Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 TEMMUZ 1986 • • • • HABERLERİN DEVAMI CUMHURÎYET/13 (Baştarafı 1. sayfada) ra Maraş, Kıbrıs sorunu açısından öteden beri nazik ve sıcak bir noktadır. Belki de konunun bu özelliğinden dolayı Ankara, sayın Denktaş'ın çıkışına dönük herhangi bir yorum yapmaktan kaçınmış ve sessiz kalmayı yeğlemiştir. Öyle anlaşılıyor ki, Dışişleri zamanlama açısından kamuoyuna açık biçimde Maraş'la ilgilenmeyi bugün için doğru bulmamaktadır. Türk Dışişlerinin bu tutumunun temelinde birbirinden farklı birçok neden yatıyor olabilir. Belki de BM Genel Sekreteri Cuellar'ın belgesinin kabul edilmiş olmasının, Başbakan özal'ın KKTC ziyaretinin ve Denktaş'ın sınırı kapatıp açmasının bugün için yeterli olduğunu düşünmektedir. Eylül ayında BM Genel Sekreterinin gerek Denktaş gerekse Kipriyanu ile yapacağı görüşmelerin sonuna kadar suların fazlaca bulanmaması görüşü, Ankara'da ağırlık taşıyor olabilir. Maraş'ın açılması yolunda atılacak adımların uluslararası kamuoyunda çıkaracagı gürültünün hayli büyük olacağını kestirmek güç değildir. Hele 1974'ten beri Maraş'ın karşı taraf açısından çantada keklik olduğu izleniminin çok açık biçimde Rumlara verildiği düşünülürse, dış diplomatik odaklarda kopacak cayırtıyı tahmin etmek zor olmayacaktır. Bu bakımdan Dışişlerinin bu konuda en azından şimdilik Sayın Denktaş'a göre daha ihtiyatlı bir tutumu benimsediği söylenebilir. Buna karşılık Bülent Ecevit dün Cumhuri yet'e yaptığı açıklamada, Sayın Denktaş'tan bir adım öteye giderek Maraş konusunda daha radikal birtavır alınmasını önermiştir. Şöyle diyor Sayın Ecevit: "KKTC belirli bir tarih saptamalıdır. Bunun çok ileri bir tarih olması gerekmez. ömeğin, eylül veya eklm ayı içinde bir gün saptanabilir ve eğer o tarihe kadar Kıbrıs Rum yönetimi, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin önerisi çerçevesinde, eşit haklara dayalı, iki toplumlu, iki bölgeli bir federal çözüme, o arada Türklerin güvenliği için gerekli önlemlere, kayıtsız şartsız razı olmazsa, belirlenen günde Maraş'ın KKTC yönetiminde yerleşime açılacağı ve o tarihten itibaren buradaki turistik tesislerin değişik ülkelerde bulunan sahiplerine, tesislerini onarma ve işletme izni verileceği açıklanabilir. Gelen gelir, gelmeyenler de tesislerinin mülklyetinden vazgeçmiş sayılırlar." • Rum yönetiminin ve Atina'nın uzlaşmaz tutumu, geçen her zaman parçasında Türk tarafının sabrının gittikçe taşmasına ve yeni yeni kararlara yönelmesine katkıda bulunacaktır. Geçmişte de böyle olmuştur. Son 12 yıla şöyle bir bakalım: Once Barış Herakâtı, sonra " f e d e r e " devlet, d a h a sonra "bağımsız" devlet... Kıpırdamaya niyetleri yoksa, sıra Maraşi ın açılmasına da gelir nasıl olsa; bu nedenle aceleye pek gerek olmadığı da düşünülebilir... Kaza sırasında, öndeki banliyö treninln arka vagonu parça parça olduğundan, ölülerin çoğu buradan çıkarıldı. Basbakan Özal da kaza yerinde Incelemelerde buhmduktan sonra, Haydarpaşa Numune Hastanest'nde yaralılan ziyaret etti. (Fotoğraflar: ESA T PALA / MEHMET DEMIRKA YA) UGUR MUMCU GOZLEM Tren kazası: 9 ölü, 18 yaralı (Baştarafı 1. Sayfada) duğu öğrenildi. 8 yolcu olay yerinde can verirken, l'i ağır yaralı halde Göztepe SSK Hastanesi'ne kaldırılırken yolda yaşamı nı yitirdi. tmdat treninin makinisti İbrahinı Kara ve $ef Süleyman Sağkan, çarpışmadan az önce kendilerini aşağıya atarak kurtuldular. Ibrahim Kara'nın bacağı kırılırken, Süleyman Sağkan da ağır şekilde yaralandı. Çarpışmayla birlikte banliyo trenini dolduran yüzlerce yolcu panik halinde kcndilerini dışan attılar. Bu sırada bazı yolcular hafit'şekilde yaralandı. Kazadan hemen sonra olay yerine yetişen güvcnlik kuvvetleri ve sağlık görevlileri yaraiılan hastanelere taşımaya başladılar. Yaralılardan durumları ciddi olanlaı SSK Göztepe, Haydarpa^a Numune ve kartal Meslek Hastanelerine kaldırıldılar. 18 yaralıdan 7\i yalırıldı, ll'i ise ilk tedavilerinden sonra taburcu edildiler. Kazada ölcnlcrdcn Tıırhan Karalaş ile Selma Akpınar, Ali Gök, Serhal Doğru, Şükran Yılmaz, ve kızı Elif Yılma/ın kimlikleri belirlenebildi. Diğer 3 kişinin kimliklerinin belirlenmesine çalışılıyor. Yetkililer cesetlerin coğunun tanınmayacak derecedc parçalanmı^ olduklarını bildirdiler. ÖZAL OLAY YERlNDE Tren kazası, saat 15'te Istanbul'a gelen Basbakan Özal'a bildirildi. Özal progranunı değişiirerek saat 16.30'da yanında Milli Savunnıa Bakanı Zcki Yavıulürk olduğu halde olay yerinde ineelemelerde bulunarak TCDD Istanbul Bölge Müdürü Oğuz ÖzkeJen'den kazayla ilgili bilgi aldı. Özkelen, Basbakan Özal'a, "Kazu sinyalizasyon hatası sonucu meydana geldi. Gerekli önlemlerimizi alıyonız. Yaralılar hastanelere taşındı" dedi. MAKİNİST NE DtYOR? Olaydan sonra ayak bileği ve topuğu kırık olarak Göztepe SSK Hastanesi'ne kaldırılan "imdal (reni"nin makinisti Ibrahim Kara, Idealtepe istasyonunda bekleyen trenin uzerine gitmekte olduklarını fark ettikleri anda şef'tren ile birlikte kendiletini dışarı attıklarını belirtti. Guçlükle konusabilen Ibrahim Kara, olayı şöyle anlattı: "Haydarpaşa'dan sarı sinyalle yola cıktık. Erenköy'e kadar geldik. Bıırada kırmızı ışık yanıyordu. Bostancı sinyaline gelince yeşili gördüm. kücııkyalı'da yesil hâlâ yanmaya devam ediyordu. İdealtepe istasyonuna gelince birden burada bekleyen treni gördüm ve imdata vurarak şcftren ile birlikte kendimizi dışarı atlık. Daha sonra kendimi kaybetmişim." Yine Göztepe SSK'ye kaldırılan ve makinist Kara'ya göre daha ağır durumda görünen imdat treninin şeftreni Süleyman Sagkan ise bütün hatırladığının, önünde bekleyen bir tren olduğunu kaydederek, "Sadece önde bekleyen bir tren olduğunu hatırlryorum ve kendimi dışarı attım. Öndeki trenin sanırım arka vagonııııa çarptık" dedi. Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde tedavi edilen yaralıların durumlarının tehlikeli olmadığı kaydedilerek, bazılarının ayakta tedavi edildiği, ancak 5 yaşındaki, annesi ve babası bulunamayan Esra adındaki bir çocuğun ağır yaralı olduğu belirtildi. Ayakta tedavi gören ve Idealtepe tren istasyonunda bekleyen trenin arka vagonunda bulunan yolcuların bir bölümü, aniden bomba patlar gibi bir ses duyduklarım belirterek, trenin içinde savrulduklarını söylediler. Kezban Karakaş (41) adındaki hafif yaralı yolcu, en arka vagonda oturduğunu bclirtirken, bel ve ayaklarında ağrı olduğunu söyledi. Sevinç Yılmaz (30) adındaki bir başka yaralı ise ne olduğunıı anlamadığını, ancak koltukların arasına sıkışıp kaldığını anlattı. Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne yatırılarak tedavi gören 12 yaralmın adları şöyle: (iıilsüm Kıhç (30), Hatice Şengül (62), Sabahat Karakale (53), Arif Kalkancı (17), soyadı belirlenemeyen Esra adındaki 5 yaşındaki kız çoğunu, Ayhan Kara (16), Mitlıal Inaltay (62), Cahit Özen (45), Atilla Gökdemir (50), İsmail Çanoğlu (32), Durmuş Doğru ve C'em Akyüz. Göztepe SSK Hastanesi'ndc yatanlar ise şunlar: Makinist Ibrahim Kara, şcftrcn Süleyman Sagkan ve Birseıı Demirci (35) THY LÇAGl TEHLİKE ATLATTI İstanbulLondra seferini yapan airbus tipi "Dicle" yolcu uçağı, motoruna martı girnıcsi sonucu kalkıştan yaklaşık 20 dakika sonra Atatürk Havalimanına geri döndü. CÜNEYT ARCAYÜREK İzmlr'den yazıyor (Baştarafı 1. Sayfada) tan'siyonun yükselmesine asla yanlı olmayan ANAP lideri özal'la, SHP lideri Erdal Inönü arasmda gizli bir anlaşma mı var? Çiğli Havaalam 'na, Erdal tnönü 'yii getiren uçağa yetişmek için süratle giderken, yol boyu belki de "eski alışkanlıklar" eseri, partililerin yol kenartna dizilmiş yüzlerce arabasını, kimiyerde çalınan davullan, flamaları, parti sloganlarını taşıyan büyük bez afişleri gözler arıyordu. Ne çare, Çiğli Havaalam olağan günlerden birini yaşıyor, sayıları yüzelliyi zar zor geçen bir kalabalık Erdal tnönü'yü "istikbal etmek" için giineş allında bekleşiyordu. İznıir tl Başkanı Şeref Bakşık 'a, görkemli bir karşılamayı Erdal Inönü 'nün istememesi olasılığından sö'z etliğimiz zaman, Gümüldür'deki Merkez Bankası kampında kahverengileşen yüZünde ciddi ifadeler belirdi. tnönü 'nün böyle bir isteği olmamıştı, fakat parti örgütü "enerjisini aşama aşama ortaya çıkarmak, parti dinamizmini ilk güniinden harcayıp yorulmamak için" bu karşılamayı olağan biçimde yapmayı yeğlemişti. Eğer bugün gazeteleri okursa, eğer yaptığı basın toplantısı TV'den yansıyacak olursa, tzmirliler, özellikle seçirn bölgesi Karşı yaka, hizmet arzeden Sayın lnönü'nün kentlerine tesrif ettiğini öğreneceklerdi. Kuşku yok, Erdal Inönü belki doğasından kaynaklanan dürtülerle ya da 1980'de Türkiye'de yeni bir dönemin açıldığı hesabıyla, yeni bir lider tipi sergiliyordu. Tiımturaklı, gösterişli karşüamalara pek istekli olmadığı, hatta halkın heyecanla omuzlara alma isteklerini geri çevirdiğinde, l2Eylül döneminde yüksek odak noktalarında planlanan günümüzün siyasal manzarasına elbette değerli katkılarda bulunuyordu. tnönü 'nün sözlcri arasmda değer kazanan belli başlı vurgulama, bir siyasel adamı için gelecekte handikap olabilirdi. Çünkü SHP^Iideri bu seçim boyunca halka "eğer iktidardan memnunsalar, ANAP'a, yok değilseler, SHP'ye oy vermelerlni" surekli anlatacağını söylüyordu. Muhalefetin ana slogam bu cümlenin içine sıkışabilirdi. Bir taktik gereği bu slogan işletilebilirdi, ama 28 eylül günü, oyları düşse de ANAP 11 milletvekilinin çoğunu kazanırsa, SHP'nin 1988'e dek söyleyebileceği ne kalacaktı ki... Bir muhalefet partisi hakın "memnun ya da gayri memnun olmasım" seçirnin tek kuralı haline getirirse, iktidar da seçimlerden başurıyla çıkarsa, iki yıl boyunca hele özal gibi bu konuyu sömürecek bir siyaset adamıyla nasıl boğuşulacaktı? Türkiye 'de ana muhalefet partilerinin klasik çizgisi, sadece halk kesimlerini "aydınlatmak " değildi. Bunun yanı sıra kitleleri "yönlendirmekti... "Şu anda SHP'nin ortaya koyduğu görüntü, ıstırap çektiğini söylediği insan yığınlarını "aydmlatmaya" çevrilmişti. Buna karşılık, iktidar siyasal çatışmalardan kaçınarak, fakat el altından oy depolarına bir tadımlık meyveler sunarak, derinden derine çalışıp duruyordu. Erdal lnönü'nün yakındığı gibi, Ege'de uzüm fiyatlarını yüksek tutuyor, anason üreticisine bu yıl birden kiloda 700 lira zam veriyor, Fakir Fukara Fonu'na deprem gibi afetlerle ilgiti yardımları bağlamaya yöneliyor, böytece eylül ayında birden hızlandıracuğı propagandanın altyapısını hazırlıyordu. fnce bir üslupla Erdal tnönü, dilediği kadar bu yapılanların muhalefet zorlamasıyla gerçekleştiğini söyleyip, halkın yararlandığı maddi olanaklarda kışkırtıcı davrunışının etken olduğun söylesin, sunuçta insanlar, bu etkeni değil, "vereni" anımsayabilirlerdi. Nitekim bizi havaalanına götüren şoför, özellikle gecekondu bölgelerinde tüpgazın birden 400 lira ucuzlatılmasının iktidar lehine bir ibre oynamasına yol açtığını söylüyordu. SHP, ilk kez "hesap sormadan" söz ediyordu. Valilerin, devlet görevlilerinin iktidar lehine propagandaya karıştıkları haberlcrini, "Günü gelir hesap sorulur" diye kesin bir çizgiyle yanıtlıyordu tnönü. Eakat hesabı sorulacak sadece valilerin, kaymakamların partızan davranışları mıydı, yoksa devlet desteğiyle milyarların kimi kişilerin ceplerinde eriyip gitmesindeki gerçekler, "günü gelir hesap masasına" yatırılmaz mıydı? En azından SHP, haksız kazançların, el değiştiren, çoğu kez büyük bölümleri kişilerin hesaplarında kalan milyarların nasıl alınıp verildiğini ilk fırsatta irdeleyeceğini açıklamalıydı. Bu seçim "kazananlar ve kaybedenler" hesabına kimi sonuçlar getirecek. Kuşkusuz Erdal Inönü gibi, ' 'yeni tip'' politikacının halk indinde ne derece değer kazandığı ortaya çıkacak. Eski liderlerin havaalanlarından köy kahvelerine dek halkı ayağa kaldıran eylemleriyle dıırgun, sözcükleri kuyumcu terazisine vurarak, ince dokunmalarla siyasal saldırılar yapıp halkı kışkırtacak yöntemlerden hangisinin 1986 Türkiye'sinde geçerli olduğu anlaşılacak. Dün, Erdal Inönü kadar "Mbar" gören bir başkası daha vardı. Basın toplantısında SHP liderinin sağ yanında, sağ kolu gibi yeralmıştı. önceki gün DSP'den SHP'yegeçmişti. lnönü'yü dikkatle izleyen, kimi yerde başıyla SHP liderini onayiayan tzmir Milletvekili Aşkın Toktaş, 5 Temmuz I986'da şöyle demiş: ".. SHP'nin gerek yönetici kadrosuyla, gerek programıyla vatandaşa verdiği ve vereceği hiçbir şey yok. Açıkçast kimin ne yaptığı belli değil.." Yoruma gerek yok. Coşkusıız insanlar... (Baştarafı 1. Sayjada) kasabalardan geçerken, kendilerini seçim otobüsünün önüne atan, sevgi gösterilerinde bulunan sosyal demokrat yurttaşlara siyasi parti lideri gibi yaklaşmıyor, bizler de bunu oldukça yadırgıyorduk. İki yıllık zaman dilimi içinde biz, dün Sayın Erdal Inönü'de iki yıl öncesine oranla hiçbir değişiklik göremedik diyebiliriz. Oysa tnönü hem SHP Genel Başkanı olarak hem de tzmir 2. seçim bölgesinin SHP milletvekili adayı olaruk Izmir'e gelmişti. Yuni dün sabah Çiğli Havaalanı'nda çok bilinen bir deyimle seçime soyunmuştu. Ama Inönü, dün SHP il merkezınde düzenlediği sıcaktan insanı vıak vıcık terleten basın toplantısında konuşurken olsun, Menemen ve Aliağa yöreierinde dolaşırken olsun, yine iki yıl önceki gibiydi. tnönıınün sumirni olduğunu, unu yakından tanıyanlar belirlerler. Bu, su götürmez bir gerçektir. özellikle ikili diyaloglarda Erdal lnönü'yü tanımak daha kolay olur. Ama ya tanımayanlar için?.. tşte orada durmak gerekir. Dün gezi sırasında kimi SHP'liler şöyle diyorlardı: Erdal Bey bu seçim maratonunu hep böyle mi yürütecek? Bu soruya yunıt vermek bize düşmez elbet. Ancak Erdal Inönü'den kaynaklanan bu hareketsizlik, dün yeryer belli oluyordu. O coşkulu sosyal demokrat taban sanki SHP Genel Başkanı1 nın durgunluğuna ayak uydurmuştu. Oysa Menemen'e girildiğinde bir canlılık göze çarpıyordu. Menemen çarşısında pazar kurulmuş, bu şirin Ege kasabası harekellenmişti. Inönü çarşı içinde yürüyerek belediyeye doğru giderken pazar esnafında ve alışveriş edenlerde bir dalgalanma görüldü. tnönü bu dalgalanmaya gülümseyerek, sağ elini hafif sallayarak karşılık verdi. Ama hepsi o kadar. Bir sosyal demokrat partinin genel başkunı pazarcı esnafıyla sohbet etse, onların sorunlarını dinlese, örneğin "Domatesin kilosu kaça?" deyiverse kötü mü ederdi? Alışveriş eden kadınların yanlarına yaklaşıp, "tencerenin nasıl kaynadığı"nı sorsafena mı olurdu. Elbet iyi olurdu da, olmadı işte. tzmir 2. bölgeden milletvekili adayı olmasına karşm olmadı. Tam o sırada bir ANAP'lı, SHP'liye takılıyordu: Halkın partisisiniz ama, halktan uzaksımz. Bizim Özaldan, Inönü biraz ders alsın... Bir başka yurttaş ise duyulacak bir ses tonuyla şunları söy\ luyordu: Bülent Ecevit çıkarsa SHP tabanımn karşısma, vay SHP'lilerin haline... Neyse o ayrı ve tartışılması gereken konu. Ecevit fakıörünün sosyal demokrat tabanda hâlâ yeri olduğu bir gerçek. Kimiyörelerde sosyal demokratların ~doğal lideri. Biz Çiğli'den başlayıp Menemen, Aliağa ve Karşıyaka'daki gözlemlerimizi aktaralım. Erdal lnönü'nün sıcağın da etkisiyle bir hayli sıkıntılı geçen basın toplantısınm ardmdan araçlar Menemen'e hareket ettiler. Biz sabahleyin Dikili'den Çiğli Havaalanı'na yetişmek için 118 kilometrelik yolu can havliyle alırken, SHP lidehnin deneyimli il örgütünün ve üstelik tzmir 2. bölge milletvekili adayları tnönu'nün nasıl karşılanacağını düşünüyorduk. Çiğli'de 3040 kadar araç, 150 kişilik de bir topluluk vardı. Çiğli Havaalam'ndan tzmir'e gelirken içimizden geçenleri yinelemekte yarar var: Bir lider böyle mi karşılanır? On beş gündür soluk soluğa seçim turu atan bizler, SHP örgütünün bu ilgisizliğine hem şaşırıp kalıyoruz, hem de şu soruya yanıt artyoruz: DSP Genel Başkanı Rahşan Ecevit on gün önce Çiğli'den tzmir e otuz araçlık konvoyla gird'ı. Naldöken'de, Bayraklı'da işçiler Rahşan Hanım'm üzerine gülyapraklan döktüler. Rahşan Hanım bu ilgiden bile memnun kalmayıp DSP örgütünü istifaya zorladı. Acaba Rahşan Hanım, eşi Bülent Ecevit'le tzmir'e karargâh kurarlarsa, Sayın tnönü 'nün tzmir 2. bölgeden şansı ne olur? Bu soruya SHP'nin üst düzey yöneticileri, Ege'nin sahillerinde bir gün önces'me değin yan geiip yattıkları için biraz ofkelenerek yanıt verirler: Efendim Erdal Bey görkemli karşılama töreni istemedi. Ne yapalım yani? Daha seçim havasına girmedik, inşallah ağustostan sonra yeri yerinden oynatırız... Çiğli Havaalam, tzmir, Menemen, Aliağa dörlgeni içinde gecekonduları sağımıza alıp SHP konvoyunun biraz geç peşine katıldık. Onlura Menemen'de yetiştik. Sayın Inönü 'nün çevresinde "Aaa ızmir anlı şanlı sosyal demokrat milletvekilleri de burdaymış " diye de bir hayli sevindik. Inönü, Menemen ve Aliağada konuşurken yine dikkatli, yine ağırbaşlıydı. tki yerde de çok kısa konuşmalar yaptı. Her zaman olduğu gibi, DSP Genel Başkanı Rahşan Ecev.it 'e ara seçimler için başarılar diledi, DSP Menemen örgütünün balkonunda bulunanları selamladı. Ama balkondaki DSP'li/er biraz da korkurak, belki de ulanarak başlarını öne eğip hemen içeriye kaçtılar... (Baştarafı 1. Sayfada) gonları kaldırma islemini bitirmek üzereydi bir vinç, kocaman.. Ben olay yerine vardığımda onların hepsini veO'nu da götürmüşlerdi. O'nu parça parça götürmüşlerdi ve götürürken kaç parça olduğunu da bilmiyorlardı. Kafamn vücuttan ayrı olduğu kesindi. Ama ya o kafayla birlikte 17yılyaşamış olan vücut hangisiydi? Bir bacağı dizinden kesik, sağ kolu başka yana düşmüş olanı mıydı, ya da bağırsakları dışarıda, mavi pantolonun altmdaki bacakları iyice ezilmiş olanı mı? Ama kesin olan tek şey, kafamn ayrı olarak alındığı, gazete kâğıtlanna sarılıp götürüldüğüydü. Hatta "slte"nin yanındaki evde oturan Ayşe'nin kardesi Ali'nin uykularım kaçıracak olan ve çocuklarm, cumartesi gelecek misaflrlerin çocuklanna da ylneleyecekleri Oyktiye bakılırsa, kesik baş raylarm üstünde yatarken bile gözlerini kırpışlırıp duruyordu. Baş koptuktan sonra, gözlerin kırpışttrıldığı, çocukların uzun silre anlatacaklan bir tevatürden başka bir şey değildi. Ama benim esas merak ettiğim, O'nun son algıladığı görüntünün ne olduğuydu? Bunu da hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bildiğimiz bir şey varsa, perşembe günü Oğleden sonra olay yerine 250 metre uzaklıktaki "Direklt Yaü"da avukat hanımm mayosunu giymiş, şezlongun üzerinde güneşlenirken, margaretlerin ardmdan denize bakıp, zaten huysuz ve suratsız olan gazeteci kocasmm son gtinlerdepek burnunda olan Ofkesini düşunerek havanın poyraza dönmesini dilediği, ' 'bir de akşam geldlğinde lodosa söyummese'' diye düşündüğü sırada duyduğu gürültünün, çarpışmanın sesi olduğuydu. O, çarptşan trene Söğütlüçeşme'den binmişti. Her zaman simitleriniHasanpaşa'dakifırından alır, HaydarpaşaGebze arasındaki istasyonlarda, piajlarda dinlence, eğlence yerlerinde satardı. O, koca simit sehpasıyla trenin On vagonlanna binemezdi ki... Tezgâhları ellerinde giden simitçiler, çörekçiler, malları koltuktarının altmdaki bohçacılar, envaı çeşil salıcılar, onlar hep birlikte en son vagona, bir zamanlar hani o buharlarını püskürterek, FeneryoluGöztepe rampasmı oflayapuflaya tırmanan lokomotifler döneminde furgon denen bagaj bOlümüne almırlardı. Hatta O, uylesine bıkmıştı ki hep bagajda gidip gelmeklen; geçenlerde, salt bir kez de yolcular arasmda yolculuk etmek için hiç işi yokken trene binmiş, hem de ne gariptir, tdealtepe'ye kadar gidip gelmişti. O gün şaşkm şaşkm çevresine bakınırken, o askılı elbiseli canım dekolteli kızı görmüş, 17 yaşın heyecanıyla gözlerini dikmis, geceleri düşlerini süsleyecek görüntüyü gülümseyerek içine çekmişti. Ondaki bu 17 yas sevgisini bir türlü algılayamayan emekli öğretmen hanım, (oysa nice gencin yüregindeki insan sevgisini keşfetmiş ve de beslemişti) şaşkmlıkla ayağına basmasına kızmış, O'nu şöyle bir itmiş, içinden de, "Nereden geliyor bu pls kokan ayılar da kente ki? Trene bile binmeyl bllmlyorlar" demişti. Trene binmeyi bilmiyor muydu? Bu, yoruma kalmış bir konuydu. Ama emekli Oğreimenleri sabah işe giderken uyku sersemi yan kapalı gözlerle çamlar arasındaki tenis korllannı hiçbir zaman giderilmesine olanak bulunmayan bir Ozlemle izleyen çocuk yaştaki çırakları, bankacı kızları, memurları, işçileri, günün başka saatlerinde piajlarda kaçak ve yarım kalmış aşkları yaşamak üzere deniz çantalartyla binen çiftleri, bir zamanlar o yolun çamlarla bezeli bahçelerin çevrelediği bilmemne paşa köşkleriyle dolu olduğunu hasretle düşünen yaşlı demiryolu emeklilehni taşıyan o trenlerde O'nun yeri ayrı, simit sehpalanyla birlikte bagaj denen son vagondu. O 'nun hep birlikte yolculuk ettiği arkadaşları vardı. Hepsi de simitlerini Hasanpaşa'dan aynı fırından alırlardı. Hepsi de Cevizli'nin ardındaki gecekondulardan binerlerdi. Onlar, arada bir birahaneye giderlerdi. tçlerinde en büyükleri ve en bilgiçleri Ahmet, kızlarla başından geçen kıyak Oyküleri anlatırdı. O'nun ise anlatacak bir öyküsü yoktu. Ne yavuklusu vardı, ne de arada gittiği bir kadm; geceleri düşleri vesaireydi yoldaşı. O'nun Oldüğünü, acaba hemşenlerifarkedecekler miydi? Yoksa, "Zaten bir süredir tzmir'e, bizim Hüsso'nun yanma gitmeyl kuruyordu. Belki de alıp basım gitmlstir bu sabah " diye mi düşüneceKlerdi? Ardmdan biri onun için "Vay canına yahu, oda parasım da bize yıktı" diye düsünür müydü acaba? Bunları bilemeyeceğiz, tıpkı algıladığı son görüntünün ne olduğunu da hiçbir zaman bilemeyeceğimiz gibi... Acaba son bir "ıhh" dedi mi? Onu da bilemeyeceğiz. Bilebileceğimiz ve gördüğümüz şeylerden biri de, O'nun ölümünden hemen sonra, tdealtepe hatboyunda olayı izlemeye gelenlere simit satmak üzere 20'yeyakın simitçi çocuğun tablalartyla doluşmış olduğuydu. Ve bu kez onlar trenin furgonunda gelmemişlerdi. "Bari O'nun kim olduğunu bilebUecek miyiz?" derseniz ona da olumlu bir yanıt veremeyeceğiz. O'nun kim olduğunu bilemeyeceğiz. Çünkü kimliği saptanabilmtş değil ki. Raporlarda bile "klmliğl saptanamayan 17yasmda bir erkek çocuk" diye geçecek biri belki de. Şimdi bazıları, "Sen hiçbir şey görmedin, ölen o değildi. Yoktu öyle biri" diyebilirler. Ve belki de haKlı da olabilirler. Peki o zaman da ben sorayım size: "öyleyse kimdi o ölen pisi pisine?" Ölen kimdi? (Baştarafı I. Sayfada) yüzden görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Üstelik, Ulaştırma Bakanı'nın DYP milletvekili Doğan Kasaroğlu'nun bir sorusu üzerine TBMM KİT Komisyonu Başkanlığı'na gönderdiği 3 Haziran 1986 günlü yazıda da Servet Bilgi hakkında "Resmi görevi haiz şahıslar tarafından 16 ayrı konuda ihbar ve isnatlarda bulunulduğu.. Teftiş heyetince yürütülen soruşturmalarda.. İhbar ve isnatların bazılarının sabit görüldüğü. ilgilinin genel müdürlük makamına duyulması gereken güven ve itimadı sarsıcı" davranışlar içinde olduğu da belirtilmektedir. Servet Bilgi, 12 Eylül Harekâtında görev almış bir tümgeneraldır. O tarihte Ankara'da Bayrak Garnizonu Komutanı olan Servet Bilgi, 11 Eylül günü, TRT Genel Müdürü Doğan Kasaroğlu'nu Genelkurmay'a götürmek ve harekâtın TRT ve PTT ile ilgili bölümlerını uygulamakla görevliydi. Servet Bilgi, 12 Eylül dönemi boyunca da PTT Genel Müdürlüğü görevinde bulunmuştu. 12 Eylül harekâtında böylesine önemli bir görevi üstlenen Servet Bilgi'nin "12 Eylül'e karşı sivil altematif" diye sunulan ANAP'tan aday olması başlıbaşına düşündürücü bir olaydır. Bakanlık katından gelen bu ağır suçlamalara karşın eski PTT Genel Müdürü'nün ANAP'tan aday olması olayın önemini daha da arttırmaktadır. Dün, Sabah ve Güneş gazetelerinde çıkan bir haber ve bir başyazı da olaya bambaşka renk katmıştır. Sabah Gazetesi, Veysel Atasoy'un kızkardeşinin düğününün, Jaguar olayının Güneş'te yayımladığı günün akşamıyapıldığımı.BakanAtasoyile Güneş Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Güneri Civaoğlu'nun o gece denizde de süren düğün sırasında aynı yatta eğlendiklerini, Basbakan Özal'ın da buna kızıp, Bakan Atasoy ile arası açık olan Servet Bilgi'yi Samsun'dan aday gösterdiğini yazmış.. Güneş Gazetesi Başyazarı Güneri Civaoğlu da düğünde ve gece yapılan motor gezisinde bulunmadığını anlattıktan sonra başyazısında şunları yazmaktadır: Gece denizde süren düğün(Dığer gazeteler de yazdı.. Güneş yazdı, fotoğrafları yayımlandı), gazetemiz Yönetim Kurulu Başkan Vekili Necmettin Yılmaz'ın motorundaydı. Ve o gece Necmettin Yılmaz'ın Güneş1 adlı teknesinde ZeynepAsım Ekren çifti de vardı.. Bu ilginç açıklamayı okuduktan sonra Civaoğlu'nun başyazısının asıl üzerinde durulması gereken bölümüne gelelım. Diyor ki Civaoğlu: Servet Paşa'nın adaylığında Çankaya'dan esen rüzgârları hissetmemek mümkün mü? Sabah refikimiz zaten "Olay doğru" diye yayın yapmıyor. Günün dedikodusu başlığı altında vermiş. Biz de günün gerçeğinisunalım. Paşanın adaylığıiçin Çankaya'nın onayı tamdır. İşte olayın aslı... Civaoğlu arkadaşımızın Çankaya Köşkü konusunda sağlıklı haber kaynaklarına sahip olduğunu biliyoruz. Ancak, yine de Servet Bilgi'nin adaylığı için "Çankaya'nın onayı tamdır" yargısını kuşku ile karşılıyoruz. Çünkü, Cumhurbaşkanlığı, devletin en yüce ve "tarafsız" makamıdır. Sayın Evren'in herhangi bir partiye milletvekili adayı için "onay" vereceğini pek sanmıyoruz. Herhangi bir aday için "onay verip vermeme" 6 Kasım seçimleri için geçerli bir yetkiydi. Adayları "uygun görmeme" yetkisi Milli Güvenlik Konseyi'nce kullanılmış, Atatürk'ün en yakın silah arkadaşları eski cumhurbaşkanlarından merhum lnönü'nün oğlu başta olmak üzere birçok değerli insanın seçimlere girmeleri "veto" edilirken Sayın Özal'ın adaylığı Sayın Evren ve Konsey üyelerince uygun görülmüştü. Hem de Özal hakkında devletin en yüksek bir denetleme organınca hazırlanan rapora karşın! Cumhurbaşkanlannın başbakanlarla uyum içinde olma,ları doğaldır. Kaldı ki Sayın Cumhurbaşkanı 12 Eylül harekâtının liderıdir. Basbakan ise 12 Eylül döneminin ekonomik ışlerınden sorumlu basbakan yardımcısıdır. Devlet işleri konusunda gerekli olan bu uyum, Sayın Cumhurbaşkanınca "Şu şahsı aday gösterin" demeye kadar varamaz. Çünkü, Cumhurbaşkanı, seçime katılacak partiler ve adaylar karşısında "tarafsız" davranmak zorundadır. Çankaya'daki haber kaynakları, korkarız, bu kez Sayın Civaoğlu'nu yanıltmıştır. Ve yine sanıyoruz ki, "Servet Paş& nın adaylığı için Çankaya'nın onayı tamdır" sözlerı Sayın Cumhurbaşkanımızı çok üzmüştür. Çünkü, adaylar için "onay verip vermeme" devrinin, 6 Kasım seçimleri ile birlikte kapandığını, Sayın Cumhurbaşkanı herkesten iyi bilmektedır. Böyle olmasa, Sayın Evren, 6 Kasım şeçimlerınden üç gün önce yaptığı konuşma ile suçladığı Özal'ı seçimlerden sonra kucaklar ve basbakan olarak görevlendirir miydi? Civaoğlu, başyazısıyla, "Kaş yapayım derken göz çıkarmıştır".. Cumhurbaşkanları hiçbir aday için öneride bulunmaz ya da ağırlıklarını koymazlar. Böyle yetkiler, ancak, tek parti dönemleri ile 12 Eylül gibi ara dönemlere özgüdür. Aman dikkat Sayın Civaoğlu! Neyse... 12 Eylül'cü Servet Paşa, liberal ANAP'a; liberal ANAP de 12 Eylül'cü Servet Paşa'ya "mübarek" olsun! Ne diyelim başka? Durgun atak (Baştarafı 1. Sayfada) aday adayı olarak geldiğini anımsatan Inönü, üç gün süreyle seçmcnlerden kendisine ve SHP'ye oy vermesini isteyeceğini söyledi. 6 Kasım'dan bu yana ilk kez bir milletvekili seçimi yapıldığını kaydedcn Inönü, "Gerçi hâlâ bazı kişisel yasaklar kaldırılmadı. Bize kalsaydı kaldırırdık" biçiminde konuştu. ANAP'ın seçimlerde çoğunluğu kazanması durumunda, politikasını aynen sürdüreceğini, kaybetmesi durumunda ise halkın, iktidarın politikasını beğenmediğinin ortaya çıkacağını soyleyen Inönu, şöyle dedi: "Fakir Fukara Fonu ile birlakım vatandaşların eline paru geçecek. Vutandaşm eline para geçmesine karşı çıkmayrz, ama anayasada madde vardır. Anayasa, devlet nlanaklarının valandaşlara eşit olarak dağılılmasını ister. Sayın Basbakan bu konuda keyfi bir yönetim gibi alınış bu maddeyi, 'İstediğinı gibi toplar, istediğim gibi dağıtırım' demektedir. Ben öyle görüyorum ki, bu Fakir Fukara Fonu secim kazamlmak için dagıtılacaktır.'" Iktjdarın bu konudaki anlayışıyla önümüzdeki günlcrde Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin bile ozel vakfa devredilebileceğini one suren Erdal Inönü, "Sayın Basbakan, 'özel sektör bu işleıi yapar, biz de başka işler yapaıız" diye düşünmekledir" dedi. Inönu, tarım konusunda da Basbakan Turgul Özal'ın güzel so/lcı soyleyerek üreticiyi kandırmaya çalıştığını belirterek şunları konuştu: "Mahsuliin bol olması başka şey, üreticiııin değerini alması başka şeydir. Ürelici yıllardır perişandır. Tanm girdileri devaınlı artarken, fiyallar enflasyonu körükler, denilerek ıluşıık tululmaktadır. Yalnız bu yıl kıırıı incir, kuru uzümün değerini verdiler, tabii bu da seçim yatırımıdır." Sanayileşme hızının son 56 yıldır duştüğünü bildiren Inönü, Türkiye'nin en az yatırım yapan ülkeler arasında yer aldığına işaret etti. "Kendi okıılunu kendin y a p " kampanyalan ile Milli Eğitimde sorunlara çözüm getirilemeyeceğini öne süren Erdal Inönü, "Sayın Basbakan, Milli Eğitinıin biıdc ozel yeri vardır diyor. Bi/. Milli Eğilimin özel değil resmi olmasım isliyoru/" biçiminde konuştu. Yülsuzlukların biıbiri ardına ortaya çıktığını savunan Inönü, sözlerinı şöyle sürdürdu: "Bunlar, Sayın Başbakanın iyi bir yönetim u>gulamayışından meydana geliyor. Sayın Basbakan Mecliste, Bakanlar Kurulu'nda millet işleriyle, şirket işleriyle, o/el çıkarlar arasmda hiçbir t'ark gözelmeyen bir davranış içinde. Biitiin bunlar, 'bir şirket ka/anıyorsa devlet de kazaıııı. Üstelik şirket bizim tanıdığımız bir şirketse daha iyidir' görüşünden kaynaklanıyor. Bu görüş devlete hâkim olunca, kişilerin bundan yararlanmamasına imkân yoktur. Kimbilirdaha ne yolsuzluklar vapılıyor." (,'alışma Bakanı Muslala Kalemli'nin ILO'ya yolladığı mektubu açıklamasını da isteyen Inönü, "SHP iktidara gelirse, II.O standarllarına göre çalışma ha>alını düzenleyecegiz" diyeıck sözlerini bitrrdi. Erdal Inönu, irtica konıi'.ıındaki bir sorııyu şöyle yanıtladı: "Bu soruyu iktidara sormak gırekir. SHI' iktidarda olsaydı, irtica olayları olmazdı. Şimdi olduğuna göre sorumlusıı iklidardır. Ona sorun. Hedefinizi yaııiış seçmeyin." Valilerin partizanca davrandıkları yolundaki bir soruyu da yanıtlayan Inönü, "Bunlar demokraside olmaması gereken şeylerdir. Parti, belediye haşkanlarını koruyan valilere, vatandaşlar A N A P ' a dersini verinıe iktidara geldigimizde bunları soracağız" dedi. Gencin lnönü'nün bu sözleriııin üzerine, "İnşallah geleceğiz" demesi gülüşmeleıe yol açtı. SHP Genel Başkanı Erdal Inönu, basın toplantısından sonra partililerle sohbet etti. Sohbet sırasında irtica, tütün ve diğer tarım ürünlerindeki sıkıntıların vurgulanması istenirken, bir partili, "Geçmişle sosyal demokrasi hükümet oldu, ama iktidar olamadı. Siz nasıl haşaracaksınız?" biçiminde bir soru yöneltti. Par(ili sorusunu Guney Amerika'dan örnekleı vererek geliştirirken Inönü şöyle konuştu: "Güney Amerika ile I.atin Amerika ülkeleriyle Türkiye karşılaştırılıyor. Türkiye, bu ülkelere pek o kadar benzemiyor. üalıa çok Avrupa'ya benziyor. İspanya örneği bize Güney Amerika'dan dııha çok benziyor. Sayın Ecevifin başbakanlığı dönenıini, kısa iktıdar donemini ölçü almamak la/ım. O çok kısa bir dönemdi. Bıı iktidar böyleydi, yine böyle olacak deınek haksızlık olur. O kısa döneme bakıp, ne onları sııçlamak doğru, ne de gcleccğe ><>• nelik yorumlar yapmak. Ham . dolsun Güney AıncrÜı.. iuode!. lerine benz«medik.' Sansürün kaldınkşı (Baştarafı I. Sayfada) tecilik mesleğinın kısıtlandığını bildirdi ve bu engellemelerin "anuyasa sucu" olduğunu söylcdi. SH1' Genel Başkanı Erdal İnönii dc, radyo ve televizyondaki seçim koııuşmasında Türk basınının ö/gür çalışamadığını bildirdi ve yasaklar yüzünden gerçek haberciliğin yerini magazin dedikodularının aldığını söyledi. DSP'den yapılan yazılı açıklamada, "Sansürün kaldmldığını kutlayacak halimiz kalmadı" denildi. Merke/i Ankara'da bulunan Çağdas Ga/eteciler Derneği'nin Başkanı Ahmet Abakay da, basın üzerindeki yasal baskı ve kısıtlamalardan ote gazeteciler u/erinde fiili baskıların da önenıli boyutlara ulastığını bildirdi.