21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURfYET/6 22 MART 1987 1 Bir eylül akşamında Bodrum... Yaz aylarında bir insan yumağını andıran o ünlü sahil kasabasının Azmakbaşf ndaki Eylül restaurantında sadece iki üç masa doluydu. Yorgun bir yazı geride bırakan Bodrum kasabası, son tatilcileri konuk ediyordu. Albinoni'nin "Adagio"su, restaurantın yola bakan kapısı önünde dizilmiş masalarda oturanlann kulaklannı dolduruyordu. Ilık güz akşamının yumuşaklığında herkesi konuşmalanndan, içki ve yemeklerinden koparacak bir şey oldu ansızın. Gıcır gıcır bir otomobil, tüm sokağı çuılatacak denli gürültülü muzik eşliğindegeldi. Ani bir frenle restaurantın önünde durdu. Masalarda oturanların ilgi noktasını oluşturan otomobilden bir süre kimse inmedi. Yerli marka bir araçtı bu. İçi bir renk armonisi oluşturuyordu. Farları sönünce otomobilin ön panjurunda dikdörtgen biçimindeki yanıp sönen ışık demeti iyice belirginleşti. İnsanı şaşırtan, üç dört saniyede bir yanıp sönen ışıklı harflerle şu tümce ortaya çıkıyordu: Seni seviyorum... Otomobilin içinden önce bir kadın çıktı. Beyaz bir bulüz ve çok renkli, iri motifli bir etek giymişti. Yüksek ökçeli ayakkabılarıyla güçlükle yürüyordu. Alıcı bir gözle bakılmazsa, hafif esrik bile sayılabilirdi. Esmer yüzü yorgun, ama gözleri cıvıl cıvıldı. Kısa saçlarını hızla arkaya doğru düzeltti. Dudaklarındaki koyu ruj iyice belli olmuştu. Bir süre otomobilin önünde erkeği bekledi. Fahîşelik Römsans'a kadar saygın bir iştL 1 Doç. Dr. ATAMAN TANGÖR Üniversitede çalışmakta olduğum yıllardaydı. Adına "Tıbbi Konsey" denen sağlık kurulunda görevliydim. Olayın aynntılaruu tam olarak anımsamayabilirim, günün birinde mahkeme kanahyla bir kadın başvurdu. Dileği, genelevde çalışmak için vesika almaktı; bu dileğini yetkili organlara ilettiğinde, kadının "akli dengesinin yerinde olup olmadıgının" saptanması için bir psikiyatri kliniğine gönderilmesine karar verilmişti. Yirmi bcş yaşlannda güzel ve alımlı bir kadındı. Beş yıl kadar önce ailesinin sefalete düşmesi sonucu, sermaye olarak genelevde kısa bir süre çalışmış ve sonra "namuslu" bir evlilik yapmıştı. Kocası oldukça varlıklıydı, kadın da parasal açıdan rahattı. Ancak beş yıllık evlilik süresince kocasının yoğun baskılarıyla, kıskançhk krizleriyle, dayak ve zulmüyle o denli bunaldı ki, fahişeliği iffetli evliliğe yeğledi ve bizden de "rnhen sağlam" raporu aldı. Fahişeliğin, insanbk tarihi kadar eski olduğu söylenir ve kısmen doğrudur da. Fahişeliğin ataerkil tarihin başlamasıyla birlikte boy gösterdiğini yazarlar. Ancak fahişeliğin dünü ve bugunünü aynı kaba koyduğumuzda, elma ve armutlan birlikte toplarmışcasına ilkel bir hataya düşüveririz. Çünkü fahişelik eski çağlarda saygıdeğer bir uğraştı. Doğuda ve Mısır'daki kutsal fahişeler insan, hayvan ve bitkilerin yenilenmesini sağlayacak olan tanrı ve tannçanın birleşmesini sembolize edivorlardı. Uzman göfcüyleFuhuşun psikolojısı İçinıizden birüeıi Hep onlar konuştu... Onlar antattt uzun uzun. Çocuklanndan, genç kıztıklanndan söz ettiier. Içkiye «an/ başladıklanm, uyuşturucuyu ilk kez nerede aldıkiaruu, "bu yola" nasü dOştOklerini anlattüar... Değigen yaşam koşullan ve yoğunlafan sorunlarla birlikte son ytUarda toptumumuzda stirekU gözlenen bir olay vardı. CinseUiğin ve kadtntn meta olarak algılandığı bir ortamda, çoğu cahil ya da kırsal kesimden, büinçsiz ve bUgisiz btrçok kadaun geçim kaynağıydı fahişelik. tçimiiden biriteriydi bunJar... Dtgmkm bakümca hemen hepainin uykOsu birbirine benzer gibi görttnüyordu. Ashnda her birinin yüreğütde ayn bir yaşam, ayn bir dtinya vardı. Onlarla konuşmak hem zor hem de kolaydı. Umursamazlıklan, umarsızhğa dönüştüğünde ya da yasamm Onemini ammsadtkkmnda böMk pOrçttk dOküHtyordu kınk yaşamöyküleri ağızlanndan. SOscBklerin kimi yutuluyordu, kimi de hızla geçiştiriliyordu. Yutkunduklannda, boğazlanna bir jeyler düğumkndiğinde, gözleritotğulandığındaonlan dinlerken unutulmaması gereken tek $ey, yazgıian ne olursa olsun, onlann da bir kadın obnalanydı... Ve bir kadın yüreği tapyoriardı, kadınca duyaritklarmda... Çoğu kez öyküler, çoğu kez kişiler birbirine kanştı. Çünkü dayamlmaz acıyla yaşamlannı dUe getiriyortardı. Gerçekier bir kez daha yalansız, dolansız, saklanmadan, değişmeden yaşanıyordu... Biz bu insanlaria konuşarak yaşamhrvtdan bir soluk vermeyi amaçladık... Bilmem başarabUdik mi? HÎKMET ÇETÎNKA YA Gecede Hikmet Çetinkaya Onlarla konuşmak, hem zor hem kolaydı. Umursamazlıklan, umarsızhğa dönüştüğünde ya da öyle de olsa böyle de olsa yaşamanın önemini anımsadıklarında, bölük pörçük dökülüyordu kınk yaşamöyküleh ağızlanndan. Ve bir kadın yüreği taşıyorlardı, kadınca duyarlıklarında... Yalnızım, yalnız Otomobilin teybinde çalan Ibrahim Tatlıses'in "Yalnızım" adlı şarkısı, Albinoni'nin "Adagio"sunu bastırıyordu: " O eski halimden eser yok şimdi / Lzdırap içinde yorgunum şimdi / Tutun kollanmdan diişerim şimdi. / Yalnızım dostlanm yalnızım, yalnız..." Yakası açık gömleğinden uzun kılları fırlamış erkek, kaytan bı Rüya, kızınmfotoğrafına bakıp bakıp ağlıyordu, Saçları ağarmış, boyası bozulmuş, avurtlan çökmüştü... Rüyalarımda hep gelinlik giyerim yıklıydı. Boynunda altın bir köstek, kolunda kalın bir künye vardı. Müziği biraz kısarak otomobilden indi. Sokak lambalannın loş aydınhğında otomobilin önündeki yazı, erkeğin kadına ya da kadının erkeğe sevdasını yansıtıyordu besbelli. Birlikte restaurantın köşesindeki iki kişilik bir masaya oturdular. Kadın erkeğin elinden sımsıkı tuttu. Gözlerini erkeğin gözlerine dikmişti. Sanki bir an ayırsa yitirecekti... Konuşuyor gibi görünmelerine karşın, konuşmuyoriardı da... Kadın salt erkeğiyle ilgileniyordu. Dünya umurunda değildi. Erkek Marlboro sigarasını attı masanın üzerine. Sonra garsona siparişlerini verdi. Rakı geldi. Erkek sadece kendi bardağına koydu. Kadın, erkeğin elini hiç bırakmıyordu. Tabağındaki hiçbir şeye dokunmadı. Kadından daha genç ve dinç görünümlü erkek, ara sıra kısık sesle kadına bir şeyler söylüyordu. Kadın sadece dinliyordu. Bakışları masada sabitleşerek, başını öne eğip, usulca ağlamaya başlayınca, erkek birden yerini değiştirdi, gitti yanına oturdu kadının. Sımsıkı sardı onu. Kadın sanki küçülüp yok olmuştu erkeğin kollan arasında. Gözleri yeniden ışıldamaya başladı, erkeğe sokularak kokusunu sindirdi içine. Ve gecede yankılanan bir kahkaha koyuverdi: Ulan hıyar, seviyorum seni... Sen ne dersen de!... Erkek, kısa sürede, küçük küçük lokmalar atıştırarak, bir büyük rakıyı devirdi. Sonra hesabı ödedi, kadını kolundan çekerek arabaya doğru yürüdü. Ve geldikleri gibi çığlık çığlığa gittiler. Bir kadın, bir erkek. Bir beyaz gecede beraberdiler... O Bodrum gecesinde tanık olduğumuz gercek öyküyü, başka beyaz geceleri yaşayanlar da vardı. Bu insanlaria konuşarak, beyaz geceleri yaşayanların soluk alış verişlerini yansıtmayı amaçladık. • •* O kuçük Ege kasabasını, her gece yatağa girmeden önce düşünür, yaşamımn çocukluk anılarını eski albümlerde kalmış soluk resimlerde arardı. Onbeş bin nüfuslu kasabada doğup buyümüştü. Babasına "Bıçakçı Hayri" derlerdi. Uzun boylu, yeşil gözlü bir adamdı. Annesi Hayriye Hanım'ın upuzun, sapsarı saçları vardı. San saçlı kadınların gözleri renkli olur derler, ama onunki değildi. Üç kardeştiler. birisi erkek, ikisi kız. En küçükleri Hasan, ortanca olan Gul, onun adı ise Hatice'ydi. "Niçin seninki Hatice" dedim. Başını salladı, saçlarını düzeltti... "Babaannemin adıymış da", dedi... Bir sigara yaktı, salonun bir ucuna gidip geldi. Sonra yeşil renkli divana bağdaş kurup oturdu. Hammurabi'de fahişe hakları Hammurabi yasalanna göre, fahişelerin toplumsal ve mülkiyet haklan evli bir kadına oranla çok daha genişti. Çok tanrüı Maduk ve Iştar tapınaklannda fahişelerin özel dokunulmazlıklan vardı. Efes ve Korinthos Artemisi'nde, Yunan fuhuşunda fahişeler Agoronamos adı verilen görevülerin denetiminde çalışan varhkh ve kibar kadınlardı. Hetairos adı da verilen bu genel fahişeler, özeUikle siyaset adamlan ve düşünürlere yani köle olmayanlara hizmet veren ayncahklı kişilerdi. Rönesans'a değin ve hatta Rönesans'ta fahişelik erki elinde bulunduran ayncahklı sınıfın emrinde saygın bir işti. Köleler ve aşağı halk katmanlannın zaten fahişelerle bir ahşverişleri yoktu. Aynca fahişeler aşağı tabakalardan secilmezler, ya da seçüseler bile kuçük yaşlarda özel eğitim görürlerdi. özellikle evlenmenin, yani tek eşliliğin (monogami) kutsallaşması ve mutlaklaşmasıyla birlikte, fahişeler toplumsal değerlerini yitinneye başladılar. örneğin eski Yunanda evlenme düşük değerde bir akitti ve erkek evi dışında da "soylu" kadın arkadaşlar edinebiliyordu. adın salt erkeği ile ilgileniyordu. Dünya umurunda değildi. Erkek Marlboro sigarasını attı masanın üzerine. Sonra garsona siparişlerini verdi. Rakı geldi. Erkek sadece kendi bardağına koydu. Kadın erkeğin elini hiç bırakmıyordu. Tabağındaki hiçbir şeye dokunmadı. Kadından daha genç ve dinç görünümlü erkek, ara sıra kısık sesle kadına bir şeyler söylüyordu. Kadın sadece dinliyordu. Bakışları masada sabitleşerek başını öne eğip usulca ağlamaya başlayınca, erkek birden yerini değiştirdi, gitti yanına oturdu kadının. Sımsıkı sardı onu. Kadının gözleri yeniden ışıldamaya başladı. Ve gecede yankılanan bir kahkaha koyuverdk "Ulan hıyar, seviyorum seni... Sen ne dersen de!" K. Doç. Dr. Atanuuı Tangör Osmanlılarda fuhuşun cezası çok ağır olmakla birlikte, soylular yataklarına Müslüman olmayan odalık ve cariyeleri alabiliyorlar ya da erkek çocuklarına armağan edebıliyorlardı. Osmanlı erkeği Galata ve Beyoğlu semtlerinde özel fuhuş evlerinde günlerce bir kadınla karıkoca gibi yaşama özgürlüğüne sahipti. Roma'nın lupanaria (genelev)'lanyla birlikte fahişeler evli soylulara hizmet veren ikinci sınıf genel kadın oluverdiler ve hatta giysileri bile konumlannı belli edecek biçimde tekdüzeleşti. Osmanlılarda da fuhuşun cezası çok ağır olmakla birlikte, soylular yataklarına Müslüman olmayan odalık ve cariyeleri alabiliyorlar, ya da erkek çocuklarına armağan edebiliyorlardı. Soylu Osmanlı erkeği, yakın döneme dek Galata ve Beyoğlu semtlerindeki özel fuhuş evlerine günlerce bir kadınla kan koca gibi yaşama "özgürlüğü"ne sahipti. Çünkü bu evlerin yüksek kademeden koruyuculan vardı, dokunulmazdılar. Yani fuhuş özetle ve özellikle Viktorya cagı ertesine dek soylulann yataklarını süsleyen ve incelmiş (rafine) fahişelerin bir zanaatıyken ayağa düşüverdi; yani sonın değilken sorun oldu. "Kutsal Aile"de 19. yy. ilk yansının ütopyacı sosyalist yazan Eugene Sue'nun tiplemelerini irdelerken, şöyle bir bölüm geçer: Sevgiyi evlilik içinde bulamamış olan markiz d'Hurville ile düşes De Lucenay bir soru yöneltirler: "Sevginin sırn nedir?" Ahlakın simgesi papaz yanitlar: "Ne konıluklar aresındaki gölgeli yollar, ne bir ay ışıgının dogal aydınlıgı, ne degerli duvar kaplamafauı ve perdeier tarafından yapay olarak üretilmiş bulunan yan aydınlık, ne arp ve orglann sevecen ve şaşırtıcı miizigi, ne yasak meyvenin gücii vb." 1 2 yaşında âşık oldum "Ben on iki yaşımdayken âşık oldum, inanır mısınız?" dedi. "Niye inanmayayım?" diye yanıtladım. Güldü, bir de kahkaha attı. Gözlerinde hınzır bir bakış vardı. Biraz alaycıydı. "Sevgilim ise onbeş yaşındaydı." Elimde olmadan, "ne güzel" dedim. Bir kahkaha daha koyuverdi. "Onunla evlenseydim, belki mutlu olurdum..." Sigaranın birini söndürüp, diğerini yakıyordu... Sonra anlatmaya başladı... Babam pazarlarda bıçak satardı. Haftanın beş altı günü eve uğramazdı. Ashnda iyi de kazanırdı. Ama bize yararnazdı. İçerdi de ondan. Annem... Annemin unutmadığım tek şeyi, her gün çamaşır yıkamasıydı. Deli gibi yıkardı. Çok sinirli, her şeye kızan bir kadındı. Beni hiç sevmedi. Sevseydi böyle olmazdı herhalde... Ne yaptı annen sana? Beni hiç sevmedi... Varsa yoksa Nur... Onun evlenip, zengin bir koca bulması için dua ederdi hep. Çünkü Nur güzeldi, sessizdi. Hem de nasıl olmussa kibardı da. Onu hiç çalıştırmadı. Beni, bulsa temizliğe bile görrderecekti. Bir gün, bizim kasabaya yeni gelen bir ailenin çocuğuna bakacak birisi aranıyordu. Annem duymuş... Beni götürdü, kadınla konuştu, anlaştı. Sonra her gün gitmeye başladım oraya... Çocuk bakıcılığı yapıyordun değil mi? Evet. Çocuğa bakıyordum. Ara sıra yemek de yapıyordum. Ama mahsus kötü yapıyordum, her zaman istemesin diye. Kadın bir devlet dairesinde çalışıyordu. Adam da özel bir şirkette... dı Hatice'ydi. Babaannesinin adıymış. Gülerek anlatıyordu, "Ben 12 yaşındayken âşık oldum, inanır mısınız? Sevgilim ise 15 yaşındaydı. Onunla evlenseydim, belki mutlu olurdum. Babam pazarlarda bıçak satardı. Haftanın beş altı günü eve uğramazdı. Annem... Annemin unutmadığım tek şeyi her gün deli gibi çamaşır yıkamasıydı. Çok sinirli, her şeye kızan bir kadındı. Beni hiç sevmedi. Sevseydi böyle olmazdı herhalde. (...) Sonra çocuk bakmaya başladım. Adam göz koymuş bana. Kadının evde olmadığı bir sırada zorla sahip oldu bana. Korkuttu, kimseye söyleme diye. Kime söyleyebilirdim ki..." Acı bir gülümseme yayıldı yüzüne. O çocuksu günlerinin sevinci silinmişti gözlerinden. Konuşmasını sürdürmesini sağlamak için sorular yönelttik art arda. Hatice, sonuca çabuk ulaşmak için kestirip attı: Ne var bunda ısrar edecek? Hiç mi kestiremiyorsun sonunu? Gazetelerde her gün okuyorsundur böyle hikâyeleri... Anlayacağın adam göz koymuş bana. Kadının işte olduğu bir saatte, geldi. Zorla sahip oldu bana. Korkuttu, kimseye söyleme diye. Kime söyleyebilirdim ki... Ne annem, ne babam bana inanmazdı... Evöbile almazlardı artık. Kimseye belli etmemeyeçahştım, ama olmadı. Yine bir gün komşu kadın ispiyonlayınca bizi... Her şey mahvoldu. der gibi baktı. Saçlan ağarmıştı, diplerinden beyazlar çıkıyordu. Boyası iyice bozulmuştu. Avurtlan çökmüştü. Dostumdan anla işte... Ama herifîn kıçına tekmeyi vurdum. Kızımı da bir yaşına basınca annemin yanına gönderdim. Sürekli mi annenin yanında? Evet annem bakıyor ona. On yaşında şimdi, okula gidiyor. İlkokul dorde geçti. Altı ayda bir gidip göruyorum. Tıpkı bana benziyor değil mi, o deyyusa değil. Babasını görmüyor musun? Tımarhanede babası. Hep esrar, içki... Delirdi herif, beş yıldır yatıyor. Gebersin orada. Beş kuruş faydası dokunmadı. Ben tanıdığımda içkisi, hapı, esrarı yoktu. Kâfir yakışıklıydı. İyi bir aile çocuğuydu. Küçük bir kız Hatice'nin öyküsünü dinlerken, Rüya da bizim yanımızda oturmuş, kayıtsızca kulak misafiri olmuştu. Tırnaklarını törpülerken, ağzındaki sakızı büyük balonlar oluşturarak, ikide bir patlatıp duruyordu. Suskunluğu bozmak kolay olmadı. Hatice beş yaşlarında bir kız çocuğunun fotoğrafını uzatıp, onun olduğunu belirten bir anlatımla baktı Rüya'ya. Elimdeki fotoğrafa ve bir de ona baktım. Çok benziyor... Gözlerinin içini bir sevinç kapladı. Yerinden kalktı, odanın içinde bir tur attı. Bu kez pencere kenarındaki sandalyeye oturdu, Sahi benziyor mu?.. Çok seviyorum onu. O benim canım ciğerim... Kaç yaşında çocuğunuz, dedim. İnce, uzun parmaklarıyla hesaplamaya başladı: On yaşında... Demek ki, bu fotoğraf çekileli tam beş yıl olmuş... Hayret etti. "Ya o kadar olmuş mu?" diye sordu. "Bu resim, henüz beş yaşlarınday ken çekilmiş, baksanıza" dedim. Fotoğrafı elimden alıp, tekrar uzun uzun baktı. "Evet öyle" dedi. Artık sakız çiğnemiyordu. O kayıtsız tavrı da yok olmuştu. Ağlıyordu... "Çocuğun kimden?" dedim. Durmaksızın ağlıyordu. Hatice dayanamadı "Kimden mi kocası olacak aptaldan tabii" dedi. Nikâhlı kocandan mı? dedim Rüya'ya. Burnunu bir güzel temizledi kâğıt mendile. Yüzüme aptal mısın? Kızıma ne yaptığımı söyledim Kızını okutacak mısın? Senin yaptığın bu işi, bir gün öğrenecek mi? Sustıi, derinden gelen bir sesle: Ben kızıma ne iş yaptığımı söyledim. İstedim ki, başkalarından duymasın. Yavrum garip kalmasın. Bunda utanılacak bir şey olmadığını anlattım. Şaşırdı, sarıldı bana, uzun uzun ağladı. Ama anladı beni. Kaç yaşındayken söyledin? Bu yılbaşında. Ağladı yavrum, anlayamadı önce. Sonra "annem" diye sarıldı boynuma. Hıçkınklara boğulmuştu Rüya. Onun da diğerleri gibi dostu vardı. O konuya girmedi hiç. "Lütfen" diye açılan kolları kapatmaya çalıştı hep. Sonunda dayanamayıp sordum: "Hiç telli duvaklı gelin olmayı düşiedin mi? Parmaklannı kütletti. Yüz hatları geriliverdi. Hep rüyalarımda gelinlik giyerim ben... Hatice masanın üzerine çay bardaklannı sıraladı. Odanın bir köşesinde tüpün üzerinde kaynayan çaydanlıktan çay kokusu yayıldı ortahğa. Sessizce sigaralanmızı içmeyi sürdürdük. "Şu dosl tutmak nasıl oluyor," diye sordum birden. Hatice ile Rüya birbirlerine baktılar. Sonra Hatice gülerek, "Önce sana Jale abla anlatsın, sonra ben de anlatırım. O uzun iş" dedi. IVışkırtan öğe: Cinsellik Eğer diyor Marx, "Papanmız perde ve orglan götürecek yer4 'e sevgi bnlaşmasraa kaplnmbağa çorbası ve şampanyayla birlil'tte gitseydi luşkırtan ve coşturan öğeye, yani cinselliğe sahip ob tcaktı. Sır burada kışkırtan ve coşturan öğedir, cinseüigin giiP apaz sürdürür; "Cinselligin gficü, gerçi biz onu kendi kendimi w itirafı yadsıyoruz, ama biz onu kendimizden kovduğuv muz \ e kendi öz dogamız bakımından tanımayı kabul etmediğimiz iç indir ki, cinsellik bizbn özerimize öylesine olağaniistü bir egemekiük kurar" ve devam eder; "Eğer sevgi, evliligin, genel olarak ıihlakın özseli olmaktan çıkarsa, rînsellikte sevginin... sırn haüne g eür..." Bunur/ üzerine "evet" diyor Marx, "Papazımız tam üstüne bastı, rin.sellige boynn egdirmek için her şeyden önce sinirsel akımlar ve' hızlı kan dolaşımına boyun egdirmek zorunda... Sinirier arbk titremez ve kan toplardamarlarda artık tutuşmaz olur olmaz cinse,' istekJerin merkezi olan giinahkâr gövde, diimdüz bir ıHnginHt içine düşer ve ruhlar kendi aralannda rahat rabat 'evrensel us', 'gercek sevgi' ve 'saf ahlak' üzerine konuşabilirler. Papazımız cinselliği öyle alçaltır ki, gercek cinsel sevgiyi secretio seminis'in (erkekte üreme organjı tohumlannın salgısı) mekanik bir eylemine indirger ve acıklı bir ünlülük kazanmış bulunan o Alman din bilimcisiyle (Lutfaer'i kastediyor) birlikte şöyle fısüdar; "Ne cinsfl sevgi, ne de şehevi dfinya istekleri yttzüoden, ama sadece tann: 'Üreyin ve çogalın dedigi için." Çocuk uyuyunca sevgiliyle buluşma Yani memnun muydun bu işten? İyi idi, ama can sıkmaya başladı sonraları. Ben de hani söyledim ya, sevgilim vardı diye, işte onu çağınrdım, arka bahçeye. Çocuğu uyuttuktan sonra tabii. Kimse görmüyor muydu? Anlamıyor muydu? Neyi anlayacak ki. Geliyordu işte, konuşuyorduk falan. Sonra da gidiyordu. Bir gün, gece gezmeye gittiler. Anneme söyledim, merak etme gece orada kalacağım diye. Sonra çocuğu uyutup, aldım içeri onu. Çok güzel vakit geçirdik. Kimse bir şey anlamadı. Taa, başka bir gece basıhncaya kadar... Ne güzeldi her şey... Ne yaptılar sizi görünce? Kadın ortalığı ayağa kaldırdı. Adam da kadını sakinleştirmeye çalıştı. Zaten kadın hep beni kötüledikçe, adam korurdu. Sonra da bir daha böyle şey yapmazsan. kimseye söylemeyiz dedi. Ben de yalvardım, ağladım. Öyle kapandı olay. SİRECKK İLAN YALVAÇ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1986/99 Davacı Yalvaç Ayvalı K!den Muharreme KAKTAL tarafından, davalı Yalvaç Körküler Kîden Musa oglu, Hüseyin CEYLAN'a karsı, müşterek çocuklan Ismahan CEYLAf>ruı velayetinin nezi ile Ugili açılan davada, davalı adresine çıkanlan davetiyelerin tebliğlerinin yapılamaması ve yapılan araştırmalardan adresinin bulunamaması nedeniyle, adına ilanen tebligat yapılmasına karar verilmekle, davalının 29.4.1987 günü saat 09.40'ta mahkememizde hazır bulunması veya kendisini vekille temsil ettirmesi, aksi halde H.U.M.KInun 213/2. ve 377. maddeleri uyannca yargılamalara yokluğunuzda devam olunacağı, davetiye yerine geçerli olmak üzere tebliğ olunur. Basın: 14509 StRECEK TÜRKİYE SÜT ENDÜSTRİŞİ KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN 1 DevreK işletmemizde eritme peynirinin ambalajlanmasında kullanılmak üzere 2600 kg altın renginde aliminyum folyo satın alınacaktır. 2 lhaleye iştirak eden firmalar 300.000. TL.lik geçici teminat vereceklerdir. Bu teminat bir Türk bankasından olabileceği gibi Türk bankasının garantisi altında yabancı bir bankadan da olabilir. 3 Teklifler en geç 20.4.1987 pazanesi günü saat 16.00'ya kadar Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğü Akay Cad. No: .6 Bakanhklar ANKARA adresindeki Haberleştne Mudürlüğil'ne verilmiş olacaktır. 4 İhaleye ait şartname Gene! Müdürlük Tedarik ve Pazarlama Daire Ba$kanhğı'ndan ücretsiz temin edılebilir. Kurumumuz 2886 sayılı kanuna tabi olmayıp ihaleyi yapıp yapmamakta. tamamını veya bir kısmını ihale ermekte serbesttir. Basın: 14145 İLAN KIRŞEHİR SULH HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN Dosya No: 1986/1164 Kırşehir Merkez Kuşdilli Mahaliesi Beydeğirmeni mevkiinde ada 548, parsel 3'te, ada 503, parsd 24 ve Kuşdilli Mahaliesi Nevşehir Caddesi ada 601, parsel 1, Kırşehir Kuşdilli Mahaliesi Dinekbağı mevkiinde ada 606, parsel 4'te kayıtlı taşınmazlann satışına davacı Hatice Büke vekili Av. Doğan Koca tarafından mahkememize açılan izaleyi suyuu davasının yapılan açık yargüaması sırasında davalılardan AJiye Büke, Kemal Hatice Büke, Tülay Büke, Ender Büke (Ayse Basire Büke*ye velayeten)'nin belirtilen adreslerine tebligat yapılamadığından adı geçenin 14.4.1987 günü saat 10.45'te bizzat duruşmada hazır bulunmalan veya kendilerini bir vekille temsil ettirmeleri aksi takdirde yargılamanın H.UM.K'nun 509510. maddeleri geregince yokluklannda görulecegi dava dilekçesi yerine kaim olmak üzere ilan olunur. Basın: 14496 T.C. IZMİR 3. İŞ MAHKEMESI HAKİMLİĞİ Sayı: 1986/370 Davacı S.S.K. Genel Müdürlügü vekili tarafından davalı Mustafa Kemal Caddesi Ülkü Han K: 4 Aksaray/İSTANBUL adresinde oturan Ünver Ergür aleyhine açılraış olan 4.479.9%.20 TL. tahsili davasının yapılmakta olan duruşmasında adı geçen davalıya duruşma gününun tebliğ edilememi; ve zabıtaca yapılan tahkikata ragmen ikamet adresi tespit edilememi; olduğundan duruşma gününün kendisine Uanen tebliğine karar verildiğinden, Adı geçenin davalı olarak 1.5.1987 günü saat 10.45'te tznür 3. İş Mahkemesi'nde hazır bulunması veya bir kanuni vekil gönderrnesi aksi lakdirde davanın yokluğunda devam edip, karar verileceği hususlan davctiye yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 13.3.1987 BasınT 14733
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle