorsunuz. Size bekjeler. matzemeler versak, yazılannızda kullanır mısınız? Ne gibi? Bu DİSK'in ören'deki dinlenme yerinde Abdullah Baştürk'ün uze/ odası vaımış, gelın yatağında yatarmış Bunlann renkli resımleri var. O tatlı üşlubunuzla ne güzel yazarsmız, ister misiniz? istemem! yanıtını verdim, yazmam! Neden? Bir kez ben, elı bağlı kişiler için yazı yazmam. Hem biz), basını boyle seyler için kullanmayın lütfen. Turizm Bankası'na vermişsiniz, tamam ışte Daha sonra Milliyet'te Orhan Duruyu, Hürriyet'te Ortay Ekşiy aramış Onlar da benzeri yanıtlar vermişler Basın, 12 Eytül'de güzel sınav verdı kanımca. Çoğunluğuyla güzel sınav verdi. Bilıyordum Ören'deki DİSK dinlenme yerinin iç yüzünu. Orada, evet, bir gelin yatağı yard;, ama orada Abdullah Baştürk yatmıyordu. Baştürk'ün Ören'de, ilhamı Soysalların, Ruhı Sulann, BaJırı Savcılann oturduktarı yerde bir daıresi vardı. insan çoluk çocuğunun bulunduğu yeri bırakır da, onun yakınındaki gelin yatağında yatar mı? Soylerrtiler yalandı baştan sona O gelin yatağının da öyküsünü sonradan dlnlemiştim, Burası düzenlenirken mimartık açısından bir sakatlık çıkmış; bir beton direk, odanın ortasında kalıvermiş. "Ne yapaJım, ne eöeiimT" derken, biri bir kurnazlık duşünmüş: Burasını demiş, datre bıçıminde bir yatağa çevirelim, susleyelim, "gelin yatağı" olsun VBn/ evliler gelirse, bu odayı veretimi Öyle de yapmışiar, ama ardından 12 Eytul gel'nce, saptırma, çarpıtma baslamış. O gelin yataklı resımler, Baştürk içerıdeyken nerede mi çıktı? "Tercümari'da. Baştürk, "Aslı yok" dıye açıklama bile yapamadı Eli kolu bağlıydı Yavuz Donat o zaman Tercuman'ın Ankara Bürosu'nun başında köşe yazarı. Ne der bılemem? Bayram öncesinde. 4 ağustos salı gunü Cumhuriyet'te çıkan bir haber tüyleri mı dıken dıken etmeye yettı Mıllı Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığ: nın "Uluslararası Terör ve Gençlik" adlı yayınında, Agop Dilaçar, adı anılmadan "Ozel olarak yetiştirilmiş Bulgar asıllı Brmeni" diye suçlanrmş Yazıda şoyle denilmış "Kultanılan kelimelere hâkım olan ve o kelımelen kullanmakta uzmanlaşan çeşıtlı yaym organlan, kışilerin ve toplumlann düşüncelerine de hâkim olur. Bu bakımdan basın (özellıkle seksüel gazete ve dergiler) radyo ve TV, tiyatro ve sinemalar çok önemlıdır. Konusulan dilin bozutması, son yıllarda kültür savaşının etkılı bir aracı haline ge/mışt/r Bu silahın kullanıldığı nadir memleketlerden biri de Türkiyemız oimuştur. Büyük önder Atatürk'un ölümunden sonra bu uygulama başlatılmış, 'Türk Dil Devnmı' paravanası arkasmtia başanlt bir şekilde 12 Eylüt 1980'e kadar yurütulmuştür. öyle ki, Tün\ Ansıktopedist ve Tun\ Dil Kurumu Başredaktoriuğune bu amaçla özel olarak yetiştnHmiş Bulgar asıllı bir Ermeni bile getınlmeye curet edilmiştır." Şerafettın Turan, Cumhuriyet muhabirinin sorusu üzerine şoyle karşılık verıyor özetle "Adı bir iftıraya kanştmlan kisi Agop Dilaçar'dır. Agop Dilaçar, Bulgar değil, Türk asıllı bir Brmeni vatandaşımızdır. Atatürk tarafından dile olan derin vukufu ddayısıyla, 1932'de toplanan ilk Türk Dil Kurultayı'na davet edilmiştir ve Türk dili basuzmanlığına getırilmiştır. Önceleh adı İnönu Ansıklopedisı olan Türk Ansikiopedisı'ne basredaktör olarak getirilişi 507/ yıllarda Demokrat Paıti tarafından olmuştur. TRTnın de sık sık ekranlara getırdığı ve Atatürk'ü karatahta başında yeni harflerte yazı yazarkon gösteren fotoğrafta, Atatürk'un yanındakı adam Agop Dilaçar'dır. Agop'a, Dilaçar soyadı Atatürk tarafından verilmistir..." Mıllı Eğıtım Gençiık ve Spor Bakanlığf nda bunlan, 12 Eyluller'e dayanarak, yaslanarak yaptılar. Bunu da "Ataturkçülük" sandılar CÜNEYT ARCAYÜREK Sakret, yılanlan tavlamak için her yerde kertenkelelerin Yeşil kitabını okumaya başladı Amaç: Tavşanları ezmek 3 "Celdum" dedi Nahro. ' Doğrusu çok sevindim. Ada'da olup biteni ileteeek bilgi ağını yavaş yavaş geliştiriyordum. Gut Lazöy'le ilgili olaylar artık birer ikişer akıyordu. Henüz yazmaya başlamamıştım. Sakret'in dernek yönetimini ele geçirdikten sonra kokakrasiye geçişi nasıl hazırladığını, yeni kokakrasi döneminde yönetime gelmek için kurulan fırkalann hangi serüvenlerden geçtiğini öğrendikten sonra yazmaya karar vermiştim. Nahro, "Yazmaya başlamadan önce başka gelişmeleri de incelemelisin" dedi. "Hangi gelişmeler?" diye sordum Nahro'ya. "Bümiyor rnusun?" diye sordu. "Olüsed üe Oce dc diin gece Ada'ya geidiler, ayoı motordaydık." özleri kor gibi yanan yaşlı tavşan anlatıyordu: 'Tavşanlarm dışındaki bütün hayvanlar, iş çeviriciler Sakret'in sağladığı özgürlükten yararlanarak dernek yönetiminin türlü kademelerinde yer aldılar. Derneği artık Lazöy takımında yer alan her işyerine egemen olan yılanlarla kertenkeleleryönetiyor, onlar egemen..." G Başka "yeni" görüşler "Tersini vaparsam kendimi inkâr etmiş olurum" dedi Olüsed. Olüsed'i telefonla aramıştım, hoşgeldiniz demek için. Sesi dolu doluydu, evi, yurdu elinden alınmış insanlara özgü tondaydı. Olüsed, "Ada'ya huzur getirmek bahanesiyle yola çıktılar, aslında tek hesaplan vardı. Sakret'i dernek başkanhğına getirmek. Sakret'in de tek istegi vardı, dernek başkanlığında kalmak" diyordu. "Evet, an» şimdi Lazöy egemen öyle gürünüyor, Sakret'in borusu pek ötmüyor gibi" dedim Olüsed'e. "Lazöy de dernege diin el koyan Sakret'in bugttnkü oyuncağı. Sakret tek başına egemen olduğu yönetimi Lazöy gibi bir kuklayla siirdürmek istiyor ve başanyor da" diye yanıtladı Olüsed. Olüsed'e göre, Sakret, yönetimi ele geçirmeden de tavşanlarla yılanlar arasında acımasız savaşımı engelleyecek önlemlere yardımcı olabilirdi. Ama yapmamış, tersine los'larla gas'lar arasındaki kavgayı yatışttrmak için elinden geleni esirgemedi&i izlenimi vermişti. "Giinii gelecek, göreceksiniz, Sakret'i ne hale sokacağız, bekJeyin" dedi Olüsed.Bu sözleri kısa süreli "mesaj"kabul etmek doğru olmazdı. Az buçuk Olüsed'i tanırdım, planlı davranır, yapacaklanru gıincel olaylara değil, güncel gelişmelerin ışığında uzun sürelı planlara oturturdu. Tavşanlann beyinlerini yıkamak için bazen bir dişi tavşan dört ayağından yere bağlanıyor, kafasına düzenli aralıklarla su damlatılıyordu. Her su darbesinin, tavşanın kafasında yer eden olumsuz düşünceleri damla damla çıkanp atacağı söyleniyordu. Bacaklan iki yana açılmış dişi tavşanın yanına çoğu kez yakın arkadaşım, belki de ileride eşleşeceği bir erkek tavşanı getirip gülmesini buyuruyorlardı. "Erkek tavşan ise..." diye sürdürmeye taşladığı sırada yaşlı, iri, gözleri kor gibi yanan küçük tavşana: "Yeter!" diye bağırdım. "Yeter" diye bir ses duyuldu. Istıraplı haykırışımın yankılandığını sandım, geriye döndüm tepeye bakmak, yankının kaynağını aramak için. Nise kollan iki yana sarkmış bana bakıyordu: "Yeter!" diye yineledi. Gticumüz yetmez Gözleri kor gibi yanan iri, yaşlı tavşan aramıza oturmuş, acıyla kıvnlan dudaklannda bir gülümseme varmış gibi bize bakıyordu: "Yetmez" dedi. "Güeümüz yetmez artık." Sakret, planlı biçimde demek tüzüğüne öyle hükümler koymuştu ki, tavşanlann yaşamlannı sürdürebilmelerini, adanın özgür topraklannda özgürce gezip konuşmalarmı önle>'ecek her türlü önlemi almıştı. Tavşanlann bir araya gelip toplumsal bir yaşantı kurabilmelerine olanak kalmamıştı. Yaşlı tavşan, "Bu koşullar altında Sakret'in 'kokakratik tsişafçdığına' karşı çıkmamız, örgütlenip savaşıma geçmemiz en azından 10 yıl surer, gücümüz artık yetmez" diyordu. Yaşlı tavşana, "Ya öteki kurumlar, kurullar, örgüt ler ve yılanlar" dedim, "onlar?" Tavşan tavşan güldü, "Onlara kısıtlama getirmek olanaksız artık" dedi. "Nasıl, neden?" "Neden mi?" diye sordu yaşlı, kırmızı gözleri kor gibi yanan iri tavşan, "Çünkii, tavşanlann dışında bütün hayvanlar, iş çeviriciler Sakret'in sağ akret, ada toplumunu tavsanlara karşı örgütlem'ışti. Yılanların dışındaki "mahlukat adanın huzuruna düşman, insanına düşman birer varlık olarak tanımlanıyordu. Sakret ve ardından gelen Lazöy, adayı "tavşanlar ve tavşanlar karşısında olup her türlü yaşama hakkına sahip toplum" olarak ikiye ayırmıştı. S © lüsEd'i telefonla aradım. Sesi dolu doluydu. "Ada'ya huzur getirmek bahanesiyle yola çıktılar, aslında tek hesaplan vardı. Sakret'i dernek başkanhğına getirmek. Sakret'in de tek isteği vardı, dernek başkanlığında kalmak" diyordu. Kafasına hapsettiği bu planlan ancak zamanı geldiğinde çevresine açıklar, ancak daha önceden yaptığı konuşmalarla yavaş yavaş çevresini hazıriardı. Kavgacı göriinümünü bir anda bırakan Olüsed, "Sürgüne gittiğim giinden bu yana arkadaşların hiçbiri davamızdan Kopup aynlmadı" dedi. ce, arkadaşlarına kızgındı. "Hepsi Sakret'in zorlu, baskılı günlerinde seslerini çıkarmadılar" diyordu, "Sonra kokakrasi kapıda göründü, her biri küçük birer demeçle, bir makaleyle özgürlük savaşımında sanki yer almışlar gibi ortaya çıkmaya başladılar." ladığı özgürlükten yararlanarak dernek yönetiminin turlu kademelerinde yer aldı" dedi. "Derneği artık Lazöy'ün takımında yer alan. her işyerine egemen olan yılanlarla kertenkeleler yönetiyor, onlar egemen" diye ekledi, gözlerinden yaşlar akıyordu. Ağlıyor muydu, yoksa yaşhhğın gözlerine getirdiği rahatsızlık sonucu muydu bu akan yaşlar, anlayamıyordum. O irr Oce: Ses çıkarmadılar Oce, ''Sürgüne giderken hangi arkadaşım yanımdsydı ki, bugün onların desteğine onem vereyim, özen göstereyim" diye başladı. "Hepsi, Sakret'in zorlu, baskılı günlerinde seslerini çıkarmadılar" diyordu. "Sonra kokakrasi kapıda görundü. her biri birer küçük demeçle, bir makaleyle özgürlük savaşımında sanki yer almışlar gibi ortaya çıkmaya başladılar." "Fakat Sayın Oce, bir yeni savaşımı tek başınıza veremezsiniz, bir örgüt, deneyimli bir takıma dayanarak kurulabilir" dedim Oce'ye. "Boş venn bunlan" diye sinirli bir sesle yanıt vermeye başladı: "Ada'da yeni doğmuş tavşanlar var, bunlarla, temiz kalmış, hiçbir işe bulaşmamış tavşanlarla yeni bir doğuş gerçekleştireceğim" dedi. • • • 'Nahro, "Hiçbir şey gerçekleştiremez Oce" diye küfür kanşığı konuşmasına başladı. "Eline neyi almışsa pislemiştir Oce" diyordu. "Yeni doğan tavşanlar enayi mi, yetişmiş, gelişmiş olan tavşanlar akılsız mı? Oce'nin ihtirasına kimse erişemez." "Bakalım Sakret ne yapacak?" dedim Nahro1 ya. "Sakret mi, Lazöy mü, ikisi de ne yapacak, asıl buna bakalım" dedi. Ada'da işler karışıyordu. * • * Denize, doğru inen eğilimli toprak taşlıktı. Dikenli otlar, yabani büyük yapraklı çeşitli bitkiler taşlann arasında boy atmıştı. lleride, deniz küçük koya sokuluyor, dar kumsalda nefes ahp geri çekiliyordu. Bir taşa oturdum, sigaramı yaktım, içimden "Bir de bira olsa" diye geçiriyordum ki, arkadaki otlardan bir ses geldi. Döndum, baktım, adadan kaçmadan önce dost olduğum iriyan tavşan arka ayakları üzerinde durmuş, kulaklarını dikmiş, kırmm gözleri kor gibi yanıyordu. "Dostum, nasılsın?" dedim, kırmızı gözleri kor gibi yanan iri tavşana. r Be> az tüyleri yer yer dökülmüştü, ama gözleri... Aynı inançla kor gibi yanıp sönüyordu. Irice, yuvarlak kuyruğunu sağa sola oynattı: "Hoşgeldin adaya" dedi. Tavşan tavşan gülüyordu. Kâğıda sarıp cebime koyduğum domatesi cıkarıp uzattım. "Yaşlandım" dedi, "iştahım yok. Ver ama gençlere armaganını iletirim." Kertenkeleler Kırmızı, kor gibi yanan yaşlı gözleriyle Nise'yle beni bir kez daha süzdü. Uzun arka ayaklarıyla birkaç adım sıçradı, gidiyordu. "Dur!" diye bağırdım yaşlı dostum tavşana. "Dur, yılanları anlıyorum, kimler olduğunu biliyorum, şu kertenkeleler nereden çıktı?" dedim. Tavşan tavşan güldü: "Demek yönetimini Lazöy'e devretmesinden önce, hatta sonra, Sakret güya gas'çı Aman Tanrun neler söylüyorum, bir duyan olursa yani sağcı ydanlann gözünü doyunnak, beslenip serpilmelerini saglamak için 'kertenkekkrin Yeşil kiUbını' her yerde okumaya, ada halkına okuduklannı anlatmaya başladı" dedi. "Aklı sıra yılanlan tavlayacak, ada halkını da yeşiî tabiat örtüsünün incüeri olarak nitelediği kertenkeleleri ne denli sevdiğine inandıracaktı." "Ama asıl amacı bu değildi" dedim yaşlı tavşana: "Tabansız bir yönetimi destekleyecek unsurlar arıyordu, ada doğasında yılanlara kertenkeleleri de ekleyerek aradığı desteği buldu, amacına varmaya çalıştı." Kor gibi yanan kırmızı gözlerinden ışılıılar saçarak yaşlı, iriyan tavşan: "Tamam, işte böyleydi planı" dedi. "Başanya ulaştı, şimdi yılanlarla kertenkeleler ada yönetiminde cirit atıyorlar." Bir iki adım daha sıçradı yaşlı tavşan. "Gitme, biraz daha konuşalım. Lazöy gelinceye dek, Lazöy'le adada olup bitenlerin iç yüzünii anlat" diye yalvardım. "Öyle olaylar oldu, adayı o bale getirdikler ki yaşlı yUreğim bu uzun öyküleri anlatacak kadar hevesli ve güçlii değil" dedi yaşlı tavşan. Birden ıslık sesleri yoğunlâştı. Dostum yaşlı tavşan hızla kaçtı, bir delikte yitti. Nise'yle el ele tutuştuk, geriye döndük evimize gitmek için. Hemen arkamızdaki büyük kayanın üzerinde yeşil derili, yeşil gözlü büyük bir kertenkele oturuyordu. Bizi kertenkelelere özgü soğuk bakışlarla süzdü. Uzun, ince dilini hızla çıkardı, çekti, tekrar çıkardı. Donup kalmıştık. Önünden geçip giderken ince uzun dili hâlâ dışardaydı. lüsEd'e göre Sakret, yönetimi ele geçirmeden de tavşanlarla yılanlar arasındaki acımasız savaşımı engelleyecek önlemlere yardımcı olabilirdi. Ama yapmamış, tersine loslarla gasların arasındaki kavgayı yatıştırmak için elinden geleni esirgemediği izlenimini vermişti. "Günü gelecek, göreceksiniz, Sakret'i ne hale sokacağız" dedi OlüsEd. Gözleri kor gibi yanan kırmızı gözlü iri tavşan, Sakret'ten önce adanın nasıl daha mutlu olacağına ilişkin düşüncelerini açık seçik söylemiş bir tavşandı. Çevresinde birçok küçük tavşan yaşardı. İriyan yaşlı tavşanın öğretileri adaya yayılır, daha düzenli, fakir tavşanları, hatta yılanlan, sade insanları mutlu edecek bir başka görüş savunulurdu. İriyan yaşlı tavşanın, tavşan eylemleriyle ilgisi yoktu. "Yoktu, ama ne çare, Sakret öyle bir düzen getirdi ki, yalnız tavsanlara karşı düzenlemeler yapıldı" diye anlatıyordu iri yaşlı tavşan. Sakret'in darbesinden sonra, demeğin tek amacı vardı. Tavşanlan ezmek! Adanın hemen her yerinde küçük oyuklarda oturan, yeni yavrular yetiştirip çoğalarak adadaki yanlış uygulamalara karşı çıkmak isteyen tavşanİarın ocağına kibrit suyu dökülmüştü. Kibrit suyunu, Sakret'in buyruğundaki dört bekçi bir kibrit ateşiyle yakmışlar, tavşanlarm kimi içerde kalarak yanmış, kimi dumandan boğulmuş, kimi de yuvadan kafasım uzattığı sırada dört bekçinin çivi tabanlı ağır postallanna hedef olmuşlardı. Canını kurtaranlarsa yakalanmış, daha sağlıklı bir yaşam için çevresi teüerle çevrili "ıslahevlerine" atılmıştı. Sakret, "Biz insanız, yüregimiz tavşanlar için de atar" diye birnutuk vermiş, ıslahevine atılmaktan kurtulan kimi saf tavşanlar, Sakret'in bu aldatmacasına inanmıştı. gar tavsanlara özgü karaktere çevireceklerini söyleyen Sakret yönetimi. içeriye aldıklanna olmadık biçimde davrandı." Islahevlerindeki tavşanlar her sabah güneş doğarken bir araya getiriliyor, "Ben adalıyım" diye bağırmaya zorlanıyor, "Ben tavşanım" diyenlere dört sopa vuruluyordu. Sonra, "yabani tavşanları uygarlaştıracak yöntemlere" geçiliyordu. Tavşan, sol ayağından iple bağlanıp bir yere asılıyor, "Sen nean?" diye soruluyordu. "Ben los'um" diyen olursa, "Hayır sen soTsun" diye tersleniyor, öteki üç ayağına elektrik taşıyan iğnelerle dokunuluyordu. Islahevlerinde 'los' demek yasaktı, 'sol' demek suçtu. Gas'çı olmaya özenenler ödüllendiriliyordu. Verilen ödül ise küçük bir havuçtu. Sakret "los" sözcüğünü yasaklamış, "sol" olanların kökünü kazımak için her türlü bildiriyi çıkartmıştı. Başka adalardaki tavşanlann rahatça kullandıkları, artık yazılı olmaktan çıkmış, toplum yaşamının doğal öğeleri haline gelmiş kimi haklanndan söz edilemezdi. Sakret, ada toplumunu "sol*' olmayanlara karşı, tavsanlara karşı örgütlemişti. Yılanların dışındaki "mahlukat" adanın huzuruna düşman, insanına düşman birer varlık olarak tanımlanıyordu. Sakret ve ardından gelen Lazöy, adayı "tavşanlar ve tavşanlarm karşısında olup her türlü yaşam hakkına sahip toplum" olarak ikiye ayırmıştı. Adadaki ıkiKği ortadan kaldırmak amacıyla dernekte darbe yapan Sakret, bu tutumunun doğal sonucu olarak ve bilerek toplumu ikiye bölmüştü. YÜKSEK SEÇJM KURULU BAŞKANLIĞI'NA VERİ GİRİŞ SİSTEMl ALINACAKTIR Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğü'nün ihtiyacı olan 44 Veri Giriş Terminali ve gerekli donanımdan oluşan VERİ GÎRİŞ SİSTEMİ satın alınacaktır. İlgilenenlerin Ankara, Çankaya, Yerüşehir, Bayındır Sokak 3 No'daki Başkanlığımızdan 5.000. TL. karşıhğında sağlayacaklan şartnamelerimiz esaslarına göre düzenleyecekleri teklif mektuplarını; üzerinde "TEKLİF" işaretli kapalı zarfla en geç 26.8.1987 günü saat 14.30'a kadar aynı adresteki Başkanhğımız evrakına teslim etmeleri veya postalamalan gerekmektedir. Posta gecikmeleri kabul edilmeyecektir. Başkanlığımız 2886 sayılı Devlet îhale Kanunu'na tabi olmadığı gibi, ihaleyi yapıp yapmamakta veya bir kısmını yapmakta ve uygun bedeli tespite yetkilidir. Çocuk Hast. Müt. Dr. MUAMMER GİJL izinden dönerek hasta kabulüne başlamıştır. Tel: 337 25 53 Altıyol Efes tşhanı K.3 Kadıköy Ben los'um "Oysa" dedi iriyan ihtiyar, gözleri kor gıbı yanan tavşan, "Islahevlerinde yahanıl dogamızı uy StRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle