19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER lu'daki ve Doğu Anadolu'daki köy tiplerinin çok başka türden örnekler oluşturduğunu hesaba katalım.) İmdi bu köylü karı kocanın başlıca isteği, sağlıklı olup tarlada, bahçede çalışabilmektir, o kadar. Bir parti bu aileye ne gibi bir umut verecektir? Diyelim "Özgürlüğü getireceğiz" sözü bu ailede ne anlama gelir? Biraz daha ilerleyelim: "Yasaklan kaldıracağız" deyince bizim köylü aile bundan neyi anlar? Elbet parti kuramayan, bir partinin başına geçemeyen yasaklılar olduğunu duymuştur, ama onlar için öyle büyük bir özlem de beslememektedir; diyelim seçim otobüsünün üstüne ha Cindoruk çıkmış, ha Demirel, onu pek ırgalamaz, çünkü bunlann söyleyecekleri sözler benzer sözler olacaktır, bunu bilir. Ya anayasaya aykırı yasaları değiştireceğinizi söyleseniz, köylü, buna sevinsin mi, sevinmesin mi, bilemez. Güncel gereksemelerini karşılamak savaşımında olan bir kimse için, diyebiliriz ki, var olan durumun süregitmesi yeterlidir. Bunun için de bu köylünün hep sağlık içinde olması gerekir, bir gün çahşamayacak denli hastalanırsa, karısı bu işleri tek başına yürütemez, evin düzeni bozulur. Büyük kız ortaokulu bitirdiğinde liseye nerede, nasıl gidebilecektir? Üniversite öğrenimi onlar için bir hayal midir? Bizim Cemalettin Yavaş bu sorunlarJtarşısında kendini tümden yalnız bulur. . Ne? Partilerin, verdiğim örnekteki gibi, köylülere tek tek seslenmesini mi istiyorum? Hayır, o tek tek köylülerin oluşturduğu katmanlara, sırııflara seslenmesini istiyorum. Köylünün uyanmasını, bir aydın gibi düşünebilmesi anlamında yorumlayanları hiç mi hiç anlamıyomm. Peki, büyük kentlerde tartışılan siyasal, toplumsal sorunlar, küçük yerleşme yerlerinde hiç geçerli değilse, bu demektir ki, "ideoloji" genel adı altında toplanabilecek düşünceler, davTanışlar, dünya görüşleri, k:rsal bölgeyi hiç etkilemiyor, öyle mi? Hayır, kırsal bölgede de geçerli olan bir ideoloji var, o da din üzerine kurulu olan propagandadır. Yiyeceğini, içeceğini kurtarabilmiş olan kırsal bölg€ yurttaşı, bunun dışında din sorununa bir ideoloji değeri biçmektedir. Bu inanış uyarınca, küçük kızını, oğlunu Kuran kursuna göndermekîe, ona Arapça okuma yazma öğretilmesinden ilerisi için yarar ummaktadır. Bunun tartışmasını köy yerinde hiçbir parti yapmıyor. Köylüye bugünkünden daha iyi yaşayabileceğinin umudunu vermek ise, özellikle sosyal demokrat partilerimiz için, bölgeJerin özelliklerine göre kotarılmış ayrıntılı ekonomik planlamaların varlığını gerektirecektir. Bu yapılmadıkça ve köylüye anlatılmadıkça kırsal bölgede parti savaşımı vermek, başkanlann karizmatik olup olmamasına bağlı, pek de bel bağlanamayacak bir olay durumuna düşer. Oysa sağcı partiler, laikliği her gün biraz daha çiğneyerek, özellikle kırsal bölgelerde din propagandasını başarı ile yürütmekle, köy insanını ideolojik açıdan da doyurmuş olmaktadır. Sosyal demokratlar, din propagandası olayını büyük kentlerde, basında tartışıyorlar, ama bu konuyu kırsal bölgede açmak onlara hiç kolay görünmüyor. Diyeceğim, çok partili demokrasi savaşımı. kentlerde başka, köylerde başka türlü geçmektedir ve bunun sonucu olarak da, birden çok muhalefet partisinin bulunması, ancak büyük kentlerde, o da geleceğe yönelik somut önerilerden uzak kalınarak, söz konusu olmaktadır. Birden çok muhalefet partisinin bulunmasını, konuşmacıların dediklerine bakarak söylüyorum, bir köylünün anlamlandırmasına olanak yoktur. Örneğin yol ve su sorununun her yerde, bütün parti temsiicilerince ele alınması bu sıkıntının ürünüdür. Öyle ise diyebiliriz ki çok partili düzenin anlamı bugün kentlerde başka, köylerde başkadır ve bu iki birim arasında organik bir bağdan kolay kolay söz edilemez, edilemeyince de, kurulması istenen demokrasi bir büyük kent demokrasisi olacak demektir. Eğer olabilirse! Çünkü kent demek, aydınlar ülkesi demek değildir, kentlerde de birbirinden çok değişik yerleşme merkezleri vardır ve bunlara söylenecek sözler hiç de birbirinin eşi olamaz. Particiler, özellikle sosyal demokrat particiler, köyde olduğu gibi, kentte de çeşitli yaşam biçimlerinin varlığını göz önüne alarak, somut öneriler ileri sürmedikçe, bu önerilerinin uyandıracağı bilinci yaratmadıkca demokrasiye yararlı olamazlar sanıyorum. Ama bu işin kimi yasak yanları olduğunu da bilmiyor değilim. "Yasakların kaldırılması" tartışması, bu bakımdan, çok daha geniş kapsamlı sorunları içermekıedir. 26 HAZİRAN 1987 Sadece Umııt Olnıak Yetmez MELtH CEVDET ANDAY Geçen haftaki yazımda, bir güneybatı Anadolu köyünde izlediğim belediye başkanı seçimini konu edinmiştim. Bu gözlemden edindiğim izlenimleri Türkiye çapında genişletmenin yanlış olacağı besbellidir; siyasal parti konuşmacılarının her bölgede değişik durumlarla karşılaşmaları ve halka seslenirken bu yerel durumları göz önüne almaları doğaldır. Uygulanan da sanırım bu yöntemdir; diyelim bir parti lideri bir seçim için belli bir bölgeye geldiğinde, elbet oradaki temsilcilerinden bilgi almakta ve konuşmasını ona göre hazırlamaktadır. Başka türlü olamaz. Bunun dışında o parti lideri, gerekli görürse, yerel durumlan aşarak, daha genel ülke sorunlarına, dahası uiuslararası politika konularına da değinebilir. Ancak küçük yerlerde, diyelim bir köyde, seçmenlerin o liderden bekledikleri gene de kendi özel sorunlannın dile getirilmesidir. Böyle olunca, partiler, kendi politik tutumları uyarınca, küçük bölgelerden daha büyük bölgelere kadar özel sorunlara umarlar önermek zorunda kalacaklardır Bu ise çok temelli incelemeleri gerektiren bir çahşma alanma gerekseme gösterir. Bir köyün oyunu yitirmek hiçbir zaman küçümsenecek bir olay sayılmamahdır, o küçük köyler büyük bir bölgenin yapı taşlandır çünkü ve bir köye özgü gibi görünen özel sorunlar, başka köylerinkilerle birleserek koca bir ilin ve kimi zaman da ülkenin önemli dertlerine ışık tutabilir. Çok partili düzen, bu dertlere değişik umarlar arandığı, bulunduğu, önerildiği bir düzen olmak zorundadır. Sadece "umut" olmak hiçbir parti için yeterli değildir, yeterli sayılmamahdır. Bütün muhalefet partileri iktidar olgusu karşısında kendilerini bir umut olarak sunarlarsa, çok partili düzende önemli bir aşınma olayı ortaya çıkar; başka bir deyişle, muhalefet partileri arasında hiçbir nitelik aynmı kalmaz, siyasal savaşım halkın gözünde, iktidarı değiştirmek, ama kiminle olursa olsun değiştirmek anlamına bürünür. Oysa çeşitli muhalefet partilerinin bulunduğu bir yerde, her parti kendi özgün kişiliğini bütün aynntıları ile halka anlatmakla yükümlüdür. Oysa büyük kentlerde oturanlann (isterseniz aydınların diyelim) bugünkü partiler arasında gördükleri, görebildikleri ya da görmeyi istedikleri ayrımlar, başkalıklar, küçük yerleşim birimlerinde hiç de geçerli değiîdir. Söz geiisi, "sol" gibi, "sosyal demokrat" gibi nitemler, kentte oturan bir aydın için belli anlamlar taşır, oysa köylük yerde bunlar önemini yitirir. Köy, günlük dertlere somut umarlar, sonıut çözümler bekler. Bunu, geçen yazımda söz konusu ettiğim köyde de gözlemledim ve daha önemlisi, köylünün bunu böyle görmesini çok doğal buldum. Orada yalnız muhalefet partileri konuşmacılan arasında değiL iktidar partisi ile muhalefet partiieri arasında da dikkati çeken bir ayrım yoktu. "Yolunuzu yaptık" ya da "yapacağız" diyorlar, "suyunuzu getirdik" ya da "su>unuzu getireceğiz" diyorlar. Ayrımlar ancak kentlerde (o da şöyle böyle) geçerli. Bugün sol partiler ve sağ partiler var, diyoruz; ama buradaki "sol" ile "sağ'ın, diyelim bir köy gerçeği karşısında ne gibi özel öneriler getirdiğini bilmiyoruz. Öyle ise, sol ve sağ partilerimiz, küçük oturma merkezlerinde hiç de bizim gördüğümüz gibi görülmüyor, dersek yanılmış olmayız. Büyük kentlerde ya da aydınlar arasında, diyelim "özgürlük" kavramının büyük bir değeri vardır, ama bu değerin köydeki yeri nedir, biraz kurcalarsak şaşırtıcı sonuçlara varabiliriz. Bunu somut bir örnekle anlatmaya çalışayım. Örneğiııii gene o köyden alıyorum. Cemalettin Yavaş adlı köylü, köyünün kıtkanaat geçinenlerinden biri; evli, iki de çocuğu var, çocuklardan biri ilkokulda, öteki ortaokulda adamın küçük tarlası ona ancak ekmeğini ve hayvanı için yulafı sağlayabilmekıe, ineğinden aJdığı süt, peynirine, yağına, yoğurduna yetecek kadar, evi var. evin bahçesinden mevsimine göre, domatesini. biberini, kabağinı da alıyor. Bu düzeyi sürdürebilmek için karı koca sabahtan akşama dek durmamacasına çahşmaktadırlar. Besleniyorlar, ama ellerine para geçmediği için başka gereksemelerini sağlamakta çok güçlük çekiyorlar. (Orta Anado PENCERE Lider?.. Lider, parlamentoculuğun anayurdu İngiltere'de geçen yüzyılın ilk çeyreğinde türemiş bir sözcük; daha çok siyasal partinin başında önder olan kişiyi vurgulamak için kullanılıyor. Toplumbilimciler liderlik kavramı üzerine epey mürekkep harcamışlar. Max VVeber de liderleri üçe ayırmış: Geleneksel şef, muçizeler yaratan şef, teknokrat şef. Erdal İnönü hangisi? Hiçbiri. İnönü'nün siyasal hayata girişi bile kendine özgü bir sürecin sonucudur. 12 Eylül'den sonra başsız kalmış CHP'nin ileri gelenleri, İsmet Paşa'nın oğluna öneriyorlar: Gel başımıza geç, bizi derieyip toparia!.. Ancak senin çevrende birieşip bütünleşebiliriz. CHP'nin geleneksel lideri İsmet İnönü ölmüş; "mucize lideri" Ecevit, hem yasaklı hem partiyi dışlıyor hem mucize yaratamadığı için yeni bir konumda. Erdal İnönü, düşünüyor, taşınıyor, direniyor; ama elinden eteğinden çekiyortar. "Çağnlı lider" en sonunda "Peki" diyor. Ne var ki sol paramparça!.. Her bir parçanın başında da liderliğe özenenler var; Halkçı Parti var, SODEP var, DSP var, SHP var, SHP'nin içinde CHP'nin hizipleri var. 8u yamalı parçalardan bütün solu kapsayacak bir bütün çıkarılabilir mi? Erdal İnönü bu işe girişiyor; ama "Gel başımıza geç" diyenlerde bir kuşku: Olmuyor... Peki, herkes bu işin kolay olacağını mı şanıyordu? Ortada çözümlenmesi gereken bir soru var: Erdal İnönü, kısa sürede • lideriiği tartışılan; ama genel başkanlığı tartışılmayan bir kimlik kazanmış; nasıl oluyor bu?.. • Sıradan kişinin bile kendi benliğinde kolayca lider kimligini kesfettiği bir dalgalanma içinde yaşıyoruz. 27 Mayıs'tan sonraki askeri eylemlerde her önüne gelen kendisinde bir Mustafa Kemal kişiliği görürdü; sosyalısl solda her fraksiyonun başında bir Mao, Stalin, Lenin vardı; sosyal demokrat moda başladı ya, sabah aynaya bakan politikacı, suretinde demokratik solun eşi bulunmaz liderini görüyor; ikinci, üçüncü, dördüncü adamlık haspaya yakışır mı? Ülkemizin hastalığı bu!.. Nereden doguyor bu hastalık, nereden kaynaklanıyor, salgınlaşıyor? Çünkü Türkiye'de siyasal yaşam "istikrarlı" değildir. LkJerterin parlayıp sönmeleri, görünüp kaybolmalan, hapishanelere girip çıkmaları, raslantılaria kottuğa oturmaları; her on yılda bir askeri müdahale yaşayan ülkede doğal sayılmalı değil mi? Batıda bir kişi, çocuk yaşta siyasal partiye giriyor, yavaş yavaş basamakları tırmanıyor, görevler üstleniyor, deneyimlerden sınavlardan geçiyor, pişiyor, çevresinde tanınıyor, kamuoyunda yerini sağlıyor, yükseliyor, sonra liderlik sandalyesine oturuyor. Bizde böyle bir siyasal yaşam olmadığı için geçmişi olmayan ya da geçmışi olağanüstü başarısızlıklarla dolu kişiler bile lider görüntüsündedirler. Partisini batıran, askeri müdahaleye yol açan, bakanlığında her şeyi yüzüne gözüne bulastıran politikacılar; bugün parti lideri, hizip lideri, doğal lider, doğal olmayan lider ya da moda deyimle "potansiyel" lider... * Siyasal gelgitler, çalkantılar, darbeler, askeri müdahaleler, altüst oluşlar; liderleri birdenbire yok edebilirler; ama yok edemedikleri şeyler var. Toplumsal sınıflar var, katmanlar var, birikimler, siyasal kadrolar var, yerel önderler var, deneyimli yöneticiler var, uzun sürede oluşmuş fikirler var, yıllarca süren çabalaria ekilmiş bilinç sürgünleri var... SHP, 12 Eylül'ün yok edemediği toplumsal birikimin üzerinde yükselmeye çabalayan partidir Erdal İnönü, böyle bir yapılanmayı sağlamakta başarılı olacak mı? Olamayacak mı? Bilinemez. Ancak Erdal İnönü'nün ortak çalışmaya ve eleştiriye açık bir kişiliği olduğunda oy birliği kesindir ve eğer bu açıklık içinde bile partide cadı kazanının kaynaması durmuyorsa, yapılacak bir iş vardır. Bakalım Erdal İnönü o işi yapabilecek mi? Sınavını başarıyla verebilecek mi? ARADA BİR VEHBÎ BELGİL OKURLARDAN "Bu öğretmenden çektiğimiz yeter" Bizler Trakya Üniversitesi Edime Meslek Yüksekokulu Motor Bölümü öğrencileriyiz. Okulumuzda görevli bulunan öğretim görevlisi A.M.Ö.'nün davramşlarmdan bıktık. Sanki o öğretmen değil, biz de öğrenci. Bize neler yapmıyor, neler? Sınıf ve okul alanı içerisinde onur kırıcı ve küçük düşüriicü davramşlarda bulunuyor, küfürle konuşuyor. Bizlere sınıf içinde ve sınıf dışında dayak atabüiyor, >\ot baskısıyla kendine ait özel işlerini yaptınyor. Okul müstahdemi olduğu halde üniversite öğrencilerine tuvalet, lavabo ve okul bahçesini temizletebiliyor. Ders saatlerini istediği gibi uzatıyor. Bu gibi durumlar karşısında emin olunuz öğrenciliğimizden yıldık. Nitekim, motor I. sınıf 64 öğrenci ile ders dönemine girdi, ama yalnız bu hocamızın baskıları sonucu koca sınıf 30 öğrenciye düştü. Diğer arkadaşlarımız, "olmaz olsun böyle öğretim' diyerek okulu bıraktılar. Kendisini dekanımıza ilettik. Rektörümüz Ahmet Karadeniz'in bizi anlayışla karşılayacağmı ümit ediyoruz. MOTOR MESLEK YÜKSEKOKÜLU ÖĞRENCİLERİ EDİRSE ilkokul vardı. Sonbaharda okul açılınca öğretmen bazı öğrencileri evlerinden toplar, zorla okulu götürürdü. Bu, hemen her zaman böyle devam ederdi. Beıı I928'de, Türk ABCsi kabul edildiği yıl okula başladım. Bir iki ay içinde tüm sınıf okumayı söklük. Büyüklerimiz bu duruma hayret etıiler. Ama kanaatlanna göre biz kitapları onlar eski yazı bilenler kadar hızlı ve yanlışsız okuyamayacaktık. Fakaı sonradan gördüler ki onlardan daha hızlı, daha yanlışsız okuyahiliyoruz. Öğretmen, bizim okula devamunız konusunda hiç güçlükle karşılaşmadı, hiç yorıılmadı. Anlaşılmıştı ki öğrencilerin okula gitmemekıe direnmeleri eski yazı öğrenmenin zorluğundan ileri gelmektedir. Oğretmeninüz muallim mektebi mezunu olduğu halde hem hafız, hem din bilgini, aynı zamanda da çağdaş düşünceli muhterem bir zatıı. Emekli olduktan sonra halkın ısrarı üzerine köyümüzün camiinde yıllarca imamlık yaptı. Bizim kuşak okula başlayınca iki ay içinde okuma yazmayı sökmüştük. Benim ilk torunum okula başlamadan kendi kendine okumayazma öğrendiği için ilkokula ikinci sınıftan başlatıldı. İkinci torunum şimdi uçbuçuk yaşında; geçen gün önündeki çocuk kitaplarının Türkçe olanlarını bir tarafa İngilizce olanlarını diğer tarafa ayırıyordu. "\e yapıyorsun?" diye sorduğumuzda: Bunlar İngilizce, biz okuyamayız. ağabeyimle teyzem gelince onlara okutacağım diye yanıtladı. Bir başka anı: 1960'h yıllarda Atatürk Öğretmen Okulunda LJSESCO tarafından İngilizce kursu açılmıştı. Kursa ben de katıldım. Öğretmenimiz iyi Türkçe konuşan Mr. Robert bir gün derste, "Arkadaşlar, biz de ABD olarak bir A TA TÜRK bekliyoruz. Şunu bilmiş olun ki Türk Alfabesi dünyanan en kolay, ihtiyaca en iyi cevap veren alfabesidir, demişti. Bu sözlerden hepimiz gurur duymuştuk. Şimdi eski yazı özlemcilerine sesleniyorum: Bu hevesinizden vazgeçin. Çocuklarımıza bizden öncekilerin çektiği işkenceyi çektirmeyelim. Arabın "elifbesi" Türk dilinin ihtiyacına cevap vermediğini siz çok daha iyi bitirsim'z. K/L/ÇASLA\ A.\KARA ŞE\OL "Örtün, Evet, Ey Hâile, Örtiin, Evet Ey Şehr" Adam coşmuş. Otobusün arkasında, sözlerı ve gözleri ile beni de yalayarak, yanındakilere anlatıyordu: "...Abdülaziz Paris'te iken (1867), Üçüncü Napolyon, Sultan Hanıma bir sabah gorkemlı bir giysi armağan etmiş. Hanım, giysiyi üzerinde denememiş, çok güzel bulmuş. Fakat padişah, giysiyi aldığı gibi sobaya atıp yakmış. Sonra da, hanımının hayret dolu gözlerine dik dik bakarak şu açıklamayı yapmış: "Hanım, sen önce bir Müslümansın. Fazla olarak, brr hafife hanımısın. Sen böyte bir giysi ile halkımızın önüne çıkarsan herkes seni taklit eder ve imparatorluğumuz batar." Adam çevresinden yükselen lehte sözleri az bulmuş olacak ki, beni de ise karıştırmak istedi: "Doğru yapmamış mı padişah, bey abi?" Önce duymazlıktan geldim. Ama adam ısrar edip sorusunu tamamlayınca, dayanamadım: "İyi ama siz öykünün sonunu anlatmadınız?" "uykü o kadar. Padişah giysiyi yakmış" "öykünün sonu giysinin yakılması değil, imparatorluğun ne olduğu (Türkiye batar) diye karısına o giysiyi yasaklayan halifenin ülkesi batmış, Fransa ise gıttikçe yükselmiş. Hatta, batıran ülkelerden biri de, kadınlarının o tür şeyferi giymelerine kanşmayan Fransa olmuş." Adam önce şaşırdı, sonra kekeledi: Fakat onlar, dinterine sadık kaldıkları için yükseldiler. Biz ise..." "Demek Tanrı. artık geçerliği olmayan. yani batıl bir dine bağlananları da yüksettiyor. Oysa siz, sadece Islam dinınin insanları hem bu dünyada hem öteki dünyada mutluluğa ulaştıracağını söylüyorsunuz. Ama biz gerçekte işin tam tersini görüyoruz: Petrol zenginı birkaç ülke müstesna, bütün Islam âlemi gerılığın, sefaletin, hastalığın, bilgisizliğin çamurunda yaşıyor... İşin bu yanını da düşündunuz mü? Yüz küsur yıl önce Ziya Paşa (18251880): Diyârı küfrü gezdim beldeler. kâşaneler gördüm / Dolastım mulkü Islamı bütün virâneler gördüm." (Hırıstiyan ülkelerini gezdim, kentler, gorkemlı binalar gördüm / Müslüman ülkelerini dolastım, hep harabeler gördüm) demişti. Aradaki fark bugün daha da açıldı. örtünme sorunu: Siz bütün bunlan hep örtünme ile mi izah ediyorsunuz? Durum öyle ise tam tersi bir sonuca varmanız gerek: Çünkü Batı ülkelerinin kadınları, yüzyıllardır örtünmemiş ve örtünen ülkeler bunlann sömürgesi olmuş. Dahası var: Başörtüsü konusu bir iki yıl önce çıktı. Şimdi başlarını örtmek için üniversitelerimizde kazan kaldıran kızlarımız daha önce liselerde idi. O zaman başlarını örtmüyoriardı. örtünme işi şimdibirden neden alevlendi? Liseli kızlarımız bugün başlarını örtmüyor. Üniversiteye girince onlar da örtecekler mi? örtünecekler mi? Eskiden kızlar, 1213 yaşında çarşafa girerierdi. Şairlerimız kendilerine manzum övgüter yazarlardı. Orhan Seyfi Orhon'dan bir örnek vereyim: "Dün kayıtsız bir kızdınız açık, saf / Bugün artık arkanızda bir çarşaf / Ah, bilseniz, ne sevimli. ne tuhaf / Bu hal ile duruşunuz ayakta..." Böyle uzayıp giden manzume, 1922'de bir kitapta yer almıştı. Yazıhşı daha da erken: Belki mütarekede, belki Birinci Dünya Savaşı'nda... Ama çarşaf bizi tarihimizin en büyük yenilgisinden kurtaramamış" Mehmet Akif, Safahat'ının 5. kitabının ilk sayfasındaki manzumesinde Kuran'ı Kerim'in bir âyetinden esinlenmiş: "Fakat getiremeyeceğimiz yükü bize yükleme Allahım" âyetinden. Şöyle başlıyor sözlepne şairimiz: "Ey bunca zarnandır bizi te'dib eden Allah / ey âlemi Islamı ezen, inleten Allah / Bizler ki senin va'di ilâhine inandık / Bizler ki bin üç yüz bu kadar yıl Seni andık / Bizler ki beşer bir sürü ma'buda (tanrıya) taparken / Yıktık o yaman şirki, devirdik ebediyyen / Bizler ki birer hamlede evhamı bitirdik / Ma'bedlere ma'budu hakikiyi getirdik / Bizler ki senin ismını dünyaya tanıttık / Gördukse mükâfatını, Yârab, yeter artık / Çektirmediğin hangi elem, hangi ezâdır / Her ânı hayatın bize bir ruz'u cezadır (ceza günü) / Ecdadımızın kanları seller gibi akmış / Maksatları dininle beraber yaşamakmış / Evladı da kurban olacakmış bu uğu'da / Olsun yine, lâkin bu ışık yoksulu yurda / Bir nuru nazar yok mu ki baksın bacasından? / Bir yıldız, ilâni, bu ne Zulmet (karanlık). bu ne zından..." Ve manzume boylece uzayıp gidiyor. Özetle ne diyor Mehmet Akif? Şunu diyor: "Sen gerçek Tann iken, sahte putlar senin yerini almıştı. Biz onların hepsini devirdik, başköşeye seni oturttuk. Âdını dünyaya tanıttık. Ecdadımız senin uğrunda sel gibi kan akıttı. Bütün bunları senin vaadlerine inanarak yaptık. Ama sen Müslümanları ezdin, inlettin, cezalandırdın. Bize çektirmediğin acı kalmadı. Her günümüz bir kıyamet günü oldu." Manzume, 1914 ocağında yazılmış. Şair bunun için şöyle diyor: "Balkan'daki yangın daha kül bağlamamışken / Bir başka cehennem çıkıversin, bu ne erken?" Üstad, txr ara şöyle sesleniyor Tanrıya: "Nur ıstiyoruz. Sen bize yangın veriyorsun / Yandık diyoruz, boğmaya kan gönderiyorsun." ÇIKIŞ YOLU Yani Akif, çıkış yolunu Tann'dan bekliyor. Tanrı'nın neden bizi bu durumlara düşürdüğünü bir kez olsun aklının ucundan bile geçirmiyor. VB devam ediyor: Mâdâma ki (mademki) ey Adli ilahi yakacaktın / Yaksaydın a'mel'unları? tuttun bizi yaktın." Milli Eğrtim alanındaki fjkiıieri de ilgirtç üstadın. Önce okulların başlıcalarının adlarını sayıyor: Mülkiye, Tıbbıyye. Bahrıyye. Baytar, Ziraat, Mühendishane . Bunlara her yıl milyonlar dökeriz, fakat denizle ilgili işlerde yine ingilıze, yıkık bir köpru için Belçikalıya, usta hekım için Avrupa'ya, bütçe yapımı için Fransa'ya. . koşarız diyor. Vfe sonunda soruyor: "Hani tezgâhlarımız nerde, Sanayi nerde? / Ya Brükselde / Ya Bertinde / Ya Mançesterde." Bunlar kendıliklerinden mi gelip kurularak çalışmaya başlayacak ülkemizde? Akif bunu da Tann'dan bekliyor herhalde? Şimdi kendisinin izleyicileri yurtdışından sesleniyor: "Tek bir irade vardır, Tanrı'nın iradesi Bu nedenle, egemenlik onundur. İnsan hakkı diye bir şey yoktur. İnsanın tek hakkı, Tanrı'nın egemenliğindeki devlete tam kul olmaktır. Biz başa geçince bütün Müslümanlan tek bir bayrak attında toplayacağız. Şeriatı geri getireceğiz. Reşit Paşa, mülteciler sorununun çözümü için ertesi sabah Rusya ve Avusturya büyükelçilerine vereceği cevap yüzünden kıvranıp dururken, haremagası yaklaşmış: "Efendimiz niye uykusuz kalıyorlar? Söyleyelim padişah efendimize. O da kılıcını bir anda çekip düşmanlarınızı 'hak ile yeksan' etsin (yeıie bir etsin)." Dışarıdaki bu kafadakiler, Türkiye'ye ilk tebliğ olarak örtünmeyi önermişler. Bu yollaönce kim kendilerinden, kim değil, öğrenecekler, sonra da Tanrı'nın buyruğunu yerine getirmiş olacaklar. Daha sonrası kolay: Tanrı bütün imkânları önümüzde seferber edecek! Eski yazı mı YPHİ yazı mı? Arap Alfabesi ile öğrenim yapıldığı yıllarda okula gidecek yaşta değildim. Doğu Anadolu bölgesinde, bir bucak merkezinde dünyaya geldim. O yıllar köyümüzde beş smıflı, tek öğretmenli bir TEŞEKKUR 1.5.1987 tarihinde aramızdan ayrılan kıymetli varhğımız, Yrd.Doç.Dr. SEVGİ (KÜÇÜKYILMAZ) KÖKLEŞMİŞEFE'nin hastalığı ve vefatı sırasında yakın ilgi ve yardımlannı gördüğümüz Ist. Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi ANESTEZİYOLOJİ ve REANİMASYON ANA BlLİM DALI BAŞKANI TEŞEKKUR 9 haziran günü yitirdiğimiz çok değerli babamız, Prof.Dr. CEMALETTİN ÖNER'e öğretim üye ve diğer personeline; HEMATOLOJİ ANA BlLİM DALI ÖĞRETİM ÜYESİ GÜZEL YILDIRIM'ın tedavisini üstlenen ve ölümünü kadar yardımlannı esirgemeyen Koşuyolu Kalp ve Göğüs Hastalıklan Hastanesi ameliyat ekibi doktarlan, Sayın Dr. Ov^at YAKUT, Dr. Ömer IŞIK, Dr. Hüşeyin TANUĞUR, Dr. Mehmet ES, Dr. Tuncer KOÇAK, Dr. Öraer BAYAZIT, Dr. Mehmet BALKANAY, Dr. Serdar ENER, Dr. Hüsnü SEZER, .Anjio servisinden Doç. Dr. Fikret TL'RAN, Dr. Tuğrul OKAİ' ve sevgili dostumuz bakterioJoji servisi şefi Dr. Tolga EVREN'e, aynca cenaze naklinde yardımlannı esirgemeyen Tunceliler otobüs işletmesine, telgraf, telefon ve bizzat gelerek acımızı paylaşan dost ve akrabalanmıza teşekkürü borç biliriz. Doç.Dr. TANJU ATAMER'e diğer doktor ve personeline, CERRAHİ ANA BlLİM DALI BAŞKANI, öğretim üye ve diğer personeline CERRAHİ MONO BLOK ÖZEL SERVİS doktor, hemşire ve personeline, Prof.Dr. ŞEVKET TUNCEL'e Alman Hastanesi doktor ve personeline, ayrıca telefon, telgraf ve bizzat gelerek acımızı paylaşan tüm dost ve yakınlanmıza teşekkürü borç biliriz. İLAN İZMİR 5. İCRA TETKİK MERCİİ HAKİMLİĞİ'NDEN Dosya No: 987/525 Alacakhlan ile konkordato akdetmek üzere mühlet talebinde bulunan İzmir Alsancak 1407 Sokak No: 4/B sayılı yerde Sitil Mefruşat adı altında mefruşat ticareti ile iştigai eder Mustafa Demir vekili Avukat Ali Çakıroğlu1 nun talebi üzerine ve mercimizce yapılan inceleme neticesi alacakhlan ile konkordato akdetmek üzere borçlu Mustafa Demir'e İ.l.lCnin 285 ve müıeakip maddeleri gereğince İKİ AY MÜHLET VERİLMESİNE ve izmir avukatlanndan Erdoğan Keser'in komiser olarak tayinine 2.6.1987 gün ve 987/525 esas ve 987/120 sayı ile karar verilmiştir. Keyfiyet ilan olunur. 2.6.1987 Basın: 23323 Oğlu: YAŞAR YLLDIRIM KÖKLEŞMİŞEFE AİLESİ İLAN BEDEN TERBİYESİ VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NE SÖZLEŞMELİ ELEMAN ALINACAKTIR 1) Ankara 19 Mayıs Spor Kompleksi içinde kurulmuş olan spor eğitimi, sağlık ve araştırma merkezine aşagıda uzmanhk alanı yazılı görevlere, Beden Terbiyesi ve Spor Genel Müdürlüğü sözlemeli spor uzmanı ve antrenör çalıştırılması hakkındaki yönetmelik esaslanna göre müJakatla sözieşmeli eleman ahnacaktır. Aranılan şartlar Uzmanlık alaaı Adedi Tıp fakültesi mezunu olup, fizik tedavi ihtisası yapmış, en az iki Fizik Tedavi Mütehassısı 1 yıl deneyirn sahi olmak. ] Üniversitelerin biyoloji ve kimya bölümleri mezunu olup, biokimya Biokimya Uzmanı konusunda en az iki yıl deneyim sahibi olmak. • 1 Üniversitelerin beden eğitimi ve spor bölümleri mezunu olup, fizSpor Fizyologu yoloji konusunda eğitim gördüğüne dair belgesi bulunmak. Tıp fakültesi mezunu olup, fizyoloji ihtisası yapmış ve en az iki Fizyolog 1 yıl deneyim sahibi olmak. Biomekanik Uzmanı 2 Tıp fakülteleri ile üniversitelerin beden eğitimi ve spor bölümleri, fizik ve benzeri bölümleri mezunu olup, biomekanik konusunda belge sahibi olmak. Beslenme Uzmanı 2 Üniversitelerin beslenme ve diatedik bölümleri mezunu olup, en az iki yıl spor konusunda çalışmış olmak. 2 Antrenman Bilimi Uzmanı Üniversitelerin beden eğitimi ve spor bölümlerinden mezun olup, antrenman bilimi konusunda belgesi bulunmak. Fizyoterapist 2 Üniversitelerin fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümleri mezunu olup konusunda en az iki yıl deneyim sahibi olmak. Spor Psikologu 2 Üniversitelerin psikoloji bölümü mezunu ve spor konusunda en az iki yıl deneyim sahibi olmak. 2) Genel Şartlar a) Türk vatandaşı olmak, b) Kamu haklanndan mahrum bulunmamak, c) Taksirli suçlar hariç olmak üzere ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap.rüşvet, hırsızlık, dolandıncılık, sahtecilik, ınancı kötüye kullanma, dolaylı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçıhğı hariç kaçakçıhk, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma. devlet sırlarını açığa vurma suçlanndan dolayı hürriyeti bağlayıcı ceza ile hükümlü bulunmamak, d) Askerlikle ilgisi bulunmamak, e) Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek vücut ve>fa akıl hastalığı veya vücut sakathgı ile özürlü bulunmamak. 3) Başvurular bir sayfayı geçmeyecek şekilde özgeçmişini belirten bir dilekçe ekinde diploma, nüfus cüzdanı örneği, Cumhuriyet Savcılığı'ndan alınacak belge, askerlik belgesi ve sağlık kurulu raporu ile birlikte en geç 27 Temmuz 1987 günü mesai bitimine kadar Genel Müdürlüğümüz Personel ve Eğitim Dairesi Başkanlığı'na yapılacaktır. 4) Mülakat 11 Ağustos 1987 günü saat 10.00'da Genel Müdürlüğümüz (L) katında yapılacaktır. Duyurulur. Basın: 23339 POLYAK S.S. POLİS VE YAKEVLARI KONUT YAPI KOOPERATİFİ OLAĞAN GENEL KURUL DU1TJRUSU Kooperatifimizin 7. Olağan Genel Kurulu 31 TEMMUZ 1987 günü saat 10.00 / 17.00 arasında, KABAKUM KÖYÜ POLtAK SlTESİ DlKtLf İZMlR adresinde yapüacaktır. Çoğunluk sağlanamadığı takdirde, ikinci toplann, 7 AĞUSTOS 1987 tarihinde aynı saatler arasında ve aynı yerde yapılacaktır. Üyelere ve ilgililere ilanen duyurulur. GÜNDEM: 1) Açılış ve yoklama, 2) Başkanlık divanının oluşması. 3) Saygı duruşu. 4) Yönetim ve Denetim kurullan raporlannın okunması ve gorüşülmesi. 5) Hesapların ve bilançonun gorüşülmesi. 6) Ortakhktan çıkarma ve yönetim kurulu çalışmalarının gorüşülmesi.. 7) Yönetim ve denetim kurullarının ibrası. 8) Y'önetim kurulu faaliyet planı taslağmın gorüşülmesi. 9) Seçimler. 10) Genel Kurul Kararları. DUYURU Özgün Müziğin Rakipsiz Sesi SELDA BAGCAN Söylüyor . 'Bu kaset arşivinizde mutlaka bulunmalt" /S^/\/ ' E İMTelrl ™? SINAİ YATIRIM PAZARLAMA A Ş 8ıo« No 6325 o^.aoam tsıanoui '•• 527 9« 06
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle