12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 İslamiyetin en iist otoritesi halifeliğin yetkilerini 1. Selim Abbasilerden devralmıştı 14 OCAK 1987 TBMM'nin lağvettiği kurum: Halifelik tslam doktrini, toplumsal duzenleme için iki gruba yetki verir, Islam kurattarımn yani şeriatm esas olarak bu iki gruba mensup kişiler eliyle yürütüleceğini belirtir. Bu gruplar ümera (yani askeri yetkileri de elinde bulunduran yöneticiler) ve ulema (îslam ile ilgili bilgileh öğrenmiş olanlar) olarak tanımlamr. tslam toplumu ve inanmış Müslümanlar, bu kişilere itaat etmekle yükumlüdür. Ancak tslam topulumu büyüdükçe, yeniyeniyöreler ve topluluklar tslam düzenine katıldıkça, en nihai otoritenin kim olacağı sorunu gündeme gelmiştir. Başka bir deyişle, ümera kesiminin sorunlarım çözmek ve aralarında çıkacak anlaşmazlıkları sonuçlandırmak için bir üst otoriteye gereksinme duyulmuştur. tşte bu üst otorite "hüa/et" kurumudur ve bu otoriteyi kullanan kişi "fıalife"dir. tslam dünyasında peygamberin ölümunden sonra, onun en yakınlan yine yakın çevresinin onayını alarak halife olmuşlardır. Tarihe "4 Halife Dönemi" olarak geçen bu ilk aşamada, halife yaşam boyu için seçilmekte ve seçim işi peygamberin yakınlan ile akrabaları tarafından yüriitülmekteydi Ancak bu sistemfazla uzun siirmedi ve 4. halife döneminde başlayan siyasi çatışmalar sonunda, Emevi ailesi, tslam dünyasmın ve devletinin yöneümini ele geçirdu Emevi ailesinin saltanatı süresince ortada hilafet kurumundan çok, mutlak bir monarşi vardı ve daha bu saltanat döneminde Mısır'da, Ispanya'da bazı yerel aileler iktidarı ellerine almayı başarmışlardı Bu yerel sultanlar içinde halife unvamnı kullananlar olmuştur. Ancak biitün tslam âlemini (ya da en azından Siinni dunyasım) kapsayan bir otorite olarak hilafet kurumu, Abbasiler döneminde biçimlenmiştir. Abbasi sultanları hem devletin hem dinin reisi olarak tslam dünyasında tek ve nihai otorite haline gelmisler; ulemanın hukuk kuralları iiretme islevi de son onay makamı olarak halifeye bağlanmıştır. Biiyük tslam hukukçulan olan tmamı Azam ve tmamı Gazaü, hilafet kurumunun yapısını, yetkilerini, belirlemişlerdir. Böylece halife unvamna sahip kişi, dünya üzerindeki biitün Müslümanların önderi haline gelmiştir. Halife tslam devletinin başkamdır ve sağırlar hariç herkes onun otoritesini kabul etmek zorundadır. Başka bir devletin egemenliği altında yaşamak zorunda kalan Müslümanlar için de halifeniri otoritesi kesin geçerlidir ve halifenin görevlerinden biri de cihat yolu ile başka devletlerin egemenliği altında yaşayan Müslümanları kurtarmaktır. Abbasi devletinin zayıfiamasına paralel olarak hilafet makamımn da önemini yitirdiği görülmüştür. tslam dünyası içinde çok sayıda ve zaman zaman birbirine düşman devletlerin oluşması, doğal olarak halifelik sorunu yaratmış; oluşan yerel Müslüman devletlerin emirleri arasında halifelik unvamnı kullananlara rastlanmıştır. Bir taraftan da siyasi gücü kalmamakla beraber Abbasi sülalesinin hilafet kurumunu elinde tuttuğu görüşü belli bir geçerlik taşımıştır. Nitekim Mısır'ı ele geçiren Osmanlı padişahı 1.Selim, hilafet makamımn yetkilerini Abbasi ailesinden gelen halifeden devralmıştır. Ancak Osmanlı sultanları uzun süre halife unvamnı kullanmamışlar, onun yerine "hadimu Haremeyn uş şerifeyn" (mukaddes yerlerin koruyucusu, hizmetkârı) unvanı ile yetinmişlerdir. Halife unvammn resmen kullanılışı 18. yüzyılın sonlarına raslamaktadır. Daha sonra II. Abdülhamid'in "halifei müslümin, zılVullahı fi'raz" (Müslümanların halifesi ve Allah'ın gölgesi) unvamnı kullandığı bilinmektedir. Osmanlı sultanları hilafet kurumunu kontrol etmeye başladıklan sırada, Delhi sultanlarının da halife unvanı kullandıkları bilinir. Bununla beraber TBMM'nin ünlü hilafetin lağvı kararından sonra, tslam âleminde halife unvamnı kullanana rastlanmamıştır. POLTTIKA VE OTESI MEHMED KEMAL Her zenginimize cami yerine okul yaptırması öğütlenir, çocuklar okumaya özendirilirken, işler gelip türban tartışmasına dayandı. Bu türban da nereden geldi, dilimize girdi? Eskiden buna başörtüsü derdik, şimdi nedense türban diyoruz. Genç kızlarımız, ninelerimiz allı güllü yemeni örtünürierdi. Mahalle mekteplerindeki imamlardan yakınırken, şimdi üniversitelerden aşağı doğru inen islam cihat örgütlerinin birer militan,' sayılan genç kızlarla karşılaşıyoruz. Türbanlı kızlardan her biri, kılık :<ıyafet yolunda savaşan cihat kahramanları oluyor. özendirildikleri için belki de kendilerini öyle sanıyorlardır. Osmanlı toplumundan sonra gelen cumhuriyet, okuma yazma seferberliğini öne aldı. Parasız ilkokuldan parasız üniversiteye değin uzanan bir ögrenim programı uyguladı. Laik okulların içinde din derslerinin yeri yoktu, ne ilkokulda, ne de daha yükseklerde. Öğrenim birliği, bilime dayanarak tek ilke sayılmıştı. Ucunu siyasal nedenlerle kaçırır, ilkokullara din derslerini (müslime, gayri müslime) zorunlu kılarsanız, sonu gelir türbana dayanır. Türbana karşı olduğumuz sanılmasın, ama türbanla gelen tehlikeye karşıyız. Türban bir ideolojik savaşımın simgesi olmuştur. Bugün okul çağındaki her yüz çocuktan 83'ü ancak okula gidebiliyor. Yaşları 611 olan 6 milyon çocuktan bir milyonu okul dışıdır. Bütün çocuklannı okutma savı ile yola çıkan cumhuriyet, çocukları paralı okula mahkum etmiştir. Çocuklar değerli sayılan okullara girebilmek için kobay gibi yetiştinliyorlar. İlkokulu bitiren çocuklar daha üst okula gidemiyor. Devlet istatistikleri tanıktır. Bugün 4 milyon çocuktan ancak 800 bini oğrencıliğini sürdürebiliyor. Liselerin durumu daha yürekler yakıcıdır. Bugün 1519 yaşlarındaki üç buçuk milyon çocuktan liselere ancak 200 bini devam edebiliyor. Yükseköğrenimde ise 100 gençten ancak 5'i yüksekokul ya da üniversiteye gidebiliyor. Yüzde 95'i dışanda kalıyor. Cumhuriyetin ilk yarısında ancak bir tane üniversite vardı. Buna darülfünun deniyordu. Tarihine bakılacak olursa, bizde ilk darülfünun 1863'te açıldı. Tam bir bilim yurdu değildi. Derslerde fizik, zooloji, botanik ve tarih dersleri okutuluyordu. Osmanlı medresesi bu yeni bilgilere ısınamadı. ögretim üyelerinden Hoca Tahsin Efendi'nin canlıların havasız yaşayamayacağını kanıtlamak için, bir güvercıni hava boşaltılmış bir fanus içinde bırakması, öteki ögretim üyesi Cemalettın Efgani Hocanın 'peygamberlik bir sanattır' demesi üzerine darülfünun kapatıldı. Yeniden 1900 yılında açıldı. Bu kez adı Darül fünunu Şahane oldu. işin şaşırtıcı yani burayı açan Abdülhamit'ti. Meşrutiyet'ten (1908) sonra biraz daha düzeltildi. Bu kez adı Darül fünunu Osmanî oldu. Buraya tıp ve hukuk okulları da katıldı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya'dan gelen profesörlerle güçlendihldi. 1932 yıllarında cumhuriyetin yönetim ve ilkelerine ayak uyduramadı, kapatıldı ve yeniden açıldı. Bugün artık bir tane üniversite yok. Yurdun hemen her yerinde bir degil, birkaç üniversite var. Ancak alınan verim nedir, yakınılan sorunlar nasıl tatlıya bağlanıyor? Hele 12 Eylül rejîminden sonra üniversite sevgisinin yerini üniversite korkusu aldı. Eskişehir'de ve Edirne'de kitap imzalarken konuştuğumuz öğrencilerden bu korkunun nerelere değin uzandığını ögrenmeye çalıştık. Birkaç değişiğiyle yasalar gene aynıdır. Ama ilkokullardan başlayarak, üniversitelere değin uzanan uygulama çok değişiktir. Yasalara değil, kulaklara üflenen ve güç gösterisiyle dalgalanan yöntemlerle her şey yönetiliyor. Türbanlarla tehlike kendini göstermeye başladığında da gelsin Atatürk diye çırpınanlar çıkıyor. Atatürk bu işe ne yapsın? Türbanlarla Gelen... Son Halife Abdülmecit Osmanlı devleti ile birlikte halifelik kurumu da tarihe karıştı. Türkîslam sentezi çabası 4 Ulusçuluk ve sosyalizm 20. yüzyılın en önde gelen, en ağırlıklı siyasal ideolojileridir. Bilmdiği gibi bunlardan milliyetçilik daha önce 19. yüzyılın başında tarih sahnesine çıkmış, onu yarım yüzyıl sonra sosyalizm izlemiştir. Kısaca özetlemek gerekirse bu iki ideolojinin dünyanın son iki yüzyıllık tarihini belirlediği söylenebilir. Ancak dünyamızdaki siyasi gelişmelere yön veren bu iki ideolojinin çağımızda monolitik bir yapıya sahip olmadıkları görülür. Bilindiği gibi günümüz dünyasında sosyalizm, hem kuram hem de uygulama düzeyinde çok farklı biçimler alabiliyor. Sovyetler Birliği'ndeki, Çin'deki, Yugoslavya'daki ya da bir Üçüncü Dünya ülkesindeki sosyalizm anlayışı ve uygulamalan arasında uçurumlar var. Ulusçuluk için de aynı durum geçerlidir. Ulusçuluk bazı yerlerde kurulu sosyo ekonomik düzenin, gereğinde kaba kuvvet kullanarak komnmasını ve değişime karşı konmasını öngören bir ideoloji olarak takdim edilir. Bazı ülkelerde de ulusçuluk, sosyalizm ile tam ulusal bağımsızlık öğelerini birleştiren, değişime yönelik bir içerikle yorumlanıyor. Bu iki ana siyasi ideolojiye karşı tslamiyetin tutumu nedir? Daha önce de vurgulandığı biçimde, Jslamiyet dünya ve toplum düzenlemesini öngören total bir ideolojidir. Bu özelliğinden dolayı hem ulusçuluğa hem de sosyalizme alternatif olma durumundadır, yani bir üçüncü ideoloji olma iddiasındadır. Buna göre Islamiyet, ulusçuluğu da sosyalizmi de yadsıma ya da en azından kendine özgü bir biçimde yorumlamak zorundadır. 20. yüzyılla gelen bir tartışma, Köktenciİslamcılar karşı. Aydınlar Ocağı kuramsal çözüm arayışında. İslamcı Akımlar Ne Istiyorl GENCAY ŞAYLAN yaklaşımı içinde bütünleştirilmeye çalışılıyor. Batıdan geri ve farklı bir toplum olma varsayımı üzerinde oluşturulmaya çalışılan Türk İslam sentezi de diğer siyasi akımlar gibi 20. yüzyılın başlarında tarih sahnesine çıkmıştır. Bir bakıma Türk ulusçuluğunun ideoloğu ve kuramcısı Ziya Gökalp'in bile bir Türkİslam sentezi arayışı içinde bulunduğu açıktır. Ancak Gökalp'in çözümlemelerinde "Türk" öğe "İslam" öğesine ağır basar. Buna karşılık örneğin tçtihad dergisi çevresinde toplanan Süleyman Nazif ve arkadaşları, tslami dozu çok daha ağır basan bir "Türkİslam sentezi" oluşturma çabası içindedir. Günümüzde siyasi hareket olarak 1980öncesinin MHP'sinin İslami çizgisi giderek ağır basan bir senteze sahip çıktığı gözükmekteydi. Bu iş kuramsal düzeyde Aydınlar Ocagj'nda sürdurülmeye devam ediyor. Ancak bütün bu çabalara karşın köktenci İslami akımların ulusçuluk düşüncesine pek sempati ile baktıkları söylenemez. ulusçuluk olan "İslam ulusçuluğu" ile karşı çıkmıştır. Bu göriiş bugün Türkiye'deki tslamcı çevreler arasında da önemli ölçüde destek buluyor. tslam ulusçuluğu ise, doğal olarak hilafet kurumu üzerinde inşa edilebilecek bir ideoloji olma özelliği taşımaktadır. Türkiye dışında gelişen İslamcı siyaset akımlarırun bir kısmının sosyalizme sempati ile baktıkları ve sosyalizmi kendi İslamcı ideolojileri içine monte etme çabası içinde olduklan görülüyor. çeşitli yorum ve uygulamalan içinde "Arap sosyalizmi" 1960'h ve 70'li yılların önde gelen siyasi hareketlerinden biri olmuştur. Ancak hemen eklemek gerekir ki, Arap sosyalizmini, aslında Arap ulusçuluğu olarak değerlendirmek gerekir. Arap sosyalizminin en belirleyici nitelikleri antikomünizm ve antiemperyalizmdir. Ancak bu hareketin antikapitalist içeriği pek belirgin degildir. Örneğin Baas hareketi ve onun kuramcısı Mişel Eflak, Marksist sayılabilecek bir sınıf çözümlemesinden hareket etmekle beraber, "ekonomik kalkınma" ve bunun için "devlet kapitalizmi" gibi hedeflere yönelmiş bulunuyor. Mısır'daki Nasır hareketi ya da Müslüman Kardeşler örgütü de esas olarak bu çerçeve içinde bir Arap ya da İslam sosyalizmi düşüncesini ortaya atmıştır. Eski çekiciliğini bir ölçüde yitirmiş olmakla beraber, bir İslam sosyalizmi ya da sosyalist düşüncenin bazı parçalarıru İslam ideolojisine monte etme düşüncesi birçok Arap ülkesinde hâlâ yaygınlığını sürdüruyor. Türk İslamcıları ve sosyalizm Türkiye'deki İslamcı akımlar için ise oldukça farklı bir görünüm söz konusudur. Türkiye'deki islamcı akımlar, terim düzeyinde bile sosyalizmi yadsıyarak, İslamın bu ideolojiden alacak hiçbir şeyi olmadığına işaret ediyorlar. Yukanda değinildiği gibi Arap sosyalizmi, ulusal bağımsızlık ve antiemperyalizm temellerine oturduğunda temel ideolojisi de yadsınması çok zor bir öğe haline gelmiş bulunuyor. Türkiye'de ise ulusal bağımsızlık ve antiemperyalizm, başka ideolojiler tarafından savunulmuş ve yaşama geçirihniştir. Bu nedenle Türkiye'deki İslamcı akımlann, Arap ülkelerinde görülen senteze yönelmelerinin nedeni yoktur. Aksine Türkiye'de sosyalizmin, en azından kuramsal ve ideolojik düzeyde son 25 yıl içinde belli bir etkinlik sağlayabilmesi; bir başka deyişle İslam için rakip ideoloji haline gelmesi nedeni ile uzlaşma arama, sosyalizmin belli öğelerini İslama monte etme gibi girişimler kesinlikle ortaya çıkmamıştır. Yani Türkiye'deki İslamcı akım, sosyalizmi yadsımıştır. "Sosyalizm ve kapitalizm, aslında birbirierinden çok farklı degildir. İki sistemde de adalet yoktur. Birinde özel mülkiyet, insanlan ezer ve sömürür öbüriinde de insan yaşamının ve çalısmasının hedefi olan özel mülkiyete izin verilmez, baskıcı bir devlet sizin çalışmanızın karşılığını almanızı önler. Yalnız kapitalizm, hiç olmazsa görünürde Allah'a bağlıdır. Sosyalizm, bir de Allah'ı inkâr etmektedir.'* Nakşilerin sosyalizm değerlendirmesi yukarıdaki ahntı ile özetlenebilir. Bir bakıma bütün Sünni tarikatlann sosyalizm konususunda aynı tavrı aldıklan ve kesin bir karşıtbğın ortaya çıktığı görülür. Tarikatçılar tarafından savunulan temel yaklaşıma göre kapita Islamiyet ve ulusçuluk bağdaşır mı? "İlk insan topluluklan kan bağına dayalı aile ve kabile örgütlenmesiydi. Kabiieden biiyük toplumsal kollektiviteler imparatorlann, knülann zoriaması ile ortaya çıktı. Millet dedigimiz topluluk da bu çizgide oluştu. Nedir millet? Dil, ırk ya da cografi sınırlarla belirlenmis bir alanda doğmtış olmaktan kavnaldanan bir topluluk. Açıkca gönilüyor ki. hangi esas kflbul edilirse edüsin millet denilen toplumsal kollektivite birçok insanı kategorik olarak dışlıyor. İşte bu dışlama ve bizlik duygusu, insanlar arasında her zaman gerilim ve savaş tehlikesi yaratıyor. Yani milli toplum düşüncesi beraberinde çatışmayı getiriyor. tslam ise toplumsal kollektivite için ne kan ne dil ne ırk, ne de belli coğrafi bölgede doğmuş olma koşulu anyor. Allah'ın çagnsına uymak, hatta bunun ötesinde bu çagnyı duyrnak kollektivitenin oluşumu için yetiyor ve ortada hiç çaüsma nedeni kalmıyor. Buna dayanarak İslamın bir ideoloji olarak milliyetçilikten çok onde oldugunu ve bu çerçeve içinde milliyetçilik düşiıncesi ile bagdaşamayacagını soyleyebüiriz." Yukarıdaki ahntı bağımsız gruplardan birine mensup bir İslamcı aydının görüşlerini aksettiriyor ve en azmdan üzerinde düşünüimeye, tartışılmaya gerek gösteren bir içeriğe sahip olduğu söylenebilir. Gerçekten de İslamcı düşünce ya da ideoloji, ulusçuluk düşüncesini yadsır. Bu karşı tavır alış, bazen sosyalizme karşı tavır alış Değerli büyüğümüz Y. ZİYA BAYBURTLUOĞLU'nun büyük acısını bizlerle paylaşan tüm dost ve akrabalara ve T.C. Merkez Bankası çalışanlarma teşekkür ederiz. AİLESİ BAŞSAGLIĞI Saygıdeğer abimiz islamctlar ulusçuluğu rçddediyor: îslamcılar genellikle ulusçuluk ideolojisine olumlu gözle bakmiyorlar. Ulusçuluğun evrensel tslam topluluğunu parçalaması, ayrı milli devlet biçiminde siyasi birimler oluşturulması şeriat düzeni için engel olarak yorumlanıyor. tan daha sert bir görünüm kazanabilir. Örneğin şimdiye kadar "milliyetçi" olduklarını vurgulamış, bu ideolojik öğeyi en ön plana çıkarmış bulunan siyasi partilere oy vermiş olan bir tarikat üyesi, milliyetçilik kavramı iie ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor: "Müsliimanlık, mülryetçiUk ile bağdaşmaz. Milliyetçilik Batılı emperyalistlerin İslam dünyasını bölmek, parçalamak ve somürmek için bulduklan bir zehirdir. Binbir desise ile halifeliği ortadan kaldırdüar, çünkii halife var oldukça İslam birligi ve berabertigi milliyetçilik akımının üstünde kalacaktı. Bu zebrin panzehiri Islama dönmek ve hilafeti geri getirmektir." Göruldüğu gibi İslamcı akımlar genellikle ulusçuluk ideolojisine olumlu gözle bakmiyorlar. Ulusçuluğun evrensel İslam topluluğunu parçalaması, ayrı milli devlet biçiminde siyasi birimler oluşturulması şeriat duzeni için engel olarak yorumlanıyor. Ziya Gökalp Türk öğesinin İslam öğesine ağır bastığı bir sentezin kuramcısı. Ahmet Ağaoğlu Turancılık ve Türkçülüğün öncülerinden, tslamcı polemiklerin hedefiydi. Sentezcller: 20. yüzyılın başından beri İslam ile ulusçuluk ideolojisini bağdaştırma çabası içinde olanlar arasında Ahmed Agayef, Ziya Gökalp, Süleyman Nazif gibi isimler sayılabilir. 1980 öncesinde MHP İslami çizgisi giderek ağır basan bir senteze sahip çıkıyordu. lizm, sosyalizmden daha iyi bir düzendir, ama kapitalizmin de topIumda eşitliği ve adaleti sağlamadığı açıktır. Bu noktada tslama ideoloji, sosyalizmin elinden bazı silahları alma çabasındadır. Bu ise, ister istemez özel mülkiyet kurumunun İslamcı bakış içinde değerlendirilmesini gündeme getiriyor. "İslama göre özel mülkiyet temel haktır ve İslam devleti bu hakkı güvence altında tutacaktır. Ancak mülkiyetin temelinde çalışma olmalıdır. yani hile ile mülkiyet elde edilmemelidir. Mülkiyet, kötüye kullanılmamalı, başkalanm sömürme aracı olmamalıdır. Mülkiyet ve servet, sosyal sorumiuluk getirir ve bu sorumluluk gereği, yoksullara yardım edilmeli, zekât verilmelidir. İslam için rniras da mülkiyet kadar önemli bir haktır. Bu esaslara riayet eden bir toplumda sosyalizmin söylediği her şey sağlanmış olacaktır. NECATİ ÇOKUSLU'yu kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Tüm Çokuslu ailesinin ve dostlarının acılarını içtenlikle paylaşınz. SELÇUK ÖZDEMİRSUAT BİLGİLİ 14.1.1986'da yitirdiğimiz ENVER NACİ GÖKŞEN'i Saygı ve sevgiyle anıyoruz. Ailesi, Dostlan ve Ögrencileri IslamcıTurancı tartışmalan Aslında ulusçuluk ve İslamcılık arasındaki bu gerilimin ve çatışmanın tarihi oldukça eskilere gider. Ulusçuluktan çok daha eski bir ideoloji olan İslamcı düşünce, tarih sahnesine çıkar çılcmaz ulusçuluğa karşı tavır almıştır. Bilindiği gibi Türk ulusçuluğu oldukça geç bir dönemde ortaya çıkmıştır. Orneğin, içinde "Turancılık" öğelerini de taşıyan ilk Türk ulusçu akımına, o dönemin İslamcı akımının sözcüsü durumunda bulunan Sebilü'r Reşad dergisi nisan 1914 tarihli sayısmda şöyle saldınyordu: "... Telkin etmek istedikleri şey açıkça dinsizlik mefkuresidir. HalkUn dini selbedip yerine ona muadil diger bir şey ikâme edilemeyecegini, i'lavı keiimetuUab ugruna kılj deprenmeyen bir herifin ta Kamçatka yaylalanndaki ırkdaşlan için silaha sanlmayacağını, bin yıldan beri kardeşimdir dedigi, bin yıldan beri hüziin ve messeretine istirak ettiği, uğnında hayatım fedadan çekinmediği din kardeşini bırakan bir kimsenin Sibirya'nın bilmem hangi boz ovalarında Nasrani mi, Şamani mi, belli olmayan Yakut kardeşini sevmeyeceğini düşünmeyen, Türklerin devri ikbali devri tslama temessük devirlerine musadif, tedennisi ise iman ve akidenin inhitatından beri bed ettigini ketmeden zevat ile münakaşa yeri herhalde bu makale degildir. Biz yalnız Türkçü İslamlarla dertlesebiliriz; zira bunlarla İslam dairesinde anlaşmak, onlara hakikati din namına kabul ertirmek daha kolaydır kıyasındayım..." SebDür Reşad dergisinde çıkan bu yazı ünlü Türkçü Ahmed Agayef (Agaoglu) ile girilmiş bir polemiğin parçasıdır. Agayef, Türk Yurdu dergisinde İslam ile ulusçuluk ideolojilerinin bağdaşır oldugunu yazmaktadır. İslamın temel kaynakları ona göre ulus fıkrini degil "asabiyet" kavramını yadsır ve ulus denilen toplumsaJ birim iki temel öğenin üzerine oturur. Bunlar, din ve dildir. Irk, tarih, anane, örf, edebiyat gibi faktörler ise ikinci dereceden etkenler sayılır. Başka bir deyişle Türkçüler, İslam düşüncesini ve İslamcıları karşılarına almamakta; onlarla bütünleşmek yollan aramaktadırlar. Bu çizginin günümüzde de devam ettiği açıkça görülüyor. Bugün ulusçuluk ile dinsel ideoloji, ünlü "Türk İsJam sentezi" Süleyman Nazif İslami dozun ağır bastığı bir Türkİslam sentezi için çalıştı. Mehmet Akif islam esasına dayalı değişik bir ulusçuluk görüşünü savunurdu. Özel mülkiyet ve toplumsal adalet Görüldüğü gibi yukardaki sözleri söyleyen Nakşibendi tarikatına üye olan aydın, aslında çağdaş kapitalizmi ve "toplumsal refah devleti uygulamasını" İslamın duzeni olarak takdim etmektedir. Örneğin, mülkiyetin kötüye kullanılmasının nasıl önleneceği sorusuna cevap olarak İslam devletinin adeleti her şeyin üstünde tuttuğu söyleniyor. Tabii İslam devletinin ilahi yasalara göre işlev görmesi gerektiği varsayımı göz önüne ahmnca, çözümleme kendi içinde tutarlı hale geliyor. Özel mülkiyet ve toplumsal adalet konusunda diğer tarikatlarda daha da ileri gidildiği görülmüştür. Ömeğin, bir Süleymancı, bu konuda şu çözümlemeyi yapmıştır: "Sosyalizmin özel mülkiyeti yok etmesi ve bu temel üzerinde bir eşitlik kurmaya kalkması, İslam inancı ile bağdaşmaz. Allah insanlara mülkiyet hakkı tanımıştır ve mal edinme keyfini vermiştir. Bunu yaparken de kimin neye sahip olacağını belirlemiştir; yani berkese hak ettigini vermiştir.'" Sünni tarikatların çağdaş kapitalizme uygun yaklaşımlarına karşı bazı bağımsız İslamcı akımların farkh bir yorum getirip, terim olarak yadsımakla beraber çözümlemede sosyalizme yaklaştıkları görülüyor. Örneğin bu akımlardan biri, İslamın tarih felsefesini adeta Marksist bir çerçeve içinde yorumluyor. Buna göre insanlık tarihi " m ü s t e k b i r l e r " (zulüm edenler, baskı yapanlar) ile "musta'zaflar" (ezilenler, yoksullar) arasındaki savaşımdan ibarettir. Bu savaşımı sonunda musta'zaflar kazanacaktır ve onların kazanmasını sağlayan etken İslam düzeninin dünyaya egemen olmasıdır. Göruldüğü gibi İslam, total bir ideoloji olarak çağdaş rakipleri olan ulusçuluğu ve sosyalizmi yadsımakta; bu iki ideolojinin bütün olumlu ve ileri yönlerini zaten bünyesinde barındırdığını vurgulamaktadır. Aslında İslami ideolojinin yaygınlaşması ve siyasi ağırtık kazanması açısmdan bu yaşamsal bir noktadır. Bu nedenle İslama grupiann sosyalizm ve ulusçuluk üzerine kendi aralarındaki tartışmalarını kolayca noktalayamayacakları söylenebilir. Ulusçuluk ideolojisini yadsıyan İslamcı akımlar, onun yerine evrensel tslam birliğini koyuyorlar. Ancak evrensel İslam birliğinin nasıl kurulacağı pek açıklığa kavuşmus degil. örneğin bu birliğin İran devriminin ihracı yoluyla kurulup kurulamayacağı konusunda önemli gözüken bir Süleymancı şu çözümlemeyi yapıyor: "İran'da Şah'ı deviren, bütün dünyaya kafa tutan İslam devrimi hepimize güç ve şevk vermiştir. Ama İran'da olan tam bir İslam devrimi degil Şü hareketidir ve bütün İslam dünyasını bayragı altına toplaması asla düşünülemez. İslam dünyasını bir bayrak ve bir devlet altında toplamak için ilk çözülmesi gereken sonın hilafetin tekrar nasıl canlandınlacagıdır. Çünkü anahtar budur." Gerçekten de hilafet kurumunun İslam ideolojisinde çok önemli bir yeri vardır. Kuşkusuz politik gelişmeler ve dengeler her zaman bu kurumun işleyiş biçimini belirlemiştir, ama yine de kurumsal ağırlık önemli gözüküyor. Bununla beraber, Türk ulusçuluğunu reddedip, "İslam esasına dayalı bir ulusçuluk" anlayışını savunan Mehmet Akif, bu alandaki en ilginç örneklerden biridir. Akif, Türk ulusçuluğunun simgesi haline gelmiş olan İstiklal Marşı'nın yazarıdır, ama aynı zamanda, Türk ulusçuluğuna karşıdır. Ona göre, "Kafalara bu milliyetçiliği şeytan sokmuşlur", çünku bu tür ulusçuluk, çeşitli ulusal grupları "tek bir ulus olarak toplayan İslamın" temellerini sarsacaktır. Akif, bu düşüncelerini 1912 yılında ileri sürmüştür. Hatırlanacağı üzere, bu sıralarda Balkan Savaşı gerçeğini yaşayan İttihad ve Terakki, Osmanlıcılık görüşünden kesin olarak vazgeçmiş ve Türkçulüğe sarılmıştır. Aynı dönemde Avrupa'daki öğrenciler arasında "Arap ulusçuluğunu" eyleme dönustürecek örgütleiımeler baş göstermiş, bulunmaktaydı. Akif, bu gelişmelere karşı, yeni boyutlu bir BÜTÜN ÖĞRETMENLER. İngiliz, Deneyimli ve Profesyone Yeni dönem 16 Ocak 1987 Kayıtlanmız devam ediyor. 147 09 83 Rumelı Cti No92/4 Zekı Bey Apt OsmanbeyİST (Yapı Kredı Bankası Kar$ısı) SCRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle