18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 r Mayıs 1981. Rıfat Ilgaz'ın evine mavi bereliler geliyon "Hazırlan albaya gideceğizi 1981 yılı mayısın son günleriydi. Cide'de bahar, bütün güzelliğiyle kendini gösteriyordu. Geç vakitlere kadar evimin balkonunda oturuyordum. Hırçınlaşan deniz bile yatışmıştı son günlerde. Gerilimli haberler bile oldukça dinginleşmişti. Taşköprülü öğretmenlerinin Kastamonu Garnizon Komutanlıgı Cezaevine kaldırıldığı, bize kadar gelen söylentiler arasındaydı, ama Cide'mizde can sıkacak önemli hiçbir olay yoktu. Hem neden olsundu? Bir tabanca mı patlamıştı, bir banka mı soyulmuştu? Hele soygunculuk gibi olaylar bir yana, kUçük hırsızlık olayları bile Cide SavcılığYndan geçmemişti bugüne kadar. Savcılardan bir dosta sormuştum özel görüşmelerimden birinde. "Kaç hırsızlık dosyası var arşivinde?" demiştim. Beş on dosyanın çıkacağını sanıyordu. Aramış, bir tane bile bulamamıştı. Son günlerde bir iki bisiklet hırsızlığı olmuş, ttalyan Vittoria de Sica'yı anımsatmıştı bana. KöyUnden koparılan bir iki imam hatip okulu öğrencisi, köydeki yakınlannı görebilmek için başkalarının bisikletine binip gitmek gereksinimi duymuş olacaklardı. Okullarda olumlu, halka, çevreye dönük çalışmalara rastlanmıyordu son günlerde. Ne bir folklor gösterisi, ne müzik, ne de tiyatro girişimleri... Lisenin dağıldığı saatlerdeydi. "Yıldız Karayel" adlı romanımın son sayfaları üzerinde çalışıyordum. Avcı Şaduman'ın kırma çiftesinin patlaması gerekiyordu bu sayfalarda. Kızının âşıklarından biri işi azıtmalı da onun canını mı sıkmalıydı? Yoksa mühendis Topkaç, köyün ileri gelenlerinin keyfi için yol güzergâhını mı değiştirmeliydi açıktan açığa? Kilitsiz kapımın önünde ayak sesleri duymuştum bir öğle üzeri. Merdivenlerden şakalaşarak çocuklar çıkıyorlardı herhalde. Masamın başından kalktım, aralık duran kapıyı ardına kadar açtım. Liseli öğrencilerdi. Bir ikisini hemen tanımıştım. Lisenin ikinci lığı, TRT de oyunun sunuluşunda üstlenmekle, bu yağmaya, seyircisinin huzurunda katılmış oluyordu. sınıfındaydılar. Hele Kel Mahmut'u oynayan Yeşilçam oyuncusunun "Buyrun çocuklar!" dedim. Nazlanmadan girdiler. öğretmenleri önder Cin, cüreti... Kel Mahmut'u nasıl yarattığını kasıla kasıla laiklik Üzerinde inceleme yapmalarını ödev olarak is anlatmaya kalkışı... Onun bu şişinmesi, en azdan Ulvi temişti onlardan. Kaynak için nereye başvursunlar Umz Tiyatrosu'nda Kel Mahmut karakterini çok öndı? Öğretmenleri bir kitaplığımın oluşmakta oldu celeri elle tutulur hale getiren Ali Yalaz'a saygısızlıktı. ğunu bildiği için adımı salık vermiş: TVde analara babalara "Daha olmazsa söylesi de yapabilirsiniz onunlal" fiereksiz ttgttt demişti. Rejisörle işbirliği ederek birinci Hababam Sınıfı "Hay hay" dedim. "önce kızlarımız bir çay demlesinler de içelim" di filminde öğrenci velilerini karşısına alıp onlara, "Bütün suç sizde. Bu çocukları siz bu hale getirdiniz!" ye mutfağı gösterdim. Ondokuz Mayıs hazırlıklarının okulda sUrüp git diye çıkışmasına ne buyurulurdu özkul'un! Bu mu tiğini bildiğim için konu ister istemez AtatUrk Üze yatılı okulun eğitim ilkesiydi! Analarından babalarından kopanltp bu sınıfa kapatılmış sahipsiz öğrenrinde dönüp duruyordu. Cide'de laikliğe aykırı türlü girişimler de göze çarpmıyor değildi. Nurcu, Sü cilerin velileri, ancak bu denli mesajlarla aşağılanabilirdi! Analar babalar neden suçlu olsundu? Oysa leymancı denilen kişiler, geceleri kimi evlerde toplabenim, konu olarak ele aldığım Hababam Sınıfı'nın nıyorlardı. Evlerden biri lisenin karşısında olduğu için hemen tüm öğrencisi ya öksüz yurtlarından gelmeydurumu öğreneiler bile biliyorlardı. Cumhuriyet madi, ya da yoksul halk çocuklarıydılar... Ben bile mehallesinden söz ediyorlardı bir de. Gece toplantılamur olan babam tam emekliye ayrılacağı sırada ölürı, tekkecilik alıp yUrümüştü bu köyde. mü üzerine girmiştim "Muallim Mektebi"ne! Yani konu olarak aldığım Hababam Smıfı'na Şıı acaipBaşarıh tiyatrolar ve Borgulamalar 17 MART 1986 2 Kvrk YuÖnce Kvrk Yu Sonra RIFAT ILGAZ anlatıyor fen merdivene doğru yürüyünce her katın sağından solundan postal patırtılan gelmeye başlamıştı. Bahçede, yolda, mavi bereliler ikişer üçer olmuşlar, inmemi bekliyorlardı. Komşular pencereden bakıyordu. Mısır tarlalarından mavi bereliler çıkıyor, kafileye katılıyordu. ya başlamıştı. Aynı cınsten dergileri üstüste yığıp sayıyordu: "48 Halkın Kurtuluşu... 64 Aydınlık... 22 Halkın Sesi... Milliyet Sanat 86 tane..." "Sayın astsubayım!" dedim, "Dergileri tek tek yazsak... Tarih sırasıyla... Aynı sayıdan 48 dergi sanırlar. Dağıtmam için değil, okumam için göndermiş1 ler adresime: "Anladım!" dedi, erlerden birini çağırdı, tek tek sayısına, tarihine göre okutarak yazmaya başladı. Uzun sürmuştü bu iş. Bitince rahat bir soluk aldık ikimiz de. "Imzala tutanakları!" dedi. Hazırlan, albaya gidecegiz Tek tek imzaladım ben de. Beni ilk kez görüyormuş gibi dipten doruğa süzdükten sonra: "Hazırlan!" dedi, "Albaya gidecegiz!" Hangi albaya?" dedim, şaşkınlığımı gizlemeye çaIışarak. "Garnizon komutanı! Binbaşı da var... Jandarma alay komutanı." Demek Cide'de en azdan bir bölük komando vardı, bu mavi berelilerden... Bir bölük de jandarma... İşin önemini daha yeni anlıyordum. "Peki!" dedim, "Giyineyim!" Bu iş, komutanı görmeklc kalmayacaktı. Kastamonu'ya, olmazsa oradan da Ankara'ya kadar bir yolculuk görünüyordu. Yatak odama, giyinmek için geçince, iki erin de peşimden geldiğini gördum. Utanıp sıkılmanın bir anlamı yoktu. önce pijamalanmı giydim. Üstüne kışlık elbiselerimi. Soğuğa karşı kalınca bir kazak seçtim. Kısa yün paltomu da unutmadım. Her şeyi düşünmüştüm ama bir tek kör kuruşum bile yoktu ceplerimde. "Hazırım!" dedim, "Gidebiliriz!" Merdiven sahanlığına çıkmıştık. "Kapıyı kilitlemeyecek misiniz?" dedi astsubay. "Kilidi yok kapının" dedim. Ben merdivenlere doğru yürüyünce her katın sahanlığından postal patırtılan gelmeye başlamıştı. Bahçede, yolda mavi bereliler ikişer üçer olmuşlar, inmemi bekliyorlardı. Komşulanm pencerelerden, kapılardan başlarını uzatmışlar, bizi görmeye çalışıyorlardı. Onlar bizi izleye dursunlar ben de evin çevresini gözlüyordum. Mısır tarlalarından mavi bereliler çıkıyor, kafilemize katılıyorlardı. Hepimizi alacak kadar araba vardı yolda. İşin başında tek kışilik bir tutuklama girişimi diye düşUnUrken az rastlanır bir operasyon olduğundan hiç kuşkum kalmamıştı. 1940'ların toplumcu, gerçekçi kuşağının şairi değil de emekli bir gazeteci olarak düşunüyordum: Cide'de böyle bir operasyonu gerektiren olaylar geçmiş miydi? Bir koyda yakalanıp da ortalama altı ay kamyonda bekletilen paket paket mermilerin bile kimseyi telaşlandırmadığı bir ilçede operasyonu gerektiren ne gibi gelişmeler olmuştu acaba? Yıldız Karayel'i yazmak için, çevremle ilişkimi kesmiştim de gelişen olaylara bu kadar mı yabancı kalmıştım? Yoksa gelişmelerin düzenlenmesine kendimi toplumumdan soyutlamam mı neden olmuştu? Beni bindirdikleri cip jandarma komutanlığının önünde durmuştu. Çok değil, daha bir hafta önce bu dairenin komutanı olan Kâzım Başçavuş'a geldiği m duyurulunca, merdiven başında güleryuzle karşılardı beni. Bir ara kapı açıldı. Cide'nin ileri gelenleri arasında adının geçmesini isteyen bir ağayla itibarlı kişilerden görünmek isteyen birkaç ticaret ve siyaset adamı gülerek çıktı dışan, arkalarında da havacı bir albay... Hababam Sınıfı: Filmi TV'de romanı mahkemede gici aydın kişi, nedenini ancak kendisinin bildiği bir gerekçeden ötürü üstünü karalıyordu tümüyle! Rıfat llgaz, Cide'ye ilk geldiği laman bir süre kaldığı Uiunkum Oteli'nin önunde. Göıaltma alınan flgaz'a "Cide'ye neden geldiniz" diye de sordular... "Hiç basılmıs romanınız var mı?"Makinede yazılmış olanlan derleyip topluyordu. Son kâğıt yarım jlarak makinedeydi. Lise son sınıftaki Selim akşama gelip gerisini yazacaktı. "Çok kitabım var ama" dedim, "Hepsi burada degil. Kitapçılarda... lstanbul'da, Ankara'da..:' "Cide'de yok mu, kiUpcılarda?" "Cide'de kitapçı kalmadı" Yuvarlak bir yanıttı bu... Son halkevi soruşturmaçında, yani 12 Eylül'den önce kitapçılara satmamalan için baskı yapılmıştı. Kimisi geri göndermişti, kımisi ortadan kaldırmayı daha uygun bulmuştu. Ne şiş yansındı, ne kebap! Bulunduğumuz oda balkona açılıyordu. Bu odayı daha çok depo olarak kullanıyordum. Gazete, dergi koleksiyonları bu odadaydı. En azdan beş yıllık Cumhuriyet gazeteleri... Sanat, edebiyat, aktüalite dergileri... Postayla gelen hemen her eğilimde siyasal dergiler... Ögretmenler gözaltına alınıyor 12 Eylül olayları komşu illerde duyulmaya başlamıştı. Bizim Kastamonu bu konuda gürültüsüz geciyor derken, Taşköprü'ylc ilgili bir haber duyduk. Oğretmenlerden önemli bir bölümıi Merkez Komutanlığı'nca il merkezinde gözetim altına alınmış! Neden Cide'ye de gelmesinlerdi! İmam hatip okulunun kapısında dinamit patlatanları bulup çıkaramamışlardı henüz. Yirmi milyon liralık tabanca mermisi kimin düğününde işe yaramıştı! Üçüncü Hababam Sınıfı'nın filmi televizyonda oynarken, romanı mahkemeye verilmişti. Bakalım 12 Eylülcüler gelip yazarını ne yapacaklardı? Devlet sanatçısından mı sayacaklardı? Yoksa Cide gibi kıyıda köşede felsefe hocalarını bile baştan çıkarmaya kalkıştığı için sorgusuz, sualsiz içeri mi atacaklardı? Mayısın sonlarında, yani 12 EylüPün yeni bir yönetim olarak ortaya çıktığından tam seki? buçuk ay sonra mavi bereli komandolar, Cide'deki bizim beş katlı gökdelen anartmanının dördüncü katının kilitsiz kapısını çalmışlardı. Kapı itilse açılabilirdi ama sa Kitaplar çu diptcki odada Astsubayı daha çok bu dergiler ilgilendiriyordu nedense. Erlere örnekler vererek türlerine, adlanna göre ayırmalarını istemişti. Cumhuriyet gazetelerinin ara Son aylarda top sakallılar, eli tespihliler, cüppeliler çoğalmışlardı. Bu tür kişilerin bana karşı davranışları da bir başkaydı. Toplulukta karşılaştık mı, konuştuklarımı dinleseler de duymamış gibi davranıyorlar, sözlerimi yanıtlasalar bile yüzüme bakmıyorlardı. Toptan ortaya bir selam verdim mi, onlardan karşılık alamıyordum. Gençlerden bana yakınlık gösterenleri yasakladıklarını biliyordum. Burası beş bin nüfuslu bir ilçe merkeziydi. Bana yakın olanlar, bunlardan birisinin ya torunu ya da yeğeniydi. Yaşklar, gençler üzerinde etkin oluyorlardı. Halkevi bu bakımdan çok yararhydı. Gençlerin ayakları kahvelerden kesildi mi, ağababalar, cUppclilcr, top sakallılar, etkinliklerini yitiriyorlardı ne de olsa. Gençlerinin bir iki başarılı tiyatro sergilcmclcrinden hemen sonra, halkevinde soruşturmaların başladığını duymuştum. Kültür sarayı dediğimiz bankadan bozma yapı, gerçek adını almıştı gençler arasında. Ya belediye tiyatrosu diyorlardı, ya da kültür stsubay, "girin" dedi mavi bereli erlerine. Hemen odalara dağılıverdiler. Yazı yazdığım masanın başına geçip dikildim. Astsubay yazdığım kâğıtlara eğilmiş bakıyordu: "Ne yazıyordunuz?" "Roman" dedim... Yababam Sınıfı'nın üçüncü filmi televizyonda oynarken romanı mahkemeye verilmişti. Bakalım yeni dönemde romanın yazarını devlet sanatçısından mı sayacaklardı, yoksa Cide gibi kıyıda köşedeki bir ilçede felsefe hocalarını bile baştan çıkarmaya kalkıştığı için sorgusuz sualsiz içeri mi atacaklardı? milgaz, Hababam Sınıfı ile eğitimde "kötü öğrenci yoktur, kötü öğretmen, kötü ögretimci vardır" mesajını vermek istediğini her fırsatta vurguladı. T\ızekmekçiler "Verdiginiz bilgilere çok leşekkürler!" diye elini uzattı konuklarına, "Sag olun!" göz göze gelmememiz için arkalarına dönüp bakmadan irüyorlardı merdivenlerden. Bir bakıma, bu kişiler kentin ileri gelenleriydi. Ya da böyle görünmekten hem hoşlanıyorlar, hem de yarar bekliyorlardı. "TuzEkmek"çiydi bunlar... Kentin ağası, beyi, sözcüsü... Elverir ki onların işleri bozulmasın, itibarları sarsılmasındı. Ağa olmak, eşraftan olmak kolay değildi! Son konuklarımız Italya yolu ile Isviçre'den getirilen sunta fabrikasının salonunda ağırlanmışlardı. Ağırlayanlar da aynı katmandan kişiler olmalıydılar. Oysa özel idarenin yaptırdığı turistik otelin salonları bu ağırlamalar için çok elverişliydi. Kapı kapanmıştı, itibarcılar uğurlandıktan sonra. Içerden dik bir ses beni tanıtıyor olmalıydı bilmeyenlere: "Baş papazlan da yakalandı gençlerin! Dışarda bekliyor!" Binbaşı az sonra çıkmış, bir odanın kapısını gösteriyordu bana: "Gir içeri!" diyordu, "Doktor içerde, bir muayene etsin seni!" Hasta değildim, ama sağlığım bir gözden geçirilirse çok aksayan yerlerim bulunabilirdi. Tam yetmiş yaşındaydım. O yıllarda yazdığım bir şiirle kendi durumumu şöyle anlatıyordum okurarıma: Yaslılar adına konuşmanm tam zamanı, Kütükte yaşı yetmişlerin arasındayım. Bir tekerlemenin çağnşımında tnanıvermeyin işımın bıttiğine. Ne var ki dertlerimiz, tasalanmız artıyor, Yaş ilerledikçe. (•••) II Yababam Sınıfı'nın çilesi: Neydi Hababam Sınıfı'nın çilesi? Suçlanırken başta yazarının adı geçiyordu, beğenilirken yazarından başkalan eserin yaratıcısı, ortağıydı. Hatta televizyonda bile yazarın adı silinip atılabiliyordu. evi. Kereste fabrikası ile orman işletmecileri birleşip gösterişli bir şano yapmışlardı. Lambrili görünumü ile il mcrkczlerinde bile az rastlanır guzellikte bir sahne ortaya çıkmıştı. Halkevi yönetim kurulu üyelerinin evleri aranmış, bir iki gün geceli gündüzlü sorgular sürmüştü.;Oynanan piyesler, benim yazdıklarım olmadığı için soruşturmalara çağrılmamıştım. Nedense gençler, beni halkcyine üye olarak yazmayı gerekli bulmamışlardı. Eski bir öğretmen olduğum halde ne TÖS'ten ne de TÖBDER'den üye yazılmam için bir öneride bulunan olmamıştı. Eski halkevi yönetim kurulu Uyelerinden bİT hemşerimiz vardı, lise felsefe öğretmeni Sevil Yıldırım... Soruşturma sırasında evi aranmış, bizim Hababam Sınıfı romanı da alıp götürülmüştU. Kendisine rastladığım gün sormuştum, "Kitabım imzalı mı?" diye. Olur a, Rıfaz Ilgaz'la ilişkisi olduğu, bu imzayla belgelenmiş sayılabilirdi. "imzalı kilabınızı, bereket versin ki saklamıstım!" dedi. "Ellerine geçmedi. Size son kez Sarı Yazma'yı imzalatmıştım!" "Daha hangi yasak kitabı buldular evde?" diye sormuştum gülereic. "Bertrand Russell'ın kitabım" dedi. "Her İkisini de savcılık mahkemeye verdi!" ILGAZ'IN HABABAM SINIFI Rıfat flgaz'm unlü Hababam Sınıfı romanı sinemacıların en sık el attığı konulardan birt oldu, birincifilmin çok tutulması uzerine, Hababam Sınıfı vb. gibi değifik versiyonları türetilmeye baflandı. (Üstte Hababam Sınıfı Tatilde filminden bir sahne.) Hababam Sınıfı filmleri televizyonda sık sık gösterildi. Ancak bu fllmlerin birçoğunda hem Rıfat llgaz 'ın temel mesajına ters yorumlar getirildi hem de Rıfat llgaz 'ın adı adeta kazınırcasına silinmek istendi. A ncak Ilgaz'in bu ölümsüz eseri yazarın adı ve imzasıyla birlikte Turk edebiyatının temel taşları arasında yerini almıs durumda. liğe bakın ki, Yeşilçamlı yönetmen, benim ağzımdan babamı suçluyordu, kendi yaratıcılığını taçlandırmak için! Sanat Eserleri Yasası'nın özü, ister eserden uyarlama yapılsın, ister eser oyunlaştmlsın, isterse o becerikli kişi, sanata saygılı olmayan bir senarist olsun... tlk koşul, eserin özüne "sadık" kalmaktır. Senaristin "sadık" olması yetrnezdi! Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'ndan şu maddeyi birlikte okuyabiliriz: "Eser sahibi kayıtsız ve şartsız olarak izin vermiş olsa bile şeref veya itibarını yahut eserinin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirmelere muhalefet hakkını muhafaza eder. Bu haktan, sözleşme ile vazgeçmek hükümsüzdürî' Sayın uyarlamacılara ve Yeşilçam sokaklılara şunu demek istiyor bu madde: "Eserimin içine tUkurmeniz için yetki versem bile, yasanın bu maddesi, eserimin içine tükürmek hakkını sizlere vermez!" Hababam Sınıfı'nın, devlet kurumu olan TRT'ce, yazarı ile birlikte yapıtının da yok sayılması olayı karşısında şu yasayı bile uygulatmak için mahkemeye başvurmuyorum. Beni ve yapıtımı yok sayan bir devlet kurumunu ben de yok sayıyorum. Köşe yazılarımdan birinde şöyle demiştim çok eskiden: "Ne olursa olsun, yazılarıma önem verip satır satır altlarını kırmızı kalemlerle çizen yetkililere bile saygı duymuşumdur. Hem gölgesinden korkup, hem kendilerini dev sanatçıdan sayanlara ise hiçbir zaman." Böyle bir yok sayma olayına Babıali'de de rastlamıştım. Varlık Dergisi Tan'da basılırdı 1950'lerde. Yeni sayısı için yeni yazılar gelmişti dizgi evine. Şefik Usta: "Bak Rıfat Bey!" demişti, "Yaşar Nabi Bey ne yapmıs! Isviçre'den gelen bir söyleşıydi elimdekı. Bir Turkolog, sevdiği şairler arasında benımde adımı sayıyordu Gelgelelim bu beğeniye Varlık sahibi zat, izin vermemiş, adımı kurşun kalemle kara kara karalamıştı. Bir yetkili, öneminden ötürü altmı çiziyor, bir derhanlıkta biriken postalhlar, zile dokunmakla yetinmişlerdi ancak. Rıfat llgaz'ııı evi burası dediler Ga/ete koleksiyonlarının kürnelendigi geniş odamdaki masamın başında "Yıldız Karayel" adlı romanımın son sayfalarını yazıyordum. Avcı Şaduman'ın bunalımlarını dile getiriyordum son sayfalarda. Kırma çiftesi yalnız Şaduman'a değil, romanın yazarına da dert olmuştu. Açıkçası sıkıyönetim döneminde bu tüfek nasıl patlardı? Tüfeklerin ne biçimde olursa olsun patlamasının suç olabileceği bir dönem başlamıştı. Kapıyı açmaya giderken bile bunları düşUnüyordum. Yemyeşil giyimleri içinde masmavi bereleriyle dikiliyorlardı karşımda. Bir astsubay: "Rıfat Ilgaz'ın evi burası dediler" diye soruldu. "Burası! Buyrun!" İçerf girer girmez: "Girin!" dedi mavi bereli erlerine. Hemen odalara dağılıverdiler. Yazı yazdığım masanın başına geçip dikildim. Assubay, az önce yazdığım kâğıtlara eğilmiş bakıyordu: "Ne yazıyordunuz?" "Roman!" dedim. Ortada ne kitaba, ne de ronıana benzer bir şey yoktu. Kopyalı olarak makincyc takılı kâğıtları karıştırıyordu: "Bunlar mı roman?" diye sordu. Yazdıklarımı gözü tutmamıştı. "önce elimle yazıyorum" dedim. "Üç günde bir liseli bir öğrenci makinede yazıyor" Yazdıklarını önüne surdum. "Demek ilerde basılacak bunlar öyle mi?" dedi. "Bir kitabevi çıkıp da basarsa..!' "Adı ne olacak?" "Yıldız Karayel!" «." bamlnıii, r o ı ı ı a ı ı ı ı ı ı y v a r m ı ? Ya alıp giderse, diye düşunüyordum. Ya götürduğü yerde kaybolursa... Böyle kaç şiirim, kaç öyküm götürülmüş, bir daha geri dönmemişti. Kendi Evi adlı bir piyesim de gidip de gelmeyenler arasındaydı. Hele yarım kalmış şiirler... Bitirdiğim halde bastıracak dergi bulamadığım için durduğu yerde eskiyen toplumsal içerikli yazılar. ' Hi Hababam Sınıfı polia emanetinde Sonradan öğrendim ki sayın yargıç, sırf polisin tutanağına, savcının savına dayanmamış, Ankara'lara sormuştu, bunların yasak kitaplardan olup olmadığını. Genç felsefe öğretmenimiz beraat etse bile bizim Hababam Sınıfı, polis emanetinde kapalı kalmaktan kurtulamamıştı sonunda. Neydi bu Hababam Sınıfı'nın çilesi!.. Suçlanırken başta yazarının adı geçiyordu, beğenilirken yazarından başkalan eserin yaratıcısı, başarının ortağıydı. Hababam Sınıfı romanı, dizi yazıları olarak Dolmuş Dergisi'nde yayımlanırken küçük bir okul anısını bile yazarına anlatanlar, nerdeyse eserin yaratıcısı kesiliyordu. Inek Şaban'ı, ıulum Hayri'yiı Güdük Necmi'yi, Refüze Ekrem'i, Kalem Şakir'i, Sidikli Tiıran'ı, Kel Mahmut'u, Piyale thsan'ı, onlar bulup Türk mizah edebiyatına armağan etmişlerdi. Ortada dört yüz küsur sayfalık koskoca bir Hababam Sınıfı romanı dururken, bir iki oyuncu çıkıyor, Hababam Sınıfı'nı biz yazdık diyebiliyordu! Bir Yeşilçam Sokağı adamı çıkıyor, muallim ınekteplerinde, terbiye enstitülerinde öğretmen olarak yctişip bilfiil on altı yıl öğretmenlik yapan yazara öğretmenlik öğretiyor, filmi çevirirken önce ortaya bir eğitim, öğretim ilkesi koyduğunu, bu ilkeye göre oyunu kurduğunu, eseri böyle yarattığını söylcyebiliyor, televizyon idaresiyle işbirliği yaparak yazarın adını bile silip atabiliyordu. llke olarak ortaya çıkardığı mesaj da, gazetecilcrle yaptığım söyleşilerde yüz kez yinelediğim, eğitim hocamız Nihat Bey'den öğrendiğimi söylediğim, "Kötii ögrenci yuk, kötü ögretmen, kötu ögretimci vardır" ilkesiydi. Sanatçıya yakışmayan bu korsan sından beni bile şaşırtacak sayıda dergi çıkıyordu. "Kitaplar nerde?" diye erlerden birine sordu. Uç odayı da ikişer üçer mavi bereliler gözaltına almıştı. Mutfağı bile... "Kilaplar şu diptekl odada!" dedi, erlerden biri. Astsubay gösterdiği odaya hızla girdi. Çok geçmeden bir kucak kitapla döndü. Adlarından anlam çıkararak gelişigüzel seçilmiş kitaplardı. "Radarın Anahtarı" da bunlardan biriydi. Içlerinde "Hababam Sınıfı" olmadığına göre, Cide polisinden daha anlayışlı olduğuna inanmam gerekirdi. Kitapları masanın üstüne bırakırkcn: "Makineye takılı kagıdı çıkartabilir miyim?" diye sordu. "Evet!" dedim kısadan, niçin sorduğunu bilmiyordum. "Dergilerle kitaplar için bir tutanak diizenleyecegim de..." Bir kâğıt buldu makineye takmak için. önce makineden çıkardı yarım kalmış sayfayı, kopyasından ayırdı, ıkiye bölünmüş müsveddelerin üstüne tek tek koydu. Koyacak yer bulamıyordu. Roman müsveddelerini... "Bunları içerdeki raflardan birine kaldınıcagım!" dedi, "Nasıl olsa ilerde bunlar da roman olacagına göre..." Yaşlandıkça azıyor romatizmalanmız. Bir günümüz bir günümüze uymuyor, Artıyor ağrılanmız, sızılarımız, Kapıyı kim vuracak belli olmaz, Kulağımız kiriste olmalı! Gösterilen odaya girdim. Meyhaneci Abaza Mehmet'in meyhanesinde tanıştığım bir doktor oturuyordu; komşu ilceden atanmıştı. "Beni bir jandarma binbaşısı gönderdi" dedim "Pmltonuzu çıkann!" dedi, "SlzJ dinleveceöim. CIgerlerinizi!" 1975'lerde gelmiştim Cide'ye... Yıl 1981... Mayıs'ın 28'i... Belki de 29 mayıs... Geldiğim aylarda kimseye hastalık için başvurmamıştım. Bir gün doktor Yaşar Bey'e gitmiştim, sağ bacağım şiştiği için... Verdiği idrar söktürücü hapı ortasından kınp içtiğim halde nabız yükselmesinden az daha ölüyordum. Uzun süredir ilaç almamakla tanınırım buralarda. Sigorta emeklisi olduğum halde henüz sağlık cüzdanım bile yok. "Yeter, iyiwiniz" Kulaklığını takmış bekliyordu, Kısık Ali'nin damadı olarak bildiğim genç doktor. Beni muayene için emir almışa benziyordu önceden. Hasta olmam, ya da olmamam durumu değiştirecek miydi? Kulaklığını dayamıştı sırtıma. lsteğine uyarak soluk alıp soluk vermeye başlamıştım, burnumdan solur gibi. "Yeter!" dedi, "iyisiniz!" Çok kısa sürmuştü. "Moral vermek için söylüyorsanız giizel!" dedim, "sağlıgımdan zaten bir yakınmam yoktu!" Aradan şu kadar yıl geçtiği halde neden evden adamlı olarak doktora getirilmemin nedenini henüz çözmüş değilim! Sonra... Tam kuruşu kuruşuna yetmiş yaşında olan yaşlı bir adamın sağlıklı olup olmadığını, telefon alıcısına benzer aletle iki dakikada bu çiçeği burnunda doktor nasıl anlayacaktı? Paltomu giyip çıktım. Kapıdaki jandarma eri beni bekliyordu. "Yiirü!" dedi. INe demek Yıldız Karayel? Alıp götürmeyecekti demek... "Adı ne olacak, demiştiniz romanın?" Yıldız Karayel..:' "Ne demek Yıldız Karayel?" Balkonun kapısını gösterdim: "Şu yönden esen rüzgâr" dedim, "Karşıdan bu kıyılara doğru eser." "Yani kuzeyden..." Bir şeyler mi düşünüyordu acaba? Kafasını bulandırmamak için: "Tam kuzeyden değil" dedim, "Kuzeybatıdan..!' Kitap odasına gitti, geldi: "Yiiksek bir rafa koydum!" dedi, "Dstüne de iri bir çakıl taşı... Ne giizel taşlar bunlar..." "Dalgalar atıyor kumsala... En güzellerıni seçerım kıyıda dolaşırken!' Makineye taktığı kâğıda kıtapların adlarını ya/nıa İtRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle