Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 20 ŞUBAT 1986 Ozetle Yatağımda vurulmuş bir müdür yardımcısı 5 Taksi ve dolmıış sammı kapıda A. O kadar çaldı ki yürekten Türküler aşındırdı kavalı l| Bir ozanın çizdiği portreler I ** ..nkara Devlet Konservatuvan'na 1945 sonunda dramaturg ve diksiyon öğretmeni olarak atandım. O günlerde büyük ücret ödenen bu görevi, işe başlamadan kabul etmedim. Genel müdürün de, okul müdürünün de ısrarlarını geri çevirdim. Tutumumu anlamamakla birlikte sevgi ve saygıyla karşıladılar. tşi bir heveslisine, bana da ondan kalan sekiz saat yazın öğretmenliğini verdiler. Okulda yatıp, parasız olarak yemek yiyordum. Öğretim dalı beden eğitimi olan, babacan, iri yan ve haşarı konservatuvar öğrencilerine kendisini kabul ettirmiş bir müdür başyardımcısı vardı. O sıralarda evlenme ve başka bir okula atanma gibi sorunlarla bunalmış. Evleneceği bayan geleceği için çok şeyler isteyerek onu bunaltıyor. Milletvekili olmasını istiyor. Bir gün başyardımcıyı benim yatağımda başında bir kurşun deliği ile bulduk. Ikinci kurşun ise boşa gitmiş, duvara saplanmıştı. Giyinikti. Ayaklan yataklıktan sarkıyor, olduğundan daha ufalmış görünüyordu. Polis, savcı geldü. Gerekli incelemeleri yaptı. Soruşturma açılmasına gereksinme duyulmadı. O günlerde Saim Alpago ile yakınlaşük. O sırada Devlet Tiyatrolan henüz kurulmamıştı. Konservatuvan bitirenler, kadro da ohnadığından özel bir yasa ile atanıyor, ayda 50 lira kadar bir aylık alıyorlardı. Cumhurbaşkanhğı Filarmoni Orkestrası da yine konservatuvara bağlıydı. Saim Alpago, ilk öğrencilerden olduğu için evlenip çoluk çocuk sahibi olarak okula girmiş, ailesi başka bir kentte oturuyor. Askerden dönmüş, okulda yatacak bir yer vermişler. Yemek vermiyorlar. Aylığının yansıyla idareye çalışıyor, yansını ailesine gönderiyor. Belki de ceketi olmadığı ya da eskitmemek için kısa kollu bir gömlekle dolaşıyor. Bir gün bana "Hocam böyle nicin agır yiirüyorura biliyor musun? Acıkmamak için enerjimi az kullanıyorum da, ondan" demişti. "Tatbikat Sahnesi" adıyla görevlendirüen tiyatro, yılda belli bir sure çalıştığı için sahneye çıkma olanağı da pek azdı. Başyardımcinın canına kıymasından birkaç gün sonra, gece çalışma odama geldi. Konuşuyoruz. ölüm üzerine öyle aynntılı, öyle ılgınç saptamalar yapmış ki, o sade kılıklı, dümdüz bir adam görünüşlü Saim bir Dostoyevski'ydi sanki. Saim anlatıyordu: Revirde çalışan, herkesin nine dediği 80'e yakın bir emektar var. Başyardımcı, canına kıymadan önce çok şık özel kahve rıncanmı ona armağan etmiş. Nine öyle sevecen, öyle sevilen, öyle yaşlı bir insan ki, çevresinde yüzlerce kişi onun bu işi yaptığından kuşku duymaz. Saim, nineyi gözleriyle oynayarak anlatıyor. Soruşturma günü nine kimi görse açıklamada bulunuyor, yemin ediyormuş, "Vailahi ben öldünnedim, evladım" diye.. Saim o gece kendi kuşkulanru da yine kendisiyle alay ederek anlattı. ölüm günü ona da bir kuşku gejmiş, "Acaba ben mi öldürdiim?" diye, daha sonra "Öldürmemiş olsam bile, acaba öldurdügümden kuşku mu duyariar?". Vardığı sonuç şuydu: Bir yerde bir olay olursa, herkes kendisinden kuşku duyar. Daha sonra Devlet Tiyatrolan kurulduktan sonra Saim'i birçok kez oyunlarda izledim. Oteden beri şu kanıya varmışımdır. tyi sanatçüar soylu yarış atı gibidir. Ya R Içi Sevda Dolu ^ Yolculuk CAHİT KÜLEBİ i .. AKSES VE TÜZÜN'LE Yıl 1954. Cahit Küîebi (solda), Türk bestecileri Nectt Kâzım Akses (ortada) ve Ferit Tüzün'le birlikte. kabılar bile sanki özel yaptırılmış kadar şık görünürdU. Çok duyarlıklı, belki de alıngandı. Ama, neseli, şakacı olgun tavrıyla bu durumunu bile pek ortaya koymazdı. Galatasaray Lisesi'nden sonra, Paris Müzik öğretmen Okulu'nu bitirmişti. Necil Kâam gibi o da yaşamasını, güzel yemekleri ve çevresiyle dost olmayı severdi. Eşi, Necdet Remzi Atak'ın ablasıydı. Onunla birlikte verdiği konserlerle çocukluğunda üstün yetenek göstermiş Ferhunde Erkin'di. tkisi birbirlerini tamamlayarak büyük saygınlık ve sevgi kazanmışlardı. tkisi de piyanistti. Ferhunde Hanım, bu işleri bırakıncaya kadar, Türkiye'nin birinci piyanisti sayıldı. Gelen ünlü yorumcularla çoğunlukla o calardı. Ferhunde Erkin çok görgülü, ince, olağanüstü bir kişiliktedir. Evinin bütün işlerini kendisi yapar, arabaları olduğu halde Konservatuvara yürüyerek geür, okulda ve dışarıda pek çok öğrenciye ders verir; iki küçük kızına gul gibi bakar, giydirirdi. Bu arada akıl almaz bir kolaylıkla yabancı dil öğrenirdi. Kolejde ve Almanya'da okuduğu için Ingilizce ve Almancayı çok iyi bilirdi. önce bunlardan Devlet Dil Sınavı'm verdi. Daha sonra ttalyanca öğrendi, ondan da Devlet Dil Sınavı'm kazandı. Ben Konservatuvardan aynldıktan sonra belki başka dillerden de devlet sınavı vermiştir. Belki? Aslında, birincisinden sonraki basanlann parasal bir yararı da yoktu. Ama, o spor yapar gibi dil öğrenmekten zevk duyardı. Fransızca sınavına gittikleri gün, bir saat kadar sonra Konservatuvara geldi. "Urvicik acaba ne yapıyor?"diye heyecanla yolunu bekledi. Uhi Cemal Erkin, Konservatuvar Folklar Arşivi'ni oluşturan derleme çahşmalarına önce Bela Bartok'la' daha sonra, Necil Kâzım, Halil Bedi Yönetken ve Muzaffer Sartsözen'le Anadolu'yu baştan başa dolaşarak katılmıştı. Halk türkülerinden yaptığı armonizasyonlarda ozansı kişiliği kendini gösterirdi. Bütün besteler, rahat, duygulu ve zarifti. Ozan yaratılmıştı. Bir süre mide ülseri tanısıyla saynhk geçirdi. Daha sonra, kalpten öldü. öldüğünde genç denilecek yaştaydı. Daha çok besteler yapabilir, öğrenciler yetiştirebilirdi. di. Bu yazımda fantezd yaptığım sanılabilir. Ama, bu yaşımda inanıyorum ki, onun gibi bir yönetici çok güç bulunur. Bugüne değin de bulunamadı. Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası'nın bütün çalgılan Mızıkayı Hümayun döneminden kalmıştı. Necil Akses durumu incelememi istedi. Bir de süre verdi; günü gelince sordu; notlarırriı götürdüm. Projeyi Bakanhk Talim ve Terbiye Dairesi'ne gönderdik. Kabul etmediler, geri çevirdiler. O sırada Necil Akses Konservatuvar Müdürüydü. Teklifımizi yeniden, fakat anlaşılmayacak bir biçimde yazmamı söyledi. Iki hafta sonra anlaşılmaz biçime sokarak gönderdiğimiz teklif beğenildi. Bütün çalgılar Almanya ve Fransa'dan getirtildi. Konservatuvann piyanolan onun zamanında yenilendi. Hatırlıydı, kolaylıkla ödenek koparabiliyordu. Açılan smavlarla Konservatuvan bitirenlerden bir bolümü onun müdürlüğü ve genel müdürlüğu sırasında Avrupa'ya gönderildi. Her dalın nerede en iyi öğrenileceğinden tutun da, öğrencinin çaüşmalannın en küçük aynntıları bile onun eliyle düzenlenmiştir. Necil Akses, Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Ferit Alnar ve Cemal Reşit Rey daha önce Avrupa'da okuyan yetenekli bir kusaktı. Ikinci kuşak olarak bu Avrupa'ya gönderilenlerin arasında en çok başarı gösteren Ferit Tiizün de Necil Akses'in kompozisyon öğrencisiydi. Yukanda sözünü ettiğim kuşak hep birlik ohnuş, birbirlerini desteklemiştir. Ancak, ara sıra şaşınmacalar olurdu. örneğin içlerinde en dalgın olanı Ferit Alnar , Filarmoni Orkestrası Şef Yardımcısı iken görevinden istifa etti. Aylığını ücrete çevirtti. Her zaman çok yakın arkadaş olan Necil Akses ile Ulvi Cemal Erkin bu işte bir neden olduğunu düşünmekle birlikte, bir türlü içyüzünü anlayamamışlar. Ama aradan altı ay geçtikten sonra, ücretlilerin bir üst dereceyle asli kadroya atanmasma Jstanbul'da taksi ve dolmuş ücretlerine yaklasık yüzde 15 oratunda zam yapüması bekleniyor. Dolmuşlarda en yakın mesafe 90 liradan 100 liraya. en uzak mesafe ücretinin ise 410 liradan 470 liraya çıkanlacağı öğrenildi. Taksi ve dolmuş ücretlerine yapüması planlanan zam, Anakent Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezinin bugün yapılacak olağanüstü toplantısında ele alınacak. (a.a.) Cerrahpaşa Tıp'ta sözleşme imzalandı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Tümhaslş Sendikası ile Fakülte Dekanüğı arasında 180 işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmesi imzalandı. Toplu iş sözleşmesi ile net 30 bin lira olan en düşük ücret 60 bin liraya çıkanldı. Ücretlerde Vinci yıl için yüzde 27 artı 3 bin lira, ikinci yıl için yüzde 25 artıs sağlandu Yasadısı THKP/C Savaşçılan örgütünce, 1980 yılında gerçekleştirilen Gazipaşa tlkokulu ve Arcam Cam Fabıikası soygunlarmda, istihbarat sağladıkları iddiasıyla yargüanan Demir Demirel ve Hüsnü Bütün tahliye edildL tstanbul Sıkıyönetim Askeri MahkemesVnde görülen yasadışı Partizan Yolu davasında, tutuküt sanıklardan Levent Gürset, Alev ve Necdet Karacan'm, yasadışı Devrimci Derleniş örgütü davasında da, Ramazan Güneşin tahliyeleri kararlaştınldu den çok güçlü kuvvetli olan çocuğu hem dövüyor, hem de ağlıyor. Kendisini odama getirip oturttum. Uzun uzun konuştuk. Rahatladı. Yıldınm Onal kısa sürede yeteneğiyle dikkati çekti. Sesi, fiziği ve doğuştan aktör yaradıhşıyla daha öğrenciliğinde güç oyunlann başrollerini başardı. Konservatuvan bitirir bitirmez de Devlet Tiyatrosu'nda "Baba Evinde Hayat" oyunuyla birden üne kavuştu. Ama ne var ki, işittiğime göre bir uçunıma gidiyordu. Kendisini çekip çeviren bir ailesi yoktu. Erken evlenemedi. Evlendiğinde de iş işten geçmişti.. örneğin, fitil gibi içtikten sonra bir taksiye atlıyor "Çek" diyordu. Şoför, "Nereye?" diye soruyor. "Nereye olursa otenn" yanıtını alıyor. Daha sonra, şoförün her soruşunda örneğin "Sağa" buyruğunu yineliyordu. Saatlerce dolaştıktan sonra, istenilen parayı verip arabadan iniyordu. Birkaç kez, alkol tedavisi gördü. Ama yararı olmadı. Yaşamla bütün bağlan kopmuştu. Kimsesizdi. Ortam destek olmuyordu. Spor alanında, Anadolu'dan gelen büyük yeteneklerin kısa sürede nasıl çöktüğü anlatıhr durur. Türkiye'de sanatçının bir futbolcu kadar değeri olmadığı gibi, kulübü, kulübünün yandaşlan da yoktur. özellikle tiyatro ve opera sanatçılan korkunç bir boşluk içindedir. Bakanhk, yalnızca özlük işleriyle, birtakım yüzeysel işlerle uğraşır. Bakan ya da bakanhk ileri geienleri, sanat birikimleri olmadığından, bir sanatçı karşısında olsa olsa hayranhk ve kompleks duyariar. Tiyatro müdürleri eğer bir otorite kazanmışsa bakanı da üst düzey yöneticilerini de ciddiye alıp saymaz. Arkasım daha büyük katlara dayar. Kari Ebert döneminden beri hep böyle olmuştur. Adam yetiştirmekten çok, adam kullanmak, gerekirse harcamak bir gelenektir. Işte Yıidtnm Önal da bu hava içinde geldi, bu hava 5 tahliye Banka müdürünü yargılandı vuran Ferit Alnar: Bir başka tür usta Ferit Alnar daha önce adlannı belirttiğim beşli kuşagın Cemal Reşit Rey'le birlikte en yaşlısı ve hepsinden en ayrımlı olanıydı. Sevimli ve dost sayılamazdı. Sişara içmez, belki içkiden bile kaçınırdı. Sevgi ve sevimlüikten uzaktı. Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası'nın Y ıldırım önal, fitil gibi içtikten sonra bir taksiye atlıyor, "Çek" diyordu. Şoför, "Nereye?" diye soruyor, "Nereye olursa olsun", yamtını alıyor. Daha sonra şoförün her soruşunda "sağa" buyruğunu yineliyordu. şamlannda ne denli basit, hatta ne denli görgüsüz ve ekinsiz olsalar da, sahneye çıktıklarında bambaşka oluyorlar. Saim, sahnedeyken dışandaki kişiliği gidiyor, yerine bir başka Saim geliyordu. Sanki yıllarca Avrupa'da yaşarnış, eğitim görmüş, büyük sahnelerde oynarruş gibiydi. Öysa, zavalh Saim'i belki de Devlet Tiyatrolan 'nın Avrupa turnelerine bile götürmemişlerdir. Bir de bunun tersi kişiler vardır. Sanat işinde beş para etmedikleri halde, çevreleri, hatta daha geniş çevreler onlan büyük sanatçı sayar, onlar da bu durumu benimserler. Zaten sanatçı yetenekleri olmadığından, içtenükli bile olsalar, kendilerini bu gibiler değerlendiremez. Saim, her gerçek sanatçı gibi, dümdüz görünür, sanatçılık ayaklanna yatmazdı. Annesi onu aktör olarak doğurmuştu. Rol kesmez. Kendisi o kişiymiş gibi oynardı. Gözleri bir anlatım pmanydı. Her tür oyunda başarıbydı. Commedhı dcil'arte yorumunda da eşsizdi. Sanatın bir "hirfet" olduğunu kendi kendi ne sezmişti. .anunu Ferit Alnar kadar çalan yoktu. Ünlü konçertosunun solo partisini yalmz o çalabilirdi. Bu yapıtı Alnar öyle bestelemiş ki, kanun solistleri yetersiz olursa icra edilemeyecek demekti. Şef Yardımcısı, gerçekte Türk şefiydi. Güzel soprano Ayhan Aydan'la evliydi. Istanbul Guzel Sanatlar Akademesi'nin Mimarhk bölumunde beş yıl okumuş, bitireceği sırada bu meslekten cayarak, Almanya'ya kompozisyon ve şeflik öğrenimi için gitmiş, orada müzik öğrenimini tamamlamıştı. Kendi turünde çok ilginçti. En güç matematik problemlerini kolaylıkla çözerdi. Çağımızda Klasik Türk Muziği'nin kurallannı en iyi bilen kişiydi. Kanun adh çalgıyı ise onun kadar çalan yoktu. örneğin, ünlü Kanun Koncertosu'nun solo partisini yalmz o çalabilirdi. Bu çok özgün yapıtı Alnar öyle bestelemiş ki, kanun solistleri yetersiz olursa icra edilemeyecek demekti. Ferit Alnar, modern Türk müziğinin benzeri olmayan bir önderiydi. öbür besteciler, ya Batıhlara öykünüyordu ya da Türk Halk Müziği'nden arajmanlar yapıyorlardı. Bunlann içinde yer yer adalar olarak Yunus Emre Oratoryosu'nda Adnan Saygun, ilahileri büyük bir rahatlık ve güzellikle kullanmıştır. Ulvi Cemal Erkin'in Köçekçeler'i ise bir büyük başyapıt örneğidir. Bu iki yapıt, Nânm'ın Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin ve Istiklal Savaşı Destanı benzeri basyapıtlardır. Ama üzerlerinde "Türk Malı" patenti vardır. Ferit Alnar onlara ve başka hiç kimseye benzemez. Yaptığı iş Divan havasındaki Yahya Kemal, ya da Türk Halk Müziği havasındaki Ahmet Kutsi Tecer ve Ömer Bedrettin türünden değildir. O üstüne "Tiirk Malıdır" etiketi yazılmadan da Batı tekniği içinde Türkçe yazıldığı anlaşılacak yapıtlar yarattı. Özellikle benim şiir anlayışımda olan bir ozanın çok beğeneceği yapıtlar. Çok seveceği diyemiyorum, çünkü Ferit Alnar'ı iyice değerlendirebilecek müzik kültürüm yok. Yaptığım değerlendirme sezgilerime dayamyor. Sonuç ne olursa olsun, ileride Alnar'ın daha iyi anlaşılabileceğine inanıyorum. Ferit Alnar, dalgınlığıyla ünlüydü. Bir kez yanında küçük bir çocuk olan oğluyla birlikte, Istanbul için yola çıkrruş, yan yolda Konya'ya gitmekte olduğunu anlamıştı. Bir kere sokak sanarak merdivenli bir yoldan araba ile indiği söylenirdi. Bir kez de Muzaffer Sansözen yeni yaptırdığı paltosunu bulamaz olmuş. Kapıda Ferit Alnar'a rastlanuş. Bakmış Alnar'ın sırtında kendi paltosu. "ÜsUt" demiş, "Bu palto senin mi?" "Alnar, direnmiş, "Kendi paltom" demiş, epey tartışmışlar. Sansözen paltosunun cebinde leblebi olduğunu anımsamış. Cebini yoklamasım önermiş. Ferit Alnar bir avuç leblebi çıkarmış, "Allab Allah, bu leblebi de nereden çıktı?" diyerek Sansözen'in paltosunu vermiş. Bu öyküyü Mnzaffer Sarısözen'den duymuştum. Ferit Alnar, kendisinin yönetmediği ve dinleyici olduğu konserlerde genellikle uyurdu. Şu gericilerin çok benimsediği mehter marşları beni sinirlendirir. Sözlerinden de anlaşılacağı gibi hemen hepsi, ya Tanzimat sonrası turküleridir, ya da cumhuriyet öncesi marşlandır. Hatta bu marşlar içinde daha sonra ortaya çıkanlar da vardır. Herkes can kulağıyla atalarımızın bir anmalığı, bir ulusçuluk örneği olarak dinler. Oysa şimdilerde, dinlediğimiz bir tek mehter marşı vardır. O da Mozart'ın Türk Marşı'dır. Mozart kuşkusuz bir arajman yapmamıştır. Türklerden dinlediği mehter havalarını dehasıyla birleştirerek yaratmıştır. Ona benzeyen örnekler Ferit Alnar'ın besteleridir. O, musikide pek az Türk çağcıl ozamnın az buçuk yapabildiği, çoğunun ise yüzüne gözüne bulaştırdığı işi başardı. Sağken hiçbir dostluğumuz yoktu. Hatta kendisini sevmezdim de. Ama şimdi en büyük dostum. K Osmanlı Bankası Genel Müdürü François de Rancourt'u silahla vuran aynı bankanm güvenük görevlisi Mustafa Damar'ın (26) yargılanmasma dün devam edildL tstanbul 4. Agtr Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davada santk Mustafa Damar'm 15 Kasun 1985 tarihinde Genel Müdür François de Rancourt'u (47) kendisine gulduğu sanısıyla beylik tabancası ile yaralayarak öldürmeye tam teşebbüste bulunduğu öne sürülüyor. Mahkeme, tutuklu olarak 24 yü hapis cezan istemiyle yargüanan sanık Damar'ın, suç tarihinde cezai ehliyetinin bulunup bulunmadığınm tespiti için Adli 1\p Gözlem thtisas Dairesinde müsahade altına alınmasına karar verdL Durusma, 12 Mart 1986 saat 11.35'e ertelendl Eski kaçakçı, kebapçılık yaparken yakalandı Esrar kaçakçüığı suçundan 3 yüdır polis tarafından aranan Mahmut Beğenümiş, Beşiktaş'ta bir kebapçı dükkânı işletirken yakalandı. 1978 yılında Turkiye'den Almanya'ya trenle giderken, Yugoslavya svunnda 1 kilo 800 gram esrarla yakalanan ve 8 yü 4 ay ceza alan Beğenilmis, karann açıklanmasından sonra kayıplara kanşmıştu İnfaz Masasına gearilen Beğenibnis, suçu ka bul etmedi ve söz konusu esrart trende arkadaş olduğu 3 Türkün, çantasma bırakmış olabileceğini öne sürdü. RASTLANTILARDAS OLUŞMUŞ BİR TANSIK KiUebi, "Rastlantüardan oluşmuş bir tansıktı" diyor YUdınm Onal için. BafroUerini Tbmris tncer'le paylafhğı "Yaşayan Öiiiler" de, Önal'ın ustahğını kanıtladığı oyunlardan biriydi. "Baba Evinde Hayat "la UnlenmiştL içinde kendini yitirdi ve yok oldu. O rastlantılardan oluşmuş bir tansıktı. Rastlantıları rastlantılar yok ederdi. 1964'te yurda döndüğümde bir gece Yıldınm'a Kıalay Bulvarı'nda rastladım. "Nasüsın Yddırun, beni tanıdın mı?" dedim. Gözleri bir boşluğa bakıyor, beni belki de görmuyordu. Soğuk, uzak bir yanıt verdi: "İyryim." "SAMANYOLITNDA Cahit Külebi'nin "dofuştan aktör" diye nitelediği Saim Alpago (solda) "Samanyolu" adh oyunda Asuman Korad'İa sahnede. Külebi'ye göre, Saim Alpago, her tür oyunda başanh olabilen bir tiyatro sanatçısıydL ilişkin bir yasa çıkınca işi o zaman anladılar. Isviçre'den döndükten sonra, Bakanın zorlamasıyla sekiz ay Konservatuvar Müdürlüğünü yürüttüm. Her zaman okulda bulunan Necdet Rema Atak, ilk görüşmemizde "Biliyor musun, Necil ölecek" dedi. Gerçekten korktum, kanser gibi bir hastalığı mı vardı? "Yok canım" dedi, "çok yemekten". Gerçekten de Necil Akses, büyük porselen tabağa tepeleme köfte koydurup kaşıkla yiyor, kimi zaman bir tepeleme tabak daha getirtiyordu. Necil Kâzım Akses, çok değerli bir yönetici annenın oğluydu. Türkiye'de viyolonsel çahştıktan sonra, önce Viyana Konservatuvan'nda, daha sonra da Çekoslovakya'da o dönemin en büyük bestecilerinin yamnda yetişmişti. Çağcıl müzik kültürünü en iyi onun bilmesi gerekir. Ama ben bu konularda kesin konuşmaya yetkili değilim. Yıldırım Önal: Kendisini yiyen Tansık Ankara Devlet Konservatuvan giriş sınavını kazananlar yavaş yavaş geliyorlardı. Nöbetçi olduğum bir dinlence günü, Ege bölgesindeki bir ilçeden 1617 yaşlannda bir genç geldi. Sevimli ve terbiyeliydi. Bas (kahn) sesi hemen dikkatimi çekti. Alcak sesle, içtenlikle konuşuyordu. Yeni öğrencilerden istenilen giyim eşyasını getirip getirmediğini sordum. "Efendim neyimiz var ki, getireliın" yanıtını verdi. Üstelemedim. Ayaklannda çizme vardı. O sırada erkeklerin kısa konçlu çizme giymeleri modası henüz başlamamıştı. Kerim Afşar'la aynı sınıftaydılar. Kerim'in nükted, hatta alaya davranışlarına karşın Yıldınm, safyürek bir insan izlenimini verirdi. Saçlarının kumral rengini açar, bir acayip tarar, kısa sürede arkadaşlarma üstünlüğünü kabul ettirdiği için, çalışma sahnesini uzun sure işgal eder, hatta kendisi çahşırken içeri giren kendisinden sonraki sınıftan öğrencileri döverdi. Daha sonra içkiye ve kızlara merak sardı. Tek bir yakınhk duyduğu da yoktu. Sanınm etkileyebileceklerini bir nesne gibi görüyor, Uişkilerini ilerletmiyordu. Okul yatüı olduğundan biz de bu konularda çok titiz davranıyor, sürekli olarak çalışmalan denetliyorduk. Kerim gibi okumaya pek merakı yoktu. Kerim Afşar alınmasın, kendisi de çok yetenekli. Ama ben ayncahklardan söz etmiyorum. Konservatuvarda çalıştığım uzun yülar boyunca en yetenekli öğrenciler nedense bu az okuyanlardan çıkmıştır. Herhalde eğitim yöntemimizden doğuyordu bu sapma. Bir sure önce, benim görev aldığım sıralardan sonra konservatuvarda okumuş olan bir oyuncuya, kendisinin diksiyonunun çok güzel olduğunu söyledikten sonra diksiyon derslerini kimden okuduğunu sordum. Güldü, "Ökudugum sıralarda diksiyon ögretmenim yoktu, o yüzden konuşmam bozulmadı" diye yanıtladı. Yddırun, gittikçe Kerim'in inisiyatifini kabullendi. Onsuz bir iş yapamaz oldu. Iki konu dışında. Çünkü Kerim dengeli ve tutumlu yaşardı. Daha sonra güney kentlerimizden birinden, kendine özgü yapısı olan bir genç, Konservatuvar Tiyatro bölümüne geldi. Yıldırun bu kez onu kendi baskısı altına aldı. öyle ki, çocuk su içmeye gitse Yıldırun'ın haberi olmalıydı. Nöbetçi olduğum bir gece koridordan gürültüler duyunca çıkıp baktım. O gece, cumartesi olduğundan öğrenciler izinli çıkabüiyorlardı. Bizim güneyli sinemaya giunek istemiş, Yddırun, "Beni bırakıp da nasıi gidersin?" diye izin vermemiş. Kendisin Necil Kâzım Akses: Bir devlet adamı İnsan yüreğiydik. Usturalarla sırım çekiyorlardı Delikanlıydık, asıyorlardı, tutuşan sarkaçlardık. Bu yazı dizisinde ele almaktan çekinmediğim tek yaşayan kişi Necil Kâzım Akses. Bugüne dek gördüklerim arasında devlet adamhğına en çok yakışanı. Aşağıda anlatacağun ozelliklerine karşın, bütün yöneticilik yaşamımda onun yanında çalıştığım kadar hiçbir zaman rahat ve mutlu olmadım. Zaman zaman birbirimizden uzaklaştık. Ama bu hiçbir şey değil. Temelde kendisine büyük beğeni duydum. Burada, kimi hoşa gitmez yargılarım olursa, o bütün bunlan anlayacak yeıeneklere sahiptir, herhalde beni bağışlar. Necil Kâzım Akses şimdi gazetelerde sık sık resimlerini gördüğumuz kalın yapılı holding sahiplerine benzer. Neşeh' ve canlıdır. İstemediği zaman hiçbir şeye sinirlenmez. Onunla çalışmak, görevini yapanlar için mutluluktur. Çünkü, ne istediğini bilirsiniz. Bu ortamda ara sıra yanhşbklar da olsa, adamına göre davranır, ama genellikle tepki de göstermez. Son derece zeki, işbüir ve "nabugir" olduğu halde içten pazaruklı da değildir. Ahşverişten, yemekten, para işlerinden çok iyi anlar. Bir sanatçının bu oranda eksiksiz ve dengeli olması aklın alacağı şey değildir. Aslında, en büyük meziyeti, dünyada ise yaramaz adam bulunmadığı yolundaki anlayışıdır. Herkese ne yaparacağını bilir. Bu bakımdan, büyük devlet adamlanmızdan çoğu dahil, eşsizdir diyebilirim. Kanımca bir yüksek yönetim kurumu açılsa ve o enstitünün başına Necil Kâzım Akses getirilse, parti başkanlanndan ileride başbakan olacaklara, büyük işletmelerde görev alacaklara çok şey ögretir. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sırasında, bir gün öğle yemeğinde pahalıhktan söz ediyorduk. "Türkiye'nin ekonomik çöküntüsü nasıl duzelir, biliyor musunuz?" diye şakalaştım. "Benim Ticaret ve İktisat Bakanı olduğum zaman değil mi?" diye güldü. O günden beri 40 yıla yakın sUre geçti. Ne Necil Akses'i bu işierin başına getirmek kimsenin aklına geldi, ne de durumumuz düzel Istanbul'da pazartesi günü bir kalp krizi sonucu ölen Mensucat SantralTAŞ ve Santral Holding Yönetim Kurulu Başkanı A U Refik Bezmenin cenazesi, dün Şişli CamiVnde kılman oğle namazından sonra Zincirlikuyu Mezaruğı'nda toprağa verildi. Cenaze törenine ailesi yakınları, ve başta Sakıp Sabancı olmak üzere çok sayıda isadamı katüdu Refik Bezmen toprağa verildi aim Alpago'yu annesi aktör olarak doğurmuştu. Rol kesmez, kendisi o kişiymiş gibi oynardı. Sanatın bir "hirfet" olduğunu kendi kendine sezmişti. Ulvi Cemal Erkin: Müzikte bir ozan Çoban ateşleri yaksınlar yüce dağ başlannda geceleri! Az gidip uz gittiğin tükenmez yollar değildir ki. Konseruatuvara geldiğim 1945 sonundan beri Ulvi Cemal ile yakından ilişkilerimiz oldu. Necil Kâzım Güzel Sanatlar Genel Müdürluğu'ne atanınca, bu kez Konservatuvar Müdürlüğü'nü Urvi Cemal Erkin üstlendi. İkisi de içtikleri su ayn gitmez deyimince arkadaş ve işlerinde bir tür ortaktılar. Uzun boylu, esmerdi, şık giyinir, kadınlann da hoşuna giderdi. Ama, çevremizde bu konuda en küçük zayıflığı görüİmedi. 4647 numara ayakkabı giydiği içic Sümerbank ayakkabısı kullanır, bu ayak s tş kazası, intihar girişimi htanbuVda meydana gelen 5 ayn bıçaklama olayında Ercüment Ergül, Şuayettin Akyüz, AU İnce, Musa Aktaş, Süleyman Yıldız yaralandı. Şişli Gültepe'de Erol Kazan isimli şahısjiletle bileklerini kesti. Kuştepe'de dt Sulbiye L'slu, fazla hap içerek intihara teşebbüs ettL İş kazalarmda ise, Kocasinan 'da inşaat ustası Osman lpekçi (30), Küçükbakkalköy 'de inşaat isçisi Hüseyin Şahin öldü. StRECEK TürkPakistan Kaduüar Dostüık Derneği'nce düzenlenen "Pakistan Giysüeri ve El Sanatlan Sergisi", dün Galatasaray'aaki Yapı Kredi Bankası Kâzım Taşkent Salonunda, Pakistan 'ın tstanbul Başkonsolosu Tank Puri tarafindanacüdı. Açıhsta bir konuşma yapan Puri, "Dünyanın en güzel ve tarihi kentlerinden biri olan Istanbul'da açılan serginin el sanatlanna değer vermeyi gelenek haline getirmiş bir ulus tarafmdan izlenmesi, benim için bir kıvanç duygusu olmuştur" dedi. Pakistan El Sanatları Sergisi