19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHUK1YL1/Ö 28 MA Y1S 1986 SHP DSP DSPrKÎTler tam özerk hale gelmeli •3. Program karşılaştırması 2 parti de ekonomide devietin doğrudan üretici bir işlev üstlenmesini savunuyor Nerede birleşiyor? Nerede ayrılıyor? ŞAHİN ALPAY SEYFETTİN GÜRSEL RAHŞAN ECEVfTLE DSP PROGRAMI ÜZERİNE SHPrKİT'lerde düzenleme yapılmalı 4 alanda yer alan ve özel Fırmalarla rekabet halindeki KİT'lerin akıbetinin, sosyal demokrat bir iktidar altında ne olacağına dair herhangi bir açıklama getirmiyorlar. Son olarak her iki partinin de, çalışanlann KİT'lerin yönetimine katılmalarını savunduklannı belirtelim. Ama bu katılımın nasıl gerçekleşeceğine her iki programda da hiç değinilmiyor. "SHP, ozel jprişimciliğin çabalannı plân amaçlanna uygun bir sanayileşme>« yöndtmeye çabşacaknr." (s.20). Bu özlü ifadeden de anlaşılacağ gibi SHP özel sektöre karşı değildir, ama güdümlü bir özel sektörden yanadır. DSP'nin yaklaşımı da bundan farklı değildir. Bu parti de plan hedeflerine yönelik yatırımlar yapan, kısa vadeü spekulatif kâr peşinde koşmayan, '^konominin sosyal adaletle birîikte giıçlendirilmesini icine sindiren" (s.92) özel sektöre guvenli ve özgür bir ortam vaat ediyor. Her iki parti de tekelleşmeye ve rantlara karşı, tüketiciyi koruyucu önlemler alacaklarını belirtiyorlar. lannda dolaşan seyyar satıcının, vapurda ayakkabınızı boyamak için sizi ikna etmesini bilen boyacı çocuğun ve daha nice uçiincü sektör mensubunun, mevcut seyyaliyetlerini yitirdiklerinde talebi olan bir hizmet üretebilecekleri nasıl düşünülebilir? Devietin koru>Ticu kanatlannın bu kadar fazla açılmasını isteyecekleri de kuşkuludur. 'KIT'ler 'özyönetim' sistemiyle verimli biçimde çalıştırılmalı' 4 Programda kamuya ail işletmelerin yaygınlaştınlmasının lek başına bir amaç olarnayacagını söylüyorsunuz. Sizce KİT'ler halen ekonomide yeterii bir ağıriıga sahip mi? Bu kuruluşlann özelleştirilmesini nasıl karşılıyorsunuz? KİT'lerin özerkliginden ne anlıyorsunuz? ECEV'İT Bizim programımızdaki bu konuyla ilgili temel kural şu; Biz KİT'leri, ne elden çıkarmak için, ne de yaygınlaştırmak için devietin özel bir çaba gösterrnesini doğru bulmuyoruz. İkisini de doğru bulmuyoruz. Onemli olan ekonomik işlevi ağır basan KİT'lerin, sanki özel sektör işletmeleri imiş gibi verimli bir biçimde çalışmalarıdır. Kendi kaynaklarını yaratıcı, üretimi ve verimliliği artırıcı atılımlarda bulunmalan ve o artan kaynaklarını yatırımlara yöneltmeleridir. Bunu sağhklı bir biçimde yapabilmek için de devietin sağlayacağı destekler, kredi ve vergi kolaylıkları bakımından, ozel sektör, halk sektöru, devlet sektörü işletmeleri arasında bir ayrım gözetmemesi, hiçbirine ayrıcalık tanınmaması gerekir. Peki KİT'lerin sahibi kim olacak? Çünkü KlT'lerden hem verimli çalışmasını istiyoruz, hem de devlet bunların içişlerine kanşmasın, bürokrasi karışmasın diyoruz: Düşünduğümüz bir tür "özyönetim" sistemidir. Burada tüm çahşanlar, yani yalnız işçiler değil, aynı zamanda teknisyenler, yöneticiler ve işletmeciler, hem yönetime demokratik bir süreç içinde ve tam olarak katılacaklar, hem belli ölçüler içinde kâr artışından paylarını alacaklar, ama sorumluluğu da üstlenecekler. Yani, bunca yetki kendilerine verilmişken, gerekli yöneticileri seçemeyip gerekli işletmecilik düzenini kuramayıp ve piyasayı iyi izleyemeyip de batarlarsa, batacaklar. Ama diyelim ki başanlı oldular, verimli bir işletmecilik kurdular, piyasayı iyi izlediler, iç pazara, dış pazara açıldılar; ve öylece kârlarıru, kaynaklarını artırdılar. O zaman da istedikleri kadar yeni yatınm yapabilirler. Kimse buna kanşamaz. Bunu ne özel sektör engelleyebilir, ne de devlet engelleyebilir. Bu şekilde ekonomideki ağırlıklarını da artırabilirler. Artırma şansı kendilerine tanınmış olacaktır. Yoksa KtT'leri ne elden çıkaracağız, ne de kamu harcamalanyla ve yapay yollarla ayakta tutmaya çalışacağız. Devietin üç temel ekonomik işlevi olduğu soylenebilir: Kamu mallan olarak adlandınlan ve tanımları icabı özel Fırmalann uretemeyeceği hizmetleri üretmek (en tipik örneği savunmadır), gerekli gelir transferlerini sağlamak (bu transferlere hem piyasalardaki aksaklıklardan doğan zararlan tazmin etmek ve ekonomiyi istenilen şekilde yönlendirmek hem de ekonomik refahın daha adil dağılması için başvurulur) ve son olarak da bizzat pazar ekonomisine özgü yatınm ve üretim faaliyetlerine girişmek. Bu işlevler çerçevesınde devlet ekonomik faaliyetlenni kapitalist ulkelerde, tarihsel geleneklere, iktidardaki partinin politik görüşlerine, ulaşılan ekonomik aşamaya ve mevcut ekonomik konjonkture göre dar veya geniş tutabilir. SHP ve DSP Türkiye'de de\letin ekonomideki yerinin çok yetersız olduğu göruşünde birleşiyorlar. "Deyletçilik" olarak adlandırabileceğimiz üçüncü işleve ilişkin panilerin görüşlerini konunun onemi bakımından aynca ele alacağız. llk iki işlevin doğurduğu faaliyetlerin genel bir değerlendirmesi son tahlilde bütçenın ekonomideki nisbi ağırlığı sorununa indirgenebilir. Buna ilişkin olarak DSP açıkça. "Kamu harcamalannın ulusal gelire oranının biiyuk ölçude yükseltilerek devleli ekonomik >e sosyal alanda kendinden beklenen görevleri yapabiiir duruma getirecegini" (s.96) belirtiyor. DSP, "kapitalizmin öncülugunu yapan ülkelerde bile devletçe yerine getirilen bazı kamu hizmetlerinin. giderek arlan ölçiide varhklı kişilerin. "hayırsever'ligine, ve>a: 'valanse\er'ligine" başvurularak karşılanmak istenmesini şiddetle eleşliriyor ve "kamu gelirleri ve harcamalarını sosyaldemokrasinin başanlı sonuçlar verdiği ulkelerdeki >üksek oranlara erişlirmeyi" (s.85) amaçladığını açıklıyor. SHP ise "sos>nl devlet" kavramı çerçevesınde de\!etın, ağırlıklı bir destekleme politikasına sahip olması gerektiğini, 'sosval guvenliğin finansmamna ağırlıklı olarak katılmasını", "halkın temel sağlık gereksinmelerini ücretsiz olarak karşılaması gerektiğini" (s.23) savunuyor. SHP aynca, ilerde göreceğimiz gibi. devietin yatınm ve üretim faaliyellerinin genişletilmesini amaçladığından, bu partinin de kamu harcamalannın milli gelir içindeki payının buyuk ö|çude arttınlmasından yana olduğu açıktır. Halk Sektörü DSP'nin programında zaman zaman rastlanan ikircilikliğe burada da tanık oluyonız: Bir yanda devletten bağımsız özerk faaliyet alanlarını genişletmek isteği; öte yanda devietin vatandaşın faaliyetleri üzerindeki yaygın gözetiminden vazgeçilemeyecegi düşuncesi... DSP'nin diğer bir radikal önerisi de, devlet mülkiyeti ve özel mülkiyet dışında bir üçüncu mülkiyet biçiminin yaygınlaştınlması. Bu kapsamh konunun incelenmesine geçmeden önce, SHP'nin, mülkiyetin yaygınlaştınlmasına ilişkin hiç öneride bulunmadığının söylenemeyecegini belirtelim. "SHP, çok ortakh halk girişimlerini destekleyecek, bu tür ortaklıklann ozellikle ekonomik bunılım ve enf!as>on etkilerine dayanıklı bir yapıda kurulmalanna calışacaktır." (s^O). SHP'nin programında bu konuya, bu genel ifadenin ötesinde bir yer veriimiyor. DSP de üretim araçlan mülkiyetinin yaygınlastırılması için çok ortakh şirketlerin geliştirilmesi ve teşvik edilmesine inanıyor. Ama aynı zamanda böyle bir gelişmenın salt "çalışan yurttaşlann mütevazi birikimleriyie" (s,79) gerçekleşemeyeceğini düşunüyor. Çare olarak da bir dizi yeni kurum öneriyor. Önerilen kurumlaşmanın Türkiye'nin gündemıne ilk kez geldiğini hatırlattıktan sonra programda biraz bölük pörçük ele alınan bu konunun tam bir açıklıkla işlenmediğini de belirtelim. "Üretici Yatınm Fonlan", "Isçi Yatınm Fonlan" ve "Yatınm ile lsletmecilik Konulannda Uzmanlaşan "Güçlii kunımlar". "Halk Sektörü" nün temel unsurlanm oluşturuyor. Bu sektörün kunıluş amacı da DSP programında şöyle tanımlanıyor: "Devlelte de ozel sektörde de asın güç yoğunlaşmasını önleyerek, halkın giicü ve dzgtırlügü için, demokrasinin esenliği için... bir güvence oluştunnak", (s.81). Önerilen kurumlan özetle tanıtmaya çalışahm. • "Üretici Yatınm Fonlan" kırsal alanda faaliyet gösterecekler. Programdaki çeşiılı ifadelerden bu fonlara yalnızca kooperatifleşmiş köylulerin katılabileceği anlaşüıyor. Fonlann kaynağı, üretim gelirlerinden yapılacak belli orandaki kesintilerden oluşuyor. Bu kesintileri tazmin amacıyla da kooperatifleşmiş köylüden, tanmsal gehşme belli bir düzeye erişinceye kadar gelir vergısi alınmaması öngöruluyor. Bu kurumlarda birikecek fonlann tarımın geliştirilmesi, kırsal alanlann sanayileştirilmesi ve tanm ürünlerinın dış satımı için kullanılacağı ; ifade ediliyor. Belirt lmemekle birlikte "Üretici Yatınm Fonlan"nın amaçlannı şirketler kurarak gerçekleştirmeye çalışacakları tahmin edilebilir. Özel Sektör ve "Dışlanan Sektör" Dışlanan sektör ise "ekonominin kurumsal çercevesi dışında kalan insanlardan oluşur. Duzenin çafasma ve geçim olanağı saglayamadıgı, ama >asama dirençlerini kıramadığı, >nşamlannı emekleri>le kazanma guçlerini köreltemediği insanlardır onlar... tşportacılar, gezgin satıalar ve onanmcüar, evlerindeki tezgâhlarda piyasaya iş üretenler veya evlerinde parça başı iş yapanlar ayakkabı boyacılan ve daha niceleri... Ele gune avuç açmaktansa. gecekondulannın bir avuçluk bahçesinde analannın yetiştirdigi çiçekleri yoldan geçenlere ya da evlerden veya çöp bidonlanndan topladıklan şişeleri, kutulan işverterine salan çocuklar..." (s.94). DSP programı resmı ıstatistiklere girmeyen "yeraltı" ekonomısini böyle tanımlıyor. Bu sektörü ilgi alanı içine alan parti, yalnızca DSP SHP programında bu sektörden söz etmiyor. DSP, edebi bir biçimde tanımladığı dışlanan sektör çalışanlan için negibi duzenlemeler düşunüyor? Demokratik Sol Parti bu sektor emekçilerinin orgutlenmelerine yardımcı olmayi onlan, yasal statüye kavuşturmayı. sosyal güvenlik kapsamına almayı vaat ediyor. DSP bununla yetinmiyor: "Onlara. satlıkian mallan korkusuzca ve engellenmeksizin sergiieyebilecekleri uygun verlcr aynlmasım" (s.9S) sağlamayı da vaad ediyor. Sokak ara lann belirli bir oranının hisse senedi ya da nakit biçiminde fona aktanlmasının kastedildiğini tahmin edebiliriz. .\şağıdaki ifadeden bu anlaşıhyor: "İşçi emeginin katkısyta saglanan gelir artışının bir böliimıi, hisse senedi veya nakit olarak İşçi Yatınm Fonlanna aktanlacaktır. Aynca sermaye piyasasından da hisse senetleri alınabilecektir".(s.ll6). Fonların hisse senedi biriktirerek zamanla sanayi mülkiyetinin hatın sayılır bir bölümüne sahip olmasmı sakmcalı bulduğu anlasılan DSP, böyle bir ihtimale karşı önlem olarak, özel sektör kuruluşlanndan belli süreler içinde aşama aşama aktanlacak paylann, bu kuruluşlann sermayelerinin belirli bir oranını aşamayacağı ilkesini getiriyor. Ama bu oranın saptanmasında kullanılacak kıstaslar hakkında herhangi bir ipucu yok. Dikkat çeken bir nokta da, fonlann KİT'lerde sahip olacakları sermaye paylarına sınırlama getirilmemesi. Eğer programda sınırlamayla ilgili paragrafta KİTlerden bilerek söz edilmediyse, DSP'nin uzun dönemde KİT'lerin büyük ölçude Halk Sektörü'nün etkinlik alanına girmesini beklediğini çıkartabiliriz. Yönetim sorunları Fonlann elde edeceği gelirlerin üç şekilde kullarulması öngörülü^r: Bir bölümu yatırımlara yönelecek, bir başka deyişle tamamen fonlann yönetiminde yeni şirketler kurulacak; bunların kârlarıyla durumr. göre emekli aylıkları arttınlabilecek ya da işçılere ek gelir sağlanacak. Yönetim konusunda programda biraz farklı iki ifade mevcut. Bir yerde "işçiierin yöneü'minden" deniliyor, bir başka yerde ise "yönetiminde işçiierin agırtıktaşıyacagı"ndan sözediliyor. Buna karşılık devietin, fonların yönetimden uzak tutulacağı açıkça ifade ediliyor. Aynca sendikalann da yönetimde ağırlık taşımamalannın öngörüldüğünu soviev'ebiliriz. Ama mil>onianca işçinın nasıl bir yomemie yönetime ağırlıklannı koyacaklan konusu da programda ele alınmıyor. • Hemen hemen aynı ilkelere sahip bu iki tur kurumlaşmanın yani sıra DSP üçüncu bir kurumlaşmayı daha öngorüyor. Sendikaların, kooperatiflerin ve sosyal güvenlik kurumlarının, "yatınm ve işletmecilik konulannda uzmanlaşan güçlü kunımlar" kurmalan söz konusu. Bu üçüncu tür kunımlaşma, programda yeterince aynntıh bir biçimde ele alınmıyor. Bu konuya ilişkin az sayıdaki ifade, bu kurumlann daha çok Üretici ve işçi Yatırım Fonlan ile geliştirilmesi arzulanan çok ortaklı şirketlere danışmanlık yapmak ve teknik hizmet sağlamakla gorevlendirileceklerini düşündüruyor. Türkiye'de İİk kez DSP tarafından programa alınan böyle bir modelin İsveç'te sosyal demokrat hukümet tarafından halen uygulanmakta olan Ücretli Fonları modelinden esinlendiği görülüyor. Bu ülkede yönetiminde sendikaların ağırhkta olduğu beş bölgesel fon 1984 başından bu yana faaliyette. Belirli buyüklükteki fırmalann kârlarmdan alınan özel vergiler ve ucretlerden yapılan kesintiler bu fonlann kavnağını ouışturuyor. Elde edilen gelirlerle de borsadan hisse senetleri satın alınıyor. Hisse senetlerinin getirisi ise Genel Emeklilik Fonu'na aktanlıyor. Paylar nasıl olacak? Bu tür kuruluşlarda kritik sorunlardan birisi de yönetim sorunudur. DSP programında fonlann "kooperatifleşmiş köylulerin yönetiminde" olacağım söyluyor ve bu fonlann başka amaçlarla devlet tarafından kullanılamayacağını, fonlann yönetiminde bürokratik müdahalelere açık kapı bırakılmayacağmı da ekliyor. * "Işçi Yatınm Fonlan" ise, anla şıldığı kadanyla, memurların dışında tum ucretlilerin yaranna işletilecek yatınm kuruluşlan. Fonlann kaynağıru, belirli bir büyüklüğun uzerinde ve kârlı özel sektör işletmeleriyle, aynı ölçütlere uygun, ekonomik amaçlı devlet işletmelerinden aynlacak "paylar" oluşturuyor. "Pay"dan ne kasıedildigi pek açık değil. Bununla birlikte her yıl elde edilen kâr Örneğin askeri uçak fabrikası, tankfabrikası kurulacaksa bunu devlet kurmalıdır. Bu tavnmız ideolojik bir sekterlikten kaynaklanmıyor. Bunun nedeni, kâr amacıyla silah üretimine yönelmemek ve devietin savunma ihtiyacından önce kişilerin kâr amaçlanna ağırlık verici bir düzen kurmaktan kaçınmak. Türkiye'yi gerekenin ötesinde silah pazarlan arar ülke haline getirmemek... Ancak belli alanları bir tür devlet tekeli altına almak gerektiğine inanıyoruz. Bunlar da çok sınırlıdır. Örneğin tükenebilir doğal kaynaklar. Bunlar ulusal varlıktır ve tükenebilir varhktır. Bunlan sorumluca kullanmak, kişisel kâr alanı haline getirmemek gerekir. Ikinci ve bundan da önemlisi, kamu hizmetleri ve başlıca alt yapılar. Şimdi Özal yönetiminin bunları bile devlet elinden çıkarma eğilimi var. Oysa kapitalist ülkelerde bile bunları devlet üstlenir. Tükenebilir doğal kaynaklarla birlikte, bunlar da devietin elinde olacaktır. Bir de temel savunma sanayüeri.. Temel savunma sanayileri derken şunu belirlemek istiyorum. Elbette hiçbir sanayi kendi başına bir ada değildir. Başka sanayilerle alışverişi ve bağlantıları vardır. Elbette savunma sanayini destekleyecek bazı yan sanayi kuruluşlan özel sektörde veya halk sektörunde de olabilir. Ama, örneğin askeri uçak fabrikası, tank fabrikası kurulacaksa, bunu devlet kurmalıdır. Bu tavnmız ideolojik bir sekterlikten kaynaklanmıyor. Bunun nedeni kâr amacıyla silah üretimine yönelmemek; devietin savunma ihtiyacından önce kişilerin kâr amaçlanna ağırlık verici bir düzen kurmaktah ve savunma politikasında özel sektörün hele yabancı sermayenin ağırlık kazanmasından kaçınmak ve Türkiye'yi gerekenin ötesinde silah pazarlan arayan, bunun için yarışa giren bir ülke haline getirmemek... Savunma sanayiinde devlet sektörünü egemen kılma karanmız bu gibi insani duşüncelerden ve devlet güvenliği düşüncelerinden kaynaklanıyor. Bunlar dışında hiçbir üretim alanının devlet tekelinde olmasına gerek görmüyoruz ve bunu da programda çok somut ve açık biçimde belirtiyoruz. İşçiierin çalıştıkları firmalarda yönetime katılmalannı ve kârdan pa> almalannı savunuyorsunuz. Ancak bu sistemin uygulanması için özel firmalann belli bir büyükluğün üzerinde olması gerektiğini belirtivorsunuz... ECEVÎT Bazı konularda kuçük işletmelerde de olabilir, bazılarında büyük işletmelerde. Örneğin çok ileri teknolojili büyük bir sanayi vardır. Fakat içinde ancak 35 kişi üretime yönelik çalışma yapıyordur. Orada yönetime ve sorumluluğa çok ileri ölçüde katılmak gerekmeyebilir. Bunlara teknik açılardan karar verilmelidir. Her sanayi dalına göre, her teknolojiye göre değişebilir. Ama herhalde ekonomik işlevli tüm devlet işletmelerinde ve halk sektörü işletmelerinde uygulamak gerekir. Aynca bazı ekonomik işlevli işletmelerde yönetimi sorumlulukla birlikte devietin üstlenmesi gerekecektir. Bunu azgelişmiş, özel sektörün ve halk sektörünün ilgi göstermediği yöreler için düşünüyoruz. Bunlar işletme bazanda kâr getirmeyen, ama bir yörenin gelişmesine ve değişim sürecine girmesine katkıda bulunacak yatırımlar olabilir. Geri kalmış bir yörede hiç kâr getirmeyen küçük bir fabrika kurulabilir; ama o fabrika kurulunca, orada okullar açılacaktır, yeni atölyeler, işyerleri, belki yeni fabrikalar açılacaktır, ticaret canlanacaktır ve toplum değişmeye başlayacaktır. Bunlar için, o anlamda, "öncü ve doğurgan yatınmlar" deyimini kullanıyoruz. Bunları, başkaları yapmıyorsa, devlet yapmalıdır. Kâr getirmeyebileceğine göre de sorumluluğu çahşanlara yüklemek haksızlık olabilir. Bunlarda özyönetimle sorumluluğa katılmak söz konusu olmayabilir. Ama bunları da devlet ille ben yapacağım demiyecek. Bir hayırsever veya ileriyi duşünen işadamı yapmak isterse ne âlâ. Yurtdışındaki bazı işçilerimizin yapmak istediği gibi yöre halkı da, fazla kârlı olmayacağını bile bile, sırf kendi köylerini, kasabalarını kalkındırmak için bir fabrika kurmak isterlerse ne âlâ, onlara da engel olunmayacak. Tersine, onlar ozendirilip desteklenecek. SHP Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan ve Başkanlar Kurulu üyesi Erdal Inönü, Rahşan Ecevit 'e, DSP Genel Başkanı seçilmesinin ertesinde yaptıkları ve yalnızca 'nezaket ziyareti' düzeyinde kalan görüşme sırasında. (Fotoğraf: RIZA EZER) Devletçiliktc farklılıklar Devletçilik konusuna gelince. Her iki parti de ekonomide devietin doğrudan üreticı bir ışlev üstlenmesini savunuyor. Bu işleve ilişkin faaliyet alanlannın belirlenmesinde de iki parti anlaşıyorlar: Altyapı, stratejik sanayiler (başta savunma sanayii), önemli doğal kavTiaklar, bolgeier arası dengesızlikleri gıderici yatırımlar. ileri teknolojide onculuk gibi beklenen ve Turkiye açısından geleneksel sayılabilecek faaüyel alanları soz konusu. İki parti arasında uyuşma burada bitiyor ve dikkatli bir incelemevle pek de önemsız sayümayacak farklar belinyor. DSP, "devlet sektöninün genişligi değil. devietin ekonomiyi halk katılımıyla ve toplum yaranna etkili biçimde yönetebilmesi onem tasır" (s.81) diyerek salt devlet sektorünun genişlemesinin sosyaldemokrasinin amacı olmayacağını vurguluyor. Nitekim DSP'nin "ekonomide devlel sektoriinti genişletmek iizere özel çaba göstereme>ecği" de ekleniyor. SHP ise, "kalkınmayı hızlandırmak, ekonomiyi yeniden vapılandırmak. ekonominin işleriiğini sağlamak ve geliştirmek için, gerekli gördüğü alanlarda devietin doğrudan üretim işlevlerini >üklenmesinin toplum yaranna olduğuna inanır" (s.19) diyor. Bu ifadenin devietin üretim alanlannın. başlangıçta tammlanan alanların dışına çıkabıleceği anlamına geldiği soylenebilir. Devletçiliğe iki değişik bakışla karşı karşıya olduğumuzu KİT"lere yaklaşımdaki farklılıklar da gosteriyor. DSP. KİT'lerin pazar kuraiları içinde çalışmalannı öngorüyor: "Bu işletmder, doletin kanşma ve koruma alanı dışına çıkanlacaktır. Bakanlıklarla ve devlet burokrasiyle organik ilişkileri kesilecektir" (s.82). KİT'lerin tam bir ozerkliğe kavuşturulmasının öngorülmesi DSP'nin esnek planlama anlayışıyla tutarl:dır. Aynı şekilde, tekelci nitelikteki KİT'lerin de (programın tutarlığı bakımından) dış rekabete açık olması gerekeceğini biz ekleyelim. SHP programında KIT'Ierin ozerkliği konusunda açıklık yok. SHP, "salt ekonomik amaciaria. sosyal amaçlan ayırt ederek" KİT'lerin yeniden düzenleneceğini soyiuyor. ANAP iktidannın yaptığı son KİT düzenlemesinde benzer bir ayrım gözetilerek yeniden organizasyona gıdildiği hatırlanırsa, SHP'nin yeni olarak nasıl bir düzenleme getireceğini daha açık bir şekilde belirtmes, beklenirdi. Gerçi SHP KİT'lerde esnek bir personel ve fiyat politikası ı vgulanacağını beüniyor ama aç\;a özerklikten söz etmekten de kaçınıyor. Aslında özerkliğin savunulnıası, kamu kesimi için zorunlu olacağı belinilen planlama anlayışı ile çelişirdi. Bu bakımdan SHP programının da iç tutarlüığa sahip olduğunu söyleyebiliriz. GÜRKAIVLA SHP PROGRAMI ÜZERİNE Tek kıstas, KIT'lerin pazar da yarışma koşullarını bozmaması' DSP, KİT'lerin özerk olması gerektiğini açıkça vurgularken, SHP programında KİT'lerin özerkliginden söz etmiyor. Buna karşılık. "esnek bir personel ve fiyat politikası" uygulanacağı belirtiliyor. KİT'ler ne kadar plana bağımlı, ne kadar özerk olacaklar? GÜRKAN "Bütün KİT'ler kendileri birer işletme olarak özerk olmayacaklardır, doğrudan dogruya merkezi plan ünitesi tarafından yönetileceklerdir" biçiminde bir yargıyı almışsaruz, programımızdan edindiğiniz bu yargı bütünüyle yanhştır. Yani DSP'dekini biz de belki başka kelimelerle soylüyoruz. KİT'ler işletme bazında gerçekten özerk olmak zorundadırlar. Bizim bir tek kıstasımız vardır. O da şudur: KİT'ler pazarda yarışma koşullarını bozmamahdır. Dolayısıyla da bu bakış açısından yaklaştığımız zaman, bunların özerklikleri kendiüğinden doğar. Eğer bir koca KİT ünitesini, KİT topluluğunu yarışma koşullarını bozucu bürokratik bir biçimde yönetirseniz ekonomiyi bütünüyle altüst edersiniz. Onun için bu noktada önemli bir farklılık yok. Biz KİT olayına şöyle yaklaşıyoruz: Girişim özgürlüğü yalnızca geçmiş donemdeki eşitsizliklerden doğan imtiyazlardan yararlanan bir avuç girişimcinin elinde olmamalıdır diye düşünüyoruz. Onun için kuçük ve orta işletmelerin teşvikini öngörüyoruz. Halk şirketierini, çok ortaklı şirketleri öngorüyoruz ve butun bu süreçler içine sokamadığımız insanların ortak ekonomik gücü olarak da KİT'i gorüyoruz. KİT, toplumun. hepimizin ortak ekonomik gücüdür. Böylece dengeli bir toplum oluşturabileceğimize inanıyoruz. Oyle ideolojik bir yaklaşımımız yok "Giderek KİT'in payı artırılacaktır, giderek ekonomi sosyalize edilecektir, giderek üretim ve dağıtım KİT'lerin eline geçecektir, ama bu yavaş yavaş aşamah yapılacaktır" gibi bir yaklaşımımız yok.. Sizce KİT'ler ekonomide halen yeterli bir ağırlığa sahip mi? Bu kuruluşlann özelleştirilınesini nasıl karşdıvorsunuz? GÜRKAN Hem yeterlidir hem yetersizdir. Benim kişisel yaklaşımıma göre KİT'ler elden de çıkanlabilir, KİT'ler rasyonelize de edilebiur. Olaya ideolojik yaklaşmamak lazım. ANAP ideolojik yaklaşmakta, yani KİT düşüncesini öldürmeye KİT'siz bir ideolojik ortam ve ekonomik ortam yaratmaya çalışmaktadır. Onun yaklaşımı ideolojiktir. Bizim yaklaşımımız son derece ekonomiktir. Rasyonelize edilebilmesinde imkân gördüğüm, gerek gördüğüm, yarar gördüğümü rasyonalize ederim ve tutarım. Yarar görmediğim, kaynak ayırmak ihtiyacmı hissetmediğim ya da çok çeşitli nedenlerle artık KİT olarak tutmak ihti>racını hissetmediğimi devrederim. Yani ekonomi neyi gerektiriyorsa onu yaparım. Dolayısıyla hem KİT'lerin tasfiyesi düşünülebilir, bazı işletmelerin tasfiye ( 4 si düşünülebilir, hem de yeni KlT'lerin açılması aynı anda düşünülebilir. Bunlar birbirini dışlayan yaklaşımlar değildir. Akılcı yaklaşun budur. ANAP'ın ki tamamen ideolojik yaklaşımdır. "Ne pahasına olursa olsun, bedeli ne olursa olsun koşulları ne olursa olsun her şev özel tarafından yapılmalıdır". Bu yaklaşım ideolojiktir. Toplumsal dengeleri bozucu, yarışma koşullarını sağlamayı guçleştiricidir. Bir tur. "Sattım, savdım, toplumun bütün imkânlarınıbir avuçinsana terk ettim" yaklaşımıdır. Sağlıklı yaklaşım, ne KİT fetişizminden ne de özel sektör fetişizminden geçer. Sağlıklı yaklaşım akıldan geçer. SHP programı, firmalarda çalışanlann yönetime katılma yollarının açılmasından söz ediyor. Nasıl bir yasal düzenleme düşunüvorsunuz? GÜRKAN Dunyada birçok modeller deneniyor. İşletme bazında katılım modeli sadece KİT'lerde değil, uzun vadede genelde bir katıhmcılığm genişleme süre Sınıfsal denge ve toplumsal bütünleşme, işletme bazında yönetime katıhmla sağlanır. Sosyal demokratlarm işlevi, zaten stnıfsal çelişkileri hızlandırmak, bunlan keskinleştirmek ve dinamiği buradan üretmek değil, aksine toplumsal bütünleşmeyi elden geldiğince sağlamaktır. KİT*ler elden de çıkanlabilir, rasyonalize de edilebilir. Olaya ideolojik yaklaşmamak lazım. ANAP, ideolojik yaklaşarak KtT düşüncesini öldürmeye çalışıyor. ci içinde özel sektörde de düşünülmelidir. Bunun ölçüsü, kıstası, koşullan bir alt programda düzenlenmesi. gereklidir. Ama şu anda hükümet bütun katılım, yani varolan katılım yollarını da ortadan kaldırmıştır. İşçiierin KİT yönetiminde temsil edilme yollannı tıkamıştır. Oysa bu katılımı çok önemli gorüyoruz. Yani sınıfsal dengelerin sağlanması, toplumsal bütünleşmenin işletme bazında bile sağlanması, ortak yetkilerle ortak sorumluluklar taşınması açısından bunu son derece yaşamsal sayıyoruz. Toplumsal bütünleşme ancak böyle sağlanır. Ve sosyal demokratlarm temel işlevi zaten sınıfsal çelişkileri hızlandırmak, bunlan keskinleştirmek ve dinamiğini buradan üretmek değil, aksine toplumsal bütünieşmeyi elden geldiğince sağlamaktır. Aslında ANAP şu andaki politikasıyla kendisi sınıfsal bir parti gibi davranmaktadır ve toplumsal bütunleşmeyi zorlaştırmakta hatta imkânsızlaştırmaktadır. Çeşitli modeller olduğu doğru. Biliyorsunuz, servet bölüşumünü düzeltme KİT'lerin sonu ne olacak? KlT'lerle ilgili olarak her iki partinin programiannda dikkat çeken bir boşluğa deyinmeliyiz. Daha önce açıkladığımız gibi gerek DSP gerek SHP devietin uretici işlev inin alanlarını tanımhvorlar. Ama bu alanlann dışında kalan mevcut KİT'lerin, bir başka deyişle, doğrudan ozel sektör için öngorülen den gelir bölüşümunü düzdtmek olanaksız. Servet bölüşumünü mümkün olduğu kadar adaletli kılmak için uygulanan modellerden bir tanesi de İsveç İşci Fonlan modeli. DSP de programında bu modelden esinlenmiş. Siz bu mode) hakkında ne düşünüyorsunuz? GÜRKAN İsveç'teki model çok yeni bir model ve uzun tartışmalardan sonra oluşturulan bir model. Bunu aynen uygulayacağız dememiz özgürlükten yoksun bir yaklaşım olur. Genel tavTimızı siz kendiniz özetlediniz. Yani servet dağılımını, mülk dağılımını duzeltmeden, gelir dağılımını düzeltmeniz mümkün değildir. Daha da önemlisi toplumdaki yabancılaşmayı, çalışan sınıfların yabancılaşmasını aşmanız da mümkün değildir. Çoğulcu. gerçekten özgür bir toplumu mülk dağılım;nı duzeltmeden yaratmanız da mümkün değildir. Küçük ve orta işletmelerin bilinçli bir biçimde destekienmesi, kooperatiflerin desteklenmesi, halk ortaklıklarının destekienmesi, KİT düşüncesini muhafazası, servet dağılımının dengelenmesi açısından önemli ve küçumsenemez araçlardır. Bunun yanında başka araçlar oluşturulabilir. Örneğin bizim saptınlan ve ne yazık ki uygulamaya konulamayan kıdem tazminatı önerisi fevkâlade önemli bir olaydı, fevkâlade ileri bir adımdı. Doğru algılanmadı. Bir tür ihtiyarlık sigortası gibi görüldü. Oysa kıdem tazminatı olayı doğrudan doğruya servet dağılımını etkileyici çok önemli bir unsurdu. Çünkü, bir primin aksine, kıdem tazminatını odeyen işveren bunu fiyatlarına yansıtamıyordu, yani kendi servetinden bir transferde bulunuyordu. Devlet akıllı bir biçimde bu politikayı sürdürmüş olsaydı açacağı kredi ile işçiye küçük bir işyeri açma ve mülkiyet oluşturması imkânı sağlayabilirdi. Bu kıdem tazminatı fonu yeniden ciddi olarak düşünülmelidir. Almanlar sonra başka bir model denediler. Servetsiz insanlann, düşük gelirli insanların tasarruflarını desteklediler ve işverenlerin bu birikime katılmasını zorunlu hale getirdiler. Butün bunların bir tek amacı vardır. İnsanların üretken mulkiyete mümkün olabildiği ölçude ortak olabilmelerini sağlamak. Eğer siz bir sermaye piyasasını oluşturursanız ve yasalarla bugün olduğu gibi sendikaların menkul değerler almasını yasaklamazsanız bu kendi doğal işleyişi içinde sendikaların giderek üretici mülkiyet üstünde hak sahibi olmalarını bir anlamda sağlamış olursunuz. Bizim işçi fonlan hiçbir biçimde uretici sermaye haline döndürülmemelidir, döndürülmesinde zarar vardır gibi bir yaklaşımımız yoktur. Herkes bu toplumda girişim hakkına sahiptir. İşçi fonlan ustünde tasarrufta bulunan sendikaların da çok doğal haklarıdır, hatta gereklidir; yarışma koşullarını pekiştirmek, sosyal dengeleri sağlayabilmek için... İsveç'te tartışmalar Hatırlanacağı gibi bu proje İsveç'te buyuk tepkilere yol açmıştı. İşverenler projeyi protesto amacıyla gösterüer duzenlemişti. Ancak, bu kesimin doğal sayılabilecek tepkisinin yani sıra tsveç Sosyal Demokrat İşçi Partisi saflanndan ve ozellikle partinin liberal kanadından da eleştiriler yukselmişti. Eleştiriler projenin çoğulcu demokrasiyi tehdit ettiği noktasında yoğunlaşmjştı. Sendikalar yönetimindeki fonlann zaman içinde firmalann denetimini ele geçireceği ve sonuçta kuçuk bir azınlık olan sendika bürokrasısinın ülke ekonomisine egemen olacağı endisesi, eleşıirilerin temelini teşkıl ediyordu. Proje, sendikaların ağır basması sonucu yasallaşrmştı. Ücretli Fonlan tasansı yasalaştınlırken, eleştiriler dikkate aiınarak büyük ölçude yumuşatılmıştı. Örneğin fonlarda her yıl ancak sırurlı bir miktar toplanabilecekti ve fonlar bir fırmanın hisse senetlerinin yüzde 8'inden fazlasına sahip olamayacaktı. DSP programında "fon diizeni" ile ilgili yeterii aynntı olmamakla birlikte, isveç'teki tartışmaların dikkate alındjğı anlaşılıyor. Nitekim fonlann yönetiminin bizzat ortaklanna, yani koylülere ve işçilere verileceği, fon . lann sahip olacağı hisse senetlerinin her firmanın sermayesınin belli bir mıktannı aşamayacağı ilkeleri bunu gösteriyor. Bu yeni ekonomik kurumlann yani sıra DSP'nin özel sektörde de İcaulımcıuğı savunduğunu hatırlatalım. "İşçiler, gerek belirli ölçütlere uygun işletmeler düzeyinde gerek ekonomik ve sosyal politikalann saptanmasında, >onetime ve sorumluluğa kaulacaklardır. Bu katılımı gerçekleştirip işietmelerde kârdan pay alacaklardır" (s.114). Bu ifadeden, işçiierin salt halk sekıöru ve kamu sektörüne ait firmalarda değil, belli bir buyüklüğun uzerindeki özel firmalarda da yönetime ortak edilmelerinin duşünüîdüğu anlaşılıyor. Bu konuyu kapatırken SHP'nin de katılımdan yana olduğunu belirtmek gerekir. Programının "Çalışma Yaşamı" adlı bölumünun içinde şu cumleyi okuyonız: "SHP, çalışanlann. gerek çaüştıklan işyerlerinde, gerekse ülke yönetiminde alınacak tum kararlara katılma vollannın açılmasını bir ödev bilir" (s. 45). Bu ilke açıklaması dışında katılım konusuna SHP programında hiç değinilmiyor. StltECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle