Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
•CUMHURİYET 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER meydana getirir. Bu kurumsaJ bilgilerden faydalanmak, onları kullanmak yolu da "teknik"tir. Bilim ve tekniği ayırt etmek gerekir. Bu açıdan bakınca, örneğin tıp bir bilim değiidir, bir tekniktir, onun dayandığı bilim ise biyolojidir; eczacılık bir bilim değiidir, dayandığı kimya bilimdir, onun uygulaması olan teknik eczacılığı doğurur; mühendisiik de bir tekniktir, dayandığı bilim ise fıziktir... Üniversiteyi böyle bir açıdan anlamak, değerlendirmek gerekir. larda fakültelere kavuşmuştur. YOK'TEN ÖNCE YÖK'TEN SONRA On onbeş yıl öncesinin nüfus patlaması ve başka toplumsal kosullar, Türk yüksek öğreniminde yeni bir sistem getirilmesini zorlanuş ve politikacılanmızın dagayretiyle bugünkü YÖK doğmuştur. Uzun yıllar alışılandan çok farkb olan bu sistem yoluyla, üniversitelerimizin sayısı 27'ye yükselmiştir! Değirmenin suyu olan öğrencilerimiz de, özellikle son yıllarda çöküntü içinde olan ortaöğretimden gelBtRAZ GERİYE miştir. BAKARSAK... Neredeyse "ölmek var dönYurdumuzdaki üniversitelerin mek yok" tarzında bir uygulaanası olan Istanbul Üniversitesi' maya dönüşecek bir sınavlar zinnin 580. yılını kutladığını söyJü ciriyle, on bir yıl okuttuktan yoruz! Batı ülkelerindeki gibi bir sonra doğru dürüst Türkçe de üniversite fîkri, dönemin padişa yazamayan gençlerin eline birer hı tarafından da benimsenmiş ve üniversite diploması vermek duSultanahmet civanndaki bir ko rumunda kaldığımız, bir gernakta bir tıp fakültesi açmakla çektir. işe girişilmiştir. Almanya'dan Aceleyle açılan bazı yeni ünigetirilen iki profesörle işe başlan versitelerimizde, kendisi yeni mış, sıra öğrenci bulmaya gelin mezun olmuş bir gencin hoca ce, 1824 yılında çıkanlan bir ka olarak bölüm başkanı olduğu, rarnameyle, üniversite öğrenci kendisinin doktorası olmadığı. si olmak için iki koşul öne sürül halde başkalarına "doktora" müştür: 1 Erkek olmak, 2 yaptırmak durumunda olduğu, Okuma yazma bilmek... acı gerçeklerden bir başkasıdır... Bugün bu konularda bir yar Yurdumuzda herkes, her zaman, gıda bulunabilmek için, nereler her şeyi eleştirmektedir; bu, vazden geldiğimizi unutmamak ve geçemediğırniz toplumsal bir huşimdi 90 yaş civannda olanların yumuzdur. Son zamanlarda bile hatırlayabilecekleri, önemli YÖK konusunda da böyle olbazı ameliyatlann hamamda gö maktadır, ama eleştirilerin çoğu bektaşı üzerinde yapıldığını göz haklıdır. Ancak YÖK'ten önce önünde bulundurmak gerek profesörlük almış bazı kimselemektedir. Gene unutmamak ge rin ikinci yabancı dil sınavını rekir ki, Batıda, vücutta kan do "verdikleri" halde, kendilerine laşımı diye bir şey bulunduktan gönderilen bir mektubun, "Alancak iki yüz yıl sonra bizler de manca mı, Ingilizce mi" olduğuonu öğrenmiş olduk! nu bile ayırt edememeleri gibi bir Bu güç koşullar altında hızlı olgudan şimdi YÖK niçin sosayılabilecek gelişmeyle Tflrk rumiu olsun? Gene YÖK'ten önüniversitesi zamanla iyi standart ce "özerkligı" "keyfüilt" zannedenlerin yaptıklarını yüzlerce Danıştay karan yüzlerine vurmuyor mu? Belki dünyanın en becerikli insanı olan Sayın YÖK Başkanı (ama 'beceriklilik' her şey demek değiidir. Sadece beceriklilik, becerikliliğin getirdiği bütün olumsuzlukları da içerir) neden kendisini aşan konuların doğrudan doğruya sorumlusu olsun? Bugün zorunlu olan ve doğal olanak uygulanamayan cimnastik, Türkçe, müzik (henüz okuma yazma yok!) derslerinden ve bu derslerin üniversitede ihtiyaç olarak ortaya çıkabilmesinden YÖK değil, bütün aydınlar sorumludur. Ana koşullar yerine getirilemeyen bir zayıf toplumda böyle 200 tane üniversite de açsanız sonunda ancak, 200 tane üniversitesi olan bir zayıf toplum elde edebilirsiniz. YÖK'ü kaldıramazsınız; kaldırsamz bile, onu doğuran kosullar devam ettikçe fıilen YÖK gibi bir şey sürüp gidecektir. Bizce, üniversitenin böyle öldürülmesiyle on beş yirmi yıl sonra Türkiye'de "intelügencia" diye bir şey kalmayacaktır. Şöyle bir şey düşünülebilir: Eldeki "hoca"lann etrafında bir çekirdek oluşturarak yavaş yavaş en eski üniversitemizde veya Ege'deki üniversitelerden birindeyepyeni, saiıici bir üniversite oluşturmak! Oluşturulacak 67 fakulteye sayın şarkıcılardan, türkücülerden, emekli sayın öğretmenlerden değj] de; abdestsiz namaz kılmak yerine, bulunacak pırıl pırıl gençlerden geleceğin hocalarını yetiştirmek! Bunun için de mutlak koşul, bu gençlerin, Batırun sayılı üniversitelerinde doktora verebilmelerini sağlamak. Böyle bir koşul mutlaka aranmaJıdır ve bu imkânsız değiidir! 5 AĞUSTOS 1986 Üniversite mi, Azmanlaşmış Ortaokullar mı? Son yıllarda yurdumuzda "üniversite" kavramı yanlış anlaşılmakta ve "üniversite" ile "ortaokul azmanı" öğretim kurumları birbirine karıştırılmaktadır. Bunun aliında, nüfus patlaması ve niteliğe bakmadan, eline bir lise diploması verilen her gencin üniversiteyi de bitirmesi gerektiği gibi bir yanlış değerlendirme yatmaktadır. PENCERE Öküz Taklidi Yapan İnekler.. Vaşlı çömlekçi, bir topak çamuru tablaya oturttu; ayağıyla tezgâhın çarkını çevirirken, elleriyle çamura biçim vermeye başladı. Dönen tablanın üzerinde bir testinin biçimi beliriyor, yuvarlak bedeni genişleyip daralıyor, ağzı uzuyor, kulpu değirmileşiyordu. Çamur canlandı; testi, Hayyam'ın diliyle konuştu: Testinin başında bir yoksulun ayağı, kulpunda bir sultanın kellesi, gözeneklerinde zamanın gizemi, btçiminde sanatın esini dile geliyordu. . Plastik çıkalı testinin pabucu dama atıldı. Testi; topraktı, çamurdu. Plastik ne? Bir petrokimya ürünü. Garip, yapay, irkiltici bir madde. Eski insan, testiyi kıranla suyu getireni ayırmaya çabalardı; plastik kırılmıyor ki ünlü atasözü geçerlj olsun!.. Gelecekte kây çeşmesi de kalmayacak; herkesin evinde musluklardan gürül gürül tertemiz su akacak. Testiye bakan şair ya da feytesof ne inctter döktürürdü!.. Plastik damacanaya bakan kişi ne yumurtlayabilir? Esin perisi plastiğin kimyasından ne üretebilir? Plastikten bir leğen, bir kova ya da bir sürahiye yakıştırıp da şöyle konuşabilir misiniz: Eskiden neydim, şimdi ne oldum? Koskoca bir hokiingin başıydım, Bakanlar Kurutu'nun ağasıydım, şimdi oldum bir damacana... Bir şah idim, altın kupam vardı; Şimdi neyim? Testi oldum şaraba. Prof. Dr. SABRİ ÖZBAYDAR Bizim kuşak. üniversite öğrenimini bir bakıma Avrupa'da yapmış sayılır. Bugün yaşları 50 ila 70 arasında olanlardan yükseköğrenim görmüşlerin hepsi dünyanın en iyi hocaJarının elinden geçti. Çünkü o yıllarda Avrupa üniversiteleri onlann ayaklarına, İstanbul'a gelmiştir. Bir üniversiteyi üniversite yapan, her şeyden önce, onun içindeki hocalarıdır. 1930'lu yıllarda, çoğu politik nedenlerle, Hitler AJmanyasından çıkanlan ya da kaçarak gelen hocalardan oluşan bir yıldız yağmuro Türkiye'ye yağmıştır. Bizim o günlerde hükiimetlerin akıllı tutumuyla da bu yağmur İstanbul'a yağmış ve bereketli ürünlere yol açmıştır. Türkiye'ye yerlesen ve bazıları güzel Türkçe de öğrenen bu büyük hocalann arasında yıüar sonra kendi memleketlerine dönenlerden, ölünce Türk topraklannda gömülmeyi vasiyet eden ve vasiyetleri yerine getirilenler de olmuştur. Bu büyük hocaların kimler olduklannı uzun uzun anlatmak yerine, birfikirvermek için ünlü Einstein'ın doçentinin bile (Hans Reichenbach) bunlar arasında bulunduğunu hatırlatalım. Bu hocaJann bir kısmı yaşlanmış ölmüş, bir kısmı da yurtlarına ya da Amerika'ya dönmüştür. Sonradan gelenlerle sayıları 120'yi bulan bu hocalardan halen birkaçı hayattadır. O günlerde uluslararası bilimsel toplantılara katıldığınızda ve "Istanbul Universitesi'nden geliyorum" derseniz, özel bir saygı görürdünüz. Ve işte bu hocalar ve onlann yanında yetişen genç doçentler ve profesörler bizim kuşağın hocaları oimuştur. Bugün hepsi emeklidirler ve kendilerini saygıyla hatırlıyoruz. BUGÜNKÜ DURUM Son yıllarda yurdumuzda "üniversite" kavramı yanlış anlaşılmakta ve "üniversite" ile "ortaokul azmanı" öğretim kurumları birbirine kanştınlmaktadır. Bunun altında, nüfus patlaması ve niteliğe bakmadan, eline bir lise diploması verilen her gencin üniversiteyi de bitirmesi gerektiği gibi bir yanlış değerlendirme yatmaktadır. Bunun içindir ki bugün faküite koridorları, bayram arifelerindeki Mahmutpaşa Çarşısı kalabalığını andırmaktadır! Çeşitli bolümlerden gelen dördüncü sınıf öğrencileri arasında, örneğin "psikoloji" kelimesini iki " 1 " ve yumuşak "g" ile yazanlar ve basit bir düşünceyı cümle düşükiüğü yapmadan yazamayanlar; diplomalılar arasında vaktiyle Sayın YÖK Başkanı'nın belirttiğigibi, karaciğerin, vücudun neresinde olduğunu bilemeyen doktorlar da görülebilmektedir. Meramımın anlatabilmek için bir örnek verelim: 24 yıl önce yurtdışından döndügum zaman, hocamın bana devrettiği bir sınıfta sadece 22 öğrenci vardı ve bunların her birini adlarıyla tanıyordum ve verdigim odevlerini yapıp getirdiklerinde kendileriyle konu üzerinde teker teker tartışabiüyorduk; bugün aynı sınıftaki öğienci sayısı sıkı duruniki bin iki yüzdür! Bu gençler, 72 günlük bir yarıyıl (sdmestr) döneminde yalnız bu dersten Uç defa sınava girerler! öteki derslerden de girmeye mecbur olduklan sınav aynı dönemde 2030 günü alır! Üniversiteler, evren hakkmda, dünyamız hakkında, insan hakkında, toplumsal ve kültürel dedigimiz sorunlar hakkında kafamıza üşüşen soruları çözmek ve anlamlandırmak üzere oluşturduğumuz kuramlardır. Tabiattan koparıp elde ettiğimiz bilgiler, bilim dediğimiz faaliyeti HESAPLAŞMA BÜRHAN ARPAD Dergi Yapraklarını Karıştırırken I Türkiye'nin yaşayan en eski dergisi, 15 şubat 1930'dan günürnüze, istanbul Şehir Tiyatrosu'nun yayımladığı Tiyatro Dergisi'dir. llk sayisının kapağında 'Dârülbedâyi' yazılıdır. Sonraları Türk Tiyatrosu' adını alır. Son yıllarda 'Şehir Tiyatrosu' adı kapağa yazılır oldu. Fakat adı ne olursa ofsun, bu dergi Türk tiyatrosu tarihi için benzeri bulunmayan bir bilgiler ve belgeler hazinesidir. Derginin ilk sayısında "Ne İçin Çıkıyoruz?" başlıklı bir giriş yazısı var. Amaç, oynanan oyunlar üzerine seyirciyi aydınlatmak, dünya tiyatroları konusunda bilgi vermek. Yıllarca ilgiyle iztediğim, hemen bütün sayılarını sakladığım, bir süre de sekreterliğini yaptığtm bu dergi, başlangıç yıllarında amaç çizgisini aşarak yazarlara ve eleştiricilere sert çıkışlar yapan yazılara fazlaca yer yermiştir; Ne var ki, yıllar gectikce tiyatrocular rahatlar ve dergi gerçek niteliğine kavuşur. Derginin bence en ilgtnç bölümü, 1930'dan günümüze oynanmış binJerce oyunun rol dağıtımı bölümleridir. Sesleri, davranışları, oynayışlanyla bugün gibi belleğimde o insanlardan sadece iki, belki üç sanatçı kalmıştır. Derginin sayfalarını karıştırırken ölüm yazılarıyla sıkça karşılaşırız. Gülriz Sururi'nin annesi Suzan Lütfullah'ın ölümünü duyuran içtenlikli yazıdan kısa bir bölüm: "Türk operet kuruluşlannın ilk primadonnası Suzan Lütfullah hanım öldü. Tıpkı bir kuş gibi, sarışın bir kuşcağız gibi yüreğinden şakıyarak tüneğinden düşüp öldü. 23 yaşındaydı. 23 yılın hiç değil yedisini sanata vermişti. Karın doyurmayan, sıcak bir mangal başı bile vermeyen sanata! Suzan büyük bir sanatçıydı. Kısacık ömrünü büyük sanatçılar gibi heyecanlar ve yoksulluklar içinde yaşadı. Sarışın bir kuşcağız gibi yüreğinden öterek ö)dü." 25 sayılı dergide, o günlerin olumlu kültür ortamını gösteren iki yeni oyun ilanı var. Karşılıklı iki sayfanın altbaşında: Nâzım Hikmet'in Kafatası oyunu ve Faruk Nafiz Çamlıbel'in AKIN destan piyesi. İki ayn dünya görüşü Darülbedayi sahnesinde. Perdeci takma adını kullanan aktör yazar Ertuğrul Muhsin: "Yeni nesle mensup iki Türk gencinin bu iki eseri Dârülbedâyi için büyük bir kazançtır" diyor ve ekliyor: "Ümit edelim ki bu, yeni tiyatro tarihimizde bir başlangıç olsun." Derginin 3335. sayılarında, yeni başlayan operetlerin resimleri, rol dağıtımları, yazılar yer alıyor. Darülbedayi'de uzun süre operet oynanıyor. 40 ve 47. sayılar Behzat Haki (Butak) ve Muhsin Ertuğrul'un 25. sanat yılına ayrılmış. Nurullah Ataç: "Behzat, gerçek aktör, kendisini unutup oynadığı kişinin ruhuna girmek isteyen sanatkârdır. Onun hiç bir eserde kendini parlatmak için eserin ahengini bozduğunu görmedim." Galip Arcan, Muhsin Ertuğrul'un 'aktörrejisörarkadaş' yanlannı veren yazısına şöyle başlıyor: "Muhsin Ertuğrul, özgün bir karakter, dinamizm dolu bir iç dünya ve her şeyden önce bir tiyatro devrimcisi, bir reformcu, bir sanat idealistidir." Derginin 52. sayısında Nâzım Hikmet'in yazısı var Şair, yeni oyunu Unutulan Adam için şunları söylüyor: "Unutulan Adam'da bir rnejodram kokusu vardır. Ben melodramın hiç eskimeyecek bir tiyatro unsuru olduğu kanısmdayım. Nasıl belirli bir anlayışta romantizm her edebiyat mektebinin içinde varsa, melodram da şu veya bu biçimde tiyatronun, benim anladığım tiyatronun unsurlarından biridir." Türk Tiyatrosu adını almış olan derginin 15 mart 1936 günlü sayısında, çok ön'emli bir olay birinci sayfadan veriliyor: "Tiyatro mütehassısı Carl Ebert Şehir Tiyatrosu'nda. Kültür Bakanlığımız tarafından memleketimizde tiyatronun esaslı ve bilgiii birtarzda inkişafı için Almanya'dan getirtilen profesör Carl Ebert, Şehir Tiyatrosu temsillerinden Faust ve Yarasa'yı görmüştür. Şehir Tiyatrosu, her A/man rejisörün adeta ezbere bildiği bu iki eseri bilhassa temsil etmiştir." Ebert'in sözleri de şöyle: "Bana, Şehir Tiyatrosunun daha fazla ilerlemesi için ne yapılması gerektiğini soruyorsunuz? Faust temsilini başından sonuna kadar iigiyte izledikten ve Yarasa'yı gördükten sonra ancak bir şey salık verebilirim: Şimdiye kadar izlenilen yolda yürümeyi sürdürmek!" 1 Aralık 1939 günlü derginin birinci sayfasında bir ölüm yazısı: "Güzel ve genç bir kadın fotoğrafıyla. Operet bestecimiz Muhlis Sebahattin'in gencecik kızı Melek Muhlis'in ölümü. Tiyatromuzun pek genç ve yetenekli sanatçılarından Melek de veremden öldü. En hafif eserden en ağır bir klasiğe zerre kadar yadırgatmadan geçen, büyük bir trajedi ustasının ruhunu ve niteliklerini taşıyan Melek, Bernstein'ın bir komedisinde olduğu kadar Şekspir'in bir trajedisinde de eşsizdi." Türk Tiyatrosu dergisinin en ilginçyazıları, artistlerin jübileleri ve ölümleri üzerine yazılanlardır. Ikisi de bir 'son'a eriş, bir bitiştir. Jübileler bir bakıma 'kesin son'un habercisidir, diyebiliriz. Perde arası yoktur. Perde kapanmıştır. Oyun bitmiştir. 1915'te sahneye ayak basan, 21 yaşında Darülfünun'dan doktorluk diploması alan ve yirmi beş yıl sahnede kaldıktan sonra kadın hastalıkları uzmanı olarak hekimliğe dönmüş olan Emin Beliğ (Belli) Türk sahnesinin ilginç kişilerindendir. Vasfi Rıza onu şöyle anlatıyor: "Aktörlüğü doktorluktan çok sevdiğin bizce 'Belli'dir. Sen gündüzleri Tıbbiye'de 'Fenni tıp' okur, geceleri tiyatroda 'Sanati Temâşa' meşk edersin." Türk Tiyatrosu Dergisi'nin yapraklarını kanştırmayı sürdüreceğim. A Q KAYIPLAREVflZ Yüksek Öğretim Kurumu üyesi değerli bilimadamı Ya da bir şiir yazabilir misiniz: Ey plastik damacana!.. Kulpunda bir Jaguar, kapağında bir Lockheed, dibinde rüşvet... Testi, camurdan yapılır, kınlınca toprağa kanşır. Körolası plastiği toprak da yadsıyor. Oenizlerin dibi plastik artıklanyla dolu; kentlerin çevreleri, yolların kenartarı, şehirterin arsaları plastikten birer çöpiük... • Çöplük, pislik demek... Pislik de kir. Ateş, ateşe tapanı da yakar; pislik, kirli adamı daha çok kirletiyor. Eskiden sabun vardı. Ve öğüt verilirdi: Suya sabuna dokunma!.. GÜROL A1AMAN MÜALLA AIAMAJVı kaybetmenin üzüntüsü içindeyiz. Kendilerine Allah'tan rahmet, kederli çocuklarına, ailesine, yakınlarına ve Türkiye üniversiteleri mensuplarına başsağlığı dileriz. ERCtYES ÜNtVERSİTESt REKTÖRLÜĞÜ Oğlumuz Sevenlerimize duyurulur. Prof. Dr. Yıkanmak bir sorundu; kirli çamaşırlar evde bir olay yaratırdı. Kirler yumuşasın diye çamaşır bir gün öncesinden suya bastınlırdı; kazanlarda sular fokur fokur kaynatılır; çamaşırcı kadınlar kirteri çıkarmak için nasırlı elleriyle çamaşırlan çitilemekten yorulmaztardı. Sonra deterjan çıktı. Dehşetli bir temizieyici sentetik deterjan, plastik gibi bir "sorv radan çıkma", cağımızın son icadı... Çamaşır makinesine deterjan tozunu atıyorsun, düğmeye basıyorsun. Artık ne çamaşırcı kadına, ne kazan kazan kaynatılan sulara gerek var. Her evde bir robot bulunuyor. Makinenin düğmelerini ayarlıyorsun, programlıyorsun, başlıyor: Bir sağa, bir sola... Bir sola, bir sağa... Prof. Dr. ve eşı Robot her şeyi temizliyor, deterjan kirli çamaşırlan pırıl pınl yapıyor. Ancak çamaşırlan kirden annöırmak günümüzde kolay olsa da adam müsveddelerini temize havale etmek zor. Bunlann pislikleri, kokuşa kokuşa tüm toplumu sarıyor. Pis insan kendi kokusunu duymaz. Pisliğe bulaşanlar, kirtene kirfene yaşamayı doğal sayanlar, kokuşmuşluğun felsefesini savunurlar: Canıml.. Rüşvet her yerde vardır, nüfuz ticareti dünyaya yaygındır, büyük çıkaharın kavşağında bulunanlann çevreslnde söylenti çoktur; öküzün altında bir buzağı aramaktan vazgeçelim, serinkanlı olalım... Böyle toplumtarda kimi inekler öküz taklidi yaptıklanndan env zirdikleri buzağılar görmezlikten gelinir; koskoca bir hayvan sürüsü ülkeye böyle yayılır. BAŞAK doğdu. VEFAT ve BAŞSAĞLIĞI 24 SfMTENMEHMET GÜRCÜ caddebostan güzel sanatbratölyesi ve galerisi F4KULTELERİ ADAYHBINA B*Ş*RI OL»N*KLARI • HER VAŞTA AMATORE RESİM SERAMIK VAZ DUNE\0 RESİM SERCIS1 3 5 8 87 9 8 aşkın süredir genel müdürlüğümüzün çeşitli kademelerinde hizmet ifa eden Teftiş Kurulu Başkanırruz, yeri doldurulamayacak değerlj insan DURSUN incekum ALANYA ıtm Fiyatlara yemek ve ŞARAP dahildir. 1 Yabancı hocalardan wind surf ve tenis dersleri hariç olmak üzere sunulan tüm hizmetfer ücretsizdir. Kulübünüz İncekum'da Şahane bir tatil Geleneksel konukseverliğimiz ve dostça hizmet anlayışımız ile Her türlü eğlence ve spor olanağı Club kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Merhuma Taarı'dan rahmet, kederli ailesine, camiamız mensuplarına, dost ve akrabalanna sabır ve başsağlığı dileriz. T.DEMİR VE ÇELtK İŞLETMELERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Not: Cenaze 5.8.1986 (bugün) öğle namazını müteakip Karabük'te defnedilecektir. Ibradı esrafından merhum Avukat Izzet Cemal Kişmir'in eşi, merhum Şeref ile Muhittin, Bezmi, Celal ve Nigâr Kişmir'in vefakâr anneleri, Veliye, Mubahat ve Mehpare'nin kayınvalideleri, Visal, Şansal, Nursal, Ilker, Serap, Semra, Gökeri, Gökperi, Izzet Cemal, Suat ve Pınar'ın sevgüi babaanneleri, Rezzan'ın biricik anneannesi OLUM KURBAN BAYRAMINDA BAYRâM YAPINIZ Odanız . Açık büfe kah\ altılarınız Ögle veya akşam yemekleriniz Oöanızöa meyvaniz Deniz suyu ile çalişan hav uzumuza girişleriniz • Aynı odada çocuklarınızda ücretsiz kalabilir vergi ve servis dahilj • • • • • SUAT KİŞMİR 3 Ağustos 1986 gttnö hakkın rahmetine kavuşmuş ve dün Üsküdar Imrahor Camii'nden kaJdınlarak Karacaahmet'te toprağa verilmistir. Tann rahmet eylesin. AİLESİ T.C. MALİYE VE GÜMRÜK BAKANLIĞI HESAP UZMAN YARDIMCILIĞI GİRİŞ SINAVI Maliye ve Gürnrük Bakanlığı Hesap Uzıhanlan Kurulu Başkanlığı'nca 8, 9 ve 10 eylül 1986 günJerinde Ankara, Istanbul ve İzmir'de Hesap L'zman Yardımcıhğı giriş sınavı açılacaktır. SINAVA KATILABİLMEK İÇtN: a) Devlet Memurları Kanunu'nun 48'inci maddesinde yazılı niteliklere sahip olmak, b) I I 1986 tarihinde 35 yaşım doldurmamış bulunmak, c) Eğitim süresi en az dört yıl olan, Siyasi Bilgiler, İktisat, Işletme, Hukuk, Iktisadi ve İdari Biiimler Faküite ve Yüksekokullan veya aynı süre eğitim veren ve bunlara eşitliği YükseköSrelim KuruJu'nca kabul olunan benzeri faküite veya yüksekokullann birinden raezun olmak gerekmektedir. Sınavlara giriş şartlannı ve sınav koşullarını gösteren broşür ile başvuru formu, >ukarıda belirlenen eğitim kurumları, hesap uzmanlan kurulu başkanlığı ve kurulumuzun Ankara, lstanbul ve İzmir grup başkanlıklanndan sağlanabilir. İsieklilerin 25 Ağustos 1986 günü akşamına kadar Maliye ve Gürnrük Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı Ankara adresine belgeieri ile birlikte yazılı olarak başvurmaları duyurulur. ANİMASYOH PROGfMMLARt • AEROBİK ÇOCUK KULÜBÜ •BASKETBOL AÇIKBÛFE • VOLEYBOL wnosu«F • MİNİ FUTBOL SU tUYAfil •SUTOPU OKÇULUK •HENTBOL YELKEN • MASATENİSİ TEÜB •D0KTM JİMNASTİK • ÖZEL SH0W PROfiHAMLARI 3 G Ü N " iki kişi: 120.000 TL. ilave gün iki kişi: 40.000TL. Rezenvasyonlanınız ve daha fazla bilgi ıçin lücfen ön büroyu arayınız. Soysal Sitesi Işhanı Kal 4. No: 404^09ANKARA TEL: 31 18 1 9 3 1 69 69 Tlx 46945 tiatr. Fax 314682 MERKEZ BURO: CLUB İNCEKUM Alanya Tel: (3231) 1420 1421 Tlx: 56605 inkmtr. ' CINARHOTEL İSTANBUL 573 2910 = = = = = ÎETT İŞLETMELERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ^NDEN İKARUS OTOBÜSLER İÇİN 7 KALEM AMORTİSÖR VE YEDEKLERİ YURTİÇİ VE YURTDIŞI FİRMALARDAN SATINALINACAKTIR 1 Yukarıda yazılı malzeme mektupla fiyat ve teklif isteme usulü ile ihaleye çıkarılmış olup, yurtiçi firmalar tekliflerini Metrohan 4. kat Taşıtlar Kısım Şefliği'ne, yurtdışı firmalar Metrohan 2. kat Evrak ve Arşiv Müdürlüİü'ne en geç 3 Eylül 1986 çarşamba günü saat 10.00'a kadar ileteceklerdir. 2 Bu işe ait yurtiçi ve yurtdışı şartnameler Metrohan l.nci kattaki merkez veznesinden 20.000r TL. karşıhğında temin edilebilecektir. Basın: 25275 ETÎLER, ULUS, LEVENT SEMTLERİNDE 2 ODA 1 SALON KALORÎFERLl KİRALIK DAİRE ARANMAKTADIR. MÜRACAAIİ 172 99 40 (İSTANBUL)