22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/6 26 ŞUBAT 1986 Bedrettin Demirel' 1978'den beri hep askeri müdahale istiyordum 1978'de bir gece Evren'le Harp Akademisi'nin Ataköy'deki konutunda ülkenin durumunu konuştuk. Ben daha o zaman müdahalenin gerekliliğine inaniyordum. Sayın Evren bir ordu müdahalesi için zamanın iyi seçilmesi kanaaîinde idi. 1986 yılının güneşli bir kış günü, 198O'de ve sonra bir süre İkinci Ordu Komutanhğı yaptıktan sonra emekliye aynlan Çankaya'da Cumhurbaşkanlığı Müşavirliğine atanan emekli Orgeneral Bedrettin Demirel'e "1978 yılını, 1979'u ve 12 Eyliil oncesi 1980 yılındaki komuta diizeyindeki oluşmalan" sordum. Bedrettin Demirel, açık yüreklilikle, "Benim kanaatim, 1978'de, en geç 1979da müdahalenin yapılmasıydı. Her gün cinayeller işleniyor, önlenemiyor, tırmamyordu... Bu yargımı, Sayın Evren'e daha 1978'de, hele 1979da açık seçik söyledim" dedi. O gunlerle ilgili hiçbir notu yoktu, belleğinde kalan kalın çizgileri dile getiriyordu: "Harp Akademileri Komutanı olduktan sonra, ekim 1978'di sanınm. Sayın Evren'le bir gece akademinin Atako>'deki konutunda sabahın 01.00'ine, hatta 02.00'sine dek uzanan bir sure biıiikte olduk, köfte yedik, viski içtik, konuştuk. Ben daha o zaman müdahalenin gerekliliğine inanıyordum. Her gün ölenler artıyor, ekonomik çıkmazlar genişliyordu. Halk ordunun yanındaydı, basın yanındaydı. Sayın Evren, bütiin bu olumsuz dunımu görüyordu, kabul ediyordu. Fakat bir ordu müdahalesi için 'zamanın iyi seçilmesi' kanaatinde idi. Gerçekten içerde ve dışarda politik atmosferin ordu mudahalesine uygun bir tarihte yapürnası gerekebilirdi.. Hemen her zaman ordu müdabalesini istemeyi sürdürdüm. Ben zaman yitirilmemesi kanaatini hep taşıdım. O kadar Id, meseia tkinci Ordu Komutanı olarak hangi vesileyle olursa olsun, Ankara'yı, Sayın Evren'i lelefonla aradığırada sozlerimi, 'hazınz' diye bitiriyordum. Sayın Evren'e kimi zaman, yazıyla da göriişler, bihjiler gönderiyordum: Herkesin kolaylıkla okuyamaması için Arap harfleriyle, eski yazıyla bu notları gonderiyordum. Bende kalan kimi notlanmı harp akademilerine verdim sonradan... Orada hepsi... Hatta Sayın Evren'e müdahale gıinu radyodan konuşma yapmasını oneren, yönetimde çalışabilecek kimi adlan bildiren yazılarım oldu. Meseia, bugünkü Meclis Başkanı Necmettin Karaduman'ı, İçel valiliginden tamdığım, çok sevdigim için, bu arada Osman Olcay'ı... Evel, şimdi hepsini hatırlamıyorum kimi adları bildirdim Savın Evren'e 'bazı referanslar' verdim..." Bedrettin Paşaya 13 Aralık toplantısını anımsatmaya çalıştım. "... Birçok toplantı" dedi, "... ama Selimiye'de toplandıgımızı hatırlıyorum" dedi, ekledi: "Tarihini bilemem şimdi, o toplanüya orgeneratlerin hemen hepsi katıldı. Dunımu konuştuk. Ben gene derhal müdahale etmemiz gerektiğini söyledim. O sırada korgeneraldi, Fikret Oktay bu iste%\ şiddetle dile getirdi. Recep Ergun Paşa, pek yanlı degil gibiydi. Otekilerin pek çoğu fazla konuşmadılar, ama Sayın Evren gene müdahalenin zamanı konusunda muteredditti.. rçerdeki ve dışardaki siyasetin gelişmelerini izlemekten söz ediıiyordu. Benim dirençli isteklerimle, fakat demokratik düzen içinde ne yapılırsa yapılmalı gibi bir anlayışla sona erdi bu toplantı..." Bedrettin Paşa, müdahalenin zamanı üzerinde yoğun çaüşmanın ağustos 1980'de yapıldığını anımsıyordu: "Ağustosta Askeri Şura toplandı, tabii bu toplantıda müdahale açıkça ele alınmadı, müzakere edilmedi, daha çok kuliste konuşuluyordu. tlk tarih olarak 22 Ağustos 1980'den soz edildi. Sonra vazgeçildi 26 Ağustos, 30 Ağustos gibi ulusal bayramlar vardı, bu bayramlar öncesi veya bu bayramlara denk düşen bir tarih... Olmaz, denildi..." "Size ne zaman müdahalenin tarihi ve talimat geldi?" "Sanınm 6 Eylüldü, Ankara'dan bir kurmay yarbay, karton kutuya konulmuş, uzun bir talimat getirdi. Pek çok bana göre gereksiz aynntılar vardı, bunlan okuduktan sonra ne yapılacağını 18 madde içinde topladım. Müdahale tarihi 12 Eylüldü.. Demek ki, Şura toplantısından hemen bir ay sonra.. O sırada gene Evren Paşayı aramışüm telefonla, hazınz, hepimiz hazınz' dedim..." Arahl 1980'den sonra bir süre 2. Ordu Komutanhğıyapan Org. Bedrettin Demirel, daha sonra emekli oldu. KoşarAdım. CÜNEYT ARCAYÜREK Org. Uruğ'un "Anarşi" metninden 4 12 EylüVe 'Muhtıra telakki edilmesin' EceviU Belti bir diyalog önerisinde bulunuyorum, somut bir yanıt alamadım Sayın Demirel'den... Demirel: Mektup hükümeti aşarak verilmiştir. Ortada çok ciddi bir durum ve bunalım vardır. Komutanlarla görüşüp vaziyetimi tayin edeceğim. Uyarı mektubunu Çankaya'da Demirel ve Ecevit'e veren Korutürk şöyle diyordu: Askerisavcılarla jyolis arasında ışbirüği yok Org. Üruğ'un 4 aralık taplantısmda sunduğu anarşi hareketleri ve karşı önlemlere ilişkin metm bölümler halinde yayımlamayı surduriiyoruz. Bu bölümde Org. Üruğ'un 12 Eylülöncesi "yargı" konusundaki değerlendirmeleri yer alıyor.. Sıkıyönetirain 11 aylık uygulaması sonucu başarısız kaldığı noktalara da değinen Org. Üruğ, "... Teşhıs edilebildiği kadarıyla bu başarısızlık, şu sebeplere dayanmaktadır..." diye surdurüyordu anlatımmı... Çok önemli irdelemelerdi: 12 Eylül'e nasıl gelmiştik?.. Bu sorunun yanıtlan arasına Orgeneral Necdet Üruğ'un bu saptamalarım koymamu gerekmez miydi; "suçlu ve suçlular"ın sınıflandırılmasuıdabu ırdelemeler öaemle yer alrr.ıyor mu>du; sonunda bu görevliler kimin buyruğundaydı ve nasıl böyle davranıyorlardı? Sayın Üruğ'dan dinleyelim: "..1) Şuphe yoktur ki, bir iç ayaklanraanın başlangıç hareketleri içinde bulunmaktayız. Anarşi, bu savaşın kurallannı en geniş şekilde ve acımasızca kullanır ve faaliyetlerini her türlü kayıt ve sınırın dışında tutarken, guvenlik kuvvetleri, normal vazife ve selahiyet sınırlan içinde sıkı sıkıya kapalı bulunmaktadır. 2) Guvenlik kuvvetlerinİB ateş açması, çeşitli koşul ve kurallann meydana gelmesine bağhdır. Bu yetkinin ıstimali getireceği cezai sonuçlarla birlikte tek erin veya kuçuk rutbeli bir personelin sorumluluğuna bırakılmaktadır. Bu sebepıen dolayı da guvenlik kuvvetleri, Oeride gelebilecek bir sonımluluktan kaçınmak üzere, ateş ttmede mutereddit bulunmaktadırlar. Bu yuzden de çok kere, kendi yaşamlanodan olmaktadıriar. 3) Bütun askeri faaliyetlerde olduğu gibi, anarşi ile mücadelede Ide en önemli aracın, istihbarat oldugunda şuphe yoktur. Anarşistleri ve bunlann dahil olduğu gizli yeraltı örgutlerini ve hareket planlannı ortaya çıkartıp vurucu kuvvetlerimize operasyon istikaroeti açacak olan istihbarat, askeri istihbaraun konu ve kabüiyetleri dışında kalmaktadır. Bu istihbaratı sağlayacak olan polis ve MİT'in 11 aydır zikre şayan bir destek sagladığı söylenemez. 11 aydır bütün teşkilatı ve men tkommartnk % sırasında polisle işbirliği yapmamakta ve yardımcı olmamaktadır. îşkence avazeleri karşısmda derhal polis aleyhine soruşturma açmakıadır. suplan üe bir orgulun ele geçemeyışı. bu istihbarat boşluğunu açıkça belirlemektedir. 4) Polisle MİT teşkilatı arasında istihbaraun dde edilmesinde önemli bir kopukluk ve koordinasyonsuziuk mevcuttur. Polisin bizzat kendisi istihbaratsızlıktan yakınmaktadır. 5) Yakalanan sanıklann polisteki ilk sorgulanmalarında da, çok kerre örgüıe ulaşmak mümkün olamamaktadır. Zira; a) Suçluyu konuşturmak için kullanılan yöntemler, çok ipüdai usullere bağlı kalmaktadır. Bu yönde yapılan en küçük bir müdahale, işkence avazelerine sebep olmaktadır. b) Geçmişteki uygulamalardan orneklenen polis, haklı olarak urkek ve çekingen davranmakta, dolayısıyla sorgulamalarda çoğu kez, sathi kalınmaktadır. c) Komutanlık askeri savcüan. bu sorgulama sırasında polis ile hiçbir şekilde işbirliği yapmamakta ve yardımcı oimamaktadır. tşkence avazeleri karşısmda derhal polis aleyhine soruşturma açmaktadır. 6) Sıkıyönetım savcı ve hâkimleri de olayları örgute ulaşacak şekilde inceleme zahmet ve gayretinden daıma uzak bulunma yolunu tercih etmektedirler. Şoyle ki: a) Şavcüık tahkikatı, temelde sanıklann gönüllü olarak yapacaklan itiraflara ve bulunabilirse, tanıkların korkmadan verecekleri ifadelere bağlı kalmaktadır. Can korkusu, tanıklık müessesesini işlemez hale getırmiştir. b) Savcılar, tahkikatlarını dosya üzerinde yapmakta, olay mahallerinde araştırma ve soruşturma yöntemine itibar etmemekıedirler. c) Tutuklanmış sanıklar, soruşturmanın derinleştirilmesinde yeniden polisle işbirliği için, ne isteklidirler, ne de pratik çareler bulabilmektedirler. Böylece, çeşitli anarşik eylemlerin birbirleri ile örgütsel bağlarını ortaya çıkarmak mümkün olamamaktadır. d) Olaylan mücerret olarak ele almakta kesin deliller olmadıkça, örgütsel incelemeye yönelmemektedirler. Nitekim, ideolojik amaç taşıdığında şüphe olmayan çeşitli cinayet, suikast, sabotaj, planlı soygun, bombalama, silahlı saldın gibi olaylara ait dosyalar ve bazılarının da sağ veya soldan 450'ye yakın sanığı elde bulunmasına rağmen, savcılık, 11 aydır bilhassa, eylemri sola ait tek bir örgütsel iddianame tanzım etmemiştir. Oysa, birçok cinayet ve planlı soygunu solun çeşitli fraksiyonuna mensup örgütlerin kamuoyu önunde açıkça kabullendikleri bir vakıadır. Halen ideolojik ve örgütsel nitelik tasıyan olaylara karıştığı saptanan 35 sol, 67 sağ örgüt vardır. Savcılarımız ve hâkimlerimız, eldeki sanıklann bu örgütlerc mensup olduklarının kesin kanıtlannı istemektedirler. Bugüne kadar gizli örgut veya silahlı çete kurmakun ancak 4 kişi mahkum edilebilmiştir. 7) Birçok illegal örgute mensup kişilerin ve grupların işledıkleri anarşik suçlara ait elde dosya bulunmasına rağmen, bilhassa sol örgütler için, hâlâ bir dava ikame edilememiş olması, anarşinin giderek tırmanmasının baslıca saiki olmaktadır. Bu duruma, ayrıca cezalardaki asgarilik prensibinin de büyük dahh olmuştur. 8) Sıkıyönetım adliyesi, sıkıyönetimin etkinliğinin, komutanın icraatından, askerlenn sokağa dökülmesinden çok, sıkıyönetım adli>esinin tarafsız, adil ve fakat amansız icraatı ile sağlanabileceği anlayışında hiçbir zaman olamamıştır. Çoğu kez, komutanlığının tunıklama istemine karşı çıkması suretiyle, komutanlık icraatını zayıfUtma hatta otoritesini sarsmaya imkân veren durumlar yaratmıştır. 2 Ocak 1980 günü, saat 11.00'de Başbakan Demirel'le ana muhalefet partisi önderi Bülent Ecevit, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün çalışma odasına girdiler. Belirli nezaket cümlelerinden sonra Cumhurbaşkanı Korutürk, iki öndere "Kısa bir görüşme yapacağım..." dedi: "...Bir süre önce Alman sefiri, beni ziyarete geldi. '11 Aralık 1979 tarihli Le Monde'da ve Avrupa basınmda ve buradan Avrupa'ya dönenlerde, karanlık intibalar olduğunu' söyledi. 'İç harp ne zaman başlayacak?' diye soruyorlar dedi. Kendi içimize geçeyim. Ben, komutanlara; dunya olaylan, etrafımızda olup bitenler ve ordunun iç durumu hakkında sorular sorarım. Komutanlar, yurt içinde çeşitli geziler yaptılar. Görev başında olan çeşitli seviyelerdeki diğer komutanlarla görüştüler. Ve çok buruk döndüler. AP ve CHP'nin birbirleri ile anlaşamadıklarından şikâyetçi olduklarını söylediler. Sizlerle göruşeceğimi söyledim. ; 27 Aralık 1979'da beni ziyarete gelen Genelkurmay Başkanı; 'Silahlı Kuvvetlerin göruşünu bir yazı ile tespit ettik' dedi ve bu yazıyı okudu. Bunun üzerine imza sahipleri ile gorüşmek istedim. Radyoya verelim demişler. Millet Meclisinin, duruma hâkim olmasını uygun gördük. Radyoya ben vereyim, dedim. İşi dallandınp budaklandırmak yerine, Meclis içinde, bunu halletmeniz için size veriyorum. Benim için yapılacak başka birşey yoktur. Karşılıklı fıkirler beyan etmekte bir fayda olmadığı kanaatindeyim. Ümit ederim, bu mesele Meclis içinde halledilir. Hüsnüniyetle yapmışlardır. Düzen değişikliği, hükümet değişikliği gibi talepleri yoktur. Parlamentonun sözü hâkim olsun, yadırganmasın, muhtıra telakki edilmesin..." Başbakan Demirel'le CHP Genel Başkanı Ecevit'e, Korutürk "Bu meün, bugün radyoda açıkianacak..." dedi. Evren'in ön Demireh Gitmeyi izzetinefsime yediremedim Demirel'in kafasında sürekli araştırdığı nokta, uyan mektubunun dogrudan hükumetle ilgili olup olmadığıydı. Eğer, bu mektup 32 günluk hükümete verilmişse, "hemen istifa edecekti." Cumhurbaşkanına komutanlarla konuşup, 'kimden ne istendiğini, bunun arkasında ne olduğunu tespit edeceğini' söylemesindeki amaç buydu. Mektup dogrudan hükümete karşıysa, vaziyetini tayin edecekti. 'Hükümeti aşarak verilen bir uyarı mektubundan' sonra, bu mektup dogrudan hangi kurumu ya da kışileri hedef alırsa alsın, bana göre Demirel istifa etmeliydi. 1971 martında ordu komutanlan doğnıdan "rejime müdahale' etmişlerdi. Anayasayı çiğnemişlerdi. 27 Mayıs ihtilali, DP iktidanm "Anayasayı ihlal gerekçesiyle sehpalara dek göturmuştü..." 12 Mart 1971'de haklı ya da haksız nedenlerle anayasayı aşan komutanlan emekliye sevk edip ordudan ayırabilseydik, bulunan öteki yasal nedenlerle komutanlann müdahale eğilimlerini frenleyebüir, ordu + sivil bütünleşmesinde belki de ilk adımı atabilirdik. 'Uyan mektubunun' ardından Hürriyet'ıe daha ilk günü yetkili komutanlara dayanarak yazdığım gibi ne geleceğini artık herkes anlamıştı. Kuşku yok ki, Demirel de anlamıştı. Ama, bu mektubun "muhatabı" hükümet olmasa da Demirel istifa etmeli, hatta ordunun 'hükümeti aşarak bu eylemi gerçekleştirmesınden' sonra, görevde kalamayacağını kamuoyuna bildirmeliydi. lster "bırakıp kaçtı" denilsin ister "devieti açmazlar içindeyken hükümetsiz bıraktı" gibi yorumlar yapılsın, böylesine bir hareket "ordu davranışlarına karşı" ilk karşı çıkış olabilir, tarihsel bir nitelik tasıyabilirdi. "Bekâra karı bosamak kolay" özdeyişiyle yanıtlanabilecek yargılar... Ama: "Boşayamadığın kadının yaratacağı huzursuzluklar" göz önüne alınmadan yapılan yorumlar... Beş yıl sonra, Demirel'e bu duygulann, yargılann etkisiyle, "Neden istifa etmediniz?" diye sordum. "Hükümeti bırakıp gitmeyi izzetinefsime yediremedim..." diye yanıtladı Demirel: "...Bir ay önce geldikti hükümete. Bir şey çözemeden gitti derlerdi. Hem anarşi beni aşan bir işti, asker çözmeliydi. Kuşun iki kanadı kırıktı. Cümle âlem teslim eder ki, hukümette kalmayı isteyen birisi değildim..." İki kanadı kınk kuş'... Bir kanadı anarşiyse, ötekisi ekonomiydi... ve esittir: Rejim!.. Oysa, 13 aralık Selimiye toplantısında alınan karar gereği gelen 27 Aralık 1979 uyarı mektubu, müdahale karannın "önsözuydu." lş, bitmişti. Uyarıya karşın, "sıvillerin artık olayların ustesinden gelecek birleşmeyi" nasılsa gosteremeyecekleri yargısı egeraendi. Başbakan neden istifa etmedi? SİLAHLIKUVVETLERtN CÖRÜŞÜ Cumhurbaşkanı Korutürk, komutanlann Çankaya'ya "çaya" gelmtsinden sonra 2 ocak günü Demirel ve Ecevit'i çağırdı. "27 Aralık 1979'da beni ziyarete gelen Genelkurmay Başkanı Silahlı Kuvvetlerin gorüsunü bir yazı ile tespit ettik dedi ve bu yauyt okudu" diyerek mektubu önlerine koydu. O tarihte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren'di. yazısıyla komutanlann birlikte imzaladıkları 'uyarı mektubu' metninin birer kopyasını ikisinin önüne koydu. Koruturk'e göre, görevi sona ermişti. Sustu. Komutanlan dinlemiş, yazdıklan mektubu almış, günlerce düşünmüş, bulduğu çözüm yolunu kısa yoldan Başbakanla, ana muhalefet partisi onderine açıklamıştı. Fakat Ecevit yermde kıpırdandı: "Bizden, huzurunuzda bir görüş ifadesi istemiyorsunuz..;' dedi. Gelişigüzel söylenmemişti bu cümle, bir soruydu, bunalımı görüşmeye açmayı öneren bir girişti. Korutürk, gür kaşlannın altından baktı: "Kısa bir görüş varsa" dedi. Demokratik rejimin y'azgısıyla ilgili bir durum söz konusuyken, "kısa bir görüş varsa" söylenebilirdi. Cumhurbaşkanı, tartışma açmayı, temsîl ettiği sistemin gelecegini enine boyuna konuşmayı istemiyordu. Belki de içinden, "...Yıllardır söylüyorum, ikiniz bir araya gelip sorunlann üstesinden gelin diyorum, hiç dinlemediniz, şimdi ayak üzengideyken mi bu konuları konuşacağız, ne fayda?" diye geçiriyordu, kim bilir?.. Kişisel yargımı yineliyorum, "geçmişi anımsayıp" Cumhurbaşkanı o gun onderlerle "rejimin geleceğini" konuşmak zorundaydı. Cumhurbaşkanının istediği "kısa görüşü" Ecevit özetledi: "... Içimizde uyanan endişeleri size intikal ettirmekti maksadım. Bazı görüş ve düşuncelerimi söylemeyi tasarlamıştım, ama bunun bazı sakıncaları olabileceğini anbyorum. Belli bir 'diyalog önerisinde' bulunuyorum, somut bir yarut alamadım Sayın Demirel'den..!' dedi. Cumhurbaşkanı, gene sustu. Bu kez Başbakan Demirel konuştu: "Ben hükümet başkanıyım. Benim vaziyetim, herkesinkinden farkhdır. Ortada, çok ciddi bir durum vardır ve bir bunalım halı vardır... ... Mektup, hükümet aşılarak verilmişür. Genelkurmay Başkanı ve komutanlarla görüşeceğim. Kimden ne istendiğini, bunun arkasında ne olduğunu tespit ettikten sonra kendi vaziyetimi tayin edeceğim. Durumu ayrıca size arz edeceğim..!' Görüşme bitti. Cumhurbaşkanının yanından ayrılırken Demirel'e, "Alın mektuplan. 'aşağıda' ne yapmak gerekiyorsa yapın diyor" gibi bir duygu egemen oldu. Çıktılar. 'Meğer karmcanm yuvasmdaynuşan' Demirel, sağa sola yazılar yazar, toplantılar yapıp kimi girişimlere geçerken, bir "uyan mektubunun" postalandıgından haberli miydi?.. "Yoktu" dedi kısaca. "Toplantılar yapar, dosyalar hazırlar, herkesin sorumluluk çerçevesini tespit ederken meğer 'kanncanın yuvasına basmışım' haberim yok" dedi Demirel (1985) Demirel, "...22 Aralık 1979'da MİT Müsteşarhğına gittim. Örgutler hakkında komutanlann bilgisizlik ifade ettiklerini söyledim, MİT'ten bu orgütler hakkındaki bilgiler neden verilmemişti, sonışturdum. MİT Musteşar Vekili Bülent Paşa bana 'ama verdik' dedi. Bilgisizlik öne sürdüklerine göre, 'gene verin orgütler hakkındaki bilgileri' dedim..." diyordu. Uyarıdan önce Demirel Demireh Emrivaki üe karşı karşıyayız Demirel, uyan mektubundan sonra, 4 Ocak 1980 gunu saat 17.00'de Çankaya Köşkü'ne gitti, bir saat Cumhurbaskanının yanında kaldı, "...Emrivaki ile karşı karşıya kaldık. Bu emrivaki önemli 'ihtilaüar' yarattı.." diye söze başladı. Demirel, Koruturk'e yüreğindeki, mantığmdaki tum gerçekleri sıralıyordu: "...Biz çok agır bir yuku yüklenmiş ve meseielerin astiine azimle, şevkle vannışük. Turkiye, mektupraeseleierinehassasUr. 'Acaba bunuo arkasmda bir şey mi var?' der. Kanunlar, 16 ay takip görmedı. Türkiye ne kazandı, ne kaybetti? Neyin çaresi oldu? Hukumet üzerinde istihfamlar yaratılmamalı idi. Tam işe koyulmuştu. Yapacak iki şey yoktu, bir şey vardı. 30 günluk hükümet, hiçbir takbihe hak kazanmaz. Meydana gelen durum, herkesin elini ayağını soğutur. Bilhassa, dış kaynaklan yeniden kurutur. Biz, bir anlmetik hükümeti degıl, bir görev hukumeti olarak işe girdik. Devleı ve hukumet boşluğunun meydana geldiği Türkiye'de, yeniden demokralik otorite tesisi kolay değildi. Ülkeye faydalı olmaktan çıkıp çıkmadığımızı olçmekteyim. Merci aşılmıştır. Kimden, ne yapılması isteniyor? Turkiye buyük tedbirler bekliyor. 6 ay sonra, bugünler aranır..." Başbakamn "içini boşalttığı sırada" Cumhurbaskanı Korutürk yine suskundu. Ancak, ne zaman ki Demirel, Genelkurmay Başkanı ile görüştüğunu, soruna eğileceğini, olayı anlamaya çalışacagmı söyledi, o zaman Korutürk'ün yüzü güldü. Başbakan: böyle görüşmeler yapması için kışkırtıyordu. Demirel ise, "Hükümete devam edip etmeyecegine ancak bu gonışmelerdeo soara karar verecegini..." soyluyordu. Korutürk, bu asamada bir de hukumet bunalımı çıkmasını hiç istemezdı. Demirel, kendi "uslubu" içinde kamuoyuna kimi "mesajlar" vermevi surdurüyordu. ' Siyasetçilerin anlayacağı bu diiın, kamuoyunda, halkta istediği sonuçlara varması olanaksızdı. "Kapalı" ifadelerdi: "...Ülkede kanun hâkimiyetinin saglanması bir devkt meselesidir bir mUIİ meseledir... Siyasi olmaklan çıkmıştır..." diyordu Çankaya Koşkü'nun kapısında. AP Genel Yönetim Kurulu'nda 5 Ocak 1980 günü yapılan geniş göruşmelerde, "...Ordunun yönetime el koymamakla birlikte, siyaseıe el koymuş olduğu..." yargısı, öteki düşüncelerle birlikte kesin bir "sonuç" olarak benimsendi. AP yöneticileri, "bu konunun gensinde ne olduğunun araştırılmasını, soğukkanh davranmak gerektiğini, bu mektupta yazılmayan şeylerin bulunması gerektiğini, bunlann öğrenilmesiru; bu mektup, bir planın sonucu ise bunun ikinci, uçüncu basamaklannın ne olabileceğini 'tahmin' edip ona göre önlem alınmasını" öne sürdüler. Demirel, arkadaşlanna "...Komutanlarla enine boyuna konuşacağını, onlann zihinlerindekini öğrenmeye çalışacağını ve hükümetin yapabileceği ne varsa, onları rahatlatmak için yapmaya çaba göstereceğini'..." söylüyordu. Ne yazık ki, "Arkadaşian... Hükümeti... nrakmaya taraftar olmadıtar..." Oysa, o günlerden başlayarak Genelkurmayda yönetime el koyulacağı gun nasıl davranılacağı, ne gibi işlemler yapılacağı, hangi bildirilerin çıkacağı dosyalanıyordu. 11 Eylulu 12 Eylüle bağlayan gece yayımları "organize" etmesi için Genelkurmay Başkanlığı'na göturulen, sabaha dek orada kalan TRT Genel Müdürü Dogan Kasaroflu, daha sonra, "...PTT Genel Muduruyle bana, ne yapmanuz gerektiğini söyleyen amiralin önundekı dosyaya baktım. Içindeki kâğıtlar sürekli açılıp kapandığı incelendiği için kenarları artık sararmıştı... Tıpkı albumlerde zamanla sararan fotoğraflar gibi..." diyecekti. Ya bizlerin, Hiç umudumuz yoktu... Uyarı mektubu sonrası Demirel 4 ocak günü yeniden Çankaya'ya çıktı ve Korutürk'le görüştü SCRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle