18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
/ MART 1987 CUMHVRİYET/7 BrükseVden Karnaval özgürlüktür İnsanlar, insan olduklarından bu yana, şeklen ve ruhen, olduklarının ötesine dönüşmeyi arzulamışlardır. Doğu efsaneleri, Mısır tanrıçaları, Yunan mitosları, Ortaçag Avrupa masalları, bu dönüşüm ve şekil değiştirme arzusunun göstergelehdirler. Ve karnavallar, bunu başarmanın kolay yollarıdır. HADİ LLUENGÎN BRLKSEL Kameri takvimle 3 mart sabahı, Venedik'te, heniiz "San Marco" Meydanı sisten gözükmezken, "Rialto" Köprüsü'nden hayaletler geçerler. Tebdili kıyafet giyinmişlerdir ve maskeüdirler. Sislere kanşırlar. İnsanlar, insan olduklarından bu yana, şeklen ve ruhen, olduklarının ötesine dönüşmeyi arzulamışlardır. Doğu efsaneleri, Mısır tanrıçaları, Yunan mitosları, Ortaçağ Avrupa masalları. bu dönüşüm ve şekil değiştirme arzusunun göstergeleridirler. Dünyeviler için, bir bütün olarak olduğunun ötesine dönüşmek kolay iş değildir. Maddeciler tabiatüstü güçlerin varlığına inanmazlar. İnsanların önemli bir bölümü buna inansalar dahi, bizzat kendileri tabiatüstü güçlere malik olamadıklarından, olduklannın ötesine ancak kısmen dönüşebilirler. Bu kısmi dönüşümü en kolay biçimde gerçekleştiren araç ise maskedir. Bir de, makyaj, tebdi)i kıyafet giyinme ve kolektif olağandışılık hali. Kameri takvimle 3 mart salı günü karnaval. Belçika'da, Avrupa'nın en köklü karnaval merkezlerinden birini oluşturan "Binche" şehrinde. "Gilles"ler sokağa dökülecekler. Yaşlan yediden yetmişedeğişecek. Elbiseleri rengârenk olacak. Başlarında tüylü kukuletalar, boyunlarında ziller, ellerinde asalar bulunacak. Ne fazla yeknesak ne de fazla hareketli olan danslardan edecekler. KaJdınmda birikmiş ahaüve portakallar atacaklar. Ahalinin ikram ettiği erik rakısından içecekler. Televizyonlarla röportajlar yapacaklar. Bütün yıl provasına uğraştıkları resmi geçitten bu yıl da alın akıyla çtktıkları için övünecekler. "Binche" de karnaval, Venedik'teki gibi töresel bir ayin oluşturduğundan, " d e l i l i k " ve "zıvanalıklar" olmayacak. Araa, Belçika'nın diğer şehirlerinde bunlar olacak. Bir defa, kızım yüzünü pudrayla boyayacak, kaşlanna siyah rimel çekecek, dudaklanna ruj sürecek, başına sivri külah geçirecek, eve gece ikiye doğru dönecek ve dokuz yaşında üçüncü kere bir oğlanla öpüştüğünü söyleyecek. Kızım, olduğunun ötesine dönüşecek. Sonra, önce gündüzleyin, herkes maskelerden birer tane edinecek. Kadınlar siyah jartiyerler giyecek ve erkekler kırbaç takınacak. Bunun tersi de olacak. Gece gelecek. Avam için, ucuz kahvelerde kolay müzikler çalacak. Ucuz biralar kolay müziklere eşlik edecek. Ucuz biralarla sarhoş olunacak. Makyajlar akaeak tuvaletlerde. Günah aşklarla sevişilecek. Seçkinler için, şehrin yukan mahallelerinde, banliyö villalarında karnaval balolan tertip edilecek. Pahalı içkilerle kolay şarkılara eşlik edilecek. Maskeler düşecek. Siyah jartiyerli kadınlar kırbaçlı kadınlara. kırbaçlı erkekler siyah jartiyerli erkeklere dönüşecek. Fantazmalar, kollektif olağandışılık hali sayesinde özgürleşecek. Avamda ve seçkinlerde Ortaçağ bayramları yaşanacak. Karnaval Batı toplumlarına özgü bir bayramdır. Kilisenin şimdi iddia etmeye çalışttğı gibi, Hıristiyanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Tarihi Batının " p a y e n " geleneklerine uzanır. Karnaval, dönüşümün ayinidir. Kışın bahara, karın yağmura, buzun suya, soğuğun ılımanlığa dönüşümünü simgeler. Karnaval, esas olarak baharı kutsama ayinidir. Karnaval, özgürlüğün bayramıdır da. Ayin düzenlenen belli başlı şehirlerde, belediye başkanı sembolik olarak şehrin anahtarını karnaval pirine teslim eder. Mahalli otorite şeklen demokratikleşir. Kilise 18. yüzyıla kadar karnaval geleneğini afaroz etmiştir. İnsan suretini men eden İslam ise, maskeyi de yasaklamıştır. Tek tanrılı dinler, dönüşümün ancak lanrı, onun melekleri ve onun peygamberleri için caiz olduğunu vazederler. İnsanların olduklarının ötesine dönüşme arzusuna set çekerler. Ahlak anlayışlarıyla fantazmaları dizginlerler. Karnaval, otoriteye direncin de ayinidir. Karnavalda, insanlar, şeklen ve ruhen, olduklarının ötesine dönüşürler. Maskelerle kendilerini tamamlarlar. Raksla vücuılarını hürleştirirler. Dokuz yaşında üçüncü defa öpüşerek çocukiuktan ergenliğe geçerler. Siyah jartiyerlerle kamçıları değiş lokuş ederek fantazmaları alenileştirirler. Kameri takvimle 3 mart karnaval aünüdür. Venedik'te. "RialJo" Köprüsü'nden hayaletler geçer. "Binche" de "Gilles"ler raks ederler. Karnaval, baharın, otoritaye direncin, özgürüğün ve olduğumuzun ötesine dönüşme hakkının ayin günüdür. ESKİYES KL'ŞAK, DEĞİŞMEZMEKÂN Paris, herhaldepek çok şeyle, birçok simgeyle birlikte anılır, ama önce cafeleri; sokak ağızlarına açılan, kaldınm köşelerini dönen küçük masalı mekânlarıyla anılır. Kusaklar eskir, ama o mekânlar değişmez. ParteHen Islam dünyası ve Fransa Güney mahallelerde oturan gazetecilerin birçoğu, evlerine gitmeden önce Mountparnasse bulvarındaki Select'te bir iki bir şey ler atmadan geçmezler. Fransız TV'lerinde son günlerde dönen dedikoduları, tranIrak savaşı ve Beyrut'la ilgili son kulis haberlerini Select'ten toplayabilirsiniz. SABETAY VAROL PARİS İzmirli işadamı Antoine Kfendi Balladur'un torunu, Fransız ekonomimaüye ve özelleştirmelerden sorumlu Devlet Bakanı Kdouard Balladur, fiyaı sınırlamasıyla ilgili 1946 tarihli yasa gücünde kararnameyi iptal edince ocak ayında enflasyon yeniden ıırmanışageçiverdi. \alnı/ ocak ayı için enflasyon rakamı yüzde 0.9 olarak açıklandı. Aynı rakamın geçen yılın son aylarında yüzde 0.10,2'lerde gezdiği düşünülürse Chirac hııkumetinin işlerinin pek parlak gitmediği kolayca anlaşılabilir. Amacımı/, tabii ekonomi haberleri vermek değil. Ama. bu fiyat artışlarının en çok, otel, restoran, kafe gibi yerlerde gerçekleştiğini belirtmek. belki bugünlerde Fransa'va eelmevi tasarlayanlara yararlı bir bügi olabilir. Paris'e gelince. bir kafeye oturup. yoldan gelip geçeni seyretmemek olmaz. Kentin güney mahallelerinde oturan gazetecilerin birçoğu, evlerine gitmeden önce Montparnesse Bulvarfndaki "Selecl"te bir iki bir şeyler atmadan geçmezler. Fransız TV'lerinde son günlerde dönen dedikoduları, İranİrak savası ve Beyrut'la ilgili son kulis haberlerini "Selecf'ten toplayabilirsiniz. Yurtdışına kısa dalgadan yayın yapan kamusal Fransız Radyosu "RFP'de, Afrika ve Ortadoğu uz.manı Cezayir asıllı gazeteci. akşamüstü. saat 5 sularında, kontuardaki köşesine oturmuş birasını yudumluyor... İran'dan yeni dönmüş, son Kerbela5 taarruzunda oradaymış. Cepheye kadar gitmiş, İranlı yetkililerle uzun uzun görüşmüş... "Vaziyet nedir?", diye soruyoruz. "Ne olacak, >erlere serilmiş binlerce ölüden başka söyleyecek bir şey yok. Tıpkı Birinci Dunya Savaş gibi... Bir kilometre ilerlemek için haftalarca gögiis göğüse boğuşma. Savaşın biteceği de yok..." Cezayirli meslektaşın dedesi. Fransız ordusunda Almanlara karşı savaşıp canını vermiş. "Verdun Mezarlığı'nın Müslümanlara a\rılmıs böliımünde yatıyor. babam da 8 vasında Fransız ulusunun 'gozbebeği' ilan edilmiş." Fransa'da savaş yetimlerine 'ulusun gözbebeği" adı veriliyor ve devlet bunların tüm harcamalarını, eğitimlerini üzerine alıyor. Eski sömürge imparatorluğunun sınırları içinde kalan Kuzey Afrikalılar, Çin Hindililer arasında bol bol, ulusun gozbebeği çocuk var. Birçoğu yetimhanelerde büyümüş. Paris'te dev duvar afişleri başka bir dünya.. Minitel denen ekranlı, daktilolu telefonun PTT tarafından birkaç yıl önce lanse edilmesiyle yepyeni bir iş alanı doğdu. Minitel'le içini dökme, cinsel ya da cinsel olmayan fantazmların "gerçekleşmesi" için merkezler kuruldu. Duvar afişlerinde çok güzel bir kadın resmi, "Monigue sizden haber bekliyor, şu numaravı arayın yeler.." şeklinde yazılar. Bundan başka gazete ve dergi reklamları, film, tiyatro, sergi ilanları... Kentte ne olup bittiğini bu dev duvar ilanlarından zorlanmadan gorebilivorsunuz. Cezayirli arkadaşla konuşurken, bu ilanlardan biri aklıma geldi. "Fransız Ordusunda Müslümanlar" adlı bir sergi. Bugünlerde açılacak olan Matisse sergisi gibi, bedii zevklere hitap etmese bile, "Fransız Ordusunda Savaşan Müslümanlar" sergisinden kimbilir, ne kadar ders çıkarılabilir. Öyle küçük sergiler bazen çok ilginç oluyor. Geçenlerde, Fransız Mason Locası "Grant Orienf'in Cadet semtindeki müzesini gezmiştik.. Müzede başka kimsecikler yoktu. Ama Fransa tarihinin bir parçası bu binada yatıyordu sanki... Fransa'nın İslam dünyasıyla her zaman çok ozel ilişkileri olmuştur. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu'nun geçen haftaki ziyareti sırasında, Türkive'nin Avrupa ile Ortadoğu arasmdaki köprü rölünün ustüne basılması bu açıdan çok yerinde bir yaklaşımdı. Enine boyuna tartışmayı, somutlaştırılmayı gerektiren , bir konu... Karnaval ve maskaralar STELYO BERBERAKİS ATİNA Yunanistan'da Noel deyince akla "hediye", yılbaşı deyince " k u m a r " , paskalya deyince "kuzu çevirme ve yumurta", karnaval deyince de "kılık değiştirme" gelir... Yunanistan'da yukarıda sıraladığımız bayram günlerinde eğlenceler bol olur. Ancak kamaval günleri bambaşka bir havada yaşanır. Çünkü, bu eğlencenin bir ayrıcalığı vardır. Karnaval günlerinde kılık kıyafet değiştirmek serbesttir.. Günün her bir saatinde, isterseniz Atina'nın caddelerinde istediğiniz kıyafetle gezebilirsiniz.. Etrafınızdakilerin yapacağı tek şey, size dönüp, seçtiğiniz kıyafetin uygunluğunu onaylarcasına gülümsemek olur.. Alay konusu olmazsınız. Çünkü belki günün başka bir saatinde o size gülümseyen de bambaşka bir kıyafete bürünecektir. Y'unanlılar karnaval günlerinde mağazalarda satılan plastik, naylon, karton, kafadan geçmeli ya da cilde yapışan maskelerle kendilerini tanınmayacak bir şekle sokarlar.. Kıyafetlerin de, seçtikleri maskelere uygun olması şart.. Bir bakarsınız karşıdan ABD Başkanı Ronald Reagan geliverir. Ya da Demir Lady Thatcher.. Öltnüs olmasına ragmen Brejven.. İskelet... Vampir.. Rasputin'ler dolup taşar Atina caddelerinde.. Her bir maskenin ardında belki mahallenizin musiuk tamircisi, aile doktorunuz, kamyon şoförü, berberiniz, avukatınız ya da banka müdürünü görmeniz mümkün.. Çünkü karnaval günlerinde özellikle Atina'da ve diğer Atina'dan Amsterdam 'dan IMnızIığın başkentindeytlik Karnavallar insanların, olduklarının kentlerde herkes 7'den 70'e " m a s k a r a " olmak ister.. Günlük kıyafetini değiştiren ve yüzüne maske geçirenlere Yunanistan'da "maskara" derler.. Karnaval üç hafta sürer Yunanistan'da, ama son on gününde eğlenceler doruklaşır.. Son on güne girildiğini de "sidikli perşembe" haber verir.. Yunanistan'da geçen haftanın perşembe günü "sidikli" idi.. Herkes özellikle eğlence semti olarak bilinen "Plaka"ya gitmiş ve oradaki "şamataya" katıimıştı.. Şamatalar, bilip bilmediğiniz kişiötesine geçmelerini sağlayan, kısmen gerçekötesi dünyalardır. lerin size yapacağı muzipliklerdir.. Konuşmak için açtığınız ağzınıza bir avuç dolusu konfeti doldurmaktır.. Bu durumlarda esneme gafletinde bulunsanız boğulma tehlikesiyle karşılaşırsınız.. Plaka semtine doluşan genç ve ihtiyarlar ellerindeki plastik sopalarla kafanıza vurur ve plastik sopadan 'cik' diye ses çıkar.. Kimin yaptığını görseniz dahi, 'suçlu'yu tanımanız olanak dışıdır.. Zaten karnavalın anlamı da budur.. Sosyologlara göre karnaval, dünyanın az ülkesinde yapılan bu şölenlerde halkın "deşarj" olmasını sağlar,. Yani yüzünüzdeki maskenin \e büründüğümüz kıyafetin ardından istediğiniz herkese istediğiniz her bir elkol hareketini " m u z i p " bir şekilde rahatlıkla yapabilirsiniz.. Karşınızdaki ise size sadece "acaba kimdi" demesine karşın, yine de gülümseyecek, selam verecekür. Karnaval günlerinde her bir evde "maskeli balo" dediğimiz partiler düzenlenir. Bu partilere eş dost davet edilir. Ancak "maskara" olmak şartıyla.. Aksi halde partinin düzenlendiği evegiremezsiniz. Çünkü "mızıkçılık" yapmış olursunuz. Partiye davet edilenler, yüzlerini, maskelerle, bedenlerini "garip kıyafelleriyle" örterler ve ev sahibine "yahu sen kimsin" sorusunu sordururlar.. Maskeli davetliler, ses çıkarmadan, eğer parti yemekliyse ya masanın başına çökerler ya da salondaki kanapelerden birine otururlar. Etrafındakiler de maskeli olduğundan, sanki kimse birbirine tanımıyormuş gibi hareket ederler. Ama bilirler ki aralarında yabancı yoktur.. Ama gel gelelim davetsiz misafirler de, maskelilerin arkasında bulunur bazen.. Davetsiz maskara. davetli olınadığı evde oturur bir güzel yemek yer, içer, dans eder, sonra da "hadi bana eyvallah" deyip çeker gider.. Evdekiler de "Yahu bu herif kimdi" sorusuna yanıt bulmaya çalışır.. Bu örnekler bütünüyFe tesadüf değildir. Ama Yunanistan'ın en parlak karnavalı, Atina'nın 259 km. batısındaki liman kenti Patras'ta yapılır. Orada. maskaralar belediyenin düzenlediği geçitlerc katılır. Fener alayı olarak bildiğimiz gece geçitleri düzenlenir... Maskaralar kendilerini izlemek için Yunanistan'ın her yanından gelen halka çıkolata ve şekerler dağıtır.. Patras karnavalı her yıl TV'den naklen yayımlanır.. Ama aklınıza Rio'da eğlenceler gibi bir karnaval olayı gelmesin.. Hayır.. BuAarnaval Akdeniz ıılkelerinin özellikleri çerçevesinde kalan, ancak Rio'dakilere oranla derli toplu ve nıu/ır olmayan bir karnaval turü.. Yunanistan'da karnaval eğlenceleri yarın sona erecek.. Ve karnavalın bitiş gününden tanı 40 gün sonra paskalya bayramı başlayacak... Bu kaçıncı gelişim Amsterdam'a? Tam sayısım gerçekten bilmiyorum. Ama trenle evlerin arasından geçerken, ilk kez, bu kentte insanların hemen hiç perde kullanmadığını fark ediyorum. NEDİM GÜRSEL AMSTERDAM Amsterdam 1987'de Avrupa'nın başkenti seçildi. Gazetelerin yazdığına bakılırsa yıl boyunca çeşitli kültür ve sanat etkinliklerini birbirini izleyecek, şenlikler. konferanslar, bilimsel toplantılar düzenlenecek. Sanatçısı, yazarı, bilim adamı, politikacısı ve turistiyle Avrupa ülkelerinden gelen binlerce insan Amsrerdam'da buluşacak. Kanallar boyunca yürüyorum. Bu kaçıncı gelişim Amsterdam'a? Tam sayısını gerçekten bilmiyorum. Son yıllarda. çok değişik nedenlerle öylesine sık geldim ki bu kente! Bir kış günü. ancak Vermeer'in tablolarında gerçeklik kazanan o gizemli ışığın peşine takılmış. bir düşte, bir uzak yalnızlıkta vürüyorum. Amsterdam'a ilk gelişimde böyle yalnız, bir başına değildim. Sevgilim vardı yanımda. Otostopla tam iki gunde gelebilmiştik. Gelir gelmez de ucuz bir öğrenci hanına inmiş, ancak uzun. çok uzun sevişmelerden sonra gövdeyi saran uykunun derinlieine bırakmıştık kendimizi. Pa Londra'dan ramız yoktu. ama gelecek günlerin güzelliğine, "ekmek, giil ve özgürlük" günlerine inancımız tamdı. Şimdi kimbilir nerede o beyaz tenli, siyah saçlı kız? Bu kez yolculuk uçakla bir saat sürdü. Alçalmaya başladık. Aşağıda cetvelle çizilmiş su yolları. Nicedir buğday öğütmeyen yeldeğirmenleri. besili inekleri ve geniş yolları. yollarında \ ızır vızır işleyen taşıtlarıyla dümdüz bir ülke. Deniz düzeyinin dealtında kışın bile yemyeşil. Konuk olarak kalaeağım Maison Descarres'a gitmek için havaalanından trene bindim. Akşam oluyordu dışarda. Dışarda, pencerenin ötesinde sıcak, ışıklı bir dünya akıp gidiyordu. İyi döşenmiş. rahat salonlannda nıutluydu insanlar. Birden bu ülkede hemen hemen hiç perde kullanılmadığının far Londra'da renkli bir cast'tan oluşan trupla mantı partisine davetliydik. Mantı önemli ve yoğurtlu bir müşevviktir. Kızgın tereyağının üzerindeki kırmızı biber de fevkalade Bolşeviktir... Mantı şöleni bitince Ronnie Scott'a caz dinlemeye koştuk... RAGIP DURAN Mantı ve caz üstüne LONDRA Çorbacı bir milletizdir vesselam(!). Memleketin pasaportunu biledaha tam olarak kıtalardan birine damgalayamadık. Bir ondan, bir bundan meçhullere adayız. İdarei maslahat vapurundayız. Çorba her zaman maalesef çok lezzetli olmuyor. Viskiyle Antep kebabı, cin tonikle lahmacun her mideye taht kurmuyor. Atın yularım bağlar gibi bozkırın ağacına, Mercedesleri park ediyoruz kaldınm kenarlarına. Chopin çekerken komşumuz, Yorgo Bacanoz'u ıskalarız da, minibüs kasetlerinden öğreniriz piyanoyu. Ancak İngilizcesini filan söyleyince tara anlaşılır eski bir kelâm. Çorbacı bir milletizdir vesselam! Biz de, hani icabında, bu .Tiilletin evladıyız değil mi yani? Aren't we? Girizgâhın ardında mekân, sonra da kahramanlar geçidi. Earl's Court'da sevimli bir ev. Duvarlar beyaz. Osmanlı minyatürlü. Kitaplıkta bir dolu Türkî eser. Döşeme Yağcıbedir mi? Güzel. Tayfun, BBC'de çalışıp saksafon meraklısı olmasının dışında güzelim Rosa'nın kitabını Türkçeye çevirip, memleket için gerçekten hayırlı bir iş yapmıştır. Daha müıevazı ve gastronomik hizmeti ise, Orta Asya kökenli Tatar böreğinin Anadolulu biraderi olan mantıyı Solene kendi eUeriyie davet elmek olmuşlur. Filiz AJi, "Sevgili ve Nefrelli Londra" yazısının sevgi sütunlarına pek öyle buyük katkılarda bulunmamış oJmasma rağmen, buradan aynlıp İslanbul'a dönmesinin üzerinden henüz dört ay geçmemişken, yeniden Londra'ya gelmiş ve bizleri sevindirmiştir. Andy, Durham Üniversitesi'ndeöğretim görevlisi olup, Türkiye'yi iyi bilen akademisyenlerden biridir. Eşi Caroline hanım da "afiyeJ şeker olsun" diyecek çapta Türkçe konuşur. Mehmet Ali, benim gözümde, majör şahsiyetler taifesinin padişahıdır. Resmi görevi Sussex Üniversitesi'nde Roma'dan sosyoloji okutmaktır. Ancak kendisi, Ingiltere ile Türkiye'de ve dünyanın geri kalan ülkelerindeki bilumum siyasi, içtimai, edebi. felsefi ve hatta ideolojik meselelerin uzman takipçisidır. "Kim Kimdir?" kitabında yazmayan ve yazılmayan her çeşit bilgi de, yine Mehmcı Alinin bol mizahlı belleğinde şezlonga uzanmıştır. Kıbrıslı genç şair Mehmel Vasın son kahramanızdır. Ulusal kimlik, Kıbrıslılık, Akdenizlilik ve edebiyatçı curcunası üzerine, olgun şeftali kokulu sözler etmişıir. Işte bu Cast'tan oluşan trup, Andy'nin evinde, Allah Allah, mantı olayına girişmiştir. Mantı. önemli ve yoğurtlu bir müşevviktir. Kızgın tereyağının üzerindeki kırmızı biber de fevkalade Bolşeviktir. Neler mi konuşuldu? Havadan, karadan, sudan her bir bahis, sükunet ve gülümsemeler arasında elekten geçirildi. Bir ara Özal'ın bile adı geçti. Refakaicı durumdaki Italyan beyaz şarabı da, Leonard Cohen'in, Mevlana'dan esinlenip mınldandığı "Quesls" şarkısından dökülüyordu: "Kimse hilmiyordu, gecenin nereye gilligini kimse bilmiyordu şarabın nasıl aklığım". Bu Andy yaman adammış vallahi. Ne de olsa İsianbul ciğerli bir İngiliz. Bir iki Macar şarkısı dinletti bizc önce. Sonra olmayacak sılada olacak mantı müziğini keşfetti: Dario Moreno. "Her aksam volka rakı ve şarap". Harap ve serap durumlar. İzmir'in rahmetli levanten gülü. bir ara Galatasaray Fransızcasıyla "Ya>aş >avaş gelsene"yi söyledi de, kalkıp gidesim geldi. Benim bir çiçeğim var da... Bu mantı şöleni böyle biterse, terazinin alaturka kefe si yere düşer diye düşündük, haydi Ronnie Scoll'a caz dinlemeye. Mantıdan caza. Nasıl bir milletizdir vesselam? Counl Bassie Orkestrası'nda saksafon üflemis na/ik bir zenci. Saçları kırlaşmıs, Troçki sakalı da. Pembemsi kadife panlalon. Turkuaz gömlek. Kravatsız yakası kapıcı Musa efendininki gibi kapalı. Üstünde de labaco rengi tvveed bir cekel. Davulcu tam karşırndaydı. Gözüme ilişti, sonra da yapıştı kaldı. Davulun markası 'Pearl'dü. Kalkıp gidesim geldi. Yureğim zil çaldı. Benim markam incili çiçek... Her müziğin bir resmi olmalı. Joe Andenon, i/leyiciler gözlerini kapayınca, Paul Klee'nin tablolarını çi/gi fılm halinc getirdi. Bir ara Dubuffel bile yapıı. Vtantıgın sarrrusaklı yoğurdu, sevgilisine sanlmış kontyTbasçının dındınlanyla ayran oluverdı. Ama biz ne de olsa garp/şark muva/enesini (ut;urmus olmanın >vrdiği bahtiyarlıkla sabaha karşı evlerimi/e dönduk. Çok da fena değildi be corba... Italyan usulü ölüm Roma'da belli çevrelerin ozel yaşammın, tüm aynntılanyla kamuoyuna mal olması artık çok doğal karşüamyor. Buna en ilginç örneklerden birini de ocak sonunda ölen komünist ressam Renato Guttuso oluşturuyor. NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Geçenlerde televızyon ekranı başında sakin bir gece geçirmeye karar veren komünist tiyatro yazan, yönetmeni, aktör Dırio F a gözlerıne ve kulaklanna inanamadı. Teievizyonda bir sohbet programma davet edilen 35 yıllık karısının kendisinden aynJmaya karar verdiğini, ilk kez o gece Fo, Italyadaki tüm TV izleyicileriyte birlikte ekran karşısında öğrendi. Roma'da belli çevreierin özei yaşammın tüm aynnularıyla kamuoyuna mal oiması artık çok doğa! karşılamyor. Buna en ilginç örneklerden birini de, ocak sonunda ölen komünist ressam Resalo Guttuso oluşturuyor. Italya'nm en büyük çağdaş ressamlarından biri olarak kabul edilen Guttuso'nun ölumünün ardından bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen, ressamın evliliği, gayrimeşru aşklan. meşnı ve gayri mesnı çocuklanmn öyküleri hâlâ gazetelerin birinci sayfalannı işgal ediyor. Mükemmel bir koca ve iyi bir sevgili olarak tanınan Guttuso'nun, ünlü bir tekstil sanayicisinin karısı olan ılham kaynağı sevgiüsi Kontes M«rta Marzotto, şimdi en ciddi gazetelere, " O bir eima çizerken bUe beninı popomu düşünürdü" diye beyanatlar veriyor. Marzotto'yu çırıiçıplak çeşitli pozisyonlarda sergileyen milyonlarca lira değerindeki tablolann fotoğraflarının boy boy gazetelerde yayımlanması, Marzotto'nun kocasını en ufak bir şekilde rahatsız etmiyor. Bu arada ressam Guttuso'nun geçen yıl ölen karısınm da bu ilişkiyi bildıği fakat son güne dek kocasuun yanından aynlmadığı anlaşılıyor. Ancak Marzoıto ile olan iliskisine rağmen. karısını daıma el üstünde tutan Guttuso, karısının ölümilnden sonra Sicilyalı bir kedere boguluyor ve o tarihten itibaren artık sevgilisini de kabul etmiyor Bunun üzerine komünist ressamın çaresizüğe kapılan konles se\giiisi, Guıtuso'>u tekrar kendisiyle görüşmeye ikna etmesi için ortak dostları Piskopos Angeli«ı'ye başvuruyor Ve Marzotto bu şekilde 10 yıllık eski sevgilisini ancak ölüm döşeğinde kucaklamaya muvaffak oluyor. Pırinç tarlalarmdan gelerek kontes olmuş bir kadmın Papa'nın dostu bir piskoposa kendisini, eski sevgilisi komünist ressamla tekrar buluşıurması için telefon edebildiği bir kent olan Roma'da. Guttuso 1 yu en çok sevilen sohbet konusu halıne getiren. sadece ünlü ressamın aşk hayatı degil. Son anda vâris!er arasına giren aile dostu Sicilyalı bir Hıristiyan Demokrat milletvekilinin karısından oldugu anlaşılan ga>Tİ meşru oflundan baska. ressamm dıni ir.ançları da, son günlerde ttalya'da ulusal tartışma haline geidi. .Acaba Tanrııanımaz bir dinsiz diye bilinen komünist ressam, Renato Guıtuso. son anda Katolik inanca dönen bir "murain" olarak mı ölmüştü? Bu soru italya'yı tam anlamıyla iki^ böldü. Ressamın v'akın dostları Piskopos Angefini ve Hıristiyan Demokrat Dışişleri Bakanı Andreotti. ısrarla Guttuso'nun son nefesini "iji bir Hıristiyan oiarak" verdiğini iddia ediyorlardı. Komünistler ise Olümünden sonra bile rassama sahip çıkmaya. kendilerine göre durumu mazur gösıermeye çalışıyorlardı. Nitekim pani merkez komitesi üyelerinden biri olan Giuseppe Chiarantr "Pek fark etmeı" diyor ve devam ediyordu: "T«a 1945'ten beri p«rli tüzügü, Komünist Parti'nin kapılannı dinine baglı üyelere de açmıştır. Parti mililanlannın buyük çoŞjunlugunun Kalolik olduğunu lespil eden Togiiadi, luzugc boyle bir madde konmaaını oncylaraıştı... Guttuso'aun tabutu onundrn yüzlerce insan geçti. KimRi sol > umrugunu h a ^ t i kaldırdı, kimi haç çıkarttı. Oys» Gutluso'yu son kez selamlamaya gHfnlerin hemen hepsi komünistti..." Yan papaz, yan komünist... Italya bu. Felliniler bojuna bu topraklardan çıkmı\x>r. Akdeniz'in bu sıcak. hoşgörü ülkesınde. Guttuso dahil, en uzak fanıeziler bile mümkun görünüyor... kına vardım. Evlerini. ozel yaşamlarını dışarıya açmaktan. kendiierini sergiiemekten çekinmiyor Hollandalılar. Buysa bir yabancının, benim gibi bir kentten ötekine. bir ülkeden bir baş , kasına savrulan gurbette bir yazarın yalnızlığını pekiştirebilir ancak. Kanallar boyunca yürüyorum. Kerk Straat. Vijzel Gracht, Adventrkerk. Zuanenburgvval... Ne acaip adlar.' Birden bu tuhaf, yabancı sokak adları tanıdık yüzlere. suya yansıyan tuğla duvarların karanlığıysa gurbetteki yazar dostlamnın özJemine dönüşüyor. Evet, anımsıyorum. Lçyıl önce Vasıf Öngören Amsterdam'da bir araya getirmişti bizleri. Stockholm'den Demir ÖzJü, Londra'dan Feyyaz Ka>acan. Paris'ten Ataol Behramoğlu. Hamburg'dan Dursun Akçam ve Aysel Ozakın, Duisburg'dan Fakir Baykurt'la Ömer Polal. Berlinden Güllekin Emre ve Özdemir Başargan. Atina'dan Yorgo Bo2İs... Oturup tartışmış, özlem gidermiştik. Kötü haberler geliyordu Turkiye'den. Kanallar boyunca yürüyorum Amsterdam'da. Bu ülkenin de bir zamanlar bizim ülkemiz gibi. şimdi baş tacı ettiği sanatçılarıni nasıl dışlamış olduğunu, onları umarsız bir yalnızlığa mahkum ettiğini düşünüyorum. Rembrandt'ın açlık ve yoksulluk içinde yıllarca yaşadığı atölyenin kirli duvarları, Van Gogh'un trajedisi geliyor aklıma. Ve Demir Özlü'nün son mektubundaki karamsarhğını anımsıyorum: "Sırtlanlarınca izlenip durduğum o kent. özgürlüğün karaltıldığı bütün dönemler boyunca, bana, hep alacakaranlık göründü. Ben şimdi düşlerin malzemesinden imgesel bir İstanbııl yaratmaya çalışıyorum. Doğrusu. yirmi yaşında iken Asaf Çiğiltepe'nin anlatıp durduğu ve bir şiirinde de dile getirdiği gibi, her şeyin kocaman bir sıfır otduğu bir yere, hiçbir yerden ve hiç kimseden hiçbir şey bekj lemediğim bir yere (elbetıe gelei cekten de) varmaya çalışıyorum/ Varmama da çok az kaldı. Böyle bir süreç (daha doğrusu yolculuk) içinde sadece edebiyat dü ; şiinüyorum. Berlin'de Ölüm adlı bir kitap yazdım. Bu yüzden bir > ıldır ruhen haslayım." Hepinıiz o yere mi varacağız sonunda? Kitaplarımız, duşlerimiz, umutlarımız. hele umutlarımız boşuna mı? Kim demiş şu 198" yılında Amsterdam Avrupa'nın başkeııti diye. Biz hangi şehirdeysek valnızhğın başkeııti orası.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle