19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
UMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER nıtlanamayacak düşünlerin bütün alanlarını yoksuyorlardı. Ama dışarda kalan bu alanlar her zaman, herkes için ilginç olmuştur. Bunlar, sağtöre (etika), sanat (güzellik) ve din gibi alanlardı. Olgucular bu alanları metafiziğe bırakıp tümüne omuz çevirdiler. Ancak bilebildiklerimiz boyuna yenilendiğine göre, omuz ardı edilen o alanlar, yeniden merak konusu oluyordu. Öyle ya, en önce "neden bilmek istiyoruz?" sorusu ortaya çıkıyordu. Bunun en ilginç yanlarından biri de, insanoğlunun evrendeki yeri sorunudur. Yukarda değindiğimiz bu soruna burada başka bir açıdan yaklaşacağız. İnsanoğlunun evrendeki yeri sorununa boş veren insan, yalnızca evrendeki yerini değil, toplumdaki yerini de o anda yitirir, herşeye razı olur, katlanır, üzüntülerinin, sıkıntılarının, çektiği eziyetlerin nedenini araştırmaz, sonunda da ufacık bir elma kurdu gibi yok olur gider. Vıdıvıdıcılığın sanattaki yertne gelince, diyeceğim ki, bütün sanatlar baştan başa vıdıvıdıcılıktır. Şiir mi? Ozan, dilin olanaklannı sonuna dek götürmek isteyen insandır; sanki dil onda dil olmuktan çıkar. Benim anladığımca, ozan demek, dilden çıkan adam demektir. "Dilden dışarı çıkan" demiyorum, çünkü bütün dillerde bir "kimsenin olmayan loprak" vardır, işte ozan orada at oynatır, demek okuruna, konuştuğu dilin hiç işe yaramadığını gösterir. İleri gittiğimi sanmayın, konuşma dili ile yetinen insan, meraksız bif insan demektir, elindeki aracın taşıdığı olanakları bilmeyen insan demektir. Burada bilim adamı ile ozanın bir çizgiye geldiklerini göriiyoruz ister istemez. 196O'ta Nobel edebiyat ödülünü alan Fransız ozanı SaintJohn Perse'e, Einstein, "Nasıl yazıyorsunuz?" diye sormuş ve ondan "Sezgi ile" yanıtını ahnca, "Biz de öyle" demiş, "Bilim adamları da sezgi ile çalışırlar." Dilin olanağı (ki bize verilmiş en büyük olanaktır) demek, ona razı olmak anlamına gelmez hiçbir zaman. Dil bizim yarattığımız bir doğadır, onu yeniden yeniden incelemeli ve ondan daha neler çıkarabileceğimizi, nelere, nerelere gelebileceğimizi araştırmalıyız. Dil elbette mantığımızın ürünüdür, ama mantığımız onunla sınırlı değildir. Müzık notası gibidir dil, onunla daha binlerce düşüne varılabilir. Yeter ki vıdıvıdıcılık edelim. Bakın, eskiden şiir, bir düşüncenin güzel söylenmesi anlamına gelirdi, oysa zamanla "güzel söyleme" de, "düşünce" de şiirden atıldı. Vıdıvıdıcılığın edebiyattaki örneklerine gelirsek, size bugün Shakespeare'in vıdıvıdıcıhğından söz edeyim. Yazıma onun oyunlarından üç örnek alacağım. İlki Kral Lear'den. Bildiğiniz gibi bu ünlü oyunun başında, yaşlı Kral Lear, topraklarını üç kızı arasında pay etmek ister, ama onlara "babanızı ne kadar seviyorsunuz" gibilerden bir soru sorar. Kızlaftlan en büyüğü, onu dünyada herşeyden çok sevdiğini söyler; Şrtanca kız da öyle. Fakat sıri küçük kıza, Cordelia'ya gejgBğinde, evlenmek üzere olanjfordelia, kalbinin yansının kaftsına ait olduğunu söyler. \ a y «en misin bunu söyleyen? Küçük k\z baba toprağından tumyoksunbırakılır. Ben bu sahneyi hep yadırgamışımdır. Cordeîia'nın illedoğruyu söylemesine hiç gerek yoktu. Sonra Lear'iıj bu sijaz bunca kızması da yanlıştı JBen bu düşüncemi bir gün Mufcin Ertuğrul'a da söyledim. Weğer o da öyle düşüniryormuş. Oyunda bu yanıttan nc korkunç sonuçlar doğduğuri'i biliyorsunuz. Ama bu yanıt'Vfrilmeseydi ve o korkunç sonuçlar çıkmasaydı, Shakespeare'uf ünlü yapıtı da olmayacaktı. trndi tnasalın doğru olup olmadığiıu ^ilmediğimıze göre, sakın bu yanıt Shakespeare'in vıdıvidıahğından çıkrruş olmasın? Dahası var. Macbeth'de de buna benzer, dışardan verilme küçük bir kıvılcım buluruz. Ne olmuş, Macbeth, büyük zaferler ka/andıktan sonra şatosuna dönerken, büyücü karılarla karşılaşmış, onlardaona, "kral olacaksın" demişler. İşte Macbeth'in kralı öldürmeye kadar varan tutkusu bu küçük sözden kaynaklanır. Bitmedi: Hamlet'in bütün serüveni de kalenin burçlarında babasının görüntüsünü görmesi ile başlar. "Benim öcümii a l ! " diyor ölü kral, oğluna. Canım, bir görüntünün sözü bu. Bunca büyütecek ne var! Ama büyütmezsen, sanat yapıtı çıkmayacaktır ortaya. Anlattığım üç oyunda da, tragedya inanılmayacak denli küçük şeylerden kaynaklanıyor. İncir çekirdeği doldurmaz şeylerden. Öyle değil mi? Ama ben diyeceğim ki, küçük şeyler, hiç de sanıldığınca küçük değildir. Üstelik Shakespeare'in küçük nedenlerden büyük olaylar çıkarması, trajik nedenin dışardan verildiğine ınandığmı gösterir. Ro <• •" mantik sanatın bu ilk \e en büyük öncüsü, eski Yunan tragedyalannın yapısına inandığı için böyle yapıyor, ama nedenleri görülür görülmez duruma getiriyordu. Eski tragedyaya inandığı için mi? Hayır. Shakespeare^ vıdıvıdıc\ idi, önemsiz sayd&bi lecek bir SÖzdeti, bir faldan bijİ» görüntünün sdfeunden yola çıka«r rak tragedyalarinı ortaya koyuyordu. Belki 3e nedenler uydurma idi. İşte asıl konuma geliyorum: Hiçbir yazar, hiçbir şey uydtıramaz. Ne denli uydurur t a «OHnrsun, vara vara gerçek Gerçek demek, gerçeği ^r...^ ^,mek demek değildir. Düşünün, uydurun, varacağınız yer gene gerçektir. Hatta şunu da söyleyeyim, siz uzaklaştım dediğinizde daha çok varrruşsıiıızdır gerçeğe. 20 ŞU IELİH CEVDET ANDAY Dilimizde "vıdıvıdı" diye bir zcük vardır, incir çekirdeği »ldurmaz şeyleri büyütenlere adıvıdıcı" denir. Sıkıcı bir lamdır vıdıvıdıcı, çevresini bıkır, usandırır. Ama Batıda binlerin, felsefelerin yeni bulgura, yeni düsünlere varmalann nedeni bence vıdıvıdıcılıktır. yle ya "Atom, maddenin bönemez en kiiçiik parçasıdır" )yutu (postulat) ya da belit'i xiom) tutmuş, herkesi inandırış iken, "dur bakahm, atom 'den bölttnmesin?" diye düşüip davranmak vıdıvıdıcılık de1 de nedir? Ben lisede okurken omu, yukardaki "bölünemez ı kiiçiik parça" (Yunancası da i anlamdadır, Osmanlıca'da ciiz'ii layetecezza" denirdi) tamı ile öğrenmiştim, bunu bileyen sınıfta kalırdı. Meğer Bada atomu parcalamışlar... öğıtmenlerimizin de haberi yokı. Ne tuhaf iştir bu. Ünlü bilgin Georğes Cuvier 7691832), kuşağı tükenmiş, •tık yeryüzünden silinmiş bir ayyanı kınk dökük bir kese keliğini inceleyerek ortaya çıkarııştı, bu kese kemiği başkasının ine gecseydi, biz bu hayvandan abersiz kalacaktık. Cuvier'nini vıdıvıdıcılık değil de nedir! O ayyaııı bilmisiz ne çıkar, bilmeıişiz ne çıkar! Elementlerin ışın saçtığının ulunması da böyle gereksiz bir teraktan doğdu. Kısaca değiniîreyim: Fransa'da kimi bilim allarına el koymuş aileler varır, bunlardan biri de Becquerel ilesidir. Bu aileden gelen HenBecquerel, bir gün bir fotoğıf camının üstüne uranyum tou dökerek karanlık odaya kaadı ve evine gitti; ertesi gün gep baktığında cam bozulmuştu, emek uranyum ışın saçıyordu (1896). Evren içindeki yççtinizi saptamak ıçin evreni uîfrrmamız gerekir, evreni tanırna ise meraktan kaynaklanır, Icarşı durulmaz bir meraktan. İnsanoğlu merakını araçlarta, gereçlerle denemeye başlamış, masallar kurmuş, sanatları zenaatları yaratmış, oradan bilimlere, felsefelere atlamıştır. Hep başarılı mı oldu bu merakın sonucu? Kesin bir şey diyemeyeceğim. Bugün Batıda insanoğlunun sonu geldi, diyenler var. Neden sonu geliyormuş insanoğlunun? Onların dediklerine göre, bilgimiz, bîldilderimiz yanhşlarla dolu imiş, bunların tümünü yeni baştan ele almamız gerekiyormuş... Eğer böyle ise, bu bilginlere hak vermekten kendimi alamayacağım. Bildiklerimiz yanlış ise, demek evren içindeki yerimizi de gereğince bilmiyoruzdur. Bilmeyince de evren içindeki yerimiz yok olur gider. Tıpkı o eski hayvan gibi, hani geride kese kemiğini bırakan zavallı. Bakın, hayvanlar var oluş üzerine düşünmüyorlar. Bilimsel meraka karş; olan anlayış ise Yaradılış görüşüdür; bizi yaradan herşeyi bilir, biz bunun nedenini bilmeyiz, bilemeyiz. Öyle ise merak da etmemeliyiz, sonumuz geldi ise gelmiştir, işte o kadar. Buna inandığımızda vıdıvıdıcılığa hiç gerek kalmaz. Ancak burada bilimsel anlayışla kaderci anlayış arasında bir koşutluk çıkar gibi oluyor ortaya. İster bilime inanalım. ister üstün bir güce, madem sonunda bir şey değişmiyor, ne yazar! "Biz güniimüze bakalım. iist yanını kurcalamayalım." Ama vıdıvıdıcılar işi oracıkta bırakmıyorlar, ne bilebilirsek kârdır diye düşünüyorlar. Nitekim Batıda, bilim ve felsefe ile kilise arasındaki savaşımın nedeni budur. Alman fizikçisi Werner Heisenberg, gözlemlenemeyen olayları yatsıma ve mikromekaniğin bütün kavramlarını değiştiren "belirsizlik" ilkesini ortaya attığında (1925) Einstein ateş püskürmüştü, "Doğayı bilemeyeceğiz, tanıyamayacağız demek bilim adamına yakışmaz. Bilim, elbette bilebildigi kadar bilir, fakat bilmekten umut kesmek bilimden vazgeçmek demektir. Bu ise bilimin sonu olur" demek insanın sonu. Asıl vıdıvıdıcılık felsefede kendini göstermiştir. Platon'un kalkıp da "episteme" (idealann bilgisi) ile "doksa" (duyu verilerimizden edindiğimiz bilgi)yi birbirinden ayırması, güniimüze dek süren büyük bir kanşıklığa yol açmıştır. Ideaların bilgisini nerden edindik? Eğer "doksa" yanlışsa, bildiğimiz dünyayı nereye koyacağız? Günümüzde ise vıdıvıdıahğın bellibaşlı örneklerinden biri, dilin sınırları konusunda kendini gösteriyor. Ludwig Wittgenstein'in sözü şu: "Dile getiremeyecegimiz şeyleri konusmayalım." Demek dile getiremeyecegimiz şeyler var. Peki bunların varlıkları, nitelikleri nedir? Şunu ekliyor VVittenstein: "Bir zamanlar Tann'nın herşeyi yaratabileceği, ama yalnızca mantık yasalarına aykın bir şeyi yaratamayacagı soylenirdi. Çiinkii mantıksız bir diinyanın neye benzediğini söyleyemeyiz." Dile getiremeyecegimiz şeyler... Olgucuları akla getiren bir söz. Olgucular (Pozitivizme bizde eskiden İspatiye denirdi), ancak kannlanabilecek doğrulara inanırlardı ve en önemlisi, ka frdıvıdı PENCERE Her Boşluk Dolar... Fıs, fıs, fıs konuşuluyor: Duydun mu, Özal'ın durumu kuşkuluymu Yok canım, televizyonda görmedin mi? Ma yakında çalışmaya başlar... Sandığın gibi değil.. Nasıl? Özal iyi; ama, eskisi gibi koşturması olana yaşayaoak... Eeee? Özal tek adamdı, onün gibisinin yerini doldı kası kolay bulunamaz... Yok canım!.. Partide, hükümette ve grupta A'dan Z'ye Özal'a bağlıydı; herkes onun gözünün içine ya nın arasına bakardı; ne derse o olurdu. Şimdi ne olacak? Ne bileyim? Yalnız fısfıs türetilmiyor, gazetelerde yazılar ı nasıl "tek adam" olduğu anlatılıyor, "ciddi" açıl< yor: Özal'ın boşluğu doldurulamaz!.. • Biz nasıl bir toplumuz ki bunca olay yaşarız almasını bilmeyiz. Boşlukların nasıl doldurulduğunu bugüne dei sak çok kalın kafalı olduğumuz ortaya çıkmaz n inşallah tam sağlığına kavuşur da Başbakanlık rur, işleri çekip çevirmeye başlar; ama, bu kor varsa, herkesten önce gerçeği saptayacak olan ardından Türkiye'de Vaşington'a bağlı iş ve siyas yali alırlar. Sonra durum tartışması başlar: Ne yapalım? Yapılacak iş açık: Özal'ın üzerine bir çar rız, bir başkasını saptarız. Kimi? Bizim halkımız Edirne'den Kars'a, Sinop'ta mışıl mışıl uyuyadursun; Özal'ın "alternatifi"nin ^ olabileceği çoktan saptanmıştır. Adaylar enine, liğine bilgilerle dosyalanmış, bilgisayarlara g« Kural açık ve kesindir: Amerika dünyanın bir başka ülkesinde öle mez, batanla batmaz, hastalananla hastalanr, Çünkü Amerika'ya bağımlı sistemin işlemei ler yapılacaktır. Bir ülke ki dış ödeme dengeleri lukları, dışa borçlanma olanakları, önde gelen yük holdingleri ve bankalan, yöneticilerinin aı ka'ya bağlıdır ve dünya çapında stratejik önem ton o ülkedeki çıkarlannı tek kişinin hatın için pamuk ıplığine bağlayabilir mi? Ankara'nın siyasal kulislerinde ve istanbul't de kimse kaygılanmasın... Sayın Özal çalışamayacak duruma düşerse kişi surülür ki herkesin parmağı ağzında kalır. f den geldiğine göre ne sermaye politikacıları i lirler, ne de holding babaları... ? ± * Peki ne yapmalı? Dua etmeli: Aman Özal, canım Özal, ne olur Özal, b de yine başımıza geç... Hep bir ağızdan: Amiiin... TontorLÖzal sık sık yinelerdi: Bafii alternatifimiz yoktur... YokgBİur mu canım? SıMB geldiğinde eloğlu gözünü kırpmadaı madOT insanı harcayıverir. Doga yasastdır: Her boşluk dolar!.. 4RADA BİR VHMET MARUF BUZCUGİL OKURLARDAN Emekli öğretmen lerin gösterge sorunu Kadrolan eğitim ve öğretim sınıfma dahil olan birinci ve ikinci dereceden emekli ilkokul öğretmenlerine üçüncü derecenin karşılığı 600 ek göstergesi verilmektedir. Yasalarla kazanılmış derecelerin altında ek gösterge verilmesini 241 ve 24i sayılı yasa gücündeki kararname ile bağdaştırmak olanaksızdır. Yine bu cümleden olarak hizmet, eşitlik, adalet ilkeleriyle ve anayasa ruhu ile çelişmektedir. Bu yüzden binlerce emekli ilkokul öğretmeni mağdur ohnuştur. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü'nün kadroya dayalı gerekçesi ve savları yasal dayanaktan yoksundur. Boğucu ve bunalncı yaşam koşullan karşısında geçim sıkıntısı çekftı yaşlı, bitkin, yorgun, hatta öğretmenleıin çektikleri çilelşr yüksek vicdanmı rahiitsız ettiği kamsmdayım. Yazıma Utnu edindiğim ek gösterge sorunumuzun yasaların isprisi içinde düzeltme yönüne gidileceği inancındayız. . RASİM TURAN EMEKÜ ÖĞRETMEN emekli ayhğı almakta iken bu özgl&özleşmeli olarak kanuna ubi sigortaü bir işte ça60hakta iken, çaustığım çahsan'arm 78'inci maddeye kurum tarafından yukarda göre t ipit edilen prime esas yazılt 63/A maddesi kazanclan üzerinden 63'üncü hükümlerine tabi tutuldum. madd hükmüne göre sosyal 63/B maddesinin son güvenlik destek primi kesilir fıkrasında yazılı hükümden (506 Sayılı Yasa, 3. madde, II. yararlanarak 63/B maddesi bent, C fıkrası). 2 Bu kanuna kapsamına alınmam için göre 'yaşlıhk ayhğı almakta sandığınıza yapnğım taleplere iken iigortalı olarak çalışmaya ohımhı bir cevap alamadım. başlayanlarm yaşlıhk aylıkları, (İstanbul Bölge Müdürlüğü'ne çalı*maya basladıkları tarihte 27.10.1986 T. ve 12475 sayılı kesilir. (506 Sayılı Yasa 63/A fi&lekçe) mafidesi.) J Bu kanuna göre..* Hakkımda 63/A ya{2'lık ayhğı almakta iken maddesinin uygulanması ile sigortah olarak bir işte 3279 Sayılı Yasaya tabi bir çahşmaya başlayanlarm yazılı kimse olarak kabul edildiğime t$tj)te bulunmalan halinde göre, neden 63/B maddesinin yâslılık aylıklannın uygulanması hakkındaki ödenmesine devam olunur. taleplerim kabul görmüyor. 1^06 Sayılı Yasa madde 63/B) Tatminkâr bir açıklamada 4 Taleplerinv bulunulmasını rica ederim. Ben 233 Sayılı KHK. RASİM ÇAYANOĞLU hükümlerine tabi bir KtT'te İstanbul Eski M.Eğitim Teftiş K. Başkanı Sericilikten Yakınmaya Makkımz Yok! Bilindiği gibi, Atatürk devrimleri 1924 Anayasası ile güven:e altına alınmıştı. Buna karşın, gelip geçen siyasal iktidarlar ) anayasanın kimi maddelerine uymayan programlarını uyguamaktan geri durmadılar. Milli eğıtım açısından, bu anayasaıın üstüne ilk gölge düşürülen maddesi laiklik ile ilgili olandı. mam hatip okullarının imam ve hatip yetiştiren dinsel bir mesek okulu olma amacından ve özelliğinden saptırılması, kapıarını kız öğrencilere de açması, yeter ve standart dozda geıel ve gerekli ders programlarından yoksun olmasına karşın, jenel eğitim veren liselere denk sayılması, ucuz politika aracı jlarak kullanılması ve gereksemenin çok üstünde çoğalması le bu gölge, gittikçe koyulaşıp karardı. Kuran kurslarının artık Ditırak gibi ülke düzeyıne yayılması için ortam hazırdı. Atatürkçü görüşlerle, bilimin öncülüğünde yetiştirilmesinin ön görüldü5u devrimcı bir gençliğin yanı sıra, dinsel kuralların sosyal yaşama egemen olmasını amaçlayan, Atatürkçülüğü karşısına alan, bağnaz, gerici, ilkel bir gençlik daha devlet eliyle üretilmeye başlandı. Bu süreç içinde laiklik ilkesi, çeşitli yönetim kadrolarının ve siyasal partilerın işlerine geldiğince yorumlanabılen, sanki çok anlamlı, kompleks bir kavrammış gibi, tartışma gündeminde hep kaldı. Ta günümüze dek... Ne var ki, yıllar geçiyor ve çoğaldıkça çoğalan iki türde ayrı anlayışlardaki kuşaklar, ayaklar altına alınan eğitim birtiğinin, beklenmesi doğal sonucu olarak, birbirlerine düşman cephelerde yerlerini buluyorlardı. 27 Mayıs 1960'tan sonra 1961 Anayasası'nda, her ne kadar devrimi yapanlara ayrıcalıklar tanıyan antidemokratik kimi maddeler yer almıssa da, bu anayasa, 1924 Anayasası'ndan daha ilerici bir kimlikte idi. Çağdaş demokrasiye yön veriyordu. insan haklarını, kişi özgürlüklerini ve büyük halk çogunluğunun çıkarlannı ve esenliğini ve özellikle, bir hukuk devleti olma koşulunu güvence altına alan ilerici öğeler taşıyordu. Ama yine de, birbirine ters ve karşı kuşakların yetiştirilmesi sürüyordu. Oluşup gelişme sürecindeki ülkelerden Türkiye'nin demokrasi ile tanışıklığı, demokrasiye alışma, inanma ve onu benimsemesi aşamasında geçirmesı kaçınılmaz ve doğal bunalımlannın toplum üzerindeki olumlu, olumsuz etkileri surerken, 12 Eylül 1980 asker egemenliği, işlevinin gereği olarak, 1961 Anayasası'nı yırtıp atmıştı. 19231980 yılları arasındaki süreç içinde yaşanan olaylar ve geçirilen deneyimler sonunda, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmanın, koşulsuz ve kısıtlamasız çağdaş demokrasi düzeniyle olabileceği gerçeğinin parıl parıl ışığında, 1961 Anayasası'ndan daha ilerici ve daha geliştirilmiş yepyeni bir anayasa beklenirken, 1982 Anayasası, bu biçim ve içeriği ile, Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren'in kefaleti altında kabul edilip yürürlüğe girdi. "12 Eylül 1980 öncesine dönülmemesi" gerekçesini taşıyan bu anayasanın kendisi, 12 Eylül 1980'in değil, ta 1961 ve 1924 anayasalarının öncesine dönmüştü. Günümüzde, bu anayasanın açtığı yolda, türbanlılardan, keçe külâhlılardan, takkelilerden, takunyalılardan. top sakallılardan, 1213 yaşlarında koca koca sarıklı hafızlardan, uzun yeldirmeli, uzun başörtülü, büyükannelerimizin anneleri kılıklı, 1314 yaşlarında Kuran kursu öğrencileri kızlarımızdan oluşan bir ordu, Türkislâm Sentezi'nin bayrağı altında, Mehter Marşı ile ilerlemektedirler... "Devrim" ve "devrimcilik" sözcüklerinin nerdeyse suç sayılır olmasına karşın, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Atatürk Türkiyesi'ni şeriat kurallarına göre yönetme düşüne kendilerini kaptırmış kişilerden oluşan tutucu kadroların, halkımızı ve cocuklarımızı çağa ters yönde koşullandırmaları, bakmamak için yaşlı gözlerimizi kapadığımız, acı ve somut bir tablodur. Evet, kuşku yok. 1982 Anayasası, yürürlükte kaldığı süre boyunca geçerliliğini koruyacaktır. Şimdilerde yakınmalar çoğalmakta. En üst katlardaki yetkililer bile içinde bulunulan ortamı eleştirmekteler. Vaktiyle göz yumanlann yakınmaya hakkı yok! Belirtmeye çalıştığımız görüşleri paylaşmaktalar. Ancak, 19821987 yılları arasında, koskoca beş yıllık bir süre içinde, anayasal bir yaptınmla, laiklik ilkesini bir kıyıya iterek "resmen" tutucu kuşakları biz yetiştirmedik mi? Minicik kızlarımızın başlanna başörtüsünü bizler örtmedik mi? Tutuculuğu "resmen" zorunlu ders programları ile biz öğretmedik mi? Bir yanda Atatürkçü gençlik, devrimci gençlik, öteyandageriye dönük tutucu gençlik.. Bu ikiliyi bizyaratmadık mı? Bu kaos bizim sorumluluğumuzun ürünü değil mi? Çelişkileri ve tutarsızlıkları başka yerde değil, önce 1982 Anayasası'nın içinde aramak gerekir. Emekli Sandığı açıklama ynpsın 6.5.1986 tarih ve 3279 Sayılı Yasa'nın aynı gün yürürlüğe giren maddeleri aşağtya çıkarılmıştır. 1 Kanunla kurulu sosyal güvenlik kunımlanndan malullük veya leto 1986 yılı içerisinde kurulumuzca açılan "Milli Egemenlik ve Barış" konulu Çocuk Şarkıları Yarşıması'na katılan eserler Seçici Kurul Üyelerince değerlendirilmiş olup, aşağıda rumuzları yazılı eserler karşılannda gösterilen dereceye lâyık görülmüştür. Birincilik ve tkincilik ödülü alan eser olmamıştır. "BESTE" Rumuzuyla Muammer ŞUN, "Milli Egemenlik ve Barış" isimli şarkısıyla ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ, "AKSEL" rumuzuyla Doç. Çenan AKIN "Haydi Sen de Gel" şarkısıyla TEŞVİK ÖDÜLÜ. DUYURÜLUR Basın: 12968 "Milli Egemenlik ve Barış" Konulu ÇOCUK ŞARKILARI YARIŞMASI SONUCU DUYURUSU T.B.M.M. KÜLTÜR, SANAT VE YAYIN KURULU BAŞKANLIĞI TURKIYE OTOMOBILIŞ SENDİKASINDAN DUYURU NETAŞNORTHERN ELECTRİC TELEKOMÜNİKASYON A.Ş.'nin; 1 Alemdag Caddesi ÜmraniyetSTANBUL 2 Sümer Mah. No: 39 Kat. 2 ANKARA 3 Gaziosmanpaşa Bulvarı No: 8 Daire 1 İZMİR adreslerinde kurulu işyerlerinde 18.11.1986 tarihinden itibaren uygulanan grev, ıarafların 18.2.1987 tarihinde anlaşmaları üzerine Genel Merkez Yönetim Kurulumuzun 19.2.1987 tarih ve (10) sayılı kararı ile kaldınlmıştır. 2822 sayılı yasanın 51. maddesi uyarınca ilgılılere ilanen duyurulur. T. OTpMOBİLİŞ SENDİKASI YÖNETİM KURULU TEŞEKKUR Oğlum GÜNEŞ'in iyileşmesinde yakın i! esirgemeyen Prof. Dr. ŞÜKRAN YALÇIÎ ve güzel insan, değerli dost Doç. Dr. ÎNCİ YILD aynca Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Bölü doktorlanna, bölüm hemşiresi SANtYE TE1 hemşire ve bakıcılara teşekkür eder FİLİZ BAŞARAN Canım oğlun ANTVU İLANEN TEBLİGAT KONYA ÜÇÜNCÜ İCRA MEMURLUĞU'NDAN Dosya no: 1986/818 Alacaklı: Ezel İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekili Av. Ali Karaçeük Delta tnşaat ve Tic. Koll Şti. May köyü Gölet İnşaatı Şantiyesi. AkviranÇumra Borç miktarı: 1.172.060. TL ve masraflan. Senet ve tarihi: 23.1.1985 tarihli 3 adet emre muharrer senet. Yukanda yazılı borç ve masrafları işbu ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren 10 güne 15 gün ilavesiyle 25 gün içinde ödemeniz, takibin dayandığı senet kambiyo senedi niteliğine haiz değilse 5 güne 15 gün ilavesiyle 20 gün içinde mercie şikâyet etmeniz takip dayanağı senet altındaki imza size ait değilse yine bir 20 gün içinde icra dairesine bildirmeniz, aksi takdirde icra takibindeki kambiyo senedi ahmdaki imzanm sizden sadır sayılacağı, borçlu olmadığınız takdirde itirazınız varsa 20 gün içinde tetkik merciine bir dilekçe ile bildirerek merciden itirazın kabulüne dair bir karar getirmediğiniz takdirde cebri icraya devam olunacağı. Aynca Konya Asliye 3. H. Hâkimliğinin 20.2.1986 tarih ve 986/8272 sayılı ihtiyati haciz kararlarına istinaden Çumra İcra Memurluğu'nca 13 kalem menkul mallarınız 1.3.1986 tarihinde gıyabıruzda haciz edilmiş olup, hacze bir diyeceğiniz varsa 3 güne 15 gün ilavesiyle 18 gün içinde İcra Dairesi'ne bildirmeniz, 7201 sayılı tebliğat kanunun 28. Maddesi gereğince ilanen tebliğ olunur. 21.1.1987 Basın ı 12815 ÜNİVERSİTELERDE TIPTA UZMANLIK EĞİTİMİ GİRİŞ SINAVINA KATILMAK İSTEYEN TIP DOKTORLARININ DİKKATİNE 1 Üniversiıelerde tıpta uzmanhk e|itimi görmek isteyen up doktorlarının giriş sınavlan ile puan ve tercihlerine gore seçme işlemleri Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından merkezi bir sistemle yapılacaktır. 2 Tıpta Uzmanhk Eğitimi Giriş Sınavının birinci basamağmı teşkil eden Yabancı Dil Sınavı 11 Nisan 1987 cumartesi günü saat 09.30'da uygulanacaktır. Yabancı Dil Sınavında başarılı olan adaylar 12 Nisan 1987 pazar günü saat 13.00'te Bilim Sınavına alınacaklardır. Sınavlar Ankara'da yapılacaktır. 3 Sınav sistemini ve sınav kurallanm açıklayan 1987 Nisan Dönemi Tıpta Uzmanhk Eğitimi Giriş Sınavı Kılavuzu ile sınava başvurmak için gerekli belgeler 23 Şubat 1987 tarihinden itibaren Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı İl Müdürlükleri'nden veya tıp fakültesi dekanlıklarından 1000. TL. karşıhğında sağlanabilecektir. 4 Sınav kılavuzunda yazılı kurallara göre doldurulacak başvurma belgelerinin ve diğer evrakın ÖSYM'ye ulaştınlmak üzere en geç 6 Mart 1987 cuma günu saaı 17.30'a kadar Sağlık \e Sosyal Yardım Bakanlığı İl Müdürlüklerine veya up fakültesi dekanlıklarına teslim edilmesi gerekmektedir. r Önemle duyu u!ur. Duzensizlik ve sorumsuz anarşisinde yitireli 1. > soluğuna, doyulmaz gı kaldık. ÖME CEVD KORZ. AİLE! ANMi ÖMEF KORZ 1966198 Trafık anarşisinin senı bi; oldu. Her anımız, her di beraber. Tüm ailece seni yaşıyoruz, bizim iyi huyk Ömer'imi; MENGEN TAPULAMA HAKİMLİĞİ'NDEN Dosya No: 1982/44 Es. Davacı Mengen Orman lşletme Müdürlüğü'nün, davalılar İbrahim Özgür ve müşterekleri aleyhine açlığı Tapulama Tespitinin iptali ve tescil davasının, mahkememizde yapılan açık duruşması sırasında verilen ara kararı gereğince: Dahili davalı olarak davaya dahil edilen Samim Ağar, Ahmet Ağa, Metin öğretmen, Şaban Ağar, ŞükriyeGüldemir'e bugüne kadar lebligat yapılamadığı ve açık adresleri tespit edilemediğinden, duruşma gününün bu defa ilanen tebliğine karar verilmiştir. lzmir ili Alsancak Mahallesi 00/06 cilt, 70 sayfa, 807 küıük'de nüfusa kayıtlı Şaban ve Ayşe'den olma 1932 doğumlu Samim AĞAR, Şaban ve Ayşe'den olma, 1926 doğumlu Ahmet AĞAR ile lzmir ili Karşıyaka üçesi Alabey Mahallesi cilt: 002/03, sayfa: 17 kütük: 251'de nüfusa kayıtlı Mustafa ve Saime'den olma 1962 d.lu Metin ÖĞRETMEN, Bolu ili Gerede ilçesi Kaltakçı köyü cilt: 089, sayfa: 29, kütük: 10/38'de nüfusa kayıtlı Ahmet ve Fatma'dan olma 1943 doğumlu Şükriye GÜLDEMİR'in bu defa duruşma tarihi olan 11.3.1987 gunü saat 10.30'da Mengen Tapulama Mahkemesi'nde yapılacak olan duruşmada hazır bulunmaları, aksi takdirde yargılamaya »yaplarında devam olunacağı ve karar verilebileceği ilanen tebliğ olunur. Basın: 12807 T.C. SAKARYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ Esas no: 1986/427 Karar no: 1986/480 C.M.U.: 1767/692 Davacı: K.H. Sanık: İhsan Sezgin: Ömer ve Hacerden olma, 954 dğ. Adapazarı Aralık ky. nüfusuna kayıtlı Adapazan Kuruçeşme ky.de mukim. evü, 3 çocuklu. Türk İslam, sabıkasız, okur yazar. Süt mamulleri imalatçısı. Suç: Gıda maddeleri nizamnamesine muhalefet. Suç tarihi: 27.5.1986 Karar tarihi: 16.12.1986 Sanık hakkında yapılan açık duruşma sonunda: G.D/Sanığın imal edip satısa arzetliği tereyağının ambalajına gerekli bilgileri yazmamak suretiyle taklit ve tağşiş edilmiş olduğu böylece müsnet suçu işlediği anlaşılmakla harekeline uyan TCK. 39S. 647 S.K. 4/1. TCK 402, 647 S.K. 6. maddeleri gereğince neliceten otuz iki bin lira ağır para cezası ile tecziyesine, uç ay curme vasııa kıldığı meslek ve sanatın ve ticaretin taiiline, 7 gün işyerinin kapatılmasına, ilerde suç işlemeyeceği kanaatı hasıl olduğundan. işbu cezalannın teciline karar verilmiştir. 16.1.1986 Basın: 12846 AMC* VEFAT VE TEŞEK* Kurtuluş Savaşı gazilerinden ba MEHMETNU GÖKMEN'İJ vefatı dolayısıyla cenaze törenine katıla ve yurt dişından başsağlığı dileklerini i paylaşan tüm dostlanmıza teşekki KİRALIK DAİRE Ataköy 9. kısımda 3 oda 1 salon möbleli lüks daire, yabancıya kiralıktır. Tel: 522 11 45 526 39 36 Ailesi adına Dr. SAMİ GÖKME
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle