29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER içinde 'orman' sayılacak alanlann sınırlan belirlenip güvence altına alınmadıkça. geniş alanlarda orman iyileslirme ve yenileme çalışmalanna yönelinmedikçe. 'Orta Asya'dan göç' ömeği bir ulusal yıkım kaçınılmazdır." Halka, aydınlara ve özeilikle yetki sahibi politikacılara ne acı bir "haykınş", ne içten biı uyarı değil mi bu satırlar! O\ünmek için söylemiyorum; 1943'ten beri yazılarımda, adeta yalvarırcasına, böyle ve belki daha acı seslenişler yer almıştır. Aradan 43 yıl geçti, sonuç ortada: Bir vatanı yitirmek üzereyiz. Vaktiyle bir yazımda söylediğim gibi, "Bundan sonra nereye göç edeceğiz?" *•• Ormanlarımızın böyle eğik düzeyde yok olma uçurumuna doğru yuvarlanmasımn önune geçmek için demek ki, yalnızca "tenkil" yani kovuşturup cezalandırma politikası yetmiyor. Sorunu halka mal etmeli. "Tenkil" eğer çok acımasızça uygulanırsa, belki bir siire etkin olabilir. Buna bir örnek vereyim: 1947'de İstanbul Hukuk Fakültesi Dekanı bulunduğum sırada vatanımızın bilmediğim ve görmediğim yerlerini gidip tanımak için Doğu illerimizin ormanlık bir bölümünde kendi hesabıma uzunca bir geziye çıkmıştım. Bindiğim kamyonet, Artvin'den sonra Ardanuç ilçesine vardı. Her yer yemyeşil ormanhktı. Oradan Ardahan'a gelirken orman cılızlaştı. Arpaçay ilçesine yaklaşırken yörede orman denebilecek ağaç topluluğu hemen hemen yok gibiydi. İki saat kadar mola verdiğimiz Arpaçay'da gösterişsiz fakat sevimli bir çay bahçesine oturdum. Uzun, bembeyaz sakallı birisi de, benden iki masa ötede tek başına oturmuş çayını yudumluyordu. Bahçe tenhaydı. lhtiyarın yanına gidip izin isteyerek bir iskemleye iliştim. Sevindi, konuşkan bir adamdı. 93 savaşına (187778 Türk Rus Savaşı'na) er olarak katılmış. Buralar 44 yıl Rus egemenliği altında kaldığı sırada o da hep burada yaşamış. "Ev, tarla, tapan buradaydı. bırakıp gidemedim" diyordu adeta özur dileyerek. Artvin, Ardanuç ve Ardahan'a gidip gitmediğini sordum. "Hepsine gittim, Borçka ve Rize'ye kadar bilirim" yanıtım verdi. Ardahan'da çok az orman gördum, hep öyle miydi? dedim. "Hayır, benim çocuklugutnda ve bu yakııılara kadar hep ormandı. Ama baJtayla kese kese azalttık. Çok azaldı. Moskof gelince 'vur' emri çıkardı. Ormanda ağaç kesen birkaç arkadaşımm oracıkta vurdular, arnk ormanlık yere gidemez olduk. Kırk yıl içinde orman yine benim çocukluğumdaki gibi çogaldı. Moskof gittikten sonra sevindik . ama ormanlan yirmi beş yıldır yine kesiyoruz. Ne hale geldi işte görmuşsün" dedı. Kamyonette Kars'a doğru ilerlerken düşünuyordum: Böyle drakonien önlemlerle sürekli hiçbir sonuca varılamazdı. Yalnız orman konusunda değil, her konuda. Bizde de 1939 ve 1940'larda bir ara ormanlann korunması için "Orman Muhafaza Komutanlığı" adıyla bir askeri örgüt kurulmuş ve ormanlar bu örgiıtün korumasına bırakılmıştı. Ormanlanmız en çok o sırada harap oldu. Bazı yetkililer de milyoner oldular. Çorum'da benim akrabarndan bir hanımın kocası olan bir üstçavuş, birkaç yıl içinde üç apartman dairesi edindi. Çorum'a gittiğimde şöyle bir soruşturdum: "Onun işi iş, 'Orman Muhafaza'da çalışıyor' dediler. Bu yönetim 1945 ya da 46'da rahmetli Şevket Raşit Hati, boğlu'nun Tarım Bakanhğı sırasında kaldmlarak orman koruması yine sivil yonetime devredildi. Hatiboğlu, ormanlan korumak için iyi bir yöntem uygulamaya başlamıştı: Orman korucuları ve alt kademelerdeki orman memurlarını, ormanların belirli yerlerinde kurulan çok küçük kolonilerde otunmak; onlara inek, tavuk ve bunlar gibi keçi dışında hayvanlar vermek; küçük jeneratörlerle. orman içi derelerden yararlanılarak elektrik sağlamak; ve böylece birkaç orman korucu, bakıcı ve memurunu aileleriyle birlikte surekli olarak oradaki lojmanlara yerleştirmek; kolonileri telefon hatlarıyla birbirine bağlamak ve bu yolla sürekli gözetim sağlayıp, gerek kaçak kesim, gerek yangın, gerekse gizlice sokulan keçi surüleri karşısında hemen gerekli önlemleri almak. Duşünce buydu ve çok da guzeldi. OraJarda yerleşen ailelere arıcılık daöğretiliyordu. Ne yazık ki bu uygulama, yerleşip yaygınlaşmadan, Tanm Bakanı'nın gorevden ayrılmasıyla sona erdi. Şu nokta da üzücudur: Tarım Bakanhğı'nm bu uygulaması ile köy enstitüleri arasında yüksek katlara kadar yansıyan rekabet ve sürtüşmeler başlamıştı. Her iki uygulama Türk vatarunın kalkınması için yapılıyordu; her ikisinin yöneticileri de Turk'tü. Neyi payiaşamıyorlardı. Kendilerini bu sürtüşmelere kışkırtan politikacı ve köy ağalannın bunu hangi amaçla yaptıklannı düşünecek bilinç oluşmamıştı bazı yöneticilerde. Sonunda her iki yararlı kurum da, öteki birçok nedenlerin eklenmesiyle, yıkıldı gitti; tabandan başlayarak çağdaş Türkiye'yi kuramadık bir tur• * * Benim, "aman aydınlarımız bu konularla ilgilensinler", "Aman halkımızı orman koruma ve orman yetiştirme yönünde aydınlatalım" diye didinip çırpınmamın nedenini anlıyorsunuz, değil mi sayın okurlarım? Ama, 'orman' deyince okumazlar ki!.. lu "Orman" Deyince Okumazlar! HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Evet, "orman" sözcuğünü veya başlığını görünce çoğu aydınımız o yazıyı okumaz. Ormaru keııdi ilgi alanı dışında sayar. Ben onlan, Fransızların "gourmet" dedikleri damak zevkine düşkün kişilere benzetirim: Karidesli, levrekli, bonfıleli sofralara alışmışlardır. Kuru fasulyeli tabak geldi mi, burun kıvınrlar. Onların karides, levrek veya bonfileli sofrası, düşün, felsefe, ekonomi, politika yazılarıdır. Sadece böyle ince ve karmaşık konulardan zevk alırlar. Orman konusu ise kuru fasulyedir, onlardan çoğu için. "Orman" konusundaki yazıları okumadıklarını kendi deneyimimle biliyorum. Çocukluğumdan beri Ilgilendiğim bu konu uzerinde 1943 yılından bu yana, gerek gazetede, gerek anılanmda az yazı yazmadım. Gördüm ki üniversitede çok yakın bildiğim aydın arkadaşlarım bile bu yazıları okumuyorlardı ve benim orman konusu Ue bu kadar içten ve derinden niçin ilgilendiğimi bir türlü anlamıyorlardı. Oysa ben, ormanın, vatan demek olduğunu babamdan öğrenmıştım. Bana bir gun Çorum'un Osmancık yönündeki yolda koylülerin satmak üzere kağnılarla kente getirdikleri ince meşe gövdelerini göstererek: "Oğlum, ben kuçükken Çorum'a odun, kağnı ile iki saatte geliyordu. Şimdi on saatlik yoldan geliyor. Bakalım sen benim yaşıma gelince kaç saatlik yoldan gelecek" demiş ve içini çekerek, "Vatanı harap ediyorlar" diye eklemişti. Dokuz yaşındaydım. Bu anıyı uzun yıllar önce bir kez daha yazmıştım. Üniversitedeki arkadaşlarıma anlatsam, içlerinden belki rahmetli babama da güleceklerdi. Onlara göre orman konusuyla ugraşmak ormancılann uzmanlık alanına giriyordu. Bizim alanımız ise hukuk idi. Ben öyle düşünmuyordum. Dokuz yaşından beri kendimi, gittikçe büinçlenen bir "ormancı" saymaktaydım. Şunu not edeyim ki, "ormancı' " sözcüğü kimi çevrelerde "kabalık", "kaba insan" anlamına kullanılır. Olsun. Ben gocunmam, övunurüm kendimi ormancılar ailesi içinde duyumsamakla. Dedim ya, çok yazı yazmışımdır bu sütunlarda, hiç bıkmadan, usanmadan. Amacım ormancılar dışındaki aydınlan ve halkı bu çok önemli vatan konusu ile ilgilendirmek ve kendi çapımda aydınlatmaktır. Çok şükür mart ayında bir "Orman Haftası" kutlandı. 31 martta da bir uzman, orman kıyımı yüzünden oluşan erozyonu anlattı ekranda. Yalnız fazlaca teknik konuşuyordu. Ben anlıyordum, ama asıl anlaması gereken orman içi ve yöresinin köylüsü bu teknik sözcükleri iam değerlendirebiliyor muydu? Örneğin sayın uzman her yıl şu kadar milyon ton "malzeme"nin kaybolduğundan veya sürüklenip gittiğinden söz ediyordu. "Malzeme" yerine, "yararlı ve verimli toprak örtüsü" deyimini kullanmak belki daha yerinde olurdu. Yine de TV'de bu çok onemli ulusal konuya bu kadarcık olsun yer verilmesi beni sevindirdi doğrusu. Bu yazının başında kendilerine gönlumun taa içinden sitemler yağdırdığım hangi meslekten olursa olsun aydınlanmız da orman konusu ile bu kadarcık ilgilenip yakınlarındaki ve yörelerindeki halkı, fırsat düştükçe, bu konuda aydınlatsalar. uzun sürede, ülke çapında orman gerekliliği ve orman konıması üzerinde bir birikim olur, diye düşunüyorum, ya da umutlanıyorum. Damla damla göl olur, dememiş mi atalarımız. Sürekli olarak okuyup izlediğim, " Ç e v r e v e Ormancılık" dergisinin man nisan 1986 sayısında, ormancılar dışındaki halkın orman sorunlarıyla ılgilenmemesının dokuncaları (zararları) şöyle dile getirilmiş: "Ormancılık dışı" (Herhalde 'ormancılar' dememek için ormancılık yazmış olacaklar; oysa yukarıda belirttiğim gibi ben kendim için de amatör ormancı nitelemesini övünerek kullanıyorum) kamuoyu, orman yangınlannın doruguna çıknğı aylar dışında orman ve ormancılık sorunlanyla ilgilenmemekledir. Bu ilgisiziik, dolaytsıyla da bilgisizlik nedenryk ormancılık kesiminde her türlü olumsuz girişim, düzenleme ve oluşum kolaylıkla gündeme gelirilebilmekte ve çoğu zaman da yine kolaylıkla kotanlabilmektedir. Ülkemiz ormanca yoksuldur. Var olanı da (...) çeşitli nedenlerle hızla tükenmektedir. Gercekte var olduğu savlanan ormanlann da yüzde 56'sı verimsizdir ve çogunluğu çalılık ve orman içi boşluklardan oluşmaktadır. Cstelik, bugün 'orman' sa>ılan alanlann, henüz yansının bile sınırlandınlması yapılmamış, kadastrosu bitirilememiştir. Olabildiğince kısa bir sıire PENCERE 6 NÎSAN 1986 Doğunun Acıları... Berber makineyi eline aldı, Canver ile Elgin'in sakallarına vurdu. SHP Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan tarihsel olayın tanıklığını yapıyordu. Gazeteciler olan biteni izliyoriardı; fctoğrafçılar hazırdı; yalnız TV ekibi eksikti. Ve SHP'li milletvekilleri Cüneyt Canver ile Ali İhsan Elgin bir süreden beri koyverdikleri dillere destan sakallannı kestirdiler. • İlk bakışta eğlenceli görünen sakal traşı töreninin ardında Türkiye'nin dramı yatıyordu. Eğer Canver ile Elgin acı olaya tüm güçleriyle abanmasalardı, Bingöl'de işkenceyle öldürülen öğretmen Sıddık Bikjir^ in adı da niceleri gibi dosyalar arasında yitip gidecekti. Neydi olay? Bir sorgulama sırasında işkenceyle öldürülen, sonra da "kaçarken vuruldu" denilerek Suveren Jandarma Karakolu yanındaki mezara dinsel tören yapılmadan gömülen öğretmen Sıddık Bilgin'in cesedi ailesine teslim edilene kadar SHP'li iki milletvekilleri sakallannı kesmeyeceklerinı kamuoyuna duyurmuşlardı. Sakallı milletvekilleri Büyük Millet Meclisi'nin çatısı altında dolaşıyorlar, ülkede geziniyorlar, toplantılara katılıyorlardı. Sakal kimi zaman yobazlığın, kimi zaman saygınlığın, kimi zaman fiyakanın, kimi zaman işkencenin simgesi olabilirdi. Canver ile Elgin'in sakalları da ülkemizde geçerli işkencenin simgesi gibi büyüyordu. Sonuçta öğretmen Sıddık Bilgin'in cesedi ailesine teslim edildi; sakallar da traş edildi. • Sıddık Bilgin'in amcası Bingöl'ün acılı bir toprağındaki teslim olayını anlatıyor: "Mezar kazılmaya başlandı. Bir şey çıkmadi. Bunun üzerine kumandan başka bir yer gösterdi. Bir buçuk metre kadar kazıldıktan sonra çuval parçaları göründü. Sonra Sıddık'ın başı göründü. Saçları simsiyah duruyordu. Başı güneye gelecek iken başı kuzeye gelecek biçimde gömmüşler. Yani rastgele atmışlar. Sıddık'ın başı ortaya çıkınca eşi kendini kaybetti. Onu uzaklaştırdık. Ceset tam ortaya çıktığı sırada elbiselerinin biraz yıpranmış şekilde uzerinde giyili halde durduğunu görduk. Ayaklan ise kemerle bağlrydı. Kürek Sıddık'ın başı altına konulup baş kaldınlmaya başlanınca daha önce kınlmış bulunan kafatasından beyin dökülmeye başladı. Sol kol dirsekten itbaren yoktu. Ayakkabıian ise ayağındaydı." (4 Nisan 1986 Cumhuriyet) Düşsel yeteneği sapıklaşmış senaryocuyla anlaşmış bir yc(Arkosı 10. Sayfada) EVET/HAYIR OKTJIY OKURLARDAN Yeşil veyu çölleşen Türkiyv imzasıyla yayımlanan "Dalaman Cezaevi'nden kitap istemi" başlıklı yazı incelenmiştir. Söz konusu yayın üzerine adı geçen cezaevine, Bakanlığımız Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğu 'nce kitap yardımı yapılmıştır. DÜNDAR ARCA YÜREK Basın ve Halkla İlişkiler Miışaviri AKBAL Dünya Ormancılık Günü ve Ormancılık Haftası'nda geçmiş yıllar da olduğu gibi kamuoyunda ormancılık ve "Ama yaşamak nedir? ryi bir mevki, güzel ve sadık bir eş, şirin özeilikle ağaçlandırma çocuklarla tüketılen sıkıntısız ya da kuçük çelişkilerie süslenen bir sorunları bu yıl da gündeme ömür mu? Hayır. Çocuklanm olsa idi, onlara böyle bir dünya bırakgelecek ve zaman geçtikçe bğım için üzüntümden kahrolurdum." heyacan azalacaktır. Doğal Kimi insanlar bireyci bencilliklerıni aşaıiar. Düzgün, iyi, rahat, kaynaklarımızın en önemlisini düzenli bir yaşamdan daha ötesini isterler. Bu yüzden sıkıntıya, oluşruran nüfusumuzun dörtte acıya, işkenceye, giderek ölüme katlanırlar. Şu yeryüzünde sınırlı birinin içinde ve civarında bir zaman payımız var. Bugün var yarın yokuz. öyleyse tadını çıyaşadığı ormanlanmız, alan karalım şu dünyanın... Demezler onlar, diyemezler... ve niıelik yönünden yeterli "Gtordano Brund adlı bir oyunu okuyorum. Genç bir oyuncu, Erdüzeyde değildir. Orman, han Gökgücü yazmış bu oyunu. TOB/V yanşmasmda ikincilik ödüyangınlarla, tarla açmalarla, lünü almış... Kitabın arka kapağında Bruno'nun şu sözlerini okuusulsüz yerleşmelerle, kaçak yoruz. kesimlerle, hayvan özeilikle "Adım: Giordano Brvno, Uyuyan ruhlan uyandırmayı, bitgisizliğin keçi otlatmalarla azalmakta. azgınlığını gidermeyi amaç edindiğim için karşınızdayım... SırtınızYeşil Türkiye idealine daki Bilim Cübbesi'ni, insandan özgürfüğü, en insancıl değerini, çıkavuşma yerine, dilimiz karian adına sakınanların karşısında iki kat ederek nasıl yıprattığıvarmasa da çölleşen hizıh aynmmda değilsiniz... Inanın ki dünya nimetleri, ya da pis bir Türkiye 'ye doğru bir gidiş özsaygı için bu acıya katlanmıyorvm. Yaşamı ben de çok sevlyobajlangıcındayız. Büyük ve rum. Ancak inançlanm bunun üstundedir..." küçük akarsularımızla bu Giordano Bruno bir din adamıydı, bir filozoftu. Evrenin sonsuzverimli topraklarımız denizlere luğunu, dünyaların çokluğunu savunuyordu. Bu yüzden Engızistaşınmaktadır. tlim, teknik ve yon Mahkemesi'nce yıllar süren bir duruşmadan sonra mahkum yasa dışı olarak yapılan bu oldu. Roma'da da diri diri yakıldı. 8 Şubat 1600 günü Roma Valilik işlerin sonucu çölleşen Mahkemesi şu kararı verdi: 'Bruno kâfirdir, yakılarak anndınlacakTÜRKİYE olacaktır. tır." Bruno şu karşılığı verdi: 'Kararı bildirirken siz korku içindesiAfrikalılar bir atasözlerinde niz. Ama ben korkmuyorum.' "Biz bu dünyayı 17 Şubat 1600 gününü bir görgü tanığı şöyle anlatıyor: "Bruno atalarımızdan miras değil, donuk ve solgun görunüyordu. işkenceler yuzünden çok kan yitirçocuklarımızdan borç aldtk"1 mişti. Güçsüz ve zayıfü. Mafsallan tekeriek işkencesinden yııtlmıştı. demektedirler. Bu ülkenin Etleri bazı yerterinde kemiğine kadar parçalanmıştı. Odun yığınma insanları olarak Türkiye'mizi doğru götürüidu. Yüzune, öpmesi için isa'nın çarmıhtaki yontucuçocuklarımızdan borç ğu tutulduğunda o, küçümseyen bir bakışla kafasını çevirdi." aldığımızı ve ormanlarımızı 19 şubat günlü bir gazete de o yakılma olayını şöyle yazmış: "Peryeni yetişecek kuşaklara alan, şembe sabahı Campo di Fiori'de, Nola'dan, Dominik kilisesinden servet ve verim yönünden biri canlı olarak yakıldı. Inançlanmızın karşısında oian, farklı huyladaha da çoğaltarak ra ve dogmalara sahip bir dinsizdi. Ama severek öldüğünü ve fikirverebilmek için ormanlan her lerinin sonuna kadar yaşayacağını savundu. Cennetük olduğunu söytürlü zararlılardan koruma, ledi. Doğru söyteyip söylemediğini şimdi öğrenecek..." gençleştirme, iyiieştirme, Giordano Bruno "Pişmanlık duyacağım hiçbir düşunceyi bakım ve ağaçlandırma benimsemedim" der Engizisyon mahkemesinde... Her an Tanrı : çalışmalanna etkinlik ve hız nın yolunda olduğunu bildirir. "Her an Tann'yla birlikteyim. Kiliseye kazandırılması gerekir. gitmiyorum, ama kırlara çıkıyorum. Doğaya hayranlığımı sunuyoAğaçlandırma ve erozyon rum. Insanların arasına karışıyorum, onlara duşünmeyi, o Tanrısal çalışmalanna yeterli etkinlik özgürlüğü anlaüyorum. Bu da bir ibadet yolu değil mi?". Bir başka ve hız kazandıracak mali yerde de şöyle konuşur. "Yasamı ben de seviyorum. Ama inançlakaynaklar ve gerekli nm bunun üstundedir. Bir kahraman olmaktan her zaman nefret etdüzenlemeleri yapmadıkça tim. Ama geleceğin genç gönüllenndeki ateşi tutuşturacak bir alev dünya ormancılık günleri, gerekliyse beni kahraman yapmalanna da dayanabilihm." ormancılık haftalan Erhan Gökgücu, Devlet Kbnservatuvarı Tiyatro Bölümü çıkışlı, düzenlemek yeterli değildir. henüz yirmi üç yaşında bir sanatçı... Oyununu severek okudum. Nasıl temsil edilir, bilemem. Bakalım Devlet Tiyatrosu bu oyunu YEŞİL TÜRKİYE ile benimser mi? 'Brunotyu hiç değilse bir özel tiyatro sahnesinde izÇÖLLEŞES TÜRKİYE lemeyi isterim. 1600 yılında geçen bu olaydan bugün bile ders alıilkelerinden birinin seçileceği nacak yonler, düşünceler var. yol ayrımındayız Yeşil Önsözde Gökgücü diyor ki: "Bk ara "bizden olsun'a kapMarak BruTürkiye'ye ulaşacak yol no'yta benzer düşünceleri olan ve yaklaşık bir sona uğrayan Hallacı zorluklarla doludur. Mansur'u yazmak istedim. Ancak aa bir gerçekle karşılaştım. Din ŞESER YOMRAL1OĞLU ve felsefe tarihimizde yeri olan, daha iyi tanımamız gereken bir Or. Yük. Muh. Hallacı Mansur üzerine yeterti bilgi edinmek, bir Avrupalı üzerine DESİZLİ bilgi edinmekten çok daha zordu." Gökgucü, belgelere dayanan bir oyun yazmış, her bilinçli kişinin okuması, bilmesi, anlamını duyması gereken inançlı bir direnişin sergilenmesi... Gazetenizde 19.5.1986 günü "Oiaylara böyle bakınca ortaya gerçek bir kahraman portresi çı"Okurlardan" köşesinde, kıyor. Brecht usta, Galileo'ya 'Yazık kahramanlara gerek duyan Şakir PISAR, Tarım Açık ülkeye' dedirtir. Ama hemen ardından şu soru gelmemeli mi... NeCezaevi, DalamanMuğla den kahramanlar yaratır şu dünya?" Bir İnanç Kahramam... YAZ TARIFESI 20 Avrupa Şehrine Türk Hava Yolları ile uçabilirsiniz. İSTANBVL'DAN AMŞTERDAM Salı, Perşembe, Pazar ATİNA Her gün BELGRAD Salı. Perşembe, Pazar BERLİN Perşembe, Cutna, Cumaıtesi BRÜKSEL Pazartes, Çarşamba, Cumartesi CEÎfEVRE Pazartesi, Perşembe, Cumaıted FRANKFUBT Her sün HAMBUBG Cuma, Cumartes KOPENHAG Cuma, Pazar KÖLN Pazartesi, Çarşamba, Cuma, Cumartesi, Pazar *LONDRA Her sün MADRİD Salı, Cuma MILANO Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar MIİNİH Her sün PARIS Pazartesi, Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar ROMA Pazartesi, Salı, Çarşamba, Cuma, Cumartesi SOFYA Pazartesi, Perşembe STOCKHOLM Salı VİYANA Perşembe, Cumartesi, Pazar ZURİH Pazartesi. Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar * Londm sefcrlaimizde First ve Tourist Class uyguknmaktadır. Not: SeferlerimsselANKARA, İZMİR, ADANA ve ANTALYA'dan iç batknmızia bağlannlar mevcuttıtr. İsmnind Bezermsyon Tel: 573 35 25 (15 hat) Ankam Bezervasyon Tel: 12 62 00 İzmir Bezermsym Tel: 25 82 80 Adana Bezmmym Tel: 431 43 / 372 47 Anutlya Bezermsym Tel: 128 30 /234 32 Rezervasyon, Sattş Bürohnmız ve IATA Acentelerimizle temas edilmesini Sayın Yotculanmıza ttuYitruruz. Cezaevine kitap Sayın Doktor ve Eczacılara, Aritiepileptik ANKARA'DAN AMŞTERDAM Cuma, Cumarteâ BERLİN Cuma FRANKFURT Cuma HAMBURG Cuma KÖLN Cumartesi MÛNİH Cumartesi DEPAKÎN (sodyum valproat) ORAL SOLÜSYON bol miktarda piyasaya sunulmuştur. Ticari şekilleri: 40 ml oral solüsyon 200 mg 40 tablet İZMİR'DEN ATİNA Salı FRANKFURT Pazar HAMBURG Cuma KÖLN Cumartesi LONDRA Pazar MİLANO Cumartesi MÛNİH Pazar PARİS Cumartesi ZURİH Çarşamba, Pazar GS J ANTALYA'DAN LONDRA Pazartesi MÛNİH Pazar ^ TÜRK HAVA YOLLARI v, TURKISH AIRLINES
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle