19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 HABERLERİN DEVAMI 24 MA YIS 1986 Adres, Reagan Yönetimi'dir... (Baştarafi 1. Sayfada) Atina bunu nasıl sağlamıştır? Amerikan ve Yunan askeri makamları arasında bir mutabakata varılmıştır. Bu mulabakat, bir "kriz" halinde Amerikan takviye kuvvetlerinin Limni Adası'nı "harekât üssü" olarak kullanmalannı öngörmektedir. Üstelik bu anlaşmanın "Delta Ensuro" kod isimli NATO belgesine bağlandığı da bilinmektedir. Işte sorun budur. Anlaşılan Atina, Limni'nin Türkiye'ye karşı uluslararası antlaşmalara aykırı olarak silahlandırılmış statüsüne dönük "doğrvdan" Amerikan ve "dolaylı" NATD güvencelerini cebine indirdikten sonra Brüksel'de gerilemiş gözükmeyi tercih etmiştir. Çünkü böylesine güvencetere sahip olduktan sonra, Limni'nin NAID kuvvet hedefleri programında yer alıp almamasının kıymeti harbiyesi bir bakıma yoktur. Bu yüzden şu aşamada muhatabamız ne NATO'dur, ne de Yunanistan'dır. Yunanistan zaten Limni'yi fiilen siiahJandırmıştır ve Türkiye'ye "hasım" konumdadır. Adres, artık Reagan yönetimidir. Başbakan Özal ve hükümeti kamuoyunda henüz Amerika'nın adını telaffuz etmekten özenle kaçınmaktadırlar. Sayın Özal bu konuda "rBsmi" bir bilginin daha kendilerine ulaşmadığını söylüyor. Olabilir, ama bu durum hiçbir şeyi değiştirmez. Reagan yönetiminin tabak gibi açığa çıkmış olan eğilimi, Limni'nin silahlandırılmış statüsünden yanadır. Bu konuda kuşku yoktur. Sayın Bülent Ecevit'in dediği gibi ABD, Ege'de "Türkiye1 ye karşı, Yunanistan'la el ele bir 'hasım' tavnnı benimsemiş veya niyeti o oimasa bile, 'hasım' konumuna geçmiş"ür. Mesele budur. 12 Eyiül'ün başbakanı ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu önceki gün TBMM'de yaptığı konuşmada ABD ve NATO1 yu isim vermeksizin ağır biçimde eleştirmiştir. Sayın Ulusu'nun paylaştığımız görüşleri şoyledir: "WB know wno you are. We know what you did, (Kimler olduğunuzu ve neler yaptığınızı biliyoruz). Yeter artık. Ege Denizi Türkiye'nin nefes borusudur. Bir insan nasıl nefes almadan yaşayamazsa, Türkiye de Ege'siz yaşayamaz. Yunanistan gerçekleri kabul etmediği ve Turkiye'yi Ege Denizi'nin bir köşesine sıkıştırma politikasını uygulamaya devam ettiği takdirde, Türkiye'nin kendisini yakından kuşatmış, deniz yottannı tehdit eden, Turkiye'yi nefes alamaz duruma sokan ve Anadolu'ya karşı bir sıçrama tahtası haline getirilen adalar çemberini er veya geç parçalamak mecburiyetiyle karşı karşıya kalır" Sayın Ulusu'nun aitını kalın kalın çizdiği bu gerçeği dost, düşman herkesin kavramasını dilerken, özal hükümetinin de bu çizginin gerisine düşmeyeceğini ümit ederiz. AETiçintamdestek ANKARA, (Cumhuriyet Burosu) Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkilerde gözlenen "yakınlaşma" havası, 12 yılbk bir aradan sonra Türkiye'ye ayak basan ilk Fransız bakanı olan Savunma Bakanı Andre Giraud'un dün başlayan ziyareti ile iyice belirginleşti. Fransa Savunma Bakanı Giraud, dün Türk Fransız ilişkilerinin "cesaret verici" bir düzelme içinde olduğunu belirterek, "Ülkelerimizin arzuladığı ve potansiyelleri dikkate alındığında ilişkilerimiz çok mütevazı bir düzeyde bulunmaktadır" dedi ve bu ilişkilerin bir an önce yoğunlaştırılmasını arzuladıkları mesajını verdi. Giraud'u Milli Savunma Bakan Vekili sıfatıyla karşılayan Dışişleri Bakanı Vahit Ha• lefoğlu da, "Türk Fransız ilişkilerinde yeni bir dönemin açıldığım" vurguladı. Andre Giraud, dün öğle saaılerinde özel uçağıyla Ankara'ya geldi. Konuk bakan dün görüşmelerinin ilk bölümünü askeri törenle karşılandığı Milli Savunma Bakanlığı'nda yürüttü. Halefloğlu, burada Giraud'la Savunma Bakan Vekili sıfatıyla görüştü. Buradan doğruca Dışişleri Bakanhğı'na geçildi ve Halefoğlu, Giraud ile bu kez "Dışişleri Bakanı" şapkasını giyerek görüştü. Bu görüşmelerden sonra da Andre Giraud, Başbakan Turgul Özal tarafından kabul edildı. Bu görüşmede Giraud'un, Özal'a Fransa Başbakanı Jacques Chirac'ın özel bir mesajını getirdiği bildirildi. SICAK KONUŞMALAR Giraud'un temasları dün Halefoğlu'nun Ankara Palas'ta verdiği öğle yemeğindeki "sıcak" nutuklarla başladı. Halefoğlu konuşmasında, TürkFransız ilişkilerinin istenilen düzeyde olmadığını belirterek, "Türk Fransız ilişkilerini en iyi düzeye çıkarmak için elimizden gelen gayreti sarfedeceğiz" dedi. Andre Giraud ise oldukça uzun konuşmasında Kanuni Sultan Süleyman'la birinci François arasında tesis edildiği dönemden başlayarak, Türk Fransız ilişkilerinin tarihi üzerinde durdu. De Gaulle'un, Türk Fransız ilişkileri hakkında, "Çogu zaman mutlu, bazen üzüntülü, ama her zaman özel bir ilişki" dediğini hatırlatan Giraud, "Paylaştığımız tarih, iniş ve çıkışlı olmakla beraber zengindir. Yüzyıllardan bu yana uzanan Türk Fransız ilişkilerini bugün de hak ettiği düzeye getirmek arzusundayız" dedi. Konuk bakan, Türkiye'nin Fransa ve Avrupa ile ilişkilerinin yakınlaşmasının herkesin lehine olduğunu da vurgulayarak, "Bu gelişme hiç kimseye karşı değildir. Avrupa demokratik topluluğunda hak ettiği yerini alması için Türkiye'yi destekliyonız" dedi. Fransız Savunma Bakanı aynca, Türklerin "kendilerine özgü dehalan" ile Doğu ile Batı arasında her iki kıtanın da kültürünü özümseyerek bir "özgün" sentez yarattıklarına dikkat çektikten sonra Türkiye'nin hem İslam konferansına hem de Batı kuruluşlarına üye olduğunu hatırlattı ve "ilişkilerimizi geliştirmemiz için bütün nedenler mevcuttur" diye ekledi. FRANSIZ SAVAŞ GEMİLERt GELtYOR Milli Savunma Bakanlığı'ndaki görüşmeler de aynı sıcak hava içinde gecti ve ilişkilerdeki düzelmenin sembolik bir ifadesi olarak Fransız savaş gemilerinin yeniden Türk limanlannı ziyaret etmeleri kararlaştırıldı. Bu görüşmelerde a>Tica iki ülke arasında uzun yıllardan sonra ilk kez personel eğitimi ve askeri heyetlerin karşılıklı zijaretlerde bulunmaları konusunda da anlaşmaya vanldı. SAVUNMA ALAMNDA YEŞİL IŞIK Ancak Milli Savunma'daki görüşmelerin ağırhklı noktasını savunma sanayiinde işbirliği konusu oluşturdu. Savunma Sanayii Destekleme Fonu Başkanı Vahit Erdem de görüşmede hazır bulunarak, başjnda bulunduğu fonun işleyişi hakkında Giraud'a bilgi verdi. Giraud'un da Fransız siiah yapımcısı firmalarının Türkiye ile iş yapmak konusundaki arzularını genel ifadelerle hissettirdiği bildirildi. Halefoğlu ise, "Fransa'nın savunma sanayii alanındaki pofansiyeli bu konuda esasen ilgi gösteren Fransız firmalan ile verimli ve yaygın bir işbirliği imkânı bulundugunu göstermektedir" şeklinde konuşarak, Fransa'ya bu alanda "yeşil ışık" yaktı. FRANSA'DAN AET KONUSUNDA TAM DESTEK Dışişleri Bakanlığı'nda devam edilen görüşmelerde ise özellikle Türkiye AET ilişkileri ön plana çıktı. Halefoğulu, Türkiye'nin Avrupa ve bu çerçevede AET ile ilişkilerini normalleştirmek yolunda sarfettiği çabalan anlatarak, özellikle Türkiye'nin Avru.. . .. , ,n pa Konseyı çözüme kavuşturulDonem Başkanlığ sorununun J * . . . . , * , masında Fransa'nın verdiği des Giraud geldi POLTTIKA VE OTESİ MEHMED KEMAL Kolaylıkla 'kadim dostum' diyebileceğim Sabahattin Batur, Osmanbey'de Matbaacı Osman Bey Sokağı ile Rumeli Caddesi'nin kesıştığı köşede bir galeri açtı. Açılışı bir yılı aşkındı, ama ben yeni gidiyorum. Müzecilik ye galericilik, Sabahattin Batur'un öğretmenlik, yazaıiık, şairlik niteliklerini geride kodu. Galeriyi arıyorum, Merih Sezen'le karşılaştım. O da oraya geliyormuş. "Bu sokak var ya," dedi. "Bu sokak benim dünyaya geldiğim sokaktır. Vaktiyle adı başkaydı, şimdi Matbaacı Osman Bey demişler, niye demişler bilmiyorum." Merih Sezen'in sadece doğduğu değil, gençlik ve delikanlılık günlerini geçırdığı yerler de burasıdır. 4050 yıl önce buralar bahçeli evlermış. Nerede dükkânlar, marketler... İn cin top atarmış. Birlikte sergıye girdik. Sabahattin karşıladı. Ressam ortalıkta görünmüyordu, dışarı çıkmış. Duvardaki resimleri seyrediyoruz. İlk bakışta çocuksu, güleç, iç açıcı renkleriyle resimler Burhan Uygur'un yaptıklarını anımsatıyor. Tam Burhan Uygur değil, o mu onu anımsatıyor, öteki mi onu, pek belli değil. Merih Sezen baktıkça, "Ne güzel, çocuksu, duyarlı, naiv, sevgi dolu.. Ben resimden anlarım" dedi. Elbette anlayacaktı, bu yaştan sonra heykele başladı, kendini heykele verdi. Derken, ressam Nazmi Yılmaz göründü. Daha önce Avni Öztüre'nin Mühürdar'daki galerisinde görmüştüm. Genç, utangaç, hemen hemen hiç konuşmayan, duraksı biri. Bir yandan duvarları kaplayan resimlere birlikte bakıyoruz, bir yandan kendisi hakkında bilgi alıyorum. İstanbul'da 1944 yılında doğmuş. Hiçbir resim eğitimi görmediği gibi, hiçbir atölyeye de bağlanmamış. Ne yapıyorsa kendi kendine yapıyor, ne öğrendiyse kendi kendine öğrenmiş. "Demek alaylısın..." dedim. "Evet, alaylıyım." diye güldü. Bu yedinci sergisiymiş, 1982'den bu yana yaptığı bütün resimlerini sergilemiş. Daha resimle geçinecek derecede bir pazar oluşturamadığından yakınıyor. Üsküdar'da oturduğu evin bir odasını atölye bellemiş, orada çalışıyor. Atölyesi yok. "Her sergim ayrı ayrı konuları, ayrı ayrı renkleri işler" diyor. "Bakın bu sergime Vnutulmuş Hayatlar' adım verdim." Karşıda, ötekilerine göre daha iri, kocaman bir tuvali göstererek, "Bütün resimter bundan kaynaklanır. Bu resim hepsine analık eder. Ben resimlerim hakkında çok şey söyieyemeyeceğim. Resimler kendi konuşsun. Eğer resimler kendi konuşup kendini anlatamıyorsa başarılı sayılmaz." Burhan Uygur'a benzediğini söyleyecektim ki, kapıdan Burhan da göründü. Tanışıyorlarmış. Tam diyecekken, ikisi birden "Resimlerimizi birbirine benzetirler" ya dediler ya demediler, bana öyle geldi. Resimler hep çocuksu, güleç, sevgi dolu. Baktıkça insanın içi açılıyor. Bütün resimlere analık eden tablo da beyaz, ama alacalı beyaz egemen... Kırmızılar, maviler, belli birtitreşimle çevresini sarmış. Resim yapmada 'harika çocuk' o\an birini, anası babası üstadın yanına götürmüşler, resimlerini göstermişler. "Ne dersiniz? Ne önerirsiniz? Nasıl resim yapsın?" Üstat, bu sorular karşısında ilkin hiç sesini çıkarmamış, dalgm dalgın bakmış, sonra: "Resmin nasıl yapılacağını bilsem, burada bir dakika durmam, hemen koşar atölyeme gider hemen resim yapmaya başlarım" demiş. Nazmi Yılmaz, okulsuz, öğretmensiz resim yapıyor. Bir üstada danışmasına da gerek yok. Sanıyorum, vakit buldukça atölye bellediği odasına koşuyor, bu resimleri yapıyor. Bu resimleri nasıl anlatmalı? Dediği gibi resimler kendi kendilerini anlatmalı. Ben eleştirmen değilim. Ancak resimleri sever, bu sevgi mi yansıtmaya çalışırım. En iyi resim eleştiricisi olarak Eşref Üren'i bilirim. Hem resimyapar, hem de sergileri eleştiren yazılar yazardı. Bir gün, "Üstat" dedim, "Resimler üstüne yazıyorsun, bunca sözü nasıl getirip bir araya koyabiliyorsun?" ' 'Benimki eleştiri değil, resim gevezeliği... Şairler de şiir yazmadan önce şiir gevezeliği etmezler mi, onun gibi!.." Sözleri çok beğenmiş, gülmüştüm. Benim yaptığım ne ki, gevezeliğin gevezeliği değil mi? Bir Resim Sergisinde UĞUR MUMCU (Baştarafi 1. Sayfada) GOZLEM ANKARA'dan YALÇIN DOĞAM (Baştarafi I. Sayfada) arasında gözden kaçan önemli kurallan içeriyor. Yeni kurallar sadece bankaların yapısım ve işleyişini değii, ama bunun çok ötesinde milyonlarca tasarrufsahibini, yani ortalama vatandaşı ilgilendiren nitelikleri de içeriyor. Bankalar Yasası'nda yapılan bir değişiklikle, artık her bankanın sıradan lasarruf sahibine vereceği güvence aynı olmayacak. Şu andaki uygulamaya göre, her lasarruf sahibinin üç milyon liraya kadar olan birikimi "banka farkı gözetmeksizin" hükümet garantisi aitında bulunuyor. Eğer banka batarsa, söz konusu üç milyon liralık birikimler "Mevduat Sigorta Fonu" adı verilen bir fondan ödeniyor. Yeni düzenleme üç milyon liralık garanti sınırını ortadan kaldırıyor. Yerine "her bankaya göre değişebilecek sigorta anlayışım"getiriyor. Örneğin, sigorta yönetimi şunu söyleyebilecek: "A bankasının yönetimi bankaalık geleneklerine ve piyasadakirekabet koşuüanna uyum sağlayamıyor. Dolayısıyla A bankasının toplam mevduattnın sadece yansı sigorta kapsamındadır. Aynca, faiz ödemeleri sigorta fonu tarafından karşılanmayacaktır". Sigorta yönetimi hem A bankasına, hem de tasarnıf sahibine böyle bir duyuruda bulunabilecek. Buna karşılık, bir adım daha ileri gidersek, siyasal iktidarlarm uygulamakta olduğu ekonomik politikalara uyum gösteren bankaların mevduatları aynı sigorta fonu tarafından "tam güvence altına" alınabilecek. Şimdi, siz küçük bir tasarruf sahibi olsanız ve paramzı bir bankaya yatırmak isteseniz. hangi bankayı tercih edersiniz? Paranızın tümünü ya da bir bölümünü garanti eden bankayı mı seçersiniz? Elbette ki, paramzın tümünü sigorta eden bankayı seçersiniz. Hangi bankaların tasarruflarının tümü sigorta edilecek?... tşte, bu soru çok kritik ve siyasal boyutlar taşıyan incelik tam burada ortaya çıkıyor. Çünkü, burada devreye "Bakanlar Kurulu " giriyor yeni yasaya göre. "Hangi bankantn tasarruflannm tümü sigorta edilecek, hangisinin sadece bir bölünui sigortalanacak" konusunda yetki ve son karar yeni yasada Bakanlar Kurulu'na bırakılıyor. Dolayısıyla, Bakanlar Kurulu herhalde ekonomik etkenleri dikkate alacak vefakat bu arada mutlaka "belli siyasal ölçülerden de" hareket edebilecek. Düsünebiliyor musunuz Bakanlar Kurulu 'nun bankalar karşısmdaki "Demokles'in kıhcını?" Bakanlar Kurulu örneğin "A bankasının tasarrufları sigorta dışı" diye bir karar verdiği anda, artık o bankanın da ölümfermanını imzalamış olacak. Çünkü, "hükümet tarafından bile güvenilmediği dolaylı yoldan açıklanan bir bankaya" artık kim gider de parasmı yatırır?.. Bankalar arasında rekabeti sona erdiren ve bunun da ötesinde "bankaların tekelleşmesine"yol açabilecek böyle bir uygulamaya özal hükümeti neden gerek duyuyor?.. Tek bir nedenle: Serbest faiz hazırlıkları yüzünden. Hükümette ciddi bir hazırlık yürütülüyor. Önümüzdeki yıl ANAP iktidarı serbest faiz uygulamasına geçmeyi düşünüyor. Şu anda faizler perde arkasında hükümet tarafından belirleniyor. Gelecek yıldan itibaren faizler lümden serbest bırakılacak. Ama, serbest bırakıldığmda, piyasada "önemli bir otorite boşluğu " doğacak. Şu anda böyle bir boşluk yok, çünkü hükümet perde gerisinden "işi idare ediyor." Hükümet serbest faize geçildiğinde doğacak boşluğu büyük bankalarla doldurmayı düşünüyor. Çünkü, bu bankalar hükümete ikiyönden yeteri kadar güven veriyor. Önce, büyük bankaların yönetimleri "Özal iktidanna kendilerini çok yakın" hissediyorlar. Yani, siyasal iktidarla işbirliğinden her zaman yarar umuyorlar. tkincisi de mevduat toplamak için büyük bankaların yüksek faize hiç ihtiyaçları yok. Dolayısıyla, faizler serbest bırakıldığmda, büyük bankalar faizleri tırmandırmayacak ve hatta hükümetin el altından uygulanmasım istediği faiz oranlarını açıklayacak. Uygulama, gerçekte, Özal'ın "banker faciasmdan" yeteri ölçüde ders aldığını ortaya koyuyor. 1981 ve 1982 yıllarında serbest bırakılan bankerlik faiz oranlarını yüzde yüzyirmilere tırmandırmakla kalmadı, sonuçta "Özal'ın Başbakan yardımcılığına" da mal oldu. Şimdi Özal yoğurdu üfleyerek yemek amacında. Serbest faize geçmeden önce "gerekli gördüğü güvenlik önlemlerini" sisteme eklemeyi unutmuyor. Bankalar batarsa, bu kez beraberinde kimleri ve neleri alır götürür, bu bilinmez. Ama Özal kimleri ve neleri götüreceğinı çok iyi biliyor olmalı ki, Bankalar Yasası'nda özetlenen değişikliği zorunlu gördü. Kim kimdir? Nükleer progranu uygulamaya geçirdi Chirac hükümetinin Savunma Bakanı Andre Giraud(61), Fransa'nm ulusal nükleer programını uygulamaya geçiren teknokrat olarak isim yaptı. Andre Giraud, Paris'teki politeknik okulunda petrol ve madencilik öğretimi gördükten sonra uzun yıllar ABD'de de staj yaptı. Giraud, 195864 yılları arasında ise Fransız Petrol Enstitüsü'nün Genel Müdür Yardımcılığı 'nı yaptı. 196064 yılları arasında Bilimsel ve Teknik Araştırma Komitesi Danışma Kurulu üyeliğinde bulunan Giraud, 1970'te Fransa Atom Enerjisi Kurulu 'nun başkanlığına atandı ve bu görevini sekiz yıl sürdürdü. Bu dönemde Fransa nükleer alanda büyük bir atılım gerçekleştirdi. Giraud'un ilk bakanlığı Giscard d'Estaing dönemindeki Barre hükümetinde oldu. 197881 yılları arasında Sanayi Bakanlığı görevinde bulundu. Fransa 'da sosyalistierin iktidara gelmesinden sonra akademik hayata döndü ve ParisDauphine Üniversitesi'ndeprofesör olarak ders vermeye başladı, aynca uluslararası damşmanhk yaptı. Giraud, bu görevleri üstlenirken, Renault, Aerospatiale gibi bazı büyük Fransız firmalarının Yönetim Kurulu üyeliklerinde de bulundu. Andre Giraud, TürkFransız ilişkilerine önem veren bir şahsiyet olarak tanımyor. Türkiye, Kremlin'in bütün geJişmekte otan ülkelerin önüne koyduğu, gelişmek için demokratik sosyalizm formülünü boşa çıkartacak bir unsur olacaktır... CIA ajanına önce şunu sormak gerekir: Demokratik sosyaJist partisi olmayan bir çoğulcu demokrasi nasıl olur? "Yumurtasız omlet" nasıl olursa, sosyaJist partisiz bir çoğulcu demokrasi de işte öyle olur, bu sorunun yanıtı budur. Tabii, Türkiye'nin nasıl "bağımsız" olup olmayacağı konusu da CIA gorevlisi ile tartışılmaz. Paul Henze, 1982 yılında "The Wilson Ouarteriy" adlı derginin 124'üncü sayfasında, DİSK'in bazı kentlerde "kurtanlmış bölgeler" oluşturduğunu, TÛBDER'in de anarşik eylemlerin silah ve para kaynağı olduğunu yazmıştı. Ne DİSK iddianamesinde ne TÖBDER davasının iddianame ve gerekçeti hükmünde böyle savlara yer verilmiş değikli. Henze, açıkça yalan yazıyordu ve bu yalanını bütün dünyaya yayıyordu. Gerek Henze, gerek Sovyet yazarlan, Papa suikastını yörüngesinden saptırabilmek için neler yazmamışlardı ki? Henze ve Henze gibi düşünenlere şu gerçekleri anlatmak belki yararsızdır. Çünkü Henze "görevir'd'n. Görevi, olayları görevli olduğu örgüt adına saptırmaktır. Dünyada çeşitli sol akımlar vardır. Kremlin de bu akımları etkilemek ve yönlendirmek ister. örneğin TKP, Kremlin doğrultusunda çalışır. Bunda bir şüphe yoktur. Dünyada sol akımlar içinde "antiScvyet" olanlar çoğunluktadır. Avrupa'daki demokratik sosyalist partilerinin Kremlin çizgisi ile hiçbir ilgileri yoktur. İlgileri olmadığı gibi, Avrupa'daki sosyalist ve sosyal demokrat görüşler, Sovyet Marksizmi ile bitmez tükenmez bir ideotojik savaş içindedirler. 197D'Iİ yıllarda Ispanya, Portekiz, Fransa ve İtalya'daki komünist partilerince oluşturulan "Avrupa komunizmi" düşuncesi de Leninizm ile taban tabana çelişiktir. Lenin, "Deviet ve Ihtilal" adlı kitabında, "proletarya diktatörtüğü"nü sınıfların yok olacağı aşamaya kadar savunanların "Marksist" sayılacaklarını, bu amacı benimsemeyenlerin Marksizmi çarptırdıklarını yazar ve Lenin en sert eleştirilerini oportünist saydığı Alman sosyalisti Kautsky'ye yöneltir. Avrupa komunizmi ideolojik kaynağını Lenin'in "oportünizm" olarak suçlayıp aşağıladığı görüşlerde bulur. Model olarak "Sovyef Marksizmi" demek olan "Leninizm" ile demokratik sosyalizmın izleyeceği yollar çok ayrıdır. Marksizm ve Leninizm "proletarya diktatörlüğü" düşüncesinin terk edildiği noktada biter, bu sınırdan sonra demokratik sosyalizm başlar. Kremlin, Henze'nin ileri sürdüğü gibi "gelişmekte olan ülkelerin önüne demokratik sosyalizmi" koymuş değildir. Çünkü Kremlin "proletarya diktatöriüğü"nü reddeden ideolojileri savunmayı kendi açısından "ihanet" sayar. "Buyük devlet siyaseti" güden Kremlin, birçok ülkedetutucu ve gerici iktidarları bile destekliyor, demokratik sosyalizme yönelmek isteyen Çekoslovakya ve Polonya'da da askeri işgaller ve cuntalarla egemenliğini sürdürüyor. Henze'ye Sovyetler'in Türkiye'de hangi çevrelerle ticari işbirliklerine giriştiklerini araştırmasını salık veririm. Sovyetler'in işbirliği yaptığı insanlann hemen hemen hepsi "milliyetçi ve muhafazakâr" siyasetçilerden ya da bunların yakınlarından seçilmektedir. Henze bir "soğuk savaş" kalıntısıdır. TKP, Türkiye'deki bütün solu kendi doğrultusundaymış gibi göstermeye çalışıyor. Aynı işi Henze de soğuk savaş rüzgâüarı estiren kafası ile bir başka amaç için yapıyor. Amaçları çok ayrı, ama ikisinin yolu da aynı kapıya çıkıyor: Bütün solu Moskova'ya bağlamak. Savunma (Baştarafi 1. Sayfada) karmaşık bir teknolojisi bulunmayan bir tipte seçileceğini" söyledi. Bu ilke kararı çerçevesinde, " ,. , • „ „ v yabancı vatınm talıplenne, ortak yatırım tesıslerının üretımının belirli bir takvim çerçevesinde yerli katkı oranını arttırması gerektiğinin anunsatıldığı öğrenildi. Yabancı yatırımcıların projelerini finanse etmek üzere getirecekleri dış kredilerin ancak çok önemli projelerde devlet garantisi kapsamına alınacağı kaydedildi. Bunun daşında yabancı yatırımcıya sağlanan en önemli teşvik unsurunun "alım garantisi" olduğunu belirten yetkililer, "Tesisin teknolojisi ve fiyatı yeterli. rekabete açık olursa, üretiminin 5 veya 10 yıl süreyle satın alınacağı taahhüt edilecek. Aynca belki de bu tesise avans kredisi verilebilecek" dediler. ÇAUŞANLARIN SORULARI/SORUNLAR1 YILMAZ ŞÎPAL Memurlarm emeklilik yaşı 1 Ocak 1984'ten geçerli olarak yürürlüğe giren 2889 sayıh yasa, kadın iştirakçilerin 20, erkek iştirakçilerin ise 25 fiili hizmet yülannı doldurduklannda, yasa bağımlı olmaksızm istekleri durumunda emekü olabilmeleri koşulunu kaldırmış ve kademeli olarak aranan fiili hizmet sürelerinin yani sıra belirli yaşlan da doldurmalan gerekli görülmüştür. Kadın iştirakçi 20, erkek iştirakçi ise 25 fiili hizmet yıilannı; "a) 1984 veya daha önceki yıllanU dolduran kadın iştirakçilere 38, erkek iştirakçilere 43 yaşını, b) 1985 yılında dolduran kadın iştirakçilere 39, erkek iştirakçilere 44 yaşını, c) 1986 yılındt dolduran kadın iştirakçilere 40, erkek iştirakçilere 45 yaşını, d) 1987 yılında dolduran kadın iştirakçilere 42, erkek iştirakçilere 47 yaşını, e) 1988 yılında dolduran kadın iştirakçilere 44, erkek iştirakçilere 49 yaşını, Tamamlamalan halinde istekleri üzerine emekli ayügı baglanır." 1989 yılında ise kadın iştirakçiler için yas suun 45, erkek işti> rakçiler için ise 50 olarak belirlenmiştir. tSTEUE YRURI 1966 1987 1988 1989 (KAMNIİEM0R) 1986 İSTEK YU 1941 1942 1943 1944 1945 1946 1947 1948 1986 1986 1986 1986 1986 1966 1967 1968 Y«şHtawt TaMtta ARAMAN KOSMİAR F*J HİZMET KADM ERKEK 20 25 20 25 20 25 20 25 YAS KAOn 40 42 44 45 ERKEK 45 47 49 50 Sovyet halkı (Baştarafi 12. Sayfada) zır olduğunu ifade etti. Shultz, Washington'un nükleer santrallann güvenliği konusunda Moskova ile işbirliği yapmak istediğini de kaydetti. AP'nin haberine göre, ABD'deki Nükleer Düzenleme Komisyonu Uyesi James Asselsline, Amerikan Temsilciler Meclisi Enerji Komisyonu'na verdiği bilgide, ABD'de meydana gelebilecek bir nükleer reaktör kazasında, dışarıya Çernobil'deki kadar çok miktarda radyasyon sızmasının ihtimal dahilinde olduğunu söyledi. Asselstine, nükleer santrallarda güvenlik önlemlerinin geliştirilmemesi halinde, ABD'de 20 yıl içinde Çernobil'dekine benzer bir kazayla karşılaşılabileceğini kaydetti. Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması (GATT) üyesi ülkelerin Cenevre'deki olağan toplantısında, AET'nin Doğu A\Tupa ülkelerine uyguladığı gıda ithalatı yasağını kaldırmalannı istediler. Avrupa Ekonomik Topluluğu üyesi 12 Batılı ülke, Çernobil'deki nükleer reaktör kazasından sonra radyasyon olduğu gerekçesiyle Doğu Avrupa ülkelerinden yaptıkları süt, et, sebze ve her türlü taze yiyecek ithalatını mayıs ayı sonuna kadar durdurmuşlardı. Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya tarafından AET ülkelerine yapılan çağrıda, bu kararın haksız olduğu bildirildi. Çernobil'deki nükleer santral kazasında ölen 15 kişiden birinin cenazesinin santralın içine gömüleceği bildirildi. SSCB Komünist Partisi'nin bir yetkilisi de Moskova'da yaptığı açıklamada, kazadan sonra bölgeyi boşaltan binlerce kişinin başka yerlere yerleştirilmesi çalışmalannın sürdüğünü söyledi. SSCB'nin resmi yayın organı Pravda gazetesinde yayımlanan bir haberde de, Çernobil bölgesinden boşaltılan kişilerin yerleşimi için 10 bin yeni evin inşasına başlandığını duyurdu. Çernobil kazasından sonra SSCB'nin en verimli topraklarının bulunduğu Ukrayna bölgesinde meydana gelen zarar konusunda SSCB makamlan tarafından henüz resmi bir açıklama yapılmadı. Ancak ABD'li tarım uzmanları zararın 1 milyar dolar civarında olduğunu kaydediyorlar. Öte yandan, Çernobil'deki nükleer kazadan sonra Batı Avrupa'da radyasyon diçüm aygıtlannın satışının arttığı haber veriliyor. Fiyatları 10 binle 30 bin dolar arasında değişen bu aygıtlara özellikle Batı Avrupa ülkelerinden büyük talep geldiği kaydediliyor. DYP'de görüş ayrılığı (Baştarafi 1. Sayfada) DPY'nin yeni bir anayasa isteğiyle yola çıkmadığını belirterek, anayasada işlemeyen ve aksayan ban maddelerin değiştirilebileceğini, ancak, yeni bir anayasa yapmanın söz konusu olmadığını söyledi. Yaşa, ara seçimlerin en kısa zamanda yapılmasını da isteyerek, bunun göstereceği sonuçlara göre erken seçimin tartışılacağını söyledi. Yaşa, hükümetin Meclis'i olabildiğince erken tatile sokmak istediğini, çok önemli yasaların hızla Meclis'ten çıkarıldığını da belirterek, Meclis'in bir an önce tatile girmesinde DYP'nin grup oluşturmasının önemli rolü bulunduğunu savundu. DYP'nin Meclis'e girmesiyle birlikte demokratik hayatın rayına oturma aşamasına geidiğini anlatan Yaşa, bunun milli uzlaşma için çok önemli bir adım olduğunu söyledi. Yaşa'nın "Solla işbirliği ya para k yeni bir anayasa taslağı hazırlamak bizim düşüncemizin dışındadır" yolundaki açıklaması ile DYP Genel Başkanı Hüsameltin Cindoruk ve Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Dülgerle ters düşmesi konusunda DYP Genel Merkezi bir yorum yapmadı. DYP Genel Başkanı Yardımcısı Mehmet Dülger, "DYP Meclis Grubu ile genel merkez arasındaki ters düşme" konusundaki sorularımıza yanıt vermedi. Dülger, zaman içinde konuların aydınlığa çıkacağını belirterek, "Bu soruya bana sormamış olun" dedi. DÜLGER VE CİNDORUK NE DEMİŞLERDİ? Memduh Yaşa'nın sözlerine karşın, DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Dülger 20 mayısta Cumhuriyet'te yayımlanan açıklamasında "Yeni anayasayı iki büyük siyasi düşüncenin sahiplerinin bünyelerinde lespit etmeli. Demokratik sağla, demokratik solun ııziaşmasını takdirle karşılarım. Genel seçimlerden sonraki Meclis yeni anayasa yapmalı. Zincirbozan hadisesi ile herkes birbirini iyi tanıdı. Eski refleksler yerini uzlaşma ortamına bırakmalı" demişti. Yaşa'nın "solla işbirliğini reddeden" görüşüne kaynaklık eden öneriyi ilk olarak ortaya atan DYP'nin Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk da ilk yapılacak seçimlerde olusacak parlamentoda demokratik solla demokratik sağın işbirliğinin yararlarını dile getirerek, demokrasi formülünü açıklamıştı. Yaşa, Meclis gündemindeki bazı yasa tasarılannı da eleştirerek, fakir fukara fonu olarak bilinen tasarıya karşı çıktı. Yaşa, "Bu tasan ile bütün Türkiye bir vakıf örgütüyle örtünecek. Bu vakıflar devlet parasıyla kurulacak. Bütçeden pay alınacak. Yani kamu hizmetine tahsis edilmesi gereken gelirler bu vakıflara devredilecek. İnsanlara geçimlerini asgari ölçüde temin edecek. Para dağıtmayla toplumun refahı sağlanamaz" dedi. Yaşa, tütün tekellerinin kaldırılmasını öngören yasa tasarısını eleştirerek, bunun yeni bir tekele yol açacağını savundu. Yaşa bir soru üzerine bu yasaların iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yollarını zorlayacaklarını sözlerine ekledi. BAYÜLKEN Öte yandan Antalya Bağımsız Milletvekili Ümit Haluk Bayülken, bir sempozyuma katılmak üzere geldiği Erzurum'da basın mensuplannın DYP'ye geçmesine ilişkin sorularım yanıtlarken, "12 Eyiül'ün aleyhinde olanlann partisine gecmem" dedi. Süleyman Demirel'le görüştüğünü ve DYP'ye geçmesi için uygun bir ortamın sağlanması gerektiğini söyleyen Bayülken, "Fakat gördüm ki, herkes makam ve mevki peşinde koşuyor. Bana da DYP'nin çığutkanlığını yaptırmak istediler. Şahsi çıkarına dokunuyor diye 12 Eyiül'ün aleyhinde konuşmak siyasetin çirkef yönünü kullanmaktan başka bir şey değildir" şeklinde konuştu. teğe teşekkür etti. Halefoğlu, Türkiye AET Ortaklık Konseyi'nin henüz toplanamamış olmasını, "eksiklik" olarak nitelendirdikten sonra Yunanistan'ın Türkiye AET ilişkilerinin normalleşmesini engellemek amacıyla izlediği politikayı gündeme getirdi. Halefoğlu, Fransız bakandan Yunanistan'ın AET içindeki engellemelerinin önlenmesi konusunda hükümetinin desteğini istedi. Giraud ise Halefoğlu'nun Yunanistan'la ilgili beklentisi karşısında bir Türk yetkilisinin ifadesine göre, "Fransa, Türkiye Ortak Pazar ilişkilerinin normalleşmesinden yanadır ve bu göriişünü beili etmiştir. Bu konuda endişe edilecek bir durum görmuyoruz" şeklinde konuştu. Giraud'un bu yanıtı Türk tarafınca "tatmin ediei" bulundu. İran Irak savaşının da geniş bir şekilde gözden geçirildiği görüşmenin ekonomik konulara ilişkin böiümü ise Fransa'nın katıldığı ihalelerin gündeme getirilmesiyle ilginç bir görüntü kazandı. Giraud, Türkiye'nin ekonomik alanda "hırslı" bir modernleşme programı içine girdiğini belirterek, Fransız kuruluşlannın teknoloji ve bilgi birikimleri ile buna katkıda bulunmaya lıazır olduklarını bildirdi. Andre Giraud, Fransız firmalarının Türkiye'ye büyük ilgi duyduklarını ve birçok ihaleye girdiklerini de hatırlattı. Bu çerçevede Fransız firmalarının katıldıkları Bulgar sınırından İstanbul'a kadar olan boru hattı, Ege'deki bir termik santral, otoyol projeleri, Afşin Elbistan Santralı'na ilişkin ihaleler de gündeme geldi. Andre Giraud, aynca "Ankara'da metro yapmıyor musunuz?" diye sorarak, bu alanda da işbirliğine girilebileceğini belinti. Giraud'un dünkü son teması Başbakan Turgut Özal'la oldu. Özal, aynca Giraud için bir çalışma yemeği verdi. Giraud, bugün Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından kabul edildikten sonra Paris'e dönecek. Şoför chliyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. MURAT BİLtR İK 20 FttÜ NbMETİR DOUHJtU Y l 1987 İSTEK YU 1987 1987 1987 1987 1987 1988 1989 1990 1988 İSTEK YU 1968 1968 1968 1988 1989 1990 1991 1992 1989 İSTEK YU 1989 1989 1989 1989 1990 1991 1992 1993 KAMN İŞTİRAKÇURİH DOfejM TARİHİ (YIL) 25 FİİLJ HİZMETİİ DOLOUâl YU (ERKEK MEMUR) 1986 1987 1988 İSTEK İSTEK İSTEK YU YU YU 1936 1986 1967 1988 1937 1986 1987 1988 1938 1986 1987 1988 1939 1966 1987 1988 1940 1966 1987 1989 1941 1966 1988 1990 1942 1967 1989 1991 1943 1988 1990 1992 ERKEK İSTİRAKÇİLERİİ DOĞUM TARİHİ (YL) 1989 İSTEK YU 1989 1989 1989 1989 1990 1991 1992 1993
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle