29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 HAZİRAN 1986 CUMHURİYET/13 Bikiııili postacı YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Baharı uslu bir çocuk gibi karşılayan Stockholm, haziramn girişiyle 'muzır' bir hal aldı. Mayısın Stockholm'u Greta Garbo gibiydi. Gittikçe uzayan gunlerin turuncu akşamlarında hüzünlü ve buruk, sabahlarında ise edalı ve alabildiğine baştan çıkancı. Palme suikastının verdiği korkuya, Çernobil bulutlannın yaydığı kaygıya tül perde çeken de yine mayıstı. Ne olduysa haziranın gelişiyle oldu: Mozart'tan ya da Beatles'ten bile daha fazla sevilen güneş, gök kubbeyi cayır cayır kaplayıp da bu tavrında ısrarlı görününce, bir soyunmadır başladı. Hem de ne soyunma.. En babayiğit muzır kurulunun biie dudaklannı uçuklatacak cinsten. Playboy gibi bir dergiyi bile kolayca 'Newsweek'e dönüştürecek türden bir 'kitlesd striptease'. On günü aşkın bir süredir şehir sınırlan içindeki çıplak insan sayısı her türlü ölçüyü aşarak giyinik insan sayısına yaklaştı. 'Muzır'lıktan özenle kaçınan resmi ve özel birçok işyeri 'giyinik olma' kuralına saygı gösterıyorsa da, bunun dışında kalan kesim şehir ortasında 'mazallafa' boyutlarında arzı endam ediyor. Soyunma sabah başlıyor. Pijama ile uyuma adetinde olsanız da nafile. Soyumnanız gcrektiğini size postacı hatırlatıyor. Çünkü kapıyı açtığınızda size mektup tomarını uzatan postacı, 20 yaşlarında, Catberine Deneuve'e taş çıkartacak sarışın dilber oluyor. Siz kendi kendinise 'Diiş mii bütün bunlar?' turünden metafizik sorular yağdınrken, o 'Ne güzel bir güneş değil mi?' gibi bir şeyler söyleyip gözden kayboluyor. Aynı fikirdesiniz. Apartman kapısını açınca yüzünüze *vof diye bir sıcak hava bulutu çarpıyor. Yüksek basınç 30 derece. Mayolu çöpçüler yolları temizliyor. Ilerde, yol üstünde, bir atölyede seramikçilikle uğraşan dört kız, mayolanyla kaldırımda çalışıyorlar. Üst kattaki pencerelerden birine ilişmiş 'muzır' bir genç kız gözünüze çarpıyor. Hintli bir bakkal, yıizünde mutlu bir 'yandım Allah" ifadesiyle yalnızca şortla sandalyesini kaldınma çıkarmış. 'Dondurma' diyorsunuz, Gir kendin al, haşlandım içerde' diyor. Alışveriş caddeleri Hamngatan ile Drottninggatan'da, pazar meydanı Hotorget'in ucunda yükselen konser salonunun basamaklarında, zamanını, güneşe teslim eden insanlar var. Kungstradgarden meydanırun kanala ve kraliyet sarayına bakan ucundaki çimenlikte, 'huri' olmanın da ötesine geçtikleri halde gelip geçenlerin başını bile çevirip bakmadığı bazı kızlar sereserpe uzanmış kıkırdıyorlar. SyKester Stalone'nin Rocky filmrndeki rakibi Dolph Lundgren'i andıran iki 'BodyBuilder', kendileriyle flört etmeye çalışan iki sanşını baş.lanndan savmak için alabildiğine ilgisizler. Çimenlerin üstünde özgürce ve hatta 'muzırca' sevişenler sık sık göze çarpıyor. Göl ve kanal kıyılanndaki park ve çimenlikler de cıvıl cıvıl insan kaynıyor. En popüler güneşlenme mekânlarından Ralambsbov parkında güneş yağı kokuları saçan ve pestil gibi yatan kitle uzaktan fok sürüsünü anımsatıyor. Çimlerdeki yüksek radyasyon oranını kimse umursamıyor. Açık saçıklık ise ondan bile önemsiz. Sizin de uzanmaktan başka yapacağınız bir şey yok. Sıcak. Kalem kâğıt. Arkalarda bir adam, bağdaş kurmuş, yüzü guneşte, meditasyon yapıyor. On tarafta, suyun yakınlannda yatan bir 'afet' sayfalara gömülmüş Kafka okuyor. Biraz daha ilerde Latin Amerikalı olduğunu sandığımız iki bitirim, yanlannda yatan iki kızla kahkahalar atarak sohbet ediyorlar. Sıcak. Yakınlarda bir teypten Brian Ferry'nin sesi yükseliyor. Stockholm'de en uzun ve en 'muzır' günler yaşanıyor... Federal Almanya'da nükleer enerjiyiprotesto gösterilerinden ilginç bir görüntü. Yeşil sebzeler mezarı. Aradan iki ay geçmesine rağmen kamuoyu yatışmadı. Stockholm'den Meksika saati SABETAY VAROL PARİS Saatler Mexico City'ye ya da Guadalajara'ya göre ayarlı olduğu için, Rio Grande*den Guatemala'ya kadar uzanan bu dev ülke, istesek de istemesek de bilincimizi işgal ediyor. Şimdiye kadar Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankasının görevlilerinin, milyarlarca dolarlık borçlan yüzünden uykusunu kaçınyordu. Dunya Kupası maçlan yuzunden, birkaç günlüğüne de olsa, saat farkı nedeniyle tüm "Eski Düaya"nın uykulan kaçtı. Oturduğumuz evin 150200 metre ötesinde "Pasifico" adlı bir Meksika lokantası var. Önunden geçerken hep girmeye heveslenir, her seferinde kapıya kadar tıka basa dolu olduğu için son anda cayardık. Günlerdir Meksika imgesi kafamıza öylesine çakıldı ki, bu defa, kalabalığı ve gurultüyü göze alıp kendimizi içeri attık. Hoş sürpriz, muşteriye yer göstermekle görevli bayan, iki kişilik bir boş masa olduğunu belirterek, bizi Amerikan şivesıyle Ingilızce konuşup teneke kutudan Meksika birası içen iki genç kızın yanındaki masaya yerleşıirdi. Baş başa dertleşme niyetiyle biz olsak, başka yeri seçerdik. Ama masa komşumuz iki genç kız, toplumsal statu gereği olsa gerek, kulakları sağır eden gürulıuye aldırmadan burayı seçmişlerdi. Bırinin Amerikalı olduğu kesin. lkincisinin akıcı Amerikan şivesine rağmen, el kol hareketlerinden Fransız olduğu belli oluyor. Tartışmaya olanak yok. Eh biz de zaten bunun için gelmedik ki. Masalarda Fransızcayla Amerikanca eşit derecede konuşuluyor. Müşterilerin buyuk çoğunluğu yirmi, yirmı beş yaş arası gençler. Her iki dili de aynı rahaüıkla konuşuyorlar ve bu ulkede herkes mensup olduğu toplumsal gruba uygun olarak giyindiği için, hangi mahallelerde oturduklarını, kımlerin çocukları olduklarını anla Faris'ten makta güçluk çekmiyorsunuz. Hipiler, 'babacool'lar geride kaldı. Punk ve punk sonrası gençlerin buluşma yeri burası olmasa gerek. Pasifico adlı Meksika lokantası "clean" (temiz) adı verilen akımın rağbct ettiğı bir lokal. Adı üstünde, tertemiz giyimli, saçlar bizim çocukluğumuzdaki gibi temiz tıraşlı, kızlı oğlanlı gençler... Birçoğu asleleri tarafından Amerika'ya okumaya ya da bir sure görgü bilgi arttırmaya gönderilmiş varlıklı ailelerin çocukları. Ama ne kadar varlıklı olsalar da Avrupa'dan giden parayla krallar gibi yaşanmayacağı için ucuz Meksika lokantalanna alışmışlar, Paris'e dönunce de aynı alışkanlığı sürdüruyorlar. Böylece hem birbirlerini gözden kaybetmiyorlar, hem de Amerika'da edindikleri arkadaşlarmı getirecek bir yer buluyorlar. Dekor Meksika "continas"lannı andınyor. Duvara koca bir karga resmi boyanmış. "Tequila" adlı Latin Amerika ve özellikle Meksika içkisinin markası "Özel Karga", özel Meksika tekilası. Bir alkollu içkıye marka olarak karga adı vermek kimin aklına gelir. Bardağın kenanna tuz konarak içilen bu "ilginçr* içki için doğrusu daha iyi bir ad bulunamazd\. Pasifico'da gözlerimiz, Paris'e okumaya veya para yemeğe gelmiş Meksikalı zencilerin çocuklannı arıyor. On, on iki yıl önce bunlara sık sık rastlardınız. Chiuaualı matematik profesorunun oğlu Pancho, ilk Cumhurbaşkanı Madero'nun torunu Tıche, sinemacı olmayı özleyen Fernandolann nesli lükenmis sanki. Meksika Pezosu ıncele incele sanki nefessiz kalmış Rio Grande'yi kaçak yollardan aşıp ABD'ye çalışmaya gidenlerin eşdeğerleri ise, Paris'in Arap mahallesi Barbes'te, 31 Fas'ın lehine biten Fas Ponekiz maçından sonra bayram ediyor. Stuttgarftan Nükleer guvensizlik Federal Almanya'da Çernobil olayınm üzerinden 2 ay geçmesine rağmen, hâlâ kamuoyu yatışmadı. Ustelik Hamm reakîöründen mayıs ayındaki bir kazada radyasyon sızdığının bir ay sonra açıklanması, süt, yeşil salata ve ıspanak gibi maddelerin haftalarca yenmemesi Aepkileri daha da arttırıyor. AHMET ARPAD STUTTGART Kentin 30 km. kuzeyindeki Neckarvvestheim nükleer reaktörünün önündeyim. Çoğunluğu genç, binlerce insan burada bir araya gelmiş. Heyecanlı konuşmalar yapıhyor. Yüzlerce pankart ve afiş göze çarpıyor. Köyluler at arabaları ve traktörlere binmiş. Polisler de var tabii. Tel örgüler ardındaki yüksekçe bir binanın damına çıkmış kişiler, toplanan insanlann film ve fotoğraflannı çekiyor. Kimse kimseye kızmıyor. Kavga da çıkmıyor. Fakat nükleer reaktörlere karşı çıkanların nümayiş ve protestolan Federal Almanya'nın her yerinde böyle "banş" içinde geçmiyor. Hele son haftalarda Kuzey Bavyera'da Wackarsdorrda "iç savaşı" andıran sahneler yaşandı. Çernobil olayının üzerinden iki ay geçmiş olmasına karşın, Almanya'da kamuoyu durulmuyor. Üstelik Kuzey Almanya'da da Hamm reaktörünün 4 mayıs günü bir kaza geçirdiği de ortaya çıktı. Ülkedeki reaktörlerin çok sağlam olduğunu iddia eden ilgililer, bu kazada yüksek ölçude radyasyon sızdığını tam bir ay gizli tuttuktan sonra açıklamak zorunda kaldılar. Ülke insanlarınm huzursuzluğu bir türlu geçmiyor. Etinden sutüne, yeşil salatasından ıspanağına birçok gıda maddesinin haftalarca yenememesi, çok duygulu Alman kamuoyunu huzursuz etti. Ülkedeki bütün nükleer reaktörlerin önünde numayişler oldu. Televizyon ve radyolarda sayısız açıkoturum yapıldı, gazete ve haflalık dergüerde köşe yazıları çıktı, sayfalarca bilgiler verildi. Çernobil faciasından doğusu ve batısı ile bütün Avrupa etkilendi. Ancak hiçbir ülkede kamuoyu facia ile Almanya'daki kadar çok ilgilenmedi, onun gibi uyanmadı. İlk haftalarda Yeşiller'in dışında çekingen duran bütün politikacılar da yavaş yavaş kıpırdanmaya, nükleer enerjiden vazgeçilebileceğini düşünmeye başladılar. Hele kamuoyunda yapılan bir nabız yoklamasına göre ülke halkının °7o54'u, yapımlarına 50 milyar mark harcanmış nükleer reaktörlerin tamamının bir sure sonra kapatılmasını istemekte. Kamuoyundaki bu düşunce, en sağdaki politikacıya bile "Derde vazgeçebiliriz" sözünü söyletti. Ülkede satılamayan gıda maddeleri nedeniyle hükumet ozellikle köylülere yüzlerce milyon mark tazminat vermek zorunda. Butün bu olaylar ve tepkiler, Almanya'dan iki bin kiloraetre uzakta bir reaktörde meydana gelen facianın sonuçlan. Aradan iki ay geçtikten sonra artık hiçbir uzman, "En sağlam, en tehlikesiz reaktör bizim ülkede!" diyemiyor. 21. yuzyıla girerken yeni enerji kaynaklan ve olanaklan aranmaya başlandı bile. Bunlann başında güneş enerjisi gehyor. AsağıSaksonya Eyaleti'ndel5 haziran seçimlerinde Hıristiyan Demokratlar'ın oy yitirmesinin tek nedeni, Başbakan KohPa olan güvensizligin gittikçe artması değil. Çernobil faciası ve nükleer reaktörler, ulkeyi yönetenlerin birden sempati yitirmesine yol açtı. Bu reaktörlerin patlamaya hazır bir bomba olduğunu insanlar kavradı. Üzerinedüşebilecek uçak, teröristlerin yapabileceği sabotaj veya Çernobil'de olduğu gibi görevlilerin hataları, nükleer reaktörlerin riskleri. Atom enerjisiz endustri ulkesi Almanya duşleyenlerin sayısı birdenbire arttı. Hele komşulan Avusturya ve Danimarka'nın nükleer reaktörsüz endustri ulkeleri arasında yer aldıklarını düşününce! Şu gunlerde gelişmiş endustri ulkeleri, atom enerjisinden vazgecme eğilimindeyken, Turkiye, Alman ve Kanada şirketlerine nükleer reaktorler yaptırmayı planlıyor. Alman kamuoyu, Çernobil faciasının nükleer teknoloji için bir donüm noktası olduğunu fark ediyor. Atom enerjisinin artık ulusal bir sorun olmadığını, radyasyonların sınırlarda durmadığını da bilmekte. insanlar ne gibi risklerle yaşamak zorunda olduklanm ve çocuklarına nasıl bir miras bııakacaklannı hissediyor. Yayın organlarına gönderilen binlerce mektup, gatezelerde çıkan sayısız köşe yazısı, günlük yaşamdaki tartışmalar ve atom reaktörlerinin önünde polisle çarpışmalar, insanlann korkusunun protestoya dönüşmekte olduğunu gosteriyor. Küçuk adam, artık nükleer reaktörsüz ve radyasyonsuz yaşamak istemekte... Brüksel'de üç bayram natnazı HADİ ULÜENGİN BRÜKSEL Ramazan, incir reçelli iftarlıklann ve manili sahurlann, bayram, lavanta kokulu mendillerin ve Arnavut kaldınmla yokuşlann hasretiyle gelip geçtiyse de, Belçika'da, "tslamın öniine geçilemez yükselişine" ilişkin tartışmalar nihayete ermedi. Aslında her şey Beraat Kandili'nin arifesinde, Şaban ayının 11. günü, yani 20 nisanda başladı. Reagan'ın Libya'yı bombalamasını protesto etmek için toplanan ve çoğunluğu Muslüman olan göçmen işçilerin güney istasyonu cıvannda tekbir getirerek ellerinde Humeyni resimleriyle dolaştıklarını televizyonda seyreden Belçikalılar dehşete kapıldılar. Ertesi gün gazeteler, "Brüksel'de Tahran'ın gölgesi" diye başlık attılar. Islami "uyanışın" ülkede yaşayan Faslı ve Türk işçiler arasında son derece yayıldığı konusunda teoriler ortaya aüldı. Sosyal bilimciler bu "uyanış»" tahlil ettiler. Sosyalistlerin ekseriyetindeki Saint Giles Belediyesi, tran Sefaretine ait ve içinde Kuran dersleri verilen bir merkezi kapattı. Hükümet, Belçika'da da resmi din olarak tanınan ve okullarda öğrenimi yapılan Islam Bilgisi derslerinin bundan böyle daha sıkı denetleneceğini duyurdu. Olay tam biraz yatışır gibi olurken Ramazan geldi. Ramazan geldi, Müslümanlara hoş geldi, Nols'a hoş gelmedi. Irkçılığı ayyuka çıkmış Schaarbeek Belediye Başkanı Rogers Nols, Ramazan süresince, kendi belediye sınırları içinde beş kişiden fazla insanın bir araya gelmesini yasakladı. Solcu gruplardan birkaçı, "Ne oluyoruz, yine Nazi işgali mi oldu?" diyerek iki üç protesto gösterisi yaptılarsa da, bunlann esamesi okunmadı. Kuzeyin uzun Ramazanlarında, iftar vaktini kahve önkrinde, kaldırımlarda, kapı eşiklerinde tesbih çekerek bekleyen Türkler "la havle vela kuvvetin" çekerek içeri girdiler. Teraviden sonra mescit çıkışlannda yarenlik eden, tramvay duraklarında naneli çay içen Faslılar, sokaklan terki diyar ettiler. Türkler, Faslılar, Cezayirliler, Müslumanlar, Nols'un gadrine uğradılar. Gayti müslim memleketin gayri müslim cephesinde Müslümanlara ilişkin bu gelişmeler olurken, bizzat Muslüman cemaat de mukaddes ay b o ^ n c a kendi içinde çalkalanıp durdu. Göçmen işçilerin tabiyetinde oldukları ülkelerin resmi din ideolojileri, hem diğer ülkelerin resmi dini ideolojileriyle hem de marjinal din ideolojileriyle bütun Ramazan boyunca sessiz bir çatışma içine girdiler. Üç ana odağı, Suudi Arabistan'ın resmi kontrolündeki "Belçika tslam Merkezi", Iranlı mollaların denetlediği "aktivisl dernekler" ve T.CInin Belçika'daki "resrai din kurumlan" oluşturdu. Buna karşılık, Süle>'mancılar, Nurcular, Nakşibendiler, Ticaniler ve diğerleri, Belçika'daki £ami, mescit, dergâh ve namazgâhlarda muminlere değişik ahiret yorumları getirerek değişik dünyevi taleplerde bulundular. Anlaşmazlıklar, bayram namazının edası konusunda gök kubbeye çıktı. Mekke'de ilk hilalin görüldüğünün telefonla Brüksel'e bildirilmesiyle ilk namaz kılındı. Ikinci namaz, T.C. Diyanet İşleri Başkanhğı'nın resmen açıkladığı tarih ve saatte kılındı. Şîi mezhebinden olanlar ise, Tahran'dan gelecek salâh sesini beklediler. Ramazan geçti, bayram bitti. İslam âleminin Belçika'da dört yuz bin kişilik cemaati bu âlemin bütun çoksesliliğini hem kendi mikro kozmosu içinde yaşadı hem de Hıristiyan âleminin içinde bulunmanın zenginlik ve sancısını bir arada duydu. Azınlık olmanın sancısı başkaldıran sembollere eğilimi güçlendirdi. Çoğunluk olmanın avantajı başkaldıran a/ınhklara hoşgörüşuzluk eğilimini güçlendirdi. Ramazan geçti, bayram bitti. İncir reçelli iftarlıklann ve lavanta kokulu mendillerin hasreti kaldı. BrükseVden Mayorka'dan Kürenin hacmi RAGIP DURAN PUERTO DE SOLLER Denizde minare gurur. dağlarda efelik, güneş şaha kalkmış. Ayvalık'ın karşısında Cunda Adası'na, bir perçem Alanya ekleyın biraz da Sultanahmet Meydanı. Işte size Palma de Mallorca. Kuçük ve orta çaplı işadamları, sekreterleriyle, kelli felli, evli barklı adamlar sevgilileriyle kaçamak yapar Soller'deki ucuz pansiyonlarda. Yeni evhler ise, Esplandidos Oteli'r.de zifaf fotoğraf!ar\ çektırir. Kahvelerin onunde salınan gecikmiş tazeler guneş gozlüklerini çıkarmaz hıç. Gozaltı kırışıkhkları gorunmesın. Allahın sıcağında eşarp da boyun çizgilerini, sert öpucük ımzalarını gizler. Alman ve Ingüiz turıstler nenelerle dedeler. Guneşte şaşkın ve memnun. Britanyalılar saat 5'te çayı aksatmaz ve yine "Sun" gazetesini okur. Almanlarsa her gün aynı saatte denize girip disıplini devam ettirir ve "BUd" gazetesinden vazgeçmezler. Akşam oldu mu, teraslı kahvelerde, otel verandalannda televızyon ekranı önunden Meksıka'ya gıdiiir: Futbol tatil dinlenemez. Dev çınarlar ve palmiyeler, kuçük alanlann çevresinde. Akdeniz sımalı pedrolarla İsabelleler hep Lorca'nın şiirlerini görüntuler. Narenciye (ki naranja derler) adanın doğal kokusu. Turist kiıapçığında "Tıirk" sözcuğu. Ada 9021229 yılları arasında Arap egemenliğinde. Sonra Aragonlular feth etmiş. "16. yüzyılda ise barbar korsanlar ve Turklerin faalıyetlerı nedenıyle adada guvensizlik donemi yaşanmıştır!' Adanın yerlisine soruyorsunuz: "Siz ne dili konuşursunuz?" Yanıt: "Balearca". Katalancaya benzer rai? Benzemez aynıdır. Katalanca Arapça ile Latincenin en güzel seslerınden biri gam. Adalılar, Ingilizce, Fransızca hatta Almanca'yı da lilaylom raakamla konuşuyor. Denizle güneş, dile bile, nasıl da gobek havası çaldınyor. Meslek olsa, kral (Karl değil kral) Marks'ın damadı ile birlikte önce övgüsünü, sonra da doktorasını yapardım tatilin. Erdemleri saymakla bitmez. Mutfağa goz kırpalım hele bir. Akşama Pirate Lokantasında paella yiyeceğiz. Oğlen hafif gıdelim. Kalamarın ızgarası nefis olur. Sarmısaklı mayonez içindeki rnidye lavalarla start edince arkadan karides salatası iyi gider. Reçineli şarabın görevi mideye inen yolları açmaksa aynı zamanda iştahı da kabartmaktır. Buranın ekmekleri Kireçburnu'ndaki fınnın paskalya çörekleri. Domateslerse Nigar Hanımın memeleri. Karpuzlar Diyarbakır'dan mı gelmiş. Yuvarlak olan yalnız top, domates ve karpuz değıl. Sahilde nazlı guneşlenir dilberler. Çıplak göğuslerı geometrinin coğrafyasım tamamlar. Kürenin hacmini hesaplarsın bol yıldız.lı gecede... Evet ne diyordum?.. Denızde minare gururu, ama ezan yok. Dağlarda bir efelik, yalnız zeybeksiz. Guneş saha kalkmış, ne var ki atın kişnemesinde bir yabancı lisan. Tatilde çok şey var. Bir şey eksik. Endülıis'te Muslüman geleneklerin uzantısı olan hac törenigünümüzdeartık şenlik gibisürdürülüyor. Bu Meryem başka Meıyem. Godard\n çağdaş yoruptu tutucu kesimi rahatstz edtyor. Rurtuba hoşgörüsü Sevilla'nın buyüsü insanı sarıp kavnyor. Kurtuba ise hüzünlü, ama vakarlı. Bir zamanlar Museviierin, Müslümanlann, Hıristiyanlarm iç içe yaşadığı kenti daha sonra engizisyonun hoşgörusüzlüğü yakıp kavurmuş. Avrupa bir gün Endülüs'ü hazmederse, sıra belki Türkiye'ye gelebilir... CENGtZ ÇANDAR KURTUBA İki yol götürüyor oraya. Birinden, Müslümanlar gelmişler ve orada yaklaşık 800 yıllık bir egemenlik kurmuşlardı. Bir de, Katoliklerin gelip, Muslüman Ispanya'ya son verdikleri yol. Ilki, Cebelitarık'ı aşıp, Malaga yakınlarından duvar gibi yükselen Sierra Nevadaları aşan yol. Akdeniz'den, yani guneyden gelen. Bu yolu iki buçuk yıl once izleyip Granada'ya varmıştım. Bu kez diğer yolu, Endülus üzerine yurüyen Katolik ordulann yolunu izleyerek, kuzeyden Endülüs'e, Kurtuba'ya ya da İspanyolcasıyla Cordoba'ya iniyorum. Madrid'den yola çıkıp, Orta Anadolu düzlüklerine bir ikiz kardeş gibi benzeyen La Mancha'yı.. Don Kişot'un serüvenlerine konu olan platoyu katedip Sierra Morenalara ulaşacaksımz. Akdeniz'den Portekiz sınınna dek uzanan bu sıradağlar İspanya'nın gerı kalan bölümü ile gizemli Endülus arasında da sınır oluşturuyor. Tıpkı Toroslar'da Gülek Boğazı'nı aşıp Çukurova'ya iner gibi. Despenaperros geçidinden ilerleyerek Endülui'e, ispanyolcasıyla Andalucia'ya iniyoruz. Gerçi Sierra, Morenalar, Toroslar kadar görkemli ve etkileyici değil, ama Endülüs'un her köşesi Çukurova'yı da, Küçük Asya'yı da aratmayacak ölçüde çarpıcı, derin \e anlamlı. Despenaperros geçidini arkada bıraktıktan pek az bir sure sonra Ispanyolların tarihlerinde bizim Malazgirt kadar bobürlendikleri Las Navas de Tolosa'dan geçiyoruz. 12.12.1212 tarihinde Ispanya'nın Hıristiyanları, Müslümanlarına karşı Endülüs'teki ilk büvuk askeri zaferi kazanmışlar. Las Navas de Tolosa ile birlikte tam 262 yıl surecek olan Endülüs'un yeniden Hıristiyan hâkimiyetine girmesi ve bugunku Ispanya'nın temellerinin atılması sureci başlamış. Nasıl Malazgirt'i, Türklerden ve uzman tarihçilerden baska bilene raslamak mümkün değilse, Las Navas de Tolosa'yı da tarihe meraklı Ispanyollardan başka bilen yoktur herhalde. Ama Kurtuba'yı herkes biliyor. Granadalı şair, Endülüs'un soluğu Federico Garcia Lorca'ya göre, •'Sevilla bir kuledir iyi okçularla dolu. Sevilla yaralanmak içindir Kurtuba ölmek için." Tbeophile Gautier'ye sorarsanız, Kurtuba tüm güney şehirleri arasında ona Endülüs'teki Uzum Moor (Araptslam) varlığını en canlı biçimde hatırlatan şehirdir. Morton imzalı 1955 baskılı "tspanya'da Bir Yabancı" adlı İngilizce bir kitapta ise Kurtubalı bir rehberin şu benzetmeyi yaptığından söz ediliyor: "Kurtuba ile Sevilla arasındaki fark şudur: Sevilla, neşeli, hayat dolu, kahkahalar içinde, kışkırtıcı bir genç kızdır. Kurtuba ise, sevgili, yaşlı hanımefendi." Bizi gezdiren rehberimiz orta yaşh bayan ise, Kurtuba'nın 10. ve 11. yüzyıllarda tüm Avrupa'nın bir numaralı kültür merkezi olduğunu sürekli vurguluyor. Nostaljı ile kanşmış gururuyla Kurtuba'nın bir hoşgörü başkenti olduğunu sürekli hatırlatmaktan kendini alıkoyamıyor. Kurtuba, Romalı düşünür Seneca'nın ve Yahudiliğin yetiştirdiği en büyük bilginlerden Maimonides'in ve buyük İslam filozofu İbn Rüşd'un doğum yeri olmakla övünuyor. Ömrunün önemli bir bölümünü Kahire'de Selahattin E>yübi'nin yanında, onun özel doktoru olarak geçiren ve îbn Rüşd'ün öğrencisi olan Maimonides'in heykeli bugün kentin eski Yahudi mahallesinde Arabesk Mağrip mimarisinin tüm ozelliklerini taşıyan sinagogun az ötesinde. Ne fantasük bir yermiş Muslüman İspanya'nın merkezi Kurtuba... Araplar, Yahudiler, Latinler. Yani Muslumanlar, Museviler ve Hıristiyanlar içiçe, yan yanaymış. Granada, Katolik moı.w ~ların, Ferdınand ile İsabel'in cine düştükıen sonra ulkeyi kj S ip kavuran amansız hoşgörüsüzlük besbelli en başta Kurtuba'yı yakmış. Engizisyon orada çalışmaya başlamış. Yahudiler lspanya'yı o yıl, yani engizisyonun Katoliklik dışında her inancı kurutmaya kalkıştığı, Grenada'nın düştüğu ve böylece Müsiüman İspanya'nın tarihten silindiği, Kristof Kolomb'un Sevilla yakınlanndan yola koyulup Amerika'yı keşfettiği o yıl, 1492 yılında terk etmeye başlamışlar. Bir kısmı da Türkiye'ye gelip yerleşmis. O yıldan başlayarak Sevilla koca Güney Amerika'dan taşınan altın ve gümüşle parıldamış ve hâlâ süren o tarifsiz güzelliğini ve canlıhğını elde etmiş olmalı. Gerçekten de ister Guadalquivir ırmağı kenarındaki kordonda dolaşırken, ister Santa Cruz (kutsal hac) adındaki o eski Muslüman, Yahudi mahallelerinin dar sokaklannı, minik meydanlarını arşınlarken olsun Sevilla'nın bü>lısünden çıkılamıyor. Lorca'nın anlatmak istediği gibi, Sevilla oylesine güzel ki, bu güzellikten yararlanmadan şehri terk etmek imkânsız. Kurtuba ise, aynı Guadalquivir kenannda bir hüzün abidesi. Çunku Sevilla şımartılırken, onun görkemi iğdiş edilmiş. Çunkü yeryüzunün en çarpıa anıtlarından biri olan ve içi bir sütunlar ormamnı andıran eşsiz caminin içinde bazı sütunlar, ağaç katliamı misali ortadan kaldınlarak çirkin bir kilise yerleştirilmiş. Çünkü Maimonides'in, İbn Rüşd'ün Xurtuba'sında engizisyon kurulmuş. Kurtuba aynı zamanda bir boğanın boynuzlarına takılarak öte dünyaya göçen, efsane\i Metador Monelete'nin şehri. Boğa güreşi müzesi Endülus'te sadece Kurtuba'da var. Kurtuba tepeden tırnağa hüzünlü gorülebilir, ama bir yanıyla tepeden tırnağa yakar. Maimonides'i, İbn Ruşd'ü ve Manoletesi ile. Endülus, Siera Morenalar ile Sierra Nevadalar arasındaki gizemli topraklar Kurtuba ile, Sevilla ile, Grenada ile, Malaga ile apayrı dünyalardan oluşuyor. Bu topraklar bugün 12 uyeli Avrupa Birliği'nin güney sının, Avrupa'nın İslam etkisiyle bezenmiş kesimi. Pozitivist Avrupa, Endülüs'ü hazmetmeyi becerebilirse, bir gun Türkiye'yi de hazmedebilecek cesareti bulur. Endülüs'ten Godardhn TANJU AKERSON WashingtorCdan MeryeniLİ... WASHINGTON Sinemadaki "yeni dalga" akımımn en çok fırlına kopartan yonetmenı Jesn Luc Godard, bugünlerde Washington'u da kanştırdı. Godard'm buyük tepkilere yol açan son Fıltni "Selam Meryem" oynatılacak salon bulamadı. En son Georgetown'da ufacık bir studyoda bir haftalığına vızyona konabildi. Godard'ın fılminin bu kadar tepki yaraunasımn nedeni şu: Meryem Ana'nın öykusu gunümüze uyarlanmış. Meryera, bir benzin istasyonunda çalışan ve basketbol oynayan bir genç kız. Yusuf bir taksi şoföru. Cebrail ise, kıskanç Yusufu dizginlemeye çalışan sert erkek rolünde. Filmde konuşulan dil açık saçık. AjTica Mer>em, birçok sahnede çıplak görunüyor. Filme bazı Kaıolik kuruluşlar ateş püşküruyor. Fılmi oynatmaktan korkan salon sahipleri "sman" diyorlar "Cam çerçevt inecek, personelin kol bacağı kınlacak, birkaç kuruş para için defer mi?" Yahudi asıllı sinema salonu sahipleri ise Godard yüzünden antisemitistlerin hışmına vığrayacakiarı kanısında.. "Siz Yabudiler, para için her şeyi yıpamnız diytrek üslumüze üşüsürler" şeklinde konuşuyorlar. FUmi olaysız protesto eden kuruluşların tavn klasik. Bunlar kurtaj karşıtı orgütlerin ve bazı kiliselerin gösterilerinde olduğu gibi otobüslerle geliyorlar, ellerinde mumlar, ilahiler söyleyerek yüruyüş yapıyorlar. Patırtı gürültü çıkartan kuruluş "Gelenekteri Korama Öfgütü" adı altında faaliyet gösteriyor. Hepsi erkek ve aşın sağ eğilimli. Kökü Brezilya'da, Güney Amerika'nın para babaları tarafmdan destekleniyor. Şili'de Pinochet'yi tutuyorlar, 1984'de Venezüella'daki Papaya suıkası girişimi olayma adlan kanşmış. Şimdi de Godard'dan nefret ediyorlar. Washington'a gelene kadar Amerika'nm 35 kentinde gösterilen ve 350 bin dolar para yapan Godard'ın filmıni, aslında protestoyu başlaıan din buyükleri görmemiş. Bunlann başında film için agır sözler kullanan Papa geliyor. New York Kardinali de lanetlediği fılmı görmemiş. Fılmi gören Katoliklerden bazılan başka türlü konuşuyor. Bunlardan cizvit papazı Richard Blake, Ameıika Kaıolik GUnluğu adlı yayın organında şunları yazıyor: "Çok merak ediyorum, eger Godard, Isa'nın yaratütşının bir seks olayı oldugunun tedirgin edici gerçegini sejirciye erotizm ile getirraeseydi, başka ne yapabilirdi diye. Bir lek şu olabilirdi. Tannnın bir kadının cinsel kimliğini kuliaaması." Godard'ın filmi "Sanalçı ozgitriiıgu kısıttanıvor B U ? " tartışmasını alevlendirirken VVashington'un burnu dıbinde Virginia'nın başkenti Richmond'da 200 yıliık bir karar düzeltUdi. Amerikan bağımsızlık savaşında "Ya ozgüriiik ya olrim" diyen Virginıalı liderlerden Patrick Hanry hakkında verilen tuluklama emrı kaldırıldı. Tutuklama emrinin bunca yıl yürürlükte kalmasının nedeni, bu işi yerine getirecek bir İngiliz lordu bulunamamasıydı. Henry hakkındaki karan Lonl Dunmore vermişti. Teamuie göre yine Lord Dunmore adını taşıyan biri tarafından kaldırılması gerekiyordu. Virginialılar 10 yıl önce Amerika'nın kuruluşunun 200'üncü yıldönümu torenlerinde İskoçya'da bir Lord Dunmore bulmuş, ancak adamcağız haberleşme sırasında ölüvermişti. Sonunda araya taraya Avustralya açıklanndaki Tasmanya Adasında 800 nüfuslu bir kasabada yaşayan bir son Lord Dunmore olduğu saptan mışti. Dunmore ailesinin 130 yıldır Avustralya'da yaşayan bir koluna mensup olan 7 2 yaşındaki Lord Dunmore, Amerika'ya gelmesi için yapılan çağrıyı sevinerek kabul edıyor, ancak bir özur öne silruyordu "Lord unvanından bcska bana miras kalan bir şc> yok. Posla müdüriiı|ü emekli aybgımla geçini>orum. Amerika'ya gidccek param yok." Vtrgimalılann yol ve olel masrafını karşılaması sonucu Lord Dunmore. geçen gun Rıchmond'a geldi ve dedelerinm yasadtşı eylemcı ılan elııüı Patnck Henry'yı bu kez ozgurluk savaşçısı olarak resmen tarıhe geçırdt.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle