23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OCAK 1987 CUMHURÎYET/7 tockholm'den rürban, Isveç'in başında <z türban sorununun yalnız bizde olduğunu u sanıyorsunuz? Hele karşılaşacağımz ilk veçliye sorun da, size uzun uzun anlatsın ışlarında olan sıkıntıyı. Anlatsın size bir ırban yasağının, onu hiç beklemediği anda ne ıdar uğraştırdığını. AVUZ BAYDAR STOCKHOLM Türbanı ; bir de Isveçlilere sorun. Olur ı bugunlerde bir İsveçliyle karaşırsanız, lafı fazla uzatmadan Vahu, şu türban meselesi" den ve gerisine kanşmayın. Yümde hemen muzip bir gülümme belirecek, " H a , türban mı ediniz' diye anlatmaya başlayaıktır. Anlatacaktır, çünkü îsveç iki :nedir türbanla uğraşıyor. Hem e, bizdeki gibi yalan yanlış biımde "başörtüsü" anlamında ullanılan türbanla değil, gerçek irbanla. Mesele sonunda öyle oyutlar kazandı ki, duymayan almadı. Üstelik Îsveç bu yüzen Avrupa İnsan Haklan Mahemesi'ne de şikâyet edildi. Türbanın Isveç'teki önü ahnanayan serüveni 1984'un şubat yında başladı. Olayın kahrama>ı, tnderjit Singh Parmar adınla Sih asıllı Hintli bir göçmenli. 1975'te Isveç'e gelen İnderit, kısa bir süre sonra GoteK>rg'da tramvay sürücülüğü »apmaya başlamıştı. Bu arada iini inançlanndan uzaklaşmış, Sihlere ozgü uzun saça ve sakala pek rağbet etmemişti. Şubat ayının ortalannda İnderjit'te köklü değişimler görüldü: Dinine inancı yeniden güç kazanmıştı. Sihlerin dini başlığı türbanın her yerde, tramvay sürerken bile giyilmesi gerektiğini söylüyordu. Ve bir gün türbanla işbaşı yaptı. İşler öyle Inderjit'in sandığı gibi kolay değildi. Göteborg toplu ulaşım örgütü (GS), her önüne gelenin at koşturduğu bir çayır değil, tüzüklü, yönetmelikli bir kuruluştu. Inderjit, "Bunu giyemezsin. Giyersen külahları degişiriz" diyen iki amiri tarafından geçici olarak görevinden alındı. tnderjit, "Ben türbanımı üniformayla aynı renkten yapacağım. GS amblemini de ustıine takacağım. tyi durur" diyordu, ama GS tüzüğü başka şeyler söylüyordu: "Baslık üniformada mecburi değildir, ancak şapkaya izin verilir." Türbanın böylece mesele haline gelmesi üzerine Göteborg halkı ayağa kalktı. Şehir sakinlerine göre olay tam bir komediydi. "Türbandan başka uğraşacak şe> mi kalmadı?" sesleri yukselirken, GS yönetim kurulu "özel türban toplanttsı"ndan sonra şu açıklamayı yapıyordu: "50 milletten insan çalıştmyoruz. Herkes için özel yönetmelik mi yapacağız?" İşin ilginç yanı, sendika da türbana karşıydı. "kurallar belliydi, tiizüğe uymak gerekiyordu". Belediye temsilcilerinden biri ise şunlan söylüyordu: "Müsliiman süriıcüler var. Şimdi adam naraaz vakti geldi diye tramvayı yol ortasında durdurup seccade açarsa n'apacağız?" Belediyenin liberal kanadı, "Canım adam İskoç etegi ile tramvay sürmeyecek ya, alt tarafı türban" diyordu, ama tutum belliydi: "Türbana hayır". Bu aşamada, Göçmen Bakanı devreye girdi. Bakan, türbandan yanaydı. Göteborg Göçmen Burosu da aynı göruşteydi. İnderjit ise, öyle kuru gürültüye pabuç bırakanlardan değildi. "Beni zorta kafir mi yapacaksınız. Anayasayı çiğniyorsunuz" diyerek önce alt mahkemeye, sonra Danıştay'a başvurdu. Anayasa, din özgürlüğünü güvence altına alıyordu, üstelik Isveç'te motosiklet kullanan Sihler, miğfer yerine türban giyebilmekteydiler. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusuydu. GS, artık türban meselesinin içine girmişti. örgüt, Danıştay'ın yanı sıra Hukuk Denetleme Komisyonu'na da şikâyet edilrnişti. Ama ilk raundu kazanan GS oldu: Alt mahkeme lnderjit'in işten alınmasını doğru bulmuş, Danıştay ise türban konusunda herhangi bir karar vermekten kaçınmıştı. İnderjit, çaresiz, yeniden eyleme geçti. Hindistan Başbakanı İndira Gandi'nin dindaşları tarafından oldurülduğu gün. yine türbanlı olarak işbaşı yapmaya kalkıştı. Yine engellendi. GS yöneticileri, "bu gidişe d u r " demek amacıyla İnderjit'in türbanlı olarak bir garajda çalışmasını istediler. Ama İnderjit "llle de tramvay" diye diretince, 1984 sonunda işten atıldı. Ama işler GS'nin sandığı gibi değildi. İnderjit, haksız biçimde işten aiıldığı iddiasıyla bu kez iş mahkemesine başvurdu. Duruşmada GS avukatı, "Türban kamu güvenliğine karşı suçtur. Türbanlı bir adam traravayda düzeni sağlayamaz. Türban kulaklan kapattığı için trafik güvenligi de yok. Üstelik saldırgan bir yolcu 6 m.'lik bir türbanı sürücünün başına dolarsa ne olur?" türünden bir savunma yaptı. Yapmaz olaydı, çünkü mahkeme, İnderjit'in haksız muamele gördüğüne karar verdi. Hem de bambaşka nedenlerden: Sürücülerle garajcıların toplusözleşmeleri farklıydı, İnderjit yeni işini kabul etmek zorunda değildi. GS, karan ust mahkemeye götü Polisten peygamber "Allah benı, insan kulları arasına resul olarak gönderdi. Şımdiye kadar yaptığım açıklamal r hep içimden gelen sesin dışarı yansımasıdır!" Bunu söyleyen James Anderton adında bir İngiliz. Sıradan bir tngiliz olsa İngilızin de meczubu boyle oluyormuş zahır der geçersıniz. Ama gelin gorün ki adam Manchesıer'ın emniyet udüru. RAGIP DURAN LONDRA Misyoner sakallı, derin bakışlı, iri yan bir adam. Apoletli uniforması daha da irileştiriyor cussesini. Kumral Manche^er'de değil de Beyazıt Camıi'nin oralarda dolaşsa pek goze batma/ belkı. "Mülteci derler geçerler. James Anderton Manchester Emnı>et Muduru. 54 yaşında. Ingılı/ kılısesınde doğmuş, sonra Metodist Kilıseye geçmiş, şimdi de Kaıolık olmaya meyıllı. Geçenlerde BBC radyosunda yayımlanan bir demeci etrafı karıştırdı. Independent gazetesine manşeı haber, Tımes'a baş\azı konusu oldu bu açıklama. "Kendimi tamamen >üce Allah'a emanet etmiş bir insanım. Tüm benligimi yuce Allah'a ve Hazreti İsa'>a adadım. Belki de bu yuzden Allah, insan kullan arasına beni resul olarak gönderdi. Şimdi>e kadar >aptığım açıklamalar hep içimden gelen sesin dışarı yansımasıdır. içimden gelenleri değiştiremezdim" diyordu James Anderton. İlahi kudret tarafından vonlendirildiğinı one suren se bu mistik misyonu apoletli uniformasıyla radvo mikrofonlarına, televızyon kameralarına açıklayan Anderton, Ingiltere'de haftar.ın adamıydı. Belkı İngiltere, din kurumunun hem resmi hem de aıle duzeyinde hâlâ oldukça etkin olduğu bir ulke Ama yine de kamuoyu "peygamber polis"ın bu açıklamalarından tedırgin oldu. İngiltere kilise hı\erarşısının ilk 26 papazı, me\kileri dolayısıyla Lordlar Kamarası'nın doğa! uyeleri Kimilerı bu kara cubbeli, haçlı, sakallı lordları "Tanrı Babanın Kontenjan Senatorleri" olarak nitelıyor. Kimseye si\aseı yasağı uygulanma>an Ingiltere'de ruhbanlar da, ozellikle ahlakı konular gündeme geldi mi, siyasi kanallardan goruşlerini dile getıriiorlar. Dahası, haftanın 7 akşamı ticari televizyon kanalı, 3 dakıkalık din programıyla kapanıyor. "Gece Düşünceleri" adlı bu programda Hırıstiyanından, Protestanına. Muslumanından Budıstıne kadar her din, rnezhep ve tarıkat sozcusu ekrana çıkıp uykudan once \icdanları rahatlatmaya çalışıyor. Ee, boyle bir ulkede nedir Anderton'un açıklamalarının bunca yankı yaratmasının nedeni? Efendim, ilahı kudretin sozculuğune oz atama yoluvla gelen Emniyet Muduru, nasıl desem biraz sen bir adam. Mesela zanlı, sanık ya da suçlulara dayak cezasının uygulanmasını talep edıyor. Dahası "çalışma kampları" taraftarı. Hazreiı Anderton'un en buyuk hasımlan eşcinseller, fahışeler \e uyuşturucu madde muptelalan. "Bunlar kendi çoplüklerinde birbirlerine girerek. yol açtıkları genel çoküş ve yozlaşmanın kaçınılmaz sonucu AIDS'e yakalanıyor. Müstehak bunlara!" Anderton, bu açıklamalanyla AIDS'nin şimdiye kadar gozden kaçan bir kaynağına dıkkat çekmesine rağmen, başta doktorlar ve sağduyu sahibi insanlar, (kim bunlar Allahaşkına?) tarafından kınandı. Olay, şimdi polıs orgutu ıçınde de ele alınıyor. Manchester kentinin siyasi yetkililerı, Anderton'un aklı dengesinin istikrarsızlığa doğru yol aldığını belirtırken, ıstifanın ya da erken emeklıliğin çekıci bir çozum olduğu goruşundeler. İçişleri Bakanlığı da soruşturnıasını tamamlayıp, peygamber hakkında bir karara \aracak. Ne demeli? Allah, Anderton'un sonunu hayırlı eylesın! Londra'dan Isveçliler nereden hileceklerdi ki Sihlerin türbanı gün gelecek kendi baflarına da sarılacak? rurken türban olayı başka yerlere de yayılmaya başladı. İsveç yurttaşlığına geçen Stockholmlu bir başka Sih, "Pasaport resmimin türbanlı olmasını isterim" göruşü ile ortalığı karıştırdı. Üstelik, Bhag Sing adlı bu Sih, Stockholm metrosunda biletçi olarak çalışıyordu. Albel Singh adlı üçüncü bir Sihin ise, türbanlı pasaporta sahip olduğu ortaya çıktı. Tartışmalar iyice büyüyünce, Stockholm Bölge Mahkemesi pasaportlarda türbanı serbest bıraktı. Meselenin bu yönü kapanırken, iş üst mahkemesi, İnderjit hakkında son sözü söylüyordu: Haklı olan işverendi. İnderjit gorevini ciddi biçimde ihmal etmişti. İşin ilginç yanı, mahkeme kararında türbanla ilgili hiçbir şey söylenmemesiydi. İngiltere, Noveç, Danimarka ve ABD'de kimsenin türbana bir şey demediğini one süren İnderjit, yenilgiyi henuz kabullenmiş değil. 30 yaşındaki Sih, İsveç'i geçenlerde Avrupa İnsan Haklan Komisyonu'na şikâyet ettı. Boylece, türban komisyon gündemine de girmiş oldu. Bhag Singh ise, turbanını engellemeye çalışan Stockholm Metro İşletmesi karşısında amansız bir mucadele veriyor şu sıralarda. Türbanla uğraşmak sanıldığı kadar kolay değil galiba. Strasbourg'dan 'MavV baronun fendi 'kızıV baronu yendi... Salı günü Avrupa Parlamentosu kendine yeni bir başkan seçti: tngiliz muhafazakâr milletvekili Sir Henry Plumb. Ama bu seçim öyle sıradan, iki adaydan birinin ötekine galebe çaldığı bir seçim olmadı. Ya nasıl oldu? Sabrınız varsa, işte anlatıyorum... HADİ LLUENGİN STRASBOURG Ben insanlann mahremiyetine riayet etmeye çalıştığımdan, genelde dedikodu kumkuması sayılmam.Ne var ki, siyaset erkânına dair dedikodulan dinlemeye bayılırım. Hele hele, bu dedikodular, Avrupa Parlamentosu türunden bizzat içinde mesleğimi icra ettiğim kurum ve en azından göz aşinalığına sahip olduğum şahsiyetlerle ilgıliyse, dedikodulann üstüne mal bulmuş mağribi gibi atlanm. Üstelik bu dedikodu ve şayialann esas yayılma kaynağını oluşturan "orta kadro"larla aram iyidir ve "kuşlar" kulağıma epeyce şey fısıldarlar. Her şeye inanmam; olay ve söylentiler arasında ilişki varsa inarunm. Bir de, basm sözcüsünden milletvekili sekreterine, birinci kâtip diplomattan Portekizce tercümanına kadar uzanan değişik "orta kadro'Marın söyledikleri birbirleriyle uyum arzediyorsa inanınm. Salı günü Avrupa Parlamentosu Strasbourg'da kendine yeni bir başkan seçti: İngiliz muhafazakâr milletvekili Sir Henry Plumb. Aslında, yasama döneminin bitmesine daha iki buçuk yıl olmasına rağmen, seçimin nedeni, iç tüzüğe göre, parlamento ve komisyon başkanlannın bir dönemin ortasında değişmesi zorunluluğu. Ancak, tabii Sir Henry Plumb'un sol kanadın adayı tspanyol sosyalisti Enrique Baron Crespo'ya dördüncü turda 241'e karşı 236 oyla galebe çalması, yani diğer bir deyişle, "mavi" baronun "kızıl" baronu yenilgiye uğratması, görunenin bir veçhesi. Öbur veçhe var ki, onun kaynağı da "kuşlar." Bir kere ingiliz asilinin öyle kolayından başkan seçilemediği kesin. 563 üyeli Avrupa Parlamentosu'nun önune ilk turda aday olarak çıkanlar, Plumb, Crespo, İtalyan radikali Pannella ve Yeşillerin adayı Staes. Aldıklan oylar da, sırasına gore şoyle: Plumb 199, Crespo 209, Pannella 61, Staes 14. Yani onde olan İngiliz asili değil, "kızıl" baron. Bunun sebebi hikmeti ise, daha once "sag" gruplar arasında anlaşma sağlanmış olmasına rağmen, liberallerin ilk lurda İtalyan radikaline oy vermeleri. Liberallerin oyun bozanlık edişlerinin nedeni de, deli dolu bir zatı muhterem olan Pannella'dan haz etmeleri değil; hem liberal grubun başkanı olan hem daha once Avrupa Parlamentosu'nu yöneten, benim de çok sevdiğim Simone W'eil'in bir "mütabakat" adayı olarak dorduncu tura kadar ortaya çıkışını sağlayabılmek. Fakat "kuşlar"ın önceden anlattığı gibi, Assamblede en guçlü gruplardan birinı oluşturan sosyal Hıristiyanlann bir butün halinde Vv'eil'i desteklemeleri imkânsız. Alman Isevileri'nin, Weil Yahudi olduğu \çin, ona pek oy atmayacakları aşikâr. Üstelik Fransız aşırı sağcılarının Simone Weil'ın " k a r a kedi"si "mütabakat" adayı, bu donemin ilk başkanı Pierre Pfimlin. Ama Pfımlin'in 5 şubatta seksen yaşını kutlayacağı ve Strasbourg eşrafından bu milletvekılinın oturumlar sırasında kestırdiği de, herkesin bildiği başka bir hakikat. Bu arada sağın "mütabak a t " sağlayamaması durumunda, sosyalist adayın parlamento başkanlığına getirilmesi muhtemel. İşte bu yüzden de, ikinci \e uçuncu turdaki gelişmeler çok onemli. Çünku yine iç tuzüğe gore, dorduncu tura ancak uçuncu turda en çok oy alabilmiş iki aday katılacak. "Kuşlar"ın yukarıda sıraladığım dedikodularını doğrularcasına, önce birinci turun, sonra da ikinci turun sonunda, oturum başkanından birer saatlik ara talep edildi. ilk talebı yapan. ingiliz muhafazakârlanndan Lad> Elles. İkincisi için el kaldıran da bizzat Pannella. Karşı çıkan ise, Habsbourg hanedanının son temsilcisi başka bir baron, yani siyasi eğilimlere gore bir tesbitte bulunabilmek mumkun. İngiliz leydısiyle italyan deh dolusunun istedıği farklı şe\ler. Ancak buluştukları >er aynı Yani kulıs birıncisı. "mavi" baronu liberallerin de desteklemesi için onlar haşla\acak. Pannella ise, hem kendi adaylığını geıi çekecek hem de sağdaki "ılımlı" unsurlara kanca\ı atıp onlann da \^'eıl'e oy vermesini talep edecek. Bir Alman Hıristiyan demokratı olan Von Habsbourg'un korkusu ise, kendi grubundakilerın bu o\una gelmesi ve Simone Weilın "miıtabakat" adayı olarak ortaya çıkması. Bu yuzden de, oturuma ara verilmesine karşı. Nihayette, her ıkı oıuruma da ara \erildı. Partilerin erkânı mukellef odalarında fiskos euiler, bura\a pek "orla kadro'Mar dahıl edilmedığinden de. ben henuz 'kuşlar'dan haber alamadım. Ama sonuçta, "mavi" baronun fendı "kızıl" baronu yendi. Adamcağız, "demir le>di"nin gizlı ajanı olduğu şayıasını yalanlamak için. "İngiliz doğdum, ama A>rupalı oleceğim" diye ilk demecıni \erdı, İngiliz lısanından başka dil bilmedığinden dolayı, gazetecılerin, "şimdi ilk hangi lisanı ogreneceksiniî" turunden alaylı sorusuna muhatap kaldı. O da, taşı gediğıne koydu. "Türkçe" diye hazır ce\aplık etıı Deli dolu ttalyan, "Aman efendim bu ne munasebetsiz cevap" diye ortalığı velveleye katti. A%rupa Parlamentosunun başkanlık seçimı bitti. Ama kokusu hâlâ tam çıkmadı. Pek dedikodu kumkuması olma\ıp da, kuşların getirdiği haberleri yine de dinleyenlerin daha çok duyacağı \ar Atina'dan .^^^ Yımaıı insanı nelere güler? STELYO BERBERAKtS ATİÎSA Vunan ınsanının ne denli gırgırdan hoşlandığı yolunda bir araştırma vapıldı. Bir Akdeniz ulkesinın butun ozelliklerinı taşıdığı için, Yunanlının elbette gülmeyı. keyfi, eğlenceyi se\dığı muhakkak.. Ama gulmeden gulmeye fark vardır tnsan nelere, nıçin guler, nası! guler Ingılizier, orneğin "Amerikan esprilerine" guler . Bizler Akdenızlı olarak bu esprilerı "soguk" karşıiarız... Ve hafif bir sıntma ile \e içimizden "aman ne kadar komik" diyerek espriyi geçişıirıriz... İşte Yunanistan'da yapılan bir araşıırmaya gore, Avrupa deyişiyle Yunanlılann esprituel ozelliğı yok. Ama gırgıra ve matrak olarak niteledığı olavlara karşı buyuk bir zaafı var. Yunanlının kendisi)le "matrak"" geçilmesıne hıç mi hiv tahammülu vok. Buna karşılık guldüğu loplarn olavlann yüzde 90'ı başkalarıyla matrak geçmesinden kaynaklaruyot. Bu, bireysel ya da politize olmuş bir halk olarak, partı duzeyinde de boyledir. Yani \ enı Demokrasi Partisı'nın bir taraftarı, partısi ile "dalga" şeı,ilmezetede okuduklannı iş arkadaşlanyla birlikte lartışııiar ve dalga geçmeye başlarlar.. Paydos saatinde kendisini yeniden dogmuş gibi hisseder. Keyfine divetek \oklur.. Ounyalar onun olmuştur.. Özgürdur. Akşam saatlerinde televizyon haberlerini dinlerken katıla katüa gulmeye başlar, keyfi doruga ulaşmıştır.. Dışarı çıkar ve tavernalarda, gece kulıiplerinde gece vansını iki saal geçeye kadar eglenirken. doyasıya malrak gecerek, dalga gecerek gununu kapatır ve geniş bir tebessum ile yatagına girer..." Yunanlının çok genış ve ıçıenlikle gulduğu aynı araştırmalardan anlaşılıyor. Yunanistan'ı zıyaret eden yabancı turistler Yunan insanında ilk önce "Grek burnunu" arar, sonra da Yunanlının kendisine ozgu kahkahasını "keşfederraiş." Kendilerıne hızmet eden garsonlardan otel yoneticisıne kadar geçilen gırgıra tanık olurmuş.. Ama yine araştırma gösteriyor ki, Yunan insanında ••espri" anlayışı yok denecek kadar az. Orneğin Yunanlı. muz kabuğuna basıp kayan ve yere duşen ınsana çok guler.. Bu du % ; ı '•H Luzerntt BaerHn bir tarlaya kondurdufu bu dev 1000 frank, gelenin geçenin ilgisini çekiyor. (Fotoğraf: MICHEL EULER) Zürih'ten Tarlaya bir 1000 frank düşmüş... D O Ğ A N ABALIOĞLU ZÜRİH 'Kör iniş ile V pistin yanındaki Höri köyünden çiftçi JaVop Surber'in tarlasında 1000 frank (yaklaşık yarım milyon lira) yetişiyor.' Bu başlığı, Alman İsviçresi'nin en yüksek tirajlı gazetesi (250 bin dolaylannda) TagesAnzeiger attı. "Bankalar ülkesi"ne uçak alçalırken karşınıza çıkan bu görüntünün, yani beyazlıklar üzerinde 1000 frank resminin sizi etkileyeceği yüzde yüz. Görme özürlüler için kabartma belirleyicileri bile unutulmamış, 13650 metre kare (78 x 175 metre, başka bir deyişle 192x86 milimetre olan orijinalinin 82 bin küsur katı) 'binlik' Luzernli Silvan Baerin 6305 adet san, kırmızı (hay Allah her yerde de Galatasaray) ve kahverengi plastik torbalarını U şeklinde demirlere geçirerek gerçekleştirdiği 4. denemesi (veya eseri). Sanatçı ilkinde; Rigi yamaçlarına yerleştirdiği yıldızını güneş ışınlannı aynayla yansıtarak parlatmış, sonra çok büyük bir görü Luzern gölü üzerinde (serseri mayın örneği) yüzdurmüş ve en önemlisi, aşkını kanıtlamak için Titlis yamaçlarına siyah plastik bezle sevgilisinin siluetinin karşı dağ lokantasından görülebilecek büyüklükte kar üzerine nakşetmiş. Silvan Baer 6 yandaşıyla emeğin dışında bu uğraşı için 20 tane binlik harcamış. Ancak karşıhğını Noelle birlikte alabilmiş; kar olmasa, yer beyaza kesmese plastik torbalar doğanın renk cümbüşünde kaynayıp gidecekmiş. Oysa şimdi, hele bu soğuklarda fon neredeyse değişmeyecek düzende yere çakılı kaldı. Meteoroloji yorumlanna bakılırsa daha bir sure ceplerindeki binlikleri bura bankalanna yatırmaya gelenler tarafından izlenecek demektir. Boşuna 'para parayı çeker' dememişler... Washington'dan KanunVden Matissee minyutür ]%ational Gallery of Arı'da Kanum Sergisi ile Matisse yan yana. 16 yüzyıl Osmanlı minyatıirlerinden, 1920'lerin Nice'inde Matisse'in divanlara sereserpe uzanmtş odalıklarına iki adımda geçilebiliyor. Ve Matisse'in Kuzey Afrika'da (anıştığı Osmanlı minyatürlerinden nasıl etkilendiğini kolayca görebiliyorsunuz boylece... TANJU AKERSON WASHINGTON National Gallery of Art'ta Kanuni sergisi ile Matisse yan yana.. 16. yüzyıl Osmanlı minyatürlerinden 1920'lerin Nice'inde Matisse'in divanlara sereserpe uzanmış odalıklarına iki adımda geçilebiliyor.. Galerinin müdürü, bu geçişten çok memnun.. "Matisse'in Nice dönemindeki resimlerini daha önce yaptıgı Kuzey Afrika gezisinde tanışügı Osmanlı minyatür desenlerinin nasıl etkilendiğini ilk kez somut biçimde Kanuni sergisini dolaşanlar görebitecek" diyor.. Oysa Osmanlı minyaturlerinde hava koşullan rol oynamıyor.. Güne? de olsa, yağmur da yağsa insanlar aynı biçimde oturuyorlar, aynı biçimde yüruyorlar.. Matisse'in divanlara uzanmış odalıklan ise dışarda yağmur yağdığında sıkıntıyla bakıyorlar.. Nice'de öğleye kadar deniz mavi, güneş sıcak oluyor.. Öğleden sonra deniz grileşiyor, güneş soğuyor.. Matisse o saatlerde yalnız başına pencereden ışığı solmuş Akdeniz kumsahna, ıslak göklere bakmak zorunda kalıyor.. "Kapımn yanında yağmur damlalan dokülen şemsiyemi çizmekten başka carem kalmadı" diye tanımlıyor bu saatleri Matisse anılarında.. "Nice'den aynlmaya karar verdim.. Ama ertesi gün mistral riizgân, bulutlan kovaladı.. Her şey çok güzel oldu yeniden.. Nice'i bırakmamaya karar verdim yine. Ve pratikte yaşamımın sonuna dek burada kaldım." Matisse'in odalıklarının cepkenlerinin uzerinde kaldığı otelin penceresinden zaman zaman giren mistral ruzgârının dolaştığı günlerde kendisi elli yaşlannda.. Ünlü Paris'ten sıkılmış ve bronşitten yakınan bir ressam olarak Nice'e geliyor.. Akdeniz'e bakan BeauRivage Oteli'ne yerleşiyor. Kuçük odasmda kartpostal buyukluğunde resimler çiziyor.. En sevdiği modeli siyah saçb Lorette.. Siyah rengi en guzel kullandığı resimlerini onunla yapıyor.. Bir yılbaşı günü, 21 Aralık 1917'de Renoir'i ziyarete, Cagnes'e gidiyor.. Resimlerini gösterip görüşünü soruyor.. Renoir içtenlikle konuşuyor: "Gerçegi söyleyejim, v^püklarını begenmiyorum.. Sana hep iyi bir ressam olmadıgını daha dognısu kötu bir ressam olduğunu söylemek istedim.. Ama tek bir se> bunu hep engelledi.. Tuvale yerleştirdigin si>Bh renk.. Oysa siyahı ben paletimden silmiştim.. Sen siyahı getirdin ve tutturdun.. Bu yuzden senin bir ressam olduğunu kabul etmek zorundayım." Bir Amerikah gazeteci "Kanuni'den sonra ne odu?" diye soruyor, "Şimdiki Türk resmi nasıl? Minyatürlerden sonra nereye varıldı?" "19. yüzyılın ikinci yansında Avrupalılar gibi resim yapmaya başladık.. O dönemin ressamlanndan Şeker Ahmel Paşa'nın bir tablosunu sanıyorum Boston'daki bir müzede bulabilirsin" diyorum. "Peki Matisse gibi minyatür desenlerinden etkilenen bir ressamınız var mıydı o zamanlar?" diye sorusunu sürdüruyor.. "Hayır, bildigim kadanyla" yanıtını veriyorum, "Belki de o yıllarda hem Nice'e gidip hem de Lorette gibi bir modele rastlayan bir Türk ressamı olmadı." Yapılan bir araştırma, Yunan insammn ne denli esprituel, ne denli gırgır düşkünü olduğu konusunda kimi sonuçlar ortaya koyuyor. Buna göre Yunanlı, Avrupalı anlamında esprituel değil. Yani esprilere gülmüyor. Güldüğü zaman geniş geniş gülüyor, ama yalnızca matrak olaylara... Örneğin, muz kabuğuna basıp yere çakılan insan, Yunanlıyı müthiş güldürüyor. sını asla affeımez.. \ynı şekılde PASOk \a da komunisı parlısinin taraftarları da aynı zihnıyetıedir.. Ama kendi panısı dtşında kalan partilerin başkanlarından tutun da en kuçuk laraflanyla dalga geçmeye bavılırlar . •\ynı araştırmaya gore bir N unanlı asla tek başına gulmez.. Mutlaka arkada* grubu ıçınde olması gerekir.. Hep birlikte grup dışında kalanlarla dalga geçerler ve kanla katıla gulerler.. Yunanlılar sabah saallerinde somurtkan olur.. Gece ise tam lersıne uykuya giderken yatağma gukrek girer Sabahları lekrar somurtkan uyanır. >unanistan'ın unlu kankaıuristlerınden Kyr, bu fenomene şu nukteli açıklamayi yapıyor: "Vunanlılar sabahın erken saallerinde uyanmavı hiç mi hiç se>mez.. Çıinku mutlaka geceyansından iki saal sonra yalmı^lır. Sabah kahvallısında >alni2 bir fincan Uah\e içer .e gunluk gazelelere bir goz alar.. Hııkumetin açiklamalannı okuduktan sonra ilk lebevsumu dudaklarında belirmislir . Daha sonra muhalefelin açıklamalannı okur ve ilk kahkahayı basar. Sonra isine gider.. Gajen ustelık unlu bir kışilik ise katıla kanla guler \e dalga geçer.. "Kabuğu çıkanlmış bir muzun maymuna \erilmesiyle. mavmun muzu sovar gibi yapıp guya sovduğu kabuğu yere alar.. Bir adam. oradan geçerken sözde yere alılan muz kabuğuna basar ve yere duşer.." Iştc 'l ıınan insanı genelde bu tur esprilere gulmez. üstelik soğuk karşılarmı*.. Bu araştırmanın sonunda verilen ek bılgilere gore, Ingihzcede "humonr" Fransızea'da ••homeur" Latınce'de "humor"' olarak geçen espri kelimesinin kokeni Yunanca'da "sı*ı" anlamına gelen "himo"dan kaynaklanıyor. Dunyamn ilk doktoru "Hipokralın unlu "sıvılar leorisi""ne gore, ınsanların dort ayrı psıkolojık ışıahına hitap eden insan vucudundaki dort temel sıvı haleti ruhıyeyı belırlıyor ve "§ence of humour" demlen espri ruhunu elkiliyor.. Bilımsel araşıırma bu konuda "!Ne yazıkdr ki. Vunan vatandaşlan hipokralın leorisini »aplıran lek insan grubudur.. Çunku Vunanlılar espri yerine başkalan>la dalga geçmeyi yegliyor"" dıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle