26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 16 HAZİRAN 1987 değildir milletimız ve ülkemiz için. Bir yandan AT ile butünleşme gayreti, "biz Avrupalıyız" diyen devlet ve hükumetler; öte yandan dogmatizm, inançsömürüsu ve adeta dindevlet ittihat ya da ittifakı gorüntülerinin tezadı ortada. Bir türbanbaşörtüsü işinin uruversiteleri öğrencisi, hocası ve yoneticiieriyie ne duruma getirdiğini hayret ve ibretle izliyoruz. Bu derece karışıkhk, değişkenlik düşünülemezdi Turk üniversiteleri için. Bunun, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin bilim transferi ve uretimi ile görevli, aydınlanma ruhuyla dopdolu olması beklenen üniversitelerinin, 1980'li yıîlarda, uğraş konusu olması anlaşılır şey değildir. Esasen konu başından itibaren "giyimkuşam özgürlüğü" sloganı ile kamufle edilerek demagojik bir tartışma ortamına itildi. Başka deyimle, inanca karışma ile laik resmi bilim ve öğretim kurumlarında "giyim kuşamın bdirlenmesi" birbirine kanştırıldı. Daha ancak 53 yıl önce "şeriathilafetdevlet birliği" düzen ve saplantısını terk ettiğimiz unutulmuş gözüküyor birtakım yetkililerce. Bir kısmı o dönemlerden arta kalan ve önemli bir kısmı da son 1520 yıldır hedefinden saptınlmış yanlış eğitim ve öğretim politikalan nedeniyle toplumda vtniden beliren, eski duzen heveslilerinin varlığı gözden kaçıyor. Diniman, demokrasi, özgürlük ve devlet gibi temel kavram ve realiteler arasındaki ilişkileri, yüzyıllar önce Ronesans'ı, dini reformları yaşamış ve her birini doğal mecrasına sokmuş ve bunlarîa paralei ve ilişkili olarak "hoşgorü" nün >erleştiği Batı toplumlarıyla, ulkemizdeki kendine ozgu sosyal ve duygusal yapıyı mukayese etme yanlışlığına düşülmektedir (1). Onların tarihlerinde de benzer şekilde, dininanç sömüruculeriyle; samimi inançlı, gelişmeye, bilim ve düşunceye de'ğer veren kitlelerin yıllar süren çok acı, fakat öğretici çatışmalarından hâlâ ders almayacak mıyız? Uzağa gitmeye gerek yok, tarihimizde III. Selim dönemi ve 31 mart facia ve olaylan, benzerleri yeterli bilgi ve uyanlar değil mi? Hikmet bunu gerektirmez mi? Taassup ve diniman sömürüsünün bizzat İslam dini ve toplumları için en önemli zarar nedeni ve kaynağı olduğu nasıl unutuluyor (2). Butun bunlar yetmiyormuş gibi bir de türbanınbaşörtüsunün, örtünmeninaçılmanın geometrisi veya anatomisi konusunda yetkili kişilerin ve bazı yöneticilerin, yıllardır yerleşmiş ve alışılmış kuralları sürdürmek yerine "giyimkuşama" ilişkin problemlerin çözümünde yeni öneriler getirmelerine, ayetler hadislerle ikna yolunu seçmelerine ne denilir? Kuşkusuz bir çoğu iyi niyetle ele alınan ve konuları izah veya iknayı amaçlayan bu tür yollar ve yöntemler, laik yönetim ve zihniyetle bağdaşmaz. Bir konuyu anlatmak veya benimsetmek için ayetle hadisie yola çıkılırsa, aynı ayetin değişik yorumunu kabul etmemiz veya en azından beklememiz kaçınılmaz olur. ONARILAMAZ BOZUKLUKLAR... Eğer vaaz yerine fetva verecek durumda isek; "zamanın değişmesi, kuralların da değiştirilmesini mübah kılar" şeklindeki Mecelle kuralına göre, zaman ve zeminin gerektirdiği yaptırılmak doğal değil mi? Doğrusu, yetkili, etkili kişilerin Arapça veya Kuran bilgilerine bir şey diyemeyiz. Fakat tutumlan ve sözleri bazen, laik kurumların yöneticilerinden çok fetva eminlerinin mütalaalannı andırmıyor mu? Bedensel hastalıklar gibi sosyal rahatsızlıklann belirti ya da işaretlerini görmemek, değerlendirmemek, eninde sonunda onarılması zor bozuklukları kaçınılmaz kılar. Cumhuriyetimizin kurulus hedef ve felsefesine inanmış ve Türk devrimini içine sindirmiş olanların bunları değerlendirememeleri mümkün değildir. Atatürk'un dediği gibi: "tnkılabın bedefini kavramış olanlar" daima onu muhafazaya muktedir olacaklardır. (3) 1 Dr Huseyın Ba(uhan; Batıda ToteraiM Fıknınn Gclışmcsı 1959 2 Mehmet Huseyın Heykel, Hz Muhammed Mustafa Arapvadan Türkçeve çe\m, Ö Rıza Dogrul İsl 1945. s 1923 3 Prof. Dr Zıya Karal; Atatürk'tcn Duşunceler, 1969, s 44 Taassubun Sızması Bir türbanbaşörtüsü işinin üniv^siteleri öğrencisi, hocası ve yöneticileriyle ne duruma getirdiğini hayret ve ibretle izliyoruz, Bu derece kanşıklık, değişkenlik düşünülemezdi Türk üniversiteleri için. Bunun, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin bilim transferi ve üretimi ile görevli, aydınlanma ruhuyla dopdolu olması beklenen üniversitelerinin, 1980'li yıîlarda, uğraş konusu olması anlaşılır şey değildir. PENCERE "Büyük Büyük, Şaşaalı..." Abüzıttin Bey iyi tavla oynardı, mahalle kanvesinden çıkmazdı, gazete okumazdı, televizyon izlerdi, yerli dizilere bayılırdı; komünistlere düşmandı; ama, Yunanistan Basketbol Takımının Sovyetler'i yenerek Avrupa Şampiyonu olmasına bozulmuştu. Hem o gece nasılsa TV'de haber programını da seyretmiş, Başbakan'ın bir sözüne aklı takılmıştı. Kızılcahamam'daki Soğuksu Oteli'nin badanası ve boyası yenilendiği için yapılan törende, Başbakan Özal kurdeleyi keserken bir de nutuk atmış ve demişti ki: Büyük büyük mitingleri beş parasız partilerin yapması mümkün değildir. Devletten en fazla yardım, cyu en yüksekpartiye yapılır. Bizden daha fazla şaşaalı, arabalı mitingler yapanlara 'bu paralar nereden geliyor' diye sormak lazım." Abüzittin Bey düşünüyordu: Yahu, bu "büyük büyük" mitingler Türkıye'de mi yapılıyor? Kim yapıyor? Böyle "büyük büyük, şaşaalı" mitingleri televizyon neden göstermiyor? Abüzittin Bey düşündü, düşündü; işin içinden çıkamadı; kafasmı kaşıdı; sonra son günlerde tavlada zar gelmeyişine, pahalılığa, kahvenin şekerini kaçıran ocakçıya sövdü. • Can akıllı bir çocuktu, üniversitede öğrenci derneklerinde çalışıyordu; yürüyüşlere, eylemlere katılıyordu; ama, şimdiye dek yakayı polise kaptırmamıştı. Başbakan'ın televizyonda, DYP'nin desteklediği ve Süleyman Demirel'in başını çektıği mitinglere laf atarak, "Bu büyük büyük, şaşaalı mitinglere paralar nereden geliyor" diye sorduğunu biliyordu. Can, yalnız günlük gazete okumakla kalmazdı; arkadaşlarıyla ortaklaşa dergi alırlar, elden ele gezdirirler, birlikte okurlardı. Hemen "İkibin'e Doğru" dergisinin 6 haziran günlü sayısını actı Can, kimi işadamlarının Süleyman Demirel'e kaydığını biliyordu. Dergide işadamlarının durumlarma ilişkin bir saptama yapılmış, iyi kötü bir liste düzenlenmişti: "Özal'ı destekleyen gruplar "ENKA, ESKA (Büyük müteahhitlik şirketi), İZDAŞ (İzmir Demir Çelik Grubu), Süzer Grubu (Mustafa Süzer, MalatyaGaziantep kartşımı ihracatçılar grubu), istanbul'da Akın Tekstil (Rüştü Akın), Sabri Ulger, Şaban Çavuşoğlu, Ali Koçman (Koçtuğ'un sahibi), Kutlutaş (Nurettin Koçak), Ercan Holding (Man), Bahariye Mensucat (Eymen Topbaş), Nuh Kuşçulu, Feniş Alüminyum, Toprak Holding (Halis Toprak), Sezai Türkeş • FevziAkkaya." Demirel'i destekleyen gruplar: "Tekfen grubu, Yaşar Holding, Dinçkökler (Raıf Dinçkök), Narinler (Halit Narin), Selahattin Beyazıt" Özal'a yüz çeviren gruplar: "Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Çukurova Holding, Sapmazlar, Ali Rıza Çarmıklı, Doğuş Holding." 2000'e Doğru" dergisi bu listeyi nereden çıkarmıştı? Sorulur mu canım!.. Böyle listeleri iş dünyasının içinde yaşayan herkes çıkarabilir. Üstelik kimi işadamı Özal'ı metazori desteklemek zorundadır; çünkü sıkıntılı piyasada darda kalmıştır; â$ ümüğü Turgut Bey'in elindedir. İktidara dayanmadan, devletle iş çevirmeden yaşayacak işadamının sayısı kaç? 2000'e Doğru dergisinin listesi okununca, Süleyman Demirel'in mitinglerine paranın nereden geldiği ortaya çıkar mı? Bir bakıma çıkar, bir bakıma çıkmaz. Çünkü işadamlarımız açıkgözdür, deneyimlidir; çoğu zaman sağın her kanadını idare ederler; hepsine birer çek yazarlar, kimine sağdan daha çok sıfırlı, kimine daha az sıfırlı... Siyaset bu!.. Başbakan Özal'ın sorusundaki en belirleyicı gerçek de söyle saptanıyor: ' Büyük büyük mitingleri beş parasız partilerin yapması mümkün değildir." 12 Eylül faşizmi, bu işleri Amerikalı ve CIA'lı akıl hocalarından öğrendiği için işçi sendikalarıyla sol partilerin ilişkilerini yasakiamıştır. Holding başı' zaten sol partiye para vermez; işçi konfederasyonlarıyla sol partinin dayanışması kesilirse, sosyal demokrat ya da sosyalist parti "büyük, büyük, büyük miting" yapacak parayı nereden bulacak? Anadolu'yu nasıl harmanlayacak? "Büyük, büyük ve şaşaalı" Başbakan Özal bu gerçeği biliyor. Prof. Dr. KEMAL ÖNEN lst. Üniversitesi Öğretim Üyesi Milletimizin çağdaslaşması ve devrimlerin gelişnıesinin en önemli koşulu ve dayanağı olan laikliğe cepheden, yanlardan, yer altından içten ve dıştan gelen ve giderek artan yıkma, en azından etkisizleştirmeye yonelik sızmalar gozle görulur, elie tutulur hale gelmiş durumda. Din ve dindarlık gibi, kişivle Tanrı arasındaki samimi inanç ilişkileri, bu karakterini değiştirerek toplum ve devletin yaşamını yönlendirmeye yeltenen bir görünüş kazanmakta. Bazen bu tutum, mevcut siyasaJsosyal duzene ya da devlete aldırmayan davranışlar halini alabiliyor. Camilerdeki vaazlarda zaman zaman laikcumhuriyetçi Turk toplumu, onun çağdaş bilim, uygarlık ve düşunceye yönelik hedef yan ve özlemleri bazen açık, bazen de imalı şekilde saldın altında tutuluyor. Bir kısmı, aydınlanrna aşamasına erişmek bakımından eksik ve "duygusal"Olmuş insana taassup bır unulmaz illel Husn"ı ledbırın ile kurtulur andan millet." ŞtNASİ kutsal" saydığı konularda kolayca telkine, heyecana ve dolayısıyla yonlendirilmeye uygun saf ve inançlı kitleler, hurafelere ya da katı dogmatik yaklaşım ve telkinlere hedef alınmakta. Radyo ve televizyonda >a da hazırlanrnış kasetlerde; din, inanç, ozgürlük konuları vesile edilerek, yerleşmiş laik düzen ve onun felsefesine uymayan yayınlara, konuşma, film ve benzerine rastlanabiliyor. "Islamda, Kuranşeriat ve devlet yonetimi bir butündur. Dolayısıyla bizde de böyle olmalıdır" diyenler yurtiçinde ve yurtdışında, her gün tanık olduğumuz şekilde ortadalar. 65 >ıllık gelişme ve çağdaş uygarlığa doğru ilerleme çabalan ile geçirilen savaşsız dönemde; çökmüş ve devlet olarak da kavbolmava doğru giden Osmanlı devrinin. özellikle son 200 yıllık dönemioin, "dinhilafetşeriatdevlet biıtünlüğü" saplantısı etrafındaki kısır döngii ve yaşamının öğreltiği "acı sosyal tecrube", "tarih laboraluvannın bu dersi" unutulmuş görunüyor. Tum bunlar ve benzer tutumlar geniş ve çeşitli toplum kesimlerinde ve basınımızda hassasiyet yaratıyor. Sayın Cumhurbaşkanı da bu ya da buna benzer lulumlardan ötiirü rahatsızlık, iizüntiı ve hatta kızgınlığını belirtiyor. Fakat 'tüm bu mesajlar gereğince algılanıp gorevli ve yetkililerce değerlendirilebilijor mu' sorusu zihinleri kurcalıvor. EĞİTtM ÖĞRETİMDEKİ SAPTIRILMALAR YÜZÜNDEN... Ne yazık ki bütun bunlar, "eğitim öğretimdeki saptınlmalar", bir bakıma temel ilkelerin ve birliğin bozulmasıyla başlayarak, resmi sıfatlı çeşitli düzeydeki makam sahiplerinin resmi yerlerde dini içerik ve hedefli ziyafet sofraları kurmalanna varıncaya kadar devletin yaşam ve işlevlerinin adeta bir parçası halini alabiliyor. XXI. yüzyıla ayak basmak uzere olan bilim, teknoloji, duşunce, inanç ve siyaset dunyasında bu gidiş ve tutum çıkar yol HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD OKURLARDAN Gazete ynyinlarından yararlanmak istiyoruz halka açık geniş çaplı bir kütüphane ve okuma salonu oluşturmayı planlamış bulunmaktadır. Malumunuz olduğu üzere vakıf, dernek gibi kuruluşlar bu tür çalışmalarım gerçekleştirirken maddi zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Vakfımızuı kütüphane ve okuma salonunu zenginleştirmek amacıyla dergi, kitap, broşür gibi gazete yayınlanndan birer adet göndermenizi rica ediyoruzÖSEK VAKFI GENEL SEKRETERİ HASAN KAST1K gayretimizi takdirle karşüayacağımzdan eminiz. Şayet yayınlanmzdan bize gönderir veya isteğimizi duyurursanız, okulumuz size daima minnettar kalacaktır. Şimdiden alâkanıza teşekkür eder, başarılarımzın artarak devamı temennisiyle esenlikler dileriz. ELAZIÖ ATATÜRK LlSESt ÖĞRETMENİ AHMET HANAĞAS1 "Umut Adası" İki büyük savaş. dünya haritasında büyük değişiklikler yaparken, akıl almaz durumlar da oluşturdu. Berlin sorunu en başta olmak üzere. 1939 eylül başında Alman ordularının Polonya'ya saldırısıyla başlamış olan İkinci Dünya Savaşı Fransız, ingiliz, Amerikan birliklerinin batıdan ve Sovyetler Birliği ordularının doğudan Almanya'ya girmesiyle sona erdiğinde çetin sorunlar getirmişti. Sınırlar yeniden gözden geçinlmiş, şehirler ei değiştirmiş ve kimi ülke röjımleri değişmişlı. Bütün bunlar az buçuk olağan karşılanmıştı. Fakat Berlin sorunu, aradan geçen kırk yılı aşmış uzun bir süreye karşın, iik günde olduğu gibidir. İkinci Dünya Savaşfndan sonra Alman topraklan ikiye bölünmüştü. Kurtancı orduların kapitalist ya da sosyalist olmalanna göre. Batı topraklarında Federal Almanya Cumhuriyeti ve Doğu topraklarında Demokratik Almanya Cumhuriyeti kurulmuştu. Her iki Almanya'da da kurtancı yabancı askerler vardı. Ne var ki, Berlin sorunu çözümlenememişti. Tarafların bu tutumu sürdükçe çözümlenemez de. Büyük Almanya'nın topraklan ikiye bölünmüştü. Eski başkent Berlin de dört bölümdü. Fransız, İngiliz, Amerikan ve Rus bölgeleri, dört bölgenin dört komutanı vardı. Yine de var. Berlin, dört yanı denızle çevrili bir ada gibi! Berlin öylesine bağımlı ki, hava yoluyla geçiş izni sadece ingiliz, Fransız, Amerikan ve Rus uçaklarına veriliyor. Bu yoldan kendi uçakları da yabancı rakiplerden korunmuş oluyor. Gerçi karayolu da var. Fakat Federal Almanya yurttaşının Demokrat Almanya topraklarından geçip Batı Berlin'e ulaşması da başlı başına bir sorun. Bir zamanların "Büyük Berlin"inin kuruluşunun 750. yılı kısa bir süre önce kutlandı. 25 Nisan 1987 günü başlamıştı. Ünlü filarmoni orkestraları, opera ve bale topluluklarının programları, sergiler ve konferanslarla sürdurülüyor. Berlin'i ilk görüşüm 1953 yılı hazıran ayındadır. Milletlerarası III. Film Festıvali günlerinde. Viyana'dan uçakla varmıştım Münih'e. Berlin'e bir Fransız uçağıyla ulasacaktım. Fakat Fransız uçağı görünürlerde yoktu. Akşam gazetelerinde heyecanlı haberler vardı. İki saat gecikmeyle gelen Fransız uçağı Berlin'e vardığında saat on yedi otuzdu. Fırtına, yağmur ve kapkara bulutlar arasında uçmuştuk. Sinirter gergindi. Rus tanklarma saldıran kimi Alman gençleri öfmüştü. Söylentilerin sonu gelmiyordu. Berlin baş Belediye Başkanı Prof. Ernest Reuter de uçaktaydı. Gazeteciler sanvermişti cevresini. Prof. Reuter, olup bitenleri sert bir dille eleştirmişti. Böylesine gergin bir havada ulaştığım Berlin'de ertesi sabah güneşli ve güleryüzlü bir şehir buldum. Dış görunüşleriyle rahat insanlar çoğunluktaydı. İkinci Dünya Savaşı hava saldırılarından kurtulabilmış en son yapılar, lokantalar ve kaldırım kahvelerinin bulundugu Kurfürstendamm bulvarı üç kilometreydi ve bütün bir Berlin dünyası demekti. Festivale gelen yabancılar, başka şehirde yaşayan Almanlar, Hitler döneminde başka ülkelere göç etmiş Almanlar Kurfürstendammda buluşuyordu. Bu konuda bir kitap yayımlanmıştı: "Kurfürstendam Özlemi!" 17 Haziran 1953 günü ölmüş Alman gençleri, 24 haziranda törenle kaldırıldı. Ayaküstü konuştuğum bir Alman gazetecisi: "Batı Almanya yöneticileri için kaçırılmaması gereken bir propaganda fırsatı demişti. Bir başka Alman da: "Tanklara taşla saldıran Alman gençleri, savaş görmemişti" dedi. "Ruslar soğukkanlı davranmasaydı ölü sayısı artardı..." Berlin, İkinci Dünya Savaşı'nda en çok bombalanmış Alman şehirlerinden biridir. Sadece eylül 1942'den nisan 1945'e değin İngiliz Hava Kuvvetleri 42845 ton ve Birleşik Amerika uçakları 28268 ton bomba atmıştı. Bu hava saldırılarında yerle bir edilmişcesine yakılmış, İmparator Katedrali'nin onarımı yıllarca tartışıldı. Berlinliler onarımdaeski katedralin görünümünün korunmasını istiyorlardı. Sonunda bir çözüm bulundu. Yıkılmış katedralin ayakta kalabilmiş parçası yenı kilisede olduğu gibi kullanıldı. Bu parça, korkunç yakın geçmişin bir uyansı olsun istemişlerdi. Unutmamak, ama yaşamak zorundaydılar. Doğudan Batıya sığınmışları konu edinmiş, bir Alman belgeselinin adı anlamlıdır: "Umut Adası." Almanca öğretmenim Alfred Strauch'la Berlin'de buluşmuştum. 19301935 yıllarında İstanbul'daydı. Ateşli bir milliyetçiydi. İkinci Dünya Savaşı'na katılmıştı. Şimdi Doğu Almanya topraklarında , Juteborg Bei Berlin'de yaşıyordu. Yine öğretmenlik yapıyordu. Eski günlerini bağışlatmak ister gibi gülümsemiş ve: "Özürlü çocuklara öğretmenlik yaptığımdan aylığım epeyce. Yakında emekii olacağım, başka ne yapabilirdim" demişti. Başka ne yapabilirdi? 1986 yılında kurulan vakfimız, eğitim, kültür, ekonomi ve sağhk alanlannda faaliyet göstermeyi amaç edinmişrir. Vakfimız eğitim çahşmalaruıın bir ünitesi olarak Ödemiş'te büyük eksiktiği hissedilen Kitap bağışına ilginizi bekliyvruz 19861987 öğretim yılı içerisinde başlattığımız "Kitap Bağış Kampanyası"na Ugüerinizi bekliyoruz. Bu T.C. ÜŞKÜDAR BİRİNCİ SULH CEZA MAHKEMEŞİ HÜKÜM ÖZÜ Esas No: 1986646 Karar No: 1986/1773 C. Sav. No: 1986'2^16897371 Davacı: K.H. Hâkim: Huseyin Tamer 12374 Yazı İş Mud: Aslıhan Arlı 628 Sanık: SADİR GÜROL CANKAT / M. Sait ve Hayriye'den olma, 1952 D.'lu. Konya, Ermenek Değirmenlik Mah. H: 48, C: 005/01, S: 85'de nufusa kayıtlı, halen Üsk. Selamı Ali Mah. Bağlarbaşı Sokak 60/C'de oturur, bekâr, okuryazar, sabıkasız Turk Islam. Suç: Gıda Maddeleri Tuzuğu'ne muhalefet. Suç Tarihi: 3.4.1986 Karar Tarihi: 23.10.1986 BAŞSAĞLIĞI CHP'nin son merkez yönetim kurulu üyesi ve Ankara eski ll Başkanı, DtSK Yürütme Kurulu üyesi ve OLEYİS Sendıkası Genel Başkanı, KentKoop Denetim Kurulu Başkanı NUSRET AYDIN bir trafik kazasında vefat etmiştir. Ailesine, çalışma arkadaşlanna ve tüm panilılerimıze başsağlığı dilerız. SOSYALDEMOKRAT HALKÇI PARTİ GENEL BAŞKANLIĞI Gıda Maddeleri Tuzüğü'ne muhalefet suçundan sanık Sadi Gürol Çankat hakkında mahketnemize açılan kamu davasının yapılan duruşması sırasında: Samğın evsaf eüketi bulunmayan pastırmayı satışa arz etmek suretiyle Gıda Maddeleri Tuzuğu'ne muhalefet etmekten, eylemine uyan TCK'nin 398, 402, 72, 647 sayılı kanunun 4/1 maddesi gereğince TOPLAM: 59.000 lira ağır para cezası, 3 ay curme vasıta kıldığı. meslek ve sanatının ve ticaretinin tatil olunmasına ve fiılın işleniş ve niteliğine gore ışyerimn 7 gün sure ile kapatılmasına karar verilmiştir. TCK'nin 402/2. maddesi gereğince ilan olunur. 18.5.1987 Basın: 22414
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle