Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 ŞUBAT 1986 CUMHURtYET/7 'Miraçlama Gecesi'nin yolu karla kapalı Zonguldaktan Kuğuların özgürlüğü DENİZ SOM ZONGULDAK Hani şu geçen kış Sovyetler'den göçerlcrken aşın soğuklara yakalanıp, Zonguldak kıyılanna düşen kuğular var ya, işte onlar şimdi Zonguldak'ta mecburi iskâna tabi tutulmuş. Hükümet konağıim yanındaki parkta palmiye dğacının çevrcsine havuz yapmışlar, üstünü tel örgü ilc kapatmışlar, kuğulan da içine koymuşlar. Bir de hükümet konağının önündeki alana bir havuz daha yapmışlar ve içine iki kuğu heykeli dikmişler. Ama kuğu heykellerinin üstüne, ağ germemişler. Kuşları Zonguldak kıyılannda bulan iki kişiye de belediyede iş vermişler. Böylece kuğulann özgurlüğü ıle vatandaşm işsizliği konulannda sorun kalmamış. trfto Müftüogtu. "Ben emekU politikacıyım" dedi, "31 yıl sonra 12 Eylül'de politikayı bıraktım." Çaycuma'da ticaretle uğraşan eski CHP'li Müftuoğlu politikayı bırakmış, ama köyden alışverişe gelenler peşini bırakmamış. "Köyden gelenler, dükkanı ograyınca önce ne var ne yok diye sorarlar. Sonra da yukanda ne var ne yok derler" dedi. Merak işte. Köylerde çok ki1 şi BBC'y dinlermiş. Dinlermiş ama, pek öyle kendi aralarında oturup politika konuşmazmış. Bir tek, zam günlerinde, kahvede halimiz ne olacak derlermiş. Zonguldak Belediye Başkanı Zeki Çakan, tstanbul'a gıttiğinde şehir hatlannda çürüğe çıkanlan bir yolcu vapuru almış. Va Zonguldak, işçi memur kenti. Kahvelerde ise faizciler var. Akşamüstü olup mesai bitince faizciler kahveye geliyor. Isteyene yüzde 20 aylık faizle borç para veriyorlar. îstemeyen gidip taksitle beyaz eşya alıyor. 100 bin lira borçlandığı buzdolabını 60 bin peşine satıyor. pur, bu yaz Karadeniz'de sefer yapacakmış. Yüzer lokantaya dönüştürülen vapurla Amasra'ya, Bartın'a gidecekler, ışıl ışıl geri dönecekler, çok eğleneceklermiş. Avukat Zeki Çolakoğlu, "Bir arkadaşıma müvekkili, köyden tavnk getirmiş. O da tavuğu mıibaşire vermiş. Ögle tatilinde eve götürmiış, akşam sofraya otnrdnğunda tavnğu sormuş. Mef er tavuk çoktan bitmiş. Çocuklar bemen yemiş. Akşama kadar dayanamamışlar" dedi. Çocuk işte. Ve fakat, bir devlet memurunun evine aylardır et ilk kez girmiş. ANAP'h Belediye Başkanı, hizmeti çevreden merkeze değil, merkezden çevreye götürmeyi hedeflemiş. Bunun için de geceleri Zonguldak'ın ana caddeleri yıkanıyor. Hem de sabualu su ile, köpük köpük. Zonguldak işçi memur kenti. tşçiler, memurlar ya az para aldıklarından ya da çok para harcadıklanndan, kahvelerde faizciler var. Akşamüstü olup, mesai bitince, faizciler kahvelere geliyor. Isteyene yüzde 20 aylık faizle borç para venyorlar. Îstemeyen gidip taksitle beyaz eşya alıyor. 100 bin lira borçlandığı buzdolabını 60 bin peşine satıyor. Sonra borcunu ödemiyor. lcraya veriliyor. Maaşına haciz konuyor. 60 bin lira maaşı varsa, dörtte biri 15 bin lira her ay haczediliyor. 2 milyon, 3 milyon borca girenlerin sayısı az değil. "TTK Genel Müdnriüğü"ne deyince taksi şoförü, "Beyaz Saray'a mı?" diye sordu. Kapkara kömuru çıkaran insanlann çalıştığı kurumun yönetim binasına, ne güzel de isim koymuşlar. Zonguldak'ın en egemen yerinde yapılmış Beyaz Saray. Belediye Başkanı Zeki Çakan'ın, politik gecmişi, ortanın solundan geliyor. Belediye seçiminde önce SODEP'e, sonra HP'ye basvurmuş, iki parti de "Hayır" deyince ANAP'tan aday olup başkanlığı kazanmıs. Belediye Meclisi'nde ise, çoğunluk SODEP'te, daha doğrusu bağımsızlarda. Çünkü 13 eski SODEP'liden sadece l'i SHP'ye girmiş. Zonguldak ilindeki 19 belediye başkanhğından 10'unu kazanan SODEP'lilerden Bar tın, Amasra, Kozcağız, Ereğli'deki başkanlar da SHP'ye girmemiş. SHP il başkanlığına SODEP'li Kamil Papila'mn yerine HP'li Kâzım Altıntaş'ın getirilmesi sosyal demokratlar arasında eleştiri konusu olmuş. Hizipçilik falan değil, demokratik sağcılar bile bu atamayı talihsiz bir tercih olarak yorumluyormuş. Zonguldak gibi solun kalesi bir kentte, DSP'nin kurucu üyesinin olmaması da ilginç. 6 Kasımda ANAP'a karşı HP'yi, 25 Martta HP'ye rağmen SODEP'i Uk parti yapan Zonguldakiılar, şimdi DSP beklentisi içinde. Sanki SHP'deki sancı DSP'yi oluşturuyor gibi. Genel Madenlş Sendikası, maden işçilerine hizmet için, tüketim kooperatiH kurmuş. İşçiler artık bakkala değil, sendikanın kooperatifine borçlanacaklar. Çaycumalı bir yurttaş, "Zongnldak'ta Bülent Ecevit'e bıiyiik bir sevgi vardır" dedi. "Onun zamamnda 3 bin kişi madene almdı." TTK Genel Müdürü Fuat Uçüncü, beş yıldır sınavı yapılan 4 bin 500 kişinin işe ahnması için hükümetin onayını bekliyor. Bunlardan 2 bin işçi başbakanın önünde duruyor. 5 yıldır madene işçi ahnmayınca, bir ay yeraltında çalışıp bir ay köyüne izne gitmesi gereken kazmacı, domuzdamcı, tahkimatçı gibi gruplu işçiler, zorunlu olarak izinsiz çalışıyor. Turgut özal'ın Zonguldak için yatınmı Veysel Atasoy'un telefon sanırallan değil, işe alınacak 4 bin 500 kişi olsa gerek. Ne cem büecek yenüer ne miraçlcuna;, ne şiir,.. IŞEL ÖZGENTÜRK Sanz'a zor vanyonız. Kar inatçı. Yol boyunca terkedibniş uzun yol kamyonlannı görünce umutsuzluğa kapılıyorum. Bu kar, bu tipi bizi Binboğalar'a bırakmayacak. Ardumz önümüz göz alabildiğine beyaz. Ardımızda başı dumanlı Erciyas, önümüzde yumuşak kıvnmları karla örtülü Binboğalar. Yolumuz zorlu görünüyor. KarayoUannın yol açma makineleri anayolun dışındaki köy yoüanna henüz uğramamış. Bizi, Pınarbaşf nda karayollan bakım istasyonuna sığınmaya zoTİayan tipi peşimizi bırakmıyor. Sobanın başında sıcak çaylarını içen karayolcular, "Zamanımz yanlış, hemen döniin, bahara gelin" derken, galiba en akılhca uyanyı yaptılar. Bu uyanya rağmen yola devam etmeye kararhyız, eski Alevi geleneklerinden miraçlamayı yapacak bir Alevi dedesine henüz rastlamadık. Bunca yol teptik aradığunızı bulamadık, miraçlama unutulmuş gibi. Bir unutuluşun peşinde ilerliyoruz. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi tstanbul'dan kiraladığınuz arabarun kaloriferi bizi çoktan yan yolda bıraktı. Üstüste giyilen kazaklar, yün elditün tedbirleri bırakıyor. Bu uzun yolun sonunda otantik bir miraçlamayı bantlara kaydedebilme umudu kar, tipi dinlemiyor. Karanlık gecede Veli Tan'ın önderliğinde yola koyuluyoruz. ördekli'ye, Hasan Dedeyi bulmaya, ona eski Alevi türkülerini söyletmeye, gençlerin buralarda pek rağbet etmediği güzelim gelenekleri hiç olmazsa bantlarda yaşar kılmaya. Yol uzadıkça uzuyor. Bir saattir tek arabanın geçmediği bir yolda ilerliyoruz, don var, araba sık sık kayıyor ama kararhyız önce Dayıoluk'a sonra ördekli'ye varacağız, Allah kerim. Sonunda Dayıoluk'a vardık. Görünürde tek canlı yok, köpeklerden başka. Kann oluşturduğu tümsekler yolumuzda bireT canavar gibi duruyorlar. Veli Tan, "ördekli'nin yolu açık mı bir soralım" diyor. Penceresinden cılız bir ışığın yayıldığı kahveye giriyoruz. Kötü görüntülü bir televizyonun başında dört beş genç. Insanı sigara icmemeye yemin ettirecek yoğun bir duman. Buralarda çok sigara içiliyor, can sıkıntısmdan mı, uzun kıştan mı, nedendir bilmem, hiç durmadan yak bir sigara! Kahveye yapüan bu gece baskını heyecan yaratıyor. Herkes hep bir ağızdan konuşuyor, ama onbeş dakika geçtiği halde ördekli yolunun açık mı kapalı mı olduğunu öğrenemiyoruz. "Kapalı, kapalı olmasına da gene de olmayabilir. Belki akşam açılmıştır, gerçi kapalıydı, belli olmaz." Bütün bu tanışmalar sırasmda çaylanmız geliyor, televizyonda gene yabancı bir dizi. Birkaç soru sormaya çalışıyorum, yanıt bulamıyorum; bir çekingenlik, bir ürkeklik. Haksu da sayılmazlar. Gece gelen her yabana ürkütür insanı. Nedir derdi? Kocaman bir soru. Gene de bir iki yanıt geliyor sorulanma, işsizlik kınp geçiriyormuş her yanı. Kimi fınncının yanındaymış, kimi baba parası yiyormuş. Zaten buralarda para harcayacak ne varmış ki. Kayseri'ye bile gitseler ne varmış? Yanm saat süren tartışmalardan sonra öğreniyoruz, yol kapalı ama çok uzak değil ördekli, buradan dört kilometre. Yürüyerek gidilebilir. Ekiptekilere bakıyonım, yola çıkmaya hazırlanıyorlar. Bir Alevi dedesinden hiç bilmediğim turküler dinlemek akhmı çekiyorsa da kun ve köpek korkusu daha baskın. Baştan söylüyorum, "Ben bu kahvede otunıp dönüşünüzü beklerim." Veli Tan şaşkın, ekibi dört kilometrelik yol 12 Mart'tan sonra olduğu gibi, 12 EylüPden sonra da cezaevinde yatan Uyanış Gazetesinin sahibi ve başyazan Ali Bahadır, "Siyasi hava depolitizasyon gibi, berkes geçim derdinde" dedi. Gazetenin manşetini geneüikle işsizlik ve TTK oluşturuyormuş. Her köyde askerliğini yapmış, 3040 genç boş oturuyormuş. Bu gençler, iş bulmak için, ANAP'a da girmiyormuş; insanlar sanki ilk seçimde iktidar değişecekmiş gibi düşünüyormuş. Köyde kentte özal'ın kızını, Atasoy'un evliliğini konuşuyor larmış, derken Zonguldak'ın merkezi kitapçılarından birine telefonla sorduk, "Şu sıralaren çok hangi kitap saülıyor?" diye. Kitapçının yanıtı, "Bin Insan, tnsan Haklan Dosyası" oldu. Havuzun çevresine banklar koymuşlar. İnsanlar, Kuğulu Park'ta oturup, kuğulan seyrediyor. Liseyi bitirmiş genç delikanh durmadan televizyon seyrediyor. "Nasıl vakit geçiriyorsun?" diye soruyorum. "Geçiyor işte" diyor. Biraz önce bize Pir Sultan'dan şiir okuyan, Hz. Ali'nin savaşianndan söz eden babası üzgün konuşuyor: "Her şey yavaş yavaş ölüyor. Gençler merakh değil..." venler kâr etmiyor. Sıcacık bir oda, sıcacık bir tas çorba yakıcı çöl seraplan gibi hiç durmadan aklımızı çeliyor. Hızımız otuz kilometreyi bir türlü aşmıyor, Sanz'a gün batarken vanyonız. Karla kapli bir Anadolu kasabasına gün batarken varmamalı insan. Bir gariplik, yalnızlık duygusu. Tek tük yanan ölü ışıklar, tozlu camlan yabancı sigara dolu bakkal dükkânları, ıssız yollar, koşarak geçen çok yaşlı bir adam, sokak başında ağlayan kız çocuğu. Herkes çoktan evine sığmmış, ıssızhk kol geziyor. Biz de bir an önce sığınacak bir yer bulmalıyız, bu gece buradayız. \ Geçim derdi potitikayı unutturmuş HİKMET ÇETİNKAYA MANİSA Yaklaşık otuz yıl önce, Tarzan fılmleri ülkemizde en çok ilgi uyandıran filrnlerdi. özellikle gençlerin beğenisini kazanan Johny VVeismüller'in Tarzan fılmlerini 50'li yıllarda, biz Manisa sinemalannda pek göremezdik. Hiç unutmam, bir kez Zevk Sineması'na Weismüller'in bir filmi gelmişti ve sinema sahibi ertesi gün ilgisizlikten ötürü başka fılm koymuştu. Çünkü, Manisa'da gerçek bir Tarzan vardı. Ahmet Bedevi adlı bu kişi yaz kış bir şortla dolaşırdı. Ahmet Bedevi Türkiye'nin tek Tarzanı'ydı ve kendisini doğaya adamıştı. Bornova'dan Manisa'ya doğru yol alırken, yıllar öncesi Manisa'yı düşünüyorduk. Son yıllar gelişmiş yörelerimizden birisi, Türkiye'nin tütün ve çekirdeksiz kuru üzüm ambarı bu kentimizin hemen girişinde "Manisa Sanayi Organize Bolgesi" göze çarpıyor. Batı Kışla'yı sağımıza bırakıp, Karaköy'e geliyoruz. Kahvelerden birisine girdikıen sonra, şöyle bir çevremize bakınıp, yanan sobanın kenanna dizilmiş insanlann yanına sokuluyoruz. Üzüm üreticisi Mehmet Germir anlatıyor: "Efendim, bizim sorunumuz çok. Eskiden yıldan yıl a çökerdik, şimdi ise her gün çökıiyoruz. Bakın anlatayim, gttbre fiyatlan a\da bir artıyordu, 1986 yılında gün gün artmaya başladı. Hani hükümet, üreüciyi kurtaracaktı? ANAP'a oy verdik, ama şimdi biz bir seçim olsa lercihimizi bir başka partiye yapanz. Çünkü eziklikçe ezüiyonız." Borsa Caddesi'ndeki kahvelerde de konuşulan konu gübre, ilaç ve tohum fıyatlannın artması, yasamı toprağa bağlı Gediz Ovası'nın insanları, yaşam sorunlannı anlatmaktan, politikaya zaman ayıraıruyorlar. Ege'nin bu şirin kenti bizim bildiğimiz kadanyla yıllardır politikayla yoğrulmuştur. Gediz Ovası'nın verimli topraklannda serpilmiş köyler ve kasabalar, hatırı sayıhr zenginliktedir. Yollan asfalttır, elektriği, suyu, okulu, telefonu vardır. Ancak günlük geçim derdi, son yıllarda politikayı unutturmuş bu insanlara. Şimdi ağızlarından çıkan sözcükler politika uzerine değil. Bizim halimiz ne olacak? Et bin lira, çarşıpazar ateş pahası.. Borç ise, gırtiagımıza kadar. Manisa kahvelerinde çok sa•yıda üreticiyle konuştuk. Üreticiler Ziraat Bankası'nın verdiği kredi limıtinin arttırılmasını istiyorlar. Ziraat Bankası bugün tapu gösterilmek koşuluyla pamuk ürününde dekanna 10 bin, üzüm ürününde 12 bin, buğdayda ise 2 bin lira kredi veriyor. Gübre sorununu ziraat odası ile Zirai Donatım Kurumu ortaklaşa çözüyorlar. Ahmet KasımoğJu anlatıyor: 'Destekleme alımlan ureticiyi ayakta tntuyordu. Üretici biliyordu ki arkasında devlet var. Şimdi bizim üretici olarak gözledigimiz, tanm kesimi üvey evlat. Ovsa biz tanm ulkesiyiz, kendi kendini doyuran, besleyen on ulkeden biriyiz. Hukumetin tütun, pamuk, uzüm ve diger tanm urunlerinde izlediği politika yaniıştır.." Manisa'dan Günahkâr bir ANAP'h ERHAN AKYILDIZ ESKİŞEHİR Eskişehir'e bir akşam üstü indik... "Ahmak ıslaian" yağmura yakalanmamak için, otogarın hemen bitişiMndeki otele gırdığimizde karşı•iştıgımız ilk kişi, Bebek Şadırvan'ın eski sempatik barmeni Sabahattin oldu... Çok iyi bilip de, (18 yılımız geçti) nicedir gelme olanagı bulamadığımız bir kentte, Istanbul'dan eski bir tamdığı görmek ilginç bir rastlantı, ama güzel... Ya, yağan yağmurun, ya kentin üstüne henüz çökmeye hazırlanan karanlığın, ya da 10 gündür yollarda oluşumuzun bir sonucu olsa gerek, duygulanıyor insan... bul özlemi henüz bitmemiş Sabahattin'in. Sonra noktalıyor sözunü: "tstanbul'a bir gün mutlaka döneceğim, ama kendi barımı açacak para kazanmadan kesinlikle donmem..." Sabahattin'le sohbetimiz sürerken, bir eski dostumuz giriyor otelin barına. Gençlik, öğrencilik yıllanndan beri hep politikanın içinde olan biri. Azmi Kerman, Eskişehir'de eczacılık yapıyor. Eczacılar Kooperatifı Başkanı, Eczaalar Birliği Merkez Heyeti Yönetim Kurulu üyesi... Şimdilerde de SHP'de yoğun bır çalışma yapıyormuş... Azmi Kerman'la gece boyunca, eski dostlardan, Eskişehir'kes birbirine sanlıp öpuşüyor, el sıkışıyor... "Her pazar boyle midir?" diye soruyoruz orada tanıdığımız kişilere. "Yıllardır, CHP'den beri, böyle bir getenek oluştuğunu, her pazar partililerin il merkezinde toplanıp dertleştiklerini" söylüyorlar... Eski HP, şimdiki SHP milletvekili Münir Sevinç, SHP II Başkanı Demircan Arıkan, Baro Başkanı Akın Çamogln da var o gün... Kaiabalığın büyük bölümü milletvekili Münir Sevinç'in çevresinde toplanmış. Ankara'dan haber alıyorlar. Münir Sevinç'e yöneltilen yakınmalann büyük bir bölümü öteki SHP Milletvekili Nuri Uzel üstüne... Uzel'in milletvekili seçildiğinden bu yana kente uğramadığını söylüyorlar... Aralarında "Oylanmızı geri versin" diyenler de var... SHP İl Merkezi'nden ayrılırken, "Her pazar böyle kalabalık mı ohır" diye soruyoruz... "Pazar toplanmalannın aralıksız sürduğunu, ama gelenlerin sayısının, partinin iktidar olmaya yakın ya da uzak oluşuna göre değiştigini" söylüyorlar... SHP ıl merkezindeki coşkulu kalabalığı geride bırakıp, ANAP'ın Malikbey Çarşısı'ndaki il merkezine gidiyoruz. Bir sessizlik egemen il merkezinin bulunduğu ikinci katta. İçeride elektrik supurgesiyle temizlik yapan sarışın çocuk, "Kimse yok rau?" sorumuzu, "Bugiin kimse gehnez abi" diye yanıthyor.... Anlattıklarımız, elbette Eskişehir'in politik havasını yansıtmak için bir ölçü değil. Belli ki ANAP'ta pazar günleri il merkezinde toplanma geleneği oluşmamış... ANAP'tan çıkıp kenti dolaşmaya başhyoruz. ilk konuştuğumuz kişilerden biri Bayram Keser oluyor. 55 yaşında ve Sivrihisarlı olduğunu söylüyor. Bir özel şırketten emeklı olup, bırara yurt dışında TIR şoförluğu de yapmış... "tngilizce bilmem ama Londra'yı Sivrihisar kadar iyi bilirim" diyor bize... Yaşının ilerledığini, artık çalışamadığını anlatıp, şöyle surdürüyor konuşmasını: Eskişehir'den Veli Tbnhn evinin onunde aynlık fotoğrafı çektiriyontz. Az sonra dönüş baflayacak. Dört bir yanunıt kar. Ördekli koyundemiraçlama bilen Hasan Dedt'yt ulaşamadık, ama dostluğun, kardesliğin güzeüiğini gördük. Bu resmi çektirirken yanıbasımızda bir dere akıp duruyordu. "Baharda Kızıkrmak'ı bulur" dedüer. Yoldan tek tük geçenlere lnce Mağara köyünü soruyoruz. Tek bildiğimiz, tanıdığımız orada, onun da bizim geleceğimizden haberi yok. Nasıl karşılanacağımızı bilmiyonız, gene de hepimizde garip bir guven, Tann kulunu kapıya koyan olmaz buralarda. lnce Mağara köyüne girip Veli Genco Tan'ın kapısını çaldığımızda artık gece baslamış. Köyün girişinden beri arabayla yarış eden kocaman kurt köpeklerinı geride bırakana dek epey ter döktük. Veli Tan'ın evinin önunde küçük bir dere akıyor, çevresinde kavak ağaçlan, £3vdelerine kann beyazı vurmuş, her yanda bir gümuş aklığı. Veli Tan kapıyı açıyor. Şaşkın, kimiz, neyiz, neciyiz? Veli Tan'ın babası Cafer Ağa bizim tanışımız, adını söylememiz yetiyor, az sonra sıcacık bir odadayız, çaylarımızı içiyoruz. Ev pekmezi, peyniri derken Veli Tan'a geliş nedenimizi anlatıyoruz, "Miraçlama bilen bir dede anyoruz, bildiğin tanıdıgın var mı?" Veli Tan bir sure duşundukten sonra, "Böyle bir dede hâlfi yaşıyor" diyor, "Yalnız bu köyde degü, Ördeklj'de." Oğluna işaret ediyor, "Götüriir raiisün misafirieri?" Oğlu Hasan keyifsiz, biz oraya vardığımızdan beri televizyondan gözünü ayırmadı. Onunla konuşmak istiyorum, bu yıl liseyi bitirmiş, üniversite sınavlarına girecekmiş bekliyor. Yılgın, umutsuz bir hali var. "Nasıl, neleıîe vakit geçiriyorsun?" diye soruyorum, omuzlannı silkip, "Geçiyor işte" diyor, sonra bütün bu sohbetten sıkılmış gibi dönüp televizyon seyrediyor. Başka bir zaman olsa konuşurum, dertlerini, sıkıntılannı anlamaya çalışırım ama yorgunum bir de hiç gözünü ayırmadan televizyon seyretmesine camm sıkıhyor, oysa babası az önce bize Pir Sultan'dan uzun bir şiir okudu. Hz. Ali'nin savaşianndan söz etti ve "Her şey yavaş yavaş öluyor" dedi. "Yeniler merakh degil. Ne cem bilinecek artık, ne miraçlama, ne de şiir..." Hasan başını bır kez olsun bızden yana çevirmiyor, sanki inadma yapıyor, "Sizin miraçlamanızdan, şiirinizden bana ne der" gibi. Çok üşüduğü için sobanın yanından ayrılmayan evin hanımı Aliye Hanım sigaranın boğuklaştırdığı sesiyle ailesınin öykusunu anlatıyor. Babası, Atatürk'ün ilk milletvekillerinden Aliye Hanım'ın. Tunceli'nin ilk milletvekili Ramis Bey, AJiye Hanımın babası, Veli Tan'ın da amcası. "Amcam çok akıllı adammış öyle derler" diyor Veli Tan. Ailenin Tunceli'den Sanz'a uzanan kolu Tan soyadmı almış, şimdilerde aile çok büyümuş, Mersin'de, İstanbul'da yurdun her yanında varmış Tunceli'den göçeden Gencolar. Ailenin gelinlik kızı çaylarımızı yenilerken, "Sizi Ördekli'ye ben goturiımm" diyor Veli Tan. "yol açıksa, sanmıyomm ya, çünkü havada don kokusu var." Şansımızı denemeye nıyetliyız, müzik profesörü dostumuz birden büdan çevirmeye cahşıyor. "Yann gidin" dıyor. "Günduz gozüyle." Haklı, hep birlikte kahveden çıkıyoruz, bizi bir sürpriz bekliyor. Arabanın, daha doğrusu buz tutmuş bir tümseğin iki saat esiri oluyoruz. Veli Tan'ın evinde konuğuz o gece. Yarın gene yollara düşeceğiz. Yorgunluktan gözkapaklanmı zor kaldınyorum, ama Aliye Harumİa konuşmak bir şeyler öğrenmek için can atıyorum, ekipten bir ben uyanığım. Televizyon bütün çabalanmı yok ediyor. Oturup hep birlikte televizyon izliyoruz. Çevremiz yüksek daglarla kaph olduğundan görüntü kötü, fılm can sıkıcı, çaresiz belki filmden sonra sohbet koyulur diye bekliyorum, ohnuyor, fılm bitiyor herkes yatıyor. Gecede yalnız köpek sesleri ve küçük derenin türküsü var. "Işçinin, işsizin durumu bozuk. Emekliler iyice perişan. Memurun durumu bize gore daha iyi..." Bayram Keser konuşurken söze, bize kulak misafiri olan garson Mustafa Konuk katılıyor: "Memurun durumu nereden iyiymiş abi, babam 21 senelik memur 50 bin lira maaş alıyor" diyor... Bayram Keser ise "Ben 27 sene çalışıp emekli oldum elime ayda 35 bin lira geçiyor" diye yanıthyor garson Mustafa'yı... Keser'e son olarak "Kime oy verdin?" diye soruyoruz: "ANAP'a oy verdim, kendim vermekle kalmayıp, hasta kanmı da götüriıp ANAP'a verdirdim. En günahkâr adamun ben" diyor... Bebek ŞadtrvanHn eski barmeni Sabahattin: Eskişehir çok güzel bir yer. Bir melin barını çalıştınyorum. 40 bin liraya ev kiraladım. htanbul'da olsa en az 100 bin lira eder. Sonra yol parası diye bir olay yok. Çarşı pazar da çok pahah değil. însanlan da sıcak. Sabahattin ateş gibi. Otel girişimizi yaptırıp, bavullarımızı odamıza gönderiyor, sonra da bizi otelin barına çağınyor... Koyu bir sohbete başlıyoruz Sabahattin'le. Eskişehirli bir kızı sevmiş, evleneceklermiş. Ama lstanbul'daki hayat pahalüığı buna olanak vermediği için, çareyi "hanımköylu" olmakta bulup, evlenerek Eskişehir'e yerleşmiş. Sabahattin heyecanla anlatıyor: "Eskişehir çok guzei bir yer. Bu otelin bannı çalıştınyorum. 40 bin liraya bir ev kiraladım, ıvnıevi İstanbul'da kiralamaya kalksam en az 100 bin lira eder. Sonra, burada yol parası diye bir olay yok. En uzun mesafe bile yurunerek gidilebüir. Çarşı pazar da oyle tstanbul gibi pabalı değil. tnsanlan da sıcak. Geleli 6 ay oldu, birçok insan tanıdım. Bu bara da aynı Şadırvan'da olduğu gibi, benim için gelen bir süni dostum var..." Sonra İstanbul'u, eski dostlaruıı, muşterilerinın neler yaptığını soruyor bize... Belli ki tsıanin sorunlarından konuşuyor, sonra da "kentteki politik havayı" soruyoruz... Kerman, "Genelde sağ ağırlıklı olsa da kentte, dengeli ve demokratik bir o> dağılımının olduğundan, son seçimlerde 5 milletvekilinden uçünü ANAP'ın, ikisini de HP'nin kazandıgından, HP ile SODEP'in birieşmesinden sonra sos>al demokratlann epeyce güçlendiklerinden" soz ediyor... Sonra bıze, "Sağlam bir gözlem yapmak istiyor musun, eğer istiyorsan yann iki partinin il merkezlerine git, gazeteci olduğunu anlamasınlar, objektif olarak izle" dıyor... Ertesi gun pazar... Azmi Kerman'la saat 11.00 sularında SHP'nin vılayet binasının yakınındaki il merkezindeyiz. Kerman bizı "liseden bir arkadaşım" diye tanıtıyor... SHP'nin 34 odalı il merkezi anababa gunu gibi... Kent merkezinden, ilce ve köylerden bır yığın insan hıncahınç doldurmuş binayı... İçeride, dini bayramlardan sonra, camiden çıkan ınsanların görunümü var. Her Kahveye yapılan gece baskını heyecan yaratıyor. Gece gelen her yabancı, ürkütür insanı. ^ Nedir derdi? Birkaç soru :j| sormaya çalışıyorum. Bir *İ« çekingenlik... Gene de bir iki yanıt geliyor. Işsiziik kınp geçiriyormuş her yanı... Sabah gene gun ışığıyla uyanıyorum. Kapıyı sessizce açıp bahçeye çıkıyorum. Ayaz, küçük dere buz tutmuş, bir kız çocuğu ekmek dolu sepetini sallayarak yanıbaşımdan geçiyor, çok kar yağmış gece, çok don olmuş. Az sonra Veli Tan geliyor. Sabah gün ışır ışımaz ana yola inip telefon etmiş, ördekli yolu iyice kapanmış gideceğimiz pek çok yol da. Binboğalar'a varamayacağız Hasan Dede'ye varamayacağız. kara yenildik. Istanbul'a dönüyoruz. Takvıme baktun bir hafta geçmiş. Dizlerime örttüğüm kilimın güzelim nakışlanna bakıp düşunüyorum. Buralardaki şiir kendini kolay kolay ele vermiyor. Onu önce seveceksin, vurgunu olup gelip gideceksin, yolunu yöresini öğreneceksin, onun insanı olacaksın, belki o zaman bulunamayan miraçlama ansızın geliverecek karşına, dağların gizli dünyasına, şiirin hasına dokunacaksm. Bu yola çıkmadan önce dağh biri bana şöyle demişti, "Dağlar sır vermez, sen varıp bulacaksın". O haklı çıktı. Dönuşte lstanbul Ankara yolu yağmurlu. Kar geride kaldı. * * • * Yukarı Mahalle'nın genel görünümü, kentin öteki bölgelerine göre daha yoksul insanlann yaşadığını ayna gibi yansıtıyor... İnsanlann söyledikleri de şöyle: İşçi emeklisi Ali Sankaya, "Canımızla ugraşıyonız, particilik de ne ki" diyor... Emine Söylemez adlı dul kadm, "Çocuklannın eline baktıgını, evine aydan aya et zor girdiğini" söyleyip, "Bizim için artık ölümü beklemek kaldı" diyor. Oysa yaşı 5560 ya var ya yok... Aralannda, "Anarşiyi bitirdi ya, oyumuz Özal'ın" diyenler de var. Ama genel sıkıntıları hep hayat pahalıhğından... "Üç gün sonra bir telefon: İstanbul'da bir "Miraçlama Gecesi". Onca yoldan sonra İstanbul'da. Kim demişti, 'tstanbul koskoca bir ülkedir..."