15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 6 NİSAN 1986 Akdenizli, hüznü sevince dönüştürür ge'nin ikı yakasında on yıldan beri şarkılarla turŞ külerle tlmıklenen bir dostluk ağı öniluyor. Bu uğraşa sazını, sesini ve benliğim katan bir sanatçımız var. Zülfü Livaneli. Maria Farandurı ile 1980'lerde Yunanistan'da yaptığı turneler ve plaklarla Türk Yunan dostluğunun simgesel yankısım Avrupa'nm her yermde duyuran Livaneli, 1986 yılında Yunan mıizığinin dev ısmi Teodorakis'le ortak bir plak yaparak bartş nizgânna yepyeni bir ses kattı. Ztilfü Livaneli'nin "Ege'nin Karşı Yakası"nda tuttuğu notlarla oluşan bu dizide, Türk Yunan dostluğunun renkli izlerini bulacaksınız. Teodorakis, bir bahar kırlangıcı yolluyor Türk halkına mesajında, kırlangıcı Ege'nin maviliklerinde kanat çırpıyor... Ege'nin Öte Yakası ZÜLFÜ LİVANELİ Teodorakis'in. Yunanistan'da yalnızca sanat dunyasında değil, politik yaşama da damgasını vuran kişilerden biri... Doğru bildiğini söylemekten kaçınmayan aydınların yazgısını paylaşıyor... Yalnızhğı ve her yönden gelen oklann acısını yaşıyor zaman zaman... Teodorakis'in yabancı gazetecilerin sorulannj yanıtlayan gür sesi geliyor yeniden kulağıma: "Evet bn bir Turk Yunan diyalogu. Iki balkı birbirine yakınlastırmak ve sornnlannı cözmek için Uk adımı sanalçılann atması gerekiyor..." tstanbul'da, geldiğim gunun gecesi sabah saat dörde karşı uyanıyorum... Bir turku dofuyor, dizeler ezgisini buluyor... "Bir kırlangıç gökyuzunde Sevincimin ortağı Kanat çalar mavilere Sıyvnp gider dağı..." ... Ve kırlangıç 11 yıl öncesine uçuyor... 1975 yılının Noel gecesi. itaJya'nın guney ucunda, karanlık köşelerinde gizlı cınayetler işleniyor duygusu veren, tehlıkeli seruvenler çağrıştıran Brindisi limanında, Yunan Karageorgios feribotuna binerek Patras'a geçeceğiz. Brindisi'ye Stockholm'un buzlu soğu 1 "Sevgili ve degerii meslektaşım Livaneli ile yaptığımız bu ortak çalışma, bıınca hayran okJuğum ve sevdiğim Turfc halkıyla ilişki kurmamı sağladığı için çok kıvançlıyım. Dilerim, bu kuçuk ama serabolik TurkYunan işbiriigi, halklanmız arasındaki ilişkilerde bir bahar kıriangıcı uçursun." Mikis Teodorakis 24.1.1986 Atina Atina'dan Jstanbul'a donen uçaktayım.Teodorafcis, kıvırcık saçları, heybetli görünüşuyle canlanıyor gözlerimde. Ailesi Çeşmeliymiş. 1925'te Çeşme'nin karşısındaki Kios Adası'nda doğmuş, Turkiye'ye hiç gelmemış. "lstanbul 'poli'dir. Yani 'şehir'dir. En guzel şehirdir" diyor ve gelmeyi çok istiyor. Yazın lstanbul ve Selanik konserlerinden söz ediyoruz. "Bütiin amacım demokrasi" diyor Teodorakis, "Gerçek bir demokrasi. Bu da bir uzlaşmalar rejimi. Ben demokrasi için Karamanlis'le bile işbiriigi yaptım..." Nazı ordulanna dırenişle başlayan uzun bir polıtık geçmışi var TEODORAKİS VE LtVANELÎ Livaneli anlatıyor: "Yüzythmızat en büyük bestectterinden Teodorakis üe itk kez /982'de Atina konserierimiz smsmda tamştun. Konser arasında soyunma odamın önünde bir kaynaşma oldu ve "Pu ine Livaneli " (Nerede Livaneli) diyt hayktran bir ses duymamla birlikte TeodorakisHn arkasındaki gazetecüerle birlikte odaya dabnaa bir oldu. 1986 başında ortak bir plak yapmaya uzanan dosiluk böyie basladt." ğundan yola çıkıp, güneye inerek Italya'run genis Oto Strada'lannı aşarak gelmişiz. Feribot girişinde Yunan. gemi süvarisi dikdörtgen bir masa çevresine oturmuş, pasaportlara bakıyor. Daha çok Yunanlı, ttalyan, Ingiliz, Alman ve Amerikah var. Masanın ortasına beş tane ay yıldızlı Türk pasaportu düşünce, başta gemiciler olmak üzere herkes şaskınlıkla irkilip kaJakalıyor. Türk pasaportu taşıyanlann, dünyamn birçok yerinde karşılaştığı o soru dolu bakışlarla göz göze geliyoruz... Içlerinden biri pasaponları karıştırmayı akıl ediyor ve ne iş yaptığımı soruyor. Müzikle uğraştığımı söyluyorum. Arkamda, birkaç metre ötemde bekleyen biam gruba bakıyor. Çoluk çocuk iki aile, binlerce kilometrenin yorgunluğu, elde battaniyeler, termoslar vb. Ötekilere dönuyor: "Daksi" diyor. "Kumpanya." Böylece herkes rahatlıyor. Biz de gezici kumpanya sıfatıyla Yunan Karageorgios vapurunun yolcuları arasına karışıyoruz... Noel zamanı ve vapurda can can ustune. Güçlükle bir yer bulup iliştiğimizde hepimizin canı kahve istiyor. Çay ocağına gidiyorum. tnce bıyıkh, beyaz giysili oğlandan kahve istiyorum. " N e çeşit kahve?" diye soruyor. Daha önce anlatmışlardı: Albaylar cuntası kırk yıllık "Cafe Turkiko"nun adını değıştırmeye kalkmış, önce Bizans kahvesi demiş, sonra dupedüz "Cafe Eleniko", yani Yunan kahvesi. Vapura biner binmez sorun yaratmamak için "Eleniko" diyonım. tnce bıyıklı oğlan arkaya bağınyor: " Ü ç cafe Turkiko." Bir tedirginlik var hepimizde. Güvensiziz ve sanki kaygan bir taşın üzerine basıyoruz. Yıl 1975... Yunan feribotundayız... Albaylar cuntası kırk yıllık 'Cafe Turkiko'nun adını değiştirmeye kalkmış, 'Cafe Eleniko', yani Yunan kahvesi demiş, Vapura biner binmez sorun yaratmamak için ince bıyıkh garsondan kahve isterken 'Eleniko' diyonım. Genç oğlan dönüp bağınyor: 'Üç cafe Turkiko'.. O gece yorgunluktan nasıl uyuduğumuzu bilmiyoruz. Sabahın erken saatlerinde uykuyla uyanıklık arası, bir mekân şaşırması yaşayarak, bir Osmanlı fasıl heyetinin dingin, duyguyu serinkanlılık ve ağırbaşlılıkla dengelemiş müziğini duyar gibi oluyorum. Kendimi muziğe bırakıp uykunun beni tekrar sıcak bir su gıbi kaplamasına hazırım. Ama olmuyor, birden zıplıyorum. Çunku Brindisi ile Patras arasında yol alan Karageorgios feriboiunda olduğumu ayırt ediyorum ve bu müziğe bir anlam veremiyorum. Dinledikçe, geminin ses yukselticilennden yayılan muziğin aynntıları daha çok seçiliyor. Türkçe değil Yunanca ve Noel sabahı ilahiler söyleniyor. Bu $aşırtıcı benzerliği daha sonralan inceleme, karşılaştırma fırsatı geçti elime. Ama gemide, o sabah çok yadırgamıştım bunu. Uzmanlık kendini gösterir... Simdi "iyfyi seçmek kolay Papayannakos'un Türkçe narası GUr kaslannın altından bakan dost ve ciddi gözleri, sesine damgasını vuran bir yiğitlik, zeybek dansını çağrıştıran hareketler... lşte böyle bir adam Papayannakos. Atina'da Empedocleus Sokağı'ndaki evde, sıcağı önlemek için sıkı sıkı kapatılmış panjurlann kararttığı salonda oturuyoruz ve ev bembeyaz dantel örtuleri (biri radyonun ustünde), tığ işi perdeleri, komodinin üstunde un kurabiyesi kutusu vb. ile bizim yitirdiğimiz bir Turk evını çağrıştırıyor. 12 numara uzo içerek geçmişten konusuyoruz. Törensel bir edayla uzo kadehini kaldınyor ve "Yasu Omer!" diyor. Arada kendim kaptırıp bas sesiyle, "Kuran'a d basayım, senden baska, ah senden baska yarim yok" diye "ş"leri "s"leştirerek Türkçe şarkı söylemesi, Ostune "Helbel!" diye narayı patlatması da caba! Türkuyü, gençliğinde hapiste öğrendiğini anlatıyor. Daha sonra Akdenizhlerde çok gelişmis olan dokunma duygusunun ıtkisiyle koiumu tutup; "Bak Omiro" diyor, "Yunanistan ve Turkiye, yani bizİer, bir avcının omuzlarına tünemiş iki şahin gibiyiz. Avımızı bep getirip avcıya veriyoruz. Arada sırada bizi birbirimize dıişuriiyorlar! Gozleri parlıyor! Gun gelecek iki şahin de kendileri için avlanacaklar." Elektronik sanayiimizde bir dünya uzmanı Ünlü Japon teknolojisinin ürünü Nec, yaşantımıza giriyor... Uzman bir başka dev kuruluş, ALARKO işbirliğiyle... Şimdi, uzmanlık kendini gösterecek: "İyi*' yi seçmek kolaylaşacak. En ileri üretim olanaklarma sahip, yepyeni bir fabrikada üretilir NEC. Elektroniğin inceliğini bilenlerce... NEC ile tanışın: Teknolojiden, uzmanlıktan siz de yararlanın. Akdenizlinin hüznü, diğer bölgelerden ayrılır. tnleme ve arabesk değildir Akdenizlinin şarkısı. tçinde ölümler, yıkıcılıklar taşıyan bir ölümseverlik değildir... Deniz acıyı yakamozlandırır, tuzunda yıkar, sağhklı, diri kılar ve Akdenizli şarkı söylerken sevinçle hüzün, acıyla mutluluk birbiri içinde erir ve tarih,şarkı söyleyenin dilinde yeniden kurulur... Böyle bir sözu, ancak bir turku guzelliği tamamlayabilir. "İki şahın" derken, "iki keklik" geliyor aklımıza. "tki de keklik bir kavadan su içer Dertli de keklik, dertsizlere dert açar!" (Kazancakis'in romanında Zorba bu turküyle oynuyordu. Oysa Teodorakis, Zorba fılmı muzığinde bu ezgiyi kullanmamıştı.) Papayannakos daha Uk tınılan duyar duymaz, kendini bir uçuruma fırlatır gibi coşkuyla bas sesini koyveriyor. "Buna yangın sevda derier tez gecer." Hele dizelerin arasında denk getirip bir "Aah!" çekmesi var ki yürek dayanmaz. Akdeniz'de acılar sonsuz sevince dönüşür Papayannakos da diğer Akdenizliler gibi acı çekerek bu acıyı sonsuz bir sevince dönuşturerek söyluyor şarküan. Çok ciddi bir iş yaptığının farkına varıyor. Hayat, ölüm, dünya, yaraiılış üstune duşıinur gibi. Sanki ölümlü insanoğlunun trajik sırlarından birinin açıklanış anıdır o şarkı; bir ayindir, bir kurban törenidir ki kan yer ine yanık ses akar oluklardan. Ilk duyduğumda şaşırmıştım: "Tragudi" Yunanca, şarkı anlamına geliyormuş. Oysa sözcuğün şarkıyı çağnştıracak bir müziği yoktu. Bağlantıyı sonradan kurdum: "Tragudi", eski Yunanca "Tragedi"den geliyor. Bu bağlantı birçok şeyi açıklıyor galiba. Batının son yıllarda urettiği plastik renkli bonbon muziği, mutlu, sağhklı ve dinamik işçiler yaratmak için giriştikleri denemeler yanında; bütun Akdeniz, Sicilya'dan Girit'e, Barselona'dan Anamur'a kadar, yanık, trajik bir huzun'e örülmuş şarkılarla çınhyor. "Melali anlamayan nesle aşina değiller." Arabeskten uzak diri duygıüar Ama Akdenizlinin hüznu, diğer bölgelerden aynlıyor. Inleme değil Akdenizlinin şarkısı. Başından beri bize yabancı ve ekleme bulduğum arabesk akımında olduğu gibi; "Bak ben ne kotu durumdayım, siz de bana acıyın, bep biriikte aglayıp her ş«ye lanet edelim!" diyen ve içinde öfkeler, yıkıcılıklar taşıyan bir ölums£verhk değil bu. Çunku oiumseverhk Fromm'a göre toprağa ve ana rahmine dönüşle ilgilidir. Deniz acıyı yakamozlandırır, tuzunda yıkar, sağhklı, diri kılar ve Akdenizli şarkı söyleyip dans ederken, "Eh işte İH)î*e kardeş!" der, "İnsanoğlu olumlu, acılar içinde, şu guzelim dun>aya doyamadan gider. Gel biz bunu insanın insana omuz verdiği bir sevince donuştürelim." O zaman sevinçle huzun, acıyla mutluluk birbın içinde erır, insanoğlu ve tarıh şarkı söyleyenin dilinde yeniden kurulur. Peloponez'in yaşlısı Papayannakos da uzo kadehıni, kıracak gibi benim kadehıme çarpıyor ve "Yasu Omiro," diyor. "Yaşasın Tiirkler. yaşasın Yunanlılar." Sonra "Çiftetelli Turidko"dan açıyor lafı. Başka bir gun deniz kıyısında bir evde onbeş yirmi kişi otunnuşuz. Yunus mu olur, Karacaoğlan mı, Veysel mi, söyleyip duruyorum. Izmır'in Kavaklarına geliyor sıra. Arkamda çok yaşlı Yunanlı kadınlar var. Birisi omuzlarıma sarıhyor. Dönüp bakıyorum, belki doksan, belkı yuz, çok yaşlı, yüzu Efes kahntılarına dönmuş bir kadın iki sıralı yaş dökuyor ve Türkçe: "tzmiriiyim" diyor "Beş kardasun varidi, besini de Gennanlar vurdu. En küçügıi senin gibi turkü soylerdi. Sesi sana benzerdi." O 75 yılındaki geziden tuzlu, reçine şaraplı, rebetikalı anılar kalmıştı. Bir de Papayannakosların evinde yılbaşı gecesi Hronya Bola (iyı yıllar) dilenirken, geleneksel Aya Vasili çöreğinin ilk parçasını evın erkek konuğuna sunma toresine uyan yaşlı adamın, bütun Turklere, bütun Yunanlılara adadığı mutluluk duaları... NEC Uzmanlar uzmanlarla StRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle