19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bunun nedeni Kuran'da bilime ve düşünmeye çok değer verilmesidir. Gerci burada bilim ve inanç eşanlamhdır; düşünme. Tanrısal hakikata ulaşmanın yoludur, ama Ortaçağ insanının bundan başka ereği yoktur. öyleyse neden BatıHırıstiyan dünyasında kilisenin tüm baskılarına karşın bireyselİik bilinci uyanmış, İslam dünyasında da Tanrı ile insan arasında kilise gibi bir aracı olmadığı halde uyanamamıştf? İnsanlık tarihinin belli bir aşamasında beliren bu bilinç, insan varlığının özündeki olanaklardan biri değil midir? ğüne götürecek, inancı bilinçlendirecek yolların arayışı bir kez başlamıştı. Aynı yıl anayasadan bütün deyimler çıkarılmış, 1932'de hutbe ilk kez tam olarak Türkçe okunmuş, 1937'de de laiklik değişmez bir ilke olarak anayasaya girmişti. Bugün Türkiye'de Ortaçağ din anİayışının geri tepmiş olduğu görmezlikten gelinemeyecek bir gerçek. 40'h yılların sonuna doğru çoğulcu demoklasiye geçerken, siyasal partilerin ov kaygısıyla ödün vermeleriyle başlayan bu olumsuz gelişme giderek tehlikeli boyutlara ulaştı. Toplumumuzun geri kaimışlığı göz önünde tutularak, halk eğitimini tabandan başlayarak ele alan tutarlı ve uzun süreli bir kültür politikası gerekiyordu. Köylerde ilkokullar, yöresel gereksinimleri karşılayacak köy enstitüleri, meslek ve teknik okullar açılmalı, çocukta kişilik gelişmesine yardımcı olacak, demokrasi bilincinin uyanmasını sağlayacak, ileriye yönelik sistemli bir eğitim planı uygulanmalıydı. Bu yapılmadı. Düşünce ve vicdan özgürlüğüne dayanan Atatürkçu kültür politikası saptırıldı. Seçmenlerin isteğine göre değişen, yüksek öğretime yönelik bir program uygulandı. Bir yandan ön hazırlığı yapılmadan olur olmaz yerde imam hatip okulları, lise, üniversite, üniversitelerde ilahiyat fakülteleri açılırken, öte yandan mahalle aralarında Kuran kurslarımn mantar gibi bitmelerinegöz yumuldu. Yüzyıllar boyu biçimde kalan bilinçsiz bir inançla uyuşmuş olan halk, tam bilinçlenmeye başladığı sırada yeniden biçimde kalan bir din anlayışı içinde uyutulmaya çalışıldı. Değişen Dünya Pegjgameyen Din Anlayışı Bir toplumun ilerlemesini engelleyen din değil, din anlayışıdır. Az önce söylediğim gibi, Ortaçağ din anlayışı Batıda değişmiş, bizde kalıplaşmış ve gelişme yollarını tıkamıştır. Türkiye bundan iki yüz yıl önce çağdaşlaşma sürecine girmişü, ama din anlayışında hiçbir değişiklik olmamıştı. Çeşitli reformlardan sonra ancak Atatürk devrimleriyle Yeniçağ din anlayışı ülkemize girebildi. PENCERE 75 TEMMUZ 1987 Kargaşa Ortamında Sağduyunun Gereği... Batıda değişmiş, bizde kalıplaşmış Bu sorunun yanıtı sosyoekonomik, politik vb. çeşitli alanlarda aranabilir. Ama sanıyorum ki, hepsinin temelinde İslam dininin bir otorite dini olması yatıyor. Hakikatın Kuran'Ia verilmiş olması, İslam dünyasında otorite sözüne bağlı bir düşüncenin yerleşmesine neden olnıuş. İslam düşüncesinin oluşma yılları diyebileceğimiz ilk yüzyıllarda din bilginleri. Kuran ve hadise dayanarak İslam hukukunu geliştiriyorlar. Fakat 10. yüzyıldan sonra "akli kıyas"a dayanan içtihat kapısı kapanıyor, taklit yoluna gidiliyor ve başlangıçtaki gelişme duruyor. Gücünü Kuran'dan alan akılcı düşüncenin yerini. ilk örneğini hadiste bulduğunuz nakilci düşünce alıyor. "Akıl yolu nakil yoludur" deniyor ve kişiye özgür düşünceye götürecek olan yollar tıkanıyor. Bağımlılık, Müslümanı zamanla olaylar karşısında edilgin davranmaya götürmüştür. Kendini emir kulu olarak duyma, işini Allah'a bırakma, olumlu olumsuz başına ne gelirse Allahtan bilip boyun eğme. Müslümanın kişiliğini yoğuran temel davranış olmuştur. Bir toplumun ilerlemesini engelleyen din değil, din anlayışıdır. Az önce söylediğim gibi, Ortaçağ din anlayışı Batıda değişmiş, bizde kalıplaşmış ve gelişme yollarını tıkamıştır. Türkiye bundan iki yüz yıl önce çağdaşlaşma sürecine girmişti. ama din anlayışında hiçbir değişiklik olmamıştı. Çeşitli reformlardan sonra, ancak Atatürk devrimleriyle Yeniçağ din anlayışı ülkemize girebildi. Daha 1925'te aydınların bir kesiminde "ibadeti zamana uydurma" eğilimi başgöstermişti. Büyük Millet Meclisi'nde kimi milletvekilleri hutbenin Türkce okunmasını istiyorlardı. I927'de çıkarılan Hr biidiriyle Kuran ve Hadisler Arapça ve Turkçe, huıbelerın de kısmen Türkçe okunmasına başlanmıştı. 1928"de İstarıbul Liniversitesi İlahiyat Fakültesi'nce hazırlanan bir reform planında "...Türk demokrasisinde din de muhtaç olduğu inkişafı ve hayatiyeti göstermelidir" denilmekte; Kuran'ın İslam dininin özüne inen felsefi bir yaklaşımla ele alınmadıkça anlaşılamayacağı savunulmakta; ibadetin biçiminde, dilinde, niteliğinde ve temel düşününde neler yapılması gerektiği üzerine durulmaktadır (2). Gerçi bu reform planı tepkiyle karşılanmış ve gerçekleştirilememişti, ama kişiyi vicdan özgürlü NAZAN İPŞİROĞLU Almanya'da Hannover kentine bağlı VVettbergen köyünün eski bir geleneği var. Köy kilisesi, her yılın ilk günü din adamı olmayan birini vaaz vermesi için çağırıyor. 1986 yılında da Günier \Vallraff burada vaaz veriyor. Wallraff adı bize yabancı değil. Onu, bir Türk işçisinin kimliğine bürünerek yabancı işçilerin sorunlarını dile gelirdiği "En Alttakiler" adlı kitabından ve yine aynı adı taşıyan belgesel filminden tanıyoruz. VVettbergen'in şimdiye değin tanık olmadığı bir kalabalık VVallraffın konuşmasını dinliyor. "Tanrıyı erişilmez yüksekliklerde değil, "en altta" arayın ve orada bulmaya çalışın" diye söze başlıyor VVallraff. Eski Mısır'da firavunun Israilli tutsaklan nasıl çalıştırdığını, onların ne acılar çektiklerini ve bu dayanılmaz koşullardan Tannnın yardımıyla nasıl kurtulduklarını İncil'den ahntılarla anlatıyor. "Bu olay insanlık tarihindeki ilk özgürlük yaşantısıdır. Tanrı ilk kez 'kurtancf olarak buleulanıyor tarihte. Ama firavunun tapınağında değil, ayrıcalıklı kişilerin dinsel tartışmalar yaptıkları yerlerde de değil', 'en altta' işyerinde, işçilerin arasında" diye bağlıyor konuşmasını (1). ristiyanhğın sevgi ahlakına ters düşüyordu Luther'e göre, Tanrı ile kişi arasındaki sevgi bağını bozuyordu. tnancın bilinç düzeyine çıkabilmesi için Luther İncil'i Almancaya çevirmişti. Anlayarak dua edene kilise aracılığının gereği kalmayacak, kişi inancında özgür olacak, kendi sorumluğunu taşıyabilecekti. Protestanlığın ne denli düşünce özgürlüğünden yana olduğu ayn bir tanışma konusu. Burada parmak basılacak nokta, Protestanlıkla akılcılık yolunda yeni bir adım atılmış, Ortaçağ din anlayışına karşı bir savaşımın başlatılmış olmasıdır. Din, Ortaçağda yaşamın hem özü hem kalıbıydı. Başka bir deyişle yaşamı biçimlendiren bir güçtü. Din demek inanma demekti. Din nedir, ne değildir diye düşünmek, inancı sorgulamak aklına gelmezdi Ortaçağ insanının. Böyle bir şeyi yapmaya kalkışacak biri çıkarsa, o da işkenceler altında öldürülürdü. Yeniçağ insanının yaşamını biçimlendiren inanç değil, akıldır. Yeniçağ insanı inancını yitirmiş miydi? Elbetteki hayır. Ama birey olma bilinci içinde özgürliiğünü aramaya, kendisine zorlanan inancı sorgulamaya başlamıştı. Bu davranış, hem yeni mezheplerin ortaya çıkrrvsına neden olmuş hem de Katolikleri Yeniçağ düşüncesine ayak uydurmaya zorlamıştı. Böylece din bir vicdan sorunu olmuş ve akılla yanyana yaşama olanağı bulabilmişti Batı dünyasında. Ve günümüzde de din. 3. Dünya ülkelerinin özgürlük savaşı içinde olan halklarına güç kaynağı olabiliyor. İslam dünvasında böyle bir gelişme olmamıştır. İnanç, akıl etkinliğine karşı koymuş, bireysellik bilinci uyatıamamış, Yeniçağ düşüncesini benimseyemeyen Islam düşüncesi, Ortaçağ kalıpları içinde donup kalmıştır. İslam dini Hıristiyanlığa oranla daha akılcı ve gerçekçidir. Böyle olduğu için, İslam dünyasında zamanla din anİayışının değişeceği beklenebilirdi. İslam Ortaçağı ile Hıristiyan Ortaçağı'nı karşılaştırdığımızda, İslam kültürünurı dünyaya daha açık ve daha ileri olduğunu görüyoruz Bilinçli ve içten olmadıkça... Bir süre önce Berat Kandili nedeniyle Diyanet İşleri Başkanının TRT'de şu sözleri yayımlandı: "Bu gece ellerini açıp dua edenin bütün günahları affolunacaktır!' Dindar olmak ne kadar da rahatlatabiliyormuş insanı! Öyle ya, istediğini yap, istersen adam öldür, sonra Berat Kandili'ni bekle, ellerini açıp dua et, tüm günahlarından sıyrıl! Boylesi bir din anlayışı ne AJlah sevgisine ne Allah korkusuna ne de vicdan hesaplaşmasına sığar. Dinsel inancın kişiye güç katabilmesi için, bilinçli ve içten olması, kalıpçılığa dökülmemesi gerekir. Yukarda G. NVallrafftan yaptığım alıntı, kutsal kitapların da günün koşullarına uygun, akılcı bir yaklaşımla yorumlanabileceğine örnek veriyor. Bugün başörtülerini çıkartmamakta direnen genç kızlarımız eğer Kuran'ı okuyup ayetler üzerinde düşünebilseydiler, kadının ikinci sınıf bir yaratık sayıldığı, yeni doğan kız çocukların öldürüldüğü, kadınlara salt seks aracı gözüyle bakıldığı, onlara hiçbir hak tanınmadığı bir ortamda örtünmenin ve sadece örtünme değil, kadınla ilgili tüm ayetlerinonları gizlemek için düşünülmüş olduğunu anlar, politikacıların sömürülerine alet olmazlardı. Ci. VVallraff. Predigl von unien, Gollingen 1986. G. Jaschke. \tai Türkiye'de Islamlık. Ankara 1972. v 4041. 12 Mart ara rejimi... Ziverbey köşkünde sorgulama odasındayım. Cumhuriyet'te bu köşede "Doğu Sorunu"r\a ilişkin kimi yazıları kesip dosyalamışiar. Gözlerim bağlı olduğu için görmediğim sorgucum (sözde) albay, öyle şeyler söylüyor ki, dayanamıyorum: Sizler Güneydoğu'ya bu kafayla giderseniz, ülkenin başt na öyle bir bela açarsınız ki attından kalkmak o/anak&zJaşır. Asn bölücülük bu kafadadır. Aradan zaman geçti. 12 Eylül'den sonra Güneydoğu'ya o kafayla gidildi; bugün ortaya çıkan olayların tohumları atıldı. Ve şimdi her şey bir soru işareti. Her kafadan bir ses çıkıyor. iktidar, devletinöölünmezliğini tehlikeye atabilecek bir konuda bile muhalefetle anlasamıyor. Güneydoğuda iktidann yaklaşımına bakılırsa, askeri geri çekmek ve bir bölge valisiyle sivil görüntü yaratmak taktiği uygulanıyor. Başbakan özal diyor ki: Onlar da işi bilmiyor. Onlar (terörcüler) öğrenecek, biz de öğreneceğiz" (Cumhuriyet 12.7.1987) Neyi öğreneceğiz? Üst düzeydeki bir Genelkurmay yetkilisi, Hürriyet gazetesine demeç vermiş: Alışık olmadığımız bir çeşit savaşla, gerilla hareketi ile karşı karşıyayız. Fakat her gün yeni bir şeyler öğreniliyor. (14.7.1987) Anlayarak dua: Özgürlük Vv'allraffın büyük ilgi gören, burada kısaca değindiğim bu düşüncesi, 3. Dünya ülkelerinde, özellikle Latin Amerika ve Güney Afrika'da yaygınlaştırılmaya çalışılan "özgürleşme teolojisi"nin temel düşüncesinden kaynaklanıyor. Son yıllarda Latin Amerika Katolik Kilisesi, Vatikan'ın katı tutumuna karşı büyük savaşım vermekte. Bilindiği gibi, Hıristiyanlık tarihinde Kilise'ye ilk karşı geliş değil bu. Din adına. din adamlanna karşı ilk başkaldıran Luther olmuştu. Ortaçağda kilise, Tanrı adına devlet kurmuş ve halk üzerinde saltık otorite sağlamıştı. Kutsal kitabın Latince okunması, bu dili bilmeyenleri körükörüne boyun eğmeye zorluyordu. Kilisede günah çıkarma, yapıp ettiklerinin hesabını vicdanına verecek yerde papaza verme ve kurtuluşu onun göstereceği yolda arama, Hı EVET/HAYIR OKT4Y AKBAL OKURLARDAN Talut Tekine cevap Gazetemizin 18 Hazıran IVH7 tarihinde, Prof. Talâl Tekin'in 2. sayfada "Üniversitelerde Türk Dilı öğrelimi" başlığıyla çıkan yazısına kendisinden söz edilen Prof. Muharrem Ergin'den gelen yanıt özelle şöyle: Bu yazıda üniversitelerdeki Türk dili öğrelimi vesilesiyle, daha doğrusu bahanesiyie, bizim derslerde takip edilen dilbilgisi kitabımız tenkit konusu yapılmaktadır. Aslmda bu yazıya cevap vermek gerekmezdi. Fakat yazımn Cumhuriyet gibi bir gazetede, memltkttin afağı yukarı tek fikir gazetesinde çıkmaa işin rengini değiştirmek tedir. Temas edilen noktaları maddeler halinde şöyle sralayabiliriz: 1. Talât Tekin bizim, dili tabii bir vasıta ve caniı bir varlık olarak görmemizi kabul etmiyor. Türkçenin içinde yoğrulan bir insanın dilde tabiilik ve canlılık vas/ım görmemesi şafilacak bir şeydir. Dil elbetteki ki tabii ve canlı bir varlıknr. Suni olmayan, sosyal bünyenin ve kültürün doğup gelişmesine bağlı olarak tabii şekilde ortaya çıkan, gelişen, yürüyen, intikal eden, kendisine mahsus nizamı olan canlı bir varlıktır, Kitapta dilin bu iki vasfı çok açık seçik olarak, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde anlatılmıştır. Dilin tabii ve canlı bir varlık olduğunu öteden beri anlamazlıktan gelenler uydurmacılardır, müdahalecilerdir. 2. Talât Tekin, Türkçenin LralAltay dilleri grubu içinde gösterilmesine itiraz ederek onun Ural dilleri ile akraba olmadığmı söylüyor. Kitapta akrabalıktan bahseden olmamış, sadece yakmlık ihtimali ifadesini taşıyan grup tabiri üzerinde durulmuştur. Talât Tekin, Türkçe yalmz Altay dilleri arasında gösterilsin demek istiyor. UralAltay dilleri de, Altay dilleri de kesinleşmemiş birer teoriden ibarettir. 3. Thlât Tekin'i en çok rahatsız eden şey bizim lehçe, şive ve ağız aynmımızdır. Biz birçok Türkoloji mensubu, hocalarımızla beraber, bu tasnifı kullanınz. Bizim sistemimiz gelişigüzel olmayıp, bir ölçüye dayanır ve tutarlıdır. Biz fonetik ayrılıklar. telaffuz farklan taşıyan dil kollanna ağız; fonetikle beraber morfolojik ayrılıklar, şekil farklan taşıyan dil kollanna şive; ses ve şekil aynlıklanndan başka kök aynlıkları da taşıyan dil kollanna lehçe adım veriyoruz. Bu smıflandırma başka dillere uymayabilir. Onlarda yalmz lehçe ve ağızdan bahsedikbilir. Fakat bizim sistemimiz Türkçenin gelişim, yayuım ve dağılımına, onun sınıflandırılmasına uygun diişüyor. Talât Tekin, Türkçenin lehçeleri olarak sadece Azeri Türkçesi ile Gagauzcayı kabul ed'ıyor. Türkmence biie ayn bir dildir diyor. Bu arada birkaç satır içinde kendi yazısında bile çeliskiye düşerek "Doğu Oğuzcası, Azeri Türkçesine değil Türkmenceye denir" hükmü ile yukanda ayn dil saydığı Türkmenceyi Oğuzcanın bir kolu yerine koyuyor. Bu son görüş de tamamıyla yanlıştır ve Doğu Oğuzcası, Azeri Türkçesidir. Osmanlı Türkçesi ile DoğuBatı Oğuzcası olarak kıyaslanacak Türkçe, Azeri Türkçesidir. Horasan Türkmencesinde Doğu Türkçesinin tesiriyle öyle tipik farklar oluşmuştur ki onu Azeri Türkçesinin yerine koyarak Osmanlıcamn Doğu kanadı saymak mümkün değildir. Talât Tekin, bu bahiste bizim "Türkçe parçalanmaz bir bütündür" sözümüzden çok rahatsız oluyor. tdeoloji ile ilmi karıştırdtğımızı ileri sürüyor. Sürüyor ve siz bu "ideolojik ve politik görüş" suçlamasının nereden çıkanldığma şaşıp kalıyorsunuz. Bilindiği gibi bu meselede ideolojik tutum Ruslara aittir. Onlar Türk şivelerini ayn diller sayarak ısrarla birbirinden uzaklaştırmaya gayret etmişlerdir. Biz Talât Tekin'in Ruslarla aynı paralele düştüğünü söylemiyor, fikrini onun ilmi kanaati olarak görüyoruz. O bizim ideoloji ile ilmi karıştırdığımızı nereden çıkanyor? 4. Talât Tekin, bizim eserimiz için "Geleneksel, yani eski ya da eskimiş dilbilgisi anlayışına göre yazılmış bir kitaptır" diyor. Bizim kitabımız eski veya eskimiş değil, klasik bir dilbilgisi kitabıdır. Okullarda da ancak üst seviyede fantazi ve teorilerden uzak klasik dilbilgisi okutulur. 5. Talât Tekin, versin kelimesinde "açık e" olduğunu söylüyor. Tabii, yanlış yapıyor. Buradaki "kapalı e" telaffuzdan hemen anlaşılır. Eski yazıda bu kelimenin "ye" ile yaztlması da ortada "kapalı e" olduğunu göstermektedir. 6. Türkçede "k, g" ile "ka, gı" seslerinin farkını belirtmek, Talât Tekin'in zannımn aksine, çok önemlidir. Çünkü öğrenciler bu sesleri birbirine çok kanştırmaktadırlar. Kitapta iki çeşit l'den bahseditmiştir. Ancak "/" de, genizleşen "n" de, çift dudak w'si de kayda değer bir ayn ses sarahati göstermemektedirler. 7. Talât Tekin'in vurgu hakkında söyledikleri de zorlamadır. Biz vurguyu açık şekilde maddeleştirmisizdir. Hepsini okuyunca bir tereddüt kalmaz. Bu arada coğrafi isimlerdeki vurgunun baştaki vurgu dışına taşan istisnalanna da işaret edilmiştir. Avrupa kelimesinde de Talât Tekin'in sandığı gibi, vurgu ortada değil, baştadır. 8. Talât Tekin, bizim dilbilgisi kitabı ilk yayımlandığı zaman, 19S9'da bir tanıtma yazısı yazmıştı. O yazıda şunları söylemek tedir: "Hemen söyleyelim ki böyle bir gramere şiddetle ihtiyaç vardır. Okul gramerlerinde Türkçenin tarihi gelişmesine vukufsuzluktan ileri gelen çeşitli yanhşhklar ve izah eksiklikleri sürüp gitmedeydi. Üniversite öğrencileri de kendilerine kılavuzluk edecek böyle bir grameri, ders kitabım yıllardan beri beklemekteydiler... Kısaca, Türkiye Türkçesi gramerini başlangıç devresinden itibaren gelişmeli ve karşılaştırmalı bir surette inceleyen, ehliyetli ellerden çıkmış bir gramere büyük ihtiyaç vardı. Dr. Muharrem Ergin'in kitabım bu bakımdan, sevinçle karşıladık..." Evet, dün öyle söylüyordu, bugün böyle söylüyor... Ne denir? Coşkulu Çıkışlar Yetmez Oğlum yaşındadır Cüneyt Canver. Cana yakın bir genç adam. Yürekli de... Olayların üstüne üstüne gitmekten çekinmiyor. 83 seçimlerinde Halkçı Partiden Adana milletvekili seçildi. Listede bir kişi çekilmiş, sıra ona gelmiş. Yani bir rastlantı sonucu Meclise girmiş. Halkçı Parti içinde zaman zaman yararlı işler yaptı. Ama General Şahinkaya olayında başansız kaldı. Sonunda Şahinkaya'nm kamuoyu gözünde aklanması'nı sağladı istemeden... Coşkulu bir genç adam. Adana'da bir toplantıda tanık oldum, adı duyulunca salon inledi. Bilecik'te bir toplantıda birlikte olduk. Güzel konuşuyor, her şeyi açık açık söylüyor, kimseden çekinmiyor; kabadayı, bizim halkın beğeneceği bir kişi... Ama... Canver'i tanıyan bir arkadaş şöyle dedi: "Partiye çok yararlı da olabilır. çok zararlı da..." Dogrusu bu söze katılmamıştım. Niye zararlı olsun? Coşkulu olmak suç mu? Bir partide böyle insanlar da gerekli değil mi? Herkes susarken, bir köşeye sinerken, bu genç adam çıkıyor, konuşuyor. Ama böyleleri dengelerini şaşırdılar mı değişiveriyorlar. Politika dünyasında benzerleri çok. Bakıyorsunuz adam aşın solcu, partisine kızıyor, ters bir yol tutuyor. Geçmişteki başarılı çalışmalarını bir anda unutuyor. Coşku iyidir, hoştur, ama sağduyunun dizginlerinden kopmamak koşuluyla. . Canver SHP içinde önemli görevlere geldi. Geldi ve gitti. Neden? Bireysel çalışmaların insanı da ondan... Çıkacak, söylev verecek, meydan okuyacak, hepsi bu! Oysa sosyal demokratlık 'tek başına' kahramanlık taslamak değildir. Belirli ilkeleri, belirli bir sağduyu çizgisinde savunmak, o yolda yürümektir. Özverili bir iştir bu... Kişisel gösterilere yer yoMur sosyal demokratlıkta... Partinin bir programı vardır, bir amacı vardır, bir çizgisi vardır, o yolda görev yapılacaktır. 'Hayır, ben tek başıma savaş veririm' diyen kişi tek başına bir 'parti' olur, olabilirse! Bir üzüntünün belirtilmesidir bu: SHP'nin yeni seçilen parti meclisinin ilk toplantısında Canver bakın ne demiş: "Parti yönetimi A 'dan Z'ye değişmeli. Sayın Genel Başkan, bu partinin değişmesi gereken A'sı sizsiniz." Tam Canver'e göre bir çıkış! Ama yanlış, haksız bir çıkış! Sayın Erdal İnönü, SHP'ye gerçek bir nitelik kazandırma savaşımı veriyor. Başarır mı başaramaz mı, bilemem. İnönü partinin lideri olarak başarı sağlayamazsa, olan SHP'ye olur. Cüneyt Canver'e sormak gerekir İnönü 'değişmesi gereken A' ise, Canver acaba hangi harftir? 'Z' mi? Genç politikacı üç yıl içinde kendini hangi aşamalara ulaşmış sayıyor? Dengesini yitirmek değil midir bu? inönü genel başkanlıktan gitse, Canver, yerine kimi önerecek? Kendini mi?.. O arkadaşın söylediği 'Bu genç adam çok zarariı da olabilir' sözüne önceleri kuşkuyla bakmıştım. Şimdi Canver'in yeni yönetim kurulunun ilk toplantısında 'Bu partide A'dan Z'ye kadar her şey değişmeli, ama 'A' sizsiniz' dediğini duyunca bu yargıya hak veresim geliyor. Politika kaypak bir zemindir. Öyleleri gelmiştir, bir anda yürekli davranışlarıyla, konuşmalarıyla yığınların gözbebeği olmuştur; ama yanlış üstüne yanlış yapmaları sonucu kısa sürede silinip gitmişlerdir. Cüneyt Canverin böyle bir yazgının kurbanı olmamasını isterim. Kendisini görsem soracağım, 'Arkadaş, inönü'nün yerine yani 'A'nın yerine kimi önereceksin? önce onu söyle.' Miting alanlarında bağıra çağıra konuşmalar yapmakla, ona buna meydan okumakla bir yere varıimaz, hele sosyal demokrat bir partide sağduyu, bilgi, ilkelere bağlılıktır önemli olan! Meydan konuşmacılığı meydaniarda kalır. Bir sosyal demokrat parti kendi ilkelerine bağlı kişilerin sağduyulu yönetimiyle başarıya ulaşabilir. Bireysel çıkışlarla değil... Cüneyt Canver politikada kalıcı' bir kişi olmak istiyorsa bu çeşit 'çocuklukîardan vazgeçmeli, partisinin ilkelerine uyan, yakışan bir yol tutmalı, hele hele coşkulu konuşmalardan, gereksız meydan okumalardan kesinlikle kaçınmalıdır. 'Ben neymişim?' diye kendini her şeyin üstünde gören politikacılan bekleyen yalnızca büyük bir düşkınklığıdır. Zaman varken Canver'e biraz daha dengeli davranmasını öğütlerim. 'Z'den de ötelere düşmemesi için!.. Kavram kargaşasından kaçınmalıyız. Terör ile gerilla savaşı birbirinden ayrı şeylerdir. Terör, halkın desteklemedığı bir yöntemdir; gerilla savaşı ise ancak halk desteklediği zaman yürütülebilir. Bu tür savaşa karşı Genelkurmay'da bir "Özel Harp Dairesi" kurulmamış mıydı? Eğer Güneydoğu'da gerilla savaşı sözkonusuysa, durum değerlendirmesi yeniden yapılmalıdır. Bu aşamada "bölge valisi" bir çözüm yolu değildir. Güneydoğuya "bölge valisi" veya "koordinatör vali" girişimi ayrıca talihsiz çağnşımlara yol açıyor. Böyle deyimleri kim bulup çıkanyor? Hindistan'da "Son Ingiliz Genel Valisi"ne ilişkin dizi, devlet televizyonunda yeni yayımlandı. Siyasal iktidar içinde birileri ayrılıkçıların ekmeğine yağ sürmek için mi böyle buluşlar yaratıyor? • ANAP, 12 Eylül ile koltuğa oturtuldu. Amaç, "vesayet demokrasisi" kurmak ve sol kesimi budayarak, askeri yönetimin kurduğu antidemokratik düzeni "rrmrkez partisi" görüntüsündeki bir siyasal güçle "sivilleşme" maskesi altında yürütmekti. ANAP, 12 Eylül'ün programını sonuna dek götürmek "misyon"unu üstlenmiştir. Bu görev öyle ağır basıyor ki, ANAP hükümeti, ülkenin bolünmesi tehlikesi gündeme girdiğinde bile 12 Eylül düzenine karşı partilerle işbirliğine giremiyor; muhalefeti dışlıyor. Oysa "katliam, terör, ayrılıkçılık, özei kolordu, genel vali" gib. sözlerin gazetelerin manşetlerinde uçuştuğu bir dönemde artık 12 Eylül'ün unutulması gerekmez mi? • Nereye gidiyoruz? Ekonomideki bunalım ANAP iktidarını sıkıştırmaktadır. Hükümetin bütün hesapları altüst olmuştur. Altı ayda yüzde 25'e yaklaşan enflasyon oranı tehlike çanlarını çalmaktadır. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül müdahaleleri dış ödeme dengeleri bozulduğu süreçlerde gündeme girmişti. ANAP bu nedenle dış ödeme dengelerini ne pahasına olursa olsun gözetmeye çalışıyor; ama sürekli devalüasyon ve sürekli borçlanmayla ancak ayakta durabilen bir ekonomi nereye kadar gidebilir? 12 Eylüi'ün ilk habercisi 1978'de Maraş katliamı olmuş ve Güneydoğu'dan yansımıştı. ANAP hükümetinin içinde aklı başında olanlar varsa, ilk yapacaklan iş iktidarla muhalefetin demokraside işbirliğini sağiamaktır. Özgun Müziğin Rakipsiz Sesi SELDA BAĞCAN :^S Bu kaset arşıvınizde mullaka bulunmalı' Studyo: De4Wm/Sczef Bajcan Yılmaz Karayalım. Mete »kkus CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ TEMSİLCİLİĞİ İİĞİ KOCAELİ FUARINDA KİTAP SENLİĞİ 15 TEMMUZ15 A6UST0S GELIN, BU YAZARLARLA TANİŞIN IMZALI KİTAPLAR EDİNİN... 1MZA GÜNLERI/18.0022.00 17 Temmuz cuma 18 Temnuz cumaiesı 19 Temmuz pazar 24 Temmuz cuma 25 Temmuz cu,nartesı 26 Temmuz pazar 31 Temmuz cuma 1 Ağusîos cumanesı 2 Ağustos pazar 6 Ağustos persembe 7 Ağustos cuma 8 Ağustos cumartesı 9 Ağustos pazar 14 Ağustos cjma 15 Ağustos cumartesı 1727 yaşlarında bayanlar, İngiltere'de çocuğa bak, karşıhğında İngiiizce öğren. 158 53 42 Istanbul Üniversitesi'nden aldığım üniversite kimlik kartımı kaybettim. Geçersizdir. NURAY OK İLAN AYANOK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNDEN Dosya No: 1986.244 Davacı Ayancık ilçesi Pazarcık kövünden Ali Demirtaş, vekili Av. Nejat Eraslan tarafından davalı Ayancık ilçesi Pazarak köylüleri Hatice Deminaş aleyhine ikame olunan boşanma davasının yapılan açık yargılaması sonunda: "Tarafların boşanmalarına dair mahkememizden verilen 2.6.1987 gün ve 1987/68 karar, 1986/244 esas sayılı ilamı ile tarafların boşanmalarına karar verilmiş olup. davalı Hatice Demirtaş'ın adresi meçhul olduğundan, söz konusu boşanma kararı tebliğ edilmediğinden, ilanen tebliğine karar verilmiş olmakla (HL'MK'nin 213.377 maddeleri gereğince ilan tarihinden 15 gün sonra karaı suretinin tebliğ edilmiş sayılmasına) iş bu karar ilanen tebli£ olunur. Basın: 24969 MERZİFON ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NİN 198J/63 SAYILI DOSYASINDA İLAN Davacı Durmuş Taşdemir ve Satı Cilveli tarafından, davalılar Miyesser Taşdemir ve 12 arkadaşı aleyhine açılmış bulunan Merzifon Gümüştepe köyü 944, 993, 1256, 1997, 1866, 1867, 1370 ve 1274No'lu parsellerin davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile kendileri adına tesciline karar verilmesini istemiş olmakla yapılan duruşmada verilen karar gereğince: Dava dilekçesi tebliğ yapılamayan ve açık adresleri lespit edilemeycn davalı aşağıda açık adresi yazılı bulunan Vehbi Tasdemir'in duruşma günü bulunan 29.9.1987 günü saat 10.35'te duruşmada hazır bulunması davetiye yerine kaim olmak üzere ilan olunur. DAVALI: VEHBİ TAŞDEMİR, Rifat oğlu, Gümüştepe köyünden Merzifon HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU HİKMET ÇETİNKAYA TARIK DURSUN K. NAİM TİRALİ MUZAFFER BUYRUKÇU EMRE KONGAR İLOENİZ KURTULAN RİFAT ILGAZ RİFAT ILGAZ FATİH ERDOĞAN BEKİR YILDIZ ATİLLA DORSAY AZİZ NESİN AZİZ NESİN MUJDAT GEZEN YALÇIN PEKŞENDUYGU ASENA ORHAN PAMUK İLHAN SELÇUK ERDAL ATABEK ALİ SİRMEN LATİFE TEKİN OKTAY AKBAL ARİF DAMAR MUZAFFER İZGÜAYDIN BOYSAN İLAN SAKARYA İŞ MAHKEMESİ'NDEN Sayı: 1986 13451 DAVACI: S.S.Kurumu Genel Müdürlüğü, DAVALI: AĞAN NAKİL. adresi meçhul, DAVA : Tazminat Davacı S.S. Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından davalı Ağan Nakil aleyhine açılan tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hüküm: Davacı S.S.Kurumu Genel Müdürlüğü'nün 1.332.978. TL'lik talebinin kabulü ile bu paranın tahsis, onay, masraf ve ödeme tarihlerinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı Ağan Nakil'den alınıp davacı S.S.K. Gn. Md.'lüğüne verilmesine, davacı kurumun 1.055.177.82 TL'lik fazla talebinin reddine, 13.320. TL'lik harcın davahdan lahsiline, davacı vekiline 105.480. TL vekâlet ücretinin davalıdan alınıp davacı kuruma verilmesine, 32.860. TL yargılama giderinin davalıdan alınıp davacı kurumuna verilmesine. geriye kalan masrafların tarafların üzerinde bırakılmasına. Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar adresi meçhul davalı Ağan Nakil'e ilanen tebliğ olunur. Basın: 8924 TEKEL BURŞA Y. T. İSLETMELER MERKEZ MÜDÜRLÜĞÜ EMANET HEYETİ BAŞKANLIĞI'NDAN 1 Bursa Tekel Y. T. İşletmeleri Merkez Müdürlügil Deminaş tütl!n depolan elektrik tesisat ve enerji nakil hattı işi özel şarmamesi gereği kapalı zarf ve teklif alma sureti Ue ihalesi yapılacaktır. 2 Işin keşif bedeli KDV dahil 13.550.746. TL. (OnüçmilyonbeşyüzeUibinyeidiyüzkırkaltı) TL.sıdır. 3 Ihale 23.7.1987 tarihinde Merkez Müdürlüğü'nde saat 15.00'te yapılacaktır. 4 Geçici teminatı 362.966. TL. (Üçyüzaltnıışikibindokuzyüzaltmışaltı) TL.sı olup, Merkez Müdürlüğümüz Muhasebe veznesine yatırılacakUr. 5 Emanet usulü yönetmeliklerine göre yapılacak elektrik tesisat ve enerji nakil hattı işinin özel şartnamesi ile diğer evTaklan, Emanet Komisyonu Başkanlığı'nda görülebüır. 6 8/2574 sayılı kararname uygulanmayacaktır. 7 Kurumumuz 2886 sayılı yasaya bağlı olmayıp emanet heyetimız işi ihale edip etmemekte ve dilediğine verip vermemekte serbesttir. Duyunılur. 3.7.1987 Basın: 24537 İLAN ZİLE İCRA TETKİK HÂKİMLİĞİ'NDEN Zile Minareyi Sagır Mahallesinde oto alım saümcıh£ı ile iştigal eden Hüseyin Kurt'un konkordato taJebi Zile lcra Tetkik Mercii Hâkimligi'nin 5.6.1987 gün ve 987/17 esas 987/23 karaı No'lu ilanıı ile kabul edilip iki aylık konkordato mehili verılmiştir. ItK'nin 288. maddesi geregince her alacakhnın ilan tarihinden itibaren 7 gün içerisinde mehil kararma itiraz edebilecekleri ilan olunur. 5.6.1987 Basın: 24884 PROF. DR. MUHARREM ERG/N
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle