25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/6 26 EKİM 1986 İskoçya'dan Dolunayda hortlaklar Gece soğuk ve aydınlık, dolunay melundu. Köyün kilisesaati uzaktan 12'yi vurdu. Yamaçlarda gölgeler uzadı. Ağaçların hışırtısı arttu Çok uzaktan köpekler uludu. Sokağın bitimindeki evin bahçe kapısı yavaştan ve kendi kendine açıldu Kapıda bir hortlak peydahlandı ve işaret parmağını bana doğru uzattı. HADİ ULUENGİN ; GLENEAGLES Bir Japon haikusunda, "Ah sonbahar Iskoçya'ya geldim. Iskoçya Imetatabı, / bötün gece / dolaşhakkında bildiğim herkesin bil'tun durdum gölün etrafında" diği kadardı ve herkesin biİdiği •der. Kuzeylerde, mehtaplar, haşeylerdendi. Gayda, mütareke ikulu mehtaplar ve "Kandilli T yülannda resmi geçit yapan yizerken nykutarda 'U mehtaplar Hintli askerleri çağnştırırdı. olmaz. Mehtaplar güneye aittir• ler. Kuzeylerde dolunaylar olur. Ekose etekler, en çok kısa toDolunaylar korkunçturlar ve hortlaklar en çok dolunaylarda mezarlarından çıkarlar. puklu iskarpinler giyen, süveterleri lacivert olan kadınlara yaraşırdı. Kaşkollar, trençkotsuz da twid ceketlerle bağlanabilirdi. lskocyahlar cimriydiler ve viskiyi sek icerlerdi. Bir de, îskoçya'da cinler, hayaletler, periler, hortlaklar ve kötü nıhlar her yerdekilerden daha çok vardılar. Edinbourgh'a indim. Doktor Jeykll Mr. Hayde'ye dönüşüp yolumu kesmesin diye, daha gece gelmeden Edinbourgh'tan kaçtım. Gece, şehir nıezarhğının orada yakaladı. Burke ve Hare, tabutlan açıp taze kadavraları çıkartıyorlardı. Tıbbiye öğrencıleri mezarlık kapısında la"pet tüccarlarının gelmesini bekliyorlardı. Edinbourg'tan kaçtnn. Daha kuzeye gittim. Kartallar vadisine doğru gittim. Gece çok indi. Dolunay çıktı. Daglaıın karlannm oradan çıktı ve dağlann gölgesi vadiye vurdu. Vadide ilk hortlaklar gözüktü. Uzaktan beyaz gözüktüler. Şatodan bozma otele sığındım. Dolunaydan korunmak için perdeleri kapattım, ışıkları yaktım. Hortlaklan kovmak için teleyizyonu açtım, radyoyu çevirdim. Fantastik Burns şiirleri okuyacak cesaret im yoktu, yemeğe indim. Dolunayı görmemek için sırtımı pencereye döndüm. Füme uskumru, nane soslu koyun eti ve kremalı puding yedim. hesabı, aşağı lngiltere'de tedavülü olmayan bir sterlinlik banknotlarla ödedim. Otelin salonunda bir grup dans ediyordu. Yeknesak müziğin her üç temposunda bir çiftler yer degiştiriyordu. Eteklerin renk ve desenlerinden kitnin hangi klana mensup olduğunu çıkartacak kadar tskoçya bilgim yoktu ve sıkıldım. Korkunun cazibesine kapıldım, dışan çıktım. Gece soğuk ve aydınlık, dolunav melundu. Köyün bitimindeki sokağa saptım. Granit taşından insa edilmiş evlerde ne ışık, ne de ses vardı. Köyün kilise saati uzaktan 12'yi vurdu. Yamaçlarda gölgeler uzadı. Dolunayın üzerinde hareleT belirdi. Ağaçların hışırtısı arttı. Çok uzaktan köpekler uludu. Sokağın bitimindeki evin bahçe kapısı acıldı. Yavaştan ve kendi kendine açıldı. Kapıda bir hortlak peydahlandı. İşaret parmağını bana doğru uzattı. Gerisin geri kaçüm. Nefes nefese otele vardım. Barda hemen bir viski içtim. Odama çıktım. Kapıyı kilitledim. Perdeleri kontıol ettim. Banyonun ışığını açık bıraktım, yorganı tepeme çektim ve başımı yastığın altına soktum. Dolunaylı değil, mehtaplı rüyalar gördüm. "Ah sonbahar mehtabı" ve "KandilU yüzerken uykularda" diyen rüyalardan gördüm. Ekose eteklüere, alımlı kaşkollere, yeşil vadilere, beyaz koyunlara, turuncu ağaçlara, sek viskilere, mütareke gaydalanna rağmen tskoçya'dan çok korktum ve acilen kaçtım. Sorumlusu Dr. JeykU Mr. Hyde, Burke, Hare, Burns ve biümum hortlaklar, periler, hayaletler, cinleT ve kötü ruhlardır. Bir de, mehtap olmayan dolunaydır. Sıcak ilişkiler FransaTürkiye itişkilerinin artmasıyla birlikte gidip gelenler de çoğaldı. Birkaç yıl önce, ekim ayındaki moda fuarlan için gelenler dışında pek kimseye rastlamazdık. Bugünlerde tiyatro ve sinema sanatçılanmn, yazarlann, ressamlann, muzisyenlerin, şairlerin biri gelip biri gidiyor. Türk aydınının gözünde fiıris, yüzyıllık itibannı adeta yeniden kazanıyor. Champs Elysâes'deki büyük bir tiyatroda Mevlevi semahı bile seyretti Franstzlar. Faris*ten SABETAY VAROL PARİS Suskunluk kadar etkili silah azdır. Çünkü karşı tarafı silahsız bırakır. Birine bir şeyler anlatmak ıstediğimizde, bizi yanıtsız bırakarak, başını önüne eğmesi ve susmamızı beklemesinin uyandırdıgı hayal kınklığını hepüniz defalarca hissetmisizdir. Benzer suskunluklar bazen ülkelerarası ilişkilerde de kendini gösterir. Türk Fransız ilışkileri geçen yıllarda böylesi bir süreçten geçti. Türkiye, Fransız basınında, Paris'teki etkin çevrelerde ve hatta kültür sanat dünyasında uzun süre suskunlukla geçistirilen bir ülke oldu. Boylesi bir dönemde Fransa'da Türk basın mensubu olarak gazetecilik yapmanın yol açabılecegı mesleki doyumsuzluğu tahmin etmek güç değil. Haber kaynaklan çoğu kez yukarıda saydığırnız bu çevrelerle sınırlıdır. Telefonlara sanhp, görevlilerden randevu koparmaya çalışmak, her seferinde sessizlik yanı ağır basın, tepkilerle karşılaşmak, mesleki açıdan tat alıcı bir durum sayüamaz. Neyse ki, son zamanlarda bu donukluk erimeye yüz tuttu, gidip gelenlerin sayısı arttı, ilişkiler normalleşti ve bizler de görüşülmekten kaçınılan adamlar oîmaktan çıkar olduk. Bizce, iki ulke arasındaki ilişkilerde meydana gelen kopukluğun en zararlı yönü bilimsel ve kültürcl ilişkilerin sönmcsi olmuştu. Bu ilişkilerin yokluğu, halkların birbirlerini inkâr etmesi anlamına geür. Fransa ile Türkiye yıllar boyu, bazı istisnalar Londra'dan Alternatif 4. kanal RACIP DÜRAN LONDRA Fıkra mıdır, gerçek midir bilmiyorum. Çin Halk Cumhuriyeti'nde, dörtlü çete zamanında iki televizyon kanalı varmış. Birinci kanalda sunucu, 24 saat boyunca küçük kızıl kitaptan bölümler okuyup Mao, Mao, Mao diye dövünürmüş. lkinci kanaldaki sunucu ise gayet sakinmiş. Ancak o da 24 saat boyunca, parmağı ile düğmeyi işaret edip, "Birinci kanala bakıo, birinci kanaia bakın" dermiş. Televizyon kanalı sayısı bir Ulkenin ses ve renk sayısının en önemli simgesi. Amerika'da kimi eyaletlerde 40, Belcika'da 16, Fransa'da 7 kanal, izleyicilere kırk dokuz çeşit rnerhaba diyor. Büyük Brıtanya'da ise televizyonun dört kanalı evcil Ingilizlere programlar sunuyor. BBC'nin iki kanalının yanı sıra, bağunsız yayıncıhk idaresinin denetimindeki iki ticari (Ö2el değil) kanal, ITV ve Channel four (4. kanal) gözlere, kulaklara, bu arada bilinçaltına ve üstüne mesajlar gönderiyor. Bu aralar iki tartışma gündemde: BBC, Muhafazakâr Partili iki milletvekiline iftira ettiği için mahkemeye verilmişti. Taraflar sonunda aralannda anlaştılar. BBC özür diledi. Milletvekillerine de 20 biner sterlin verdi, aynca yanm milyon sterlinlik mahkeme masraflannı da ödedi. Yine de iktidar partisinin yüz milletvekili, Libya ve Güney Afrika konulannı yansız bir şekilde yansıtmadığı ve genel habercilik po.litikasını olumsuz buldukları gerekçesiyle BBC'yi şiddetle kınayan bir bildiri yayımladı. İktidar partisi BBC'den memnun değilse, bu herhalde BBC için olumlu bir puan. Ama Işçi Partisi'nin de BBC'den çok hoşnut olduğu söylenemez. Bu da ikinci olumlu puan mı? Oteki konu ise 4. kanalla ilgili. Gece 23.00'ten sonra eşcinsel ve çift cinsel filmler yayımhyor 4. kanal. Ekranın sol Ust köşesinde görünen kırmıa ücgen de çocuklan uyanyor: 'Bakmayın' Avam Kamarası ile pimpirik kesimden bir iki ahlak murtazası çıkıverdi hemen ortaya: "Tamam çocvklar baknutsın ama büyükJer? Ba menüekette din, namus etden gjdiyor" türünden parazit yaptılar. Dahası, reklam ajanslanna baskı yapıp o saatte. ki reklam kuşaklanna iş vermemderini önerdiler. Bense en çok 4. kanalı izlerim. 2 kasım günü 4 yaşına basacak olan cam kutunun afacan siması "mevcut kanallann yer veret meyecegi programlan ymyımlanuk" amacıyla kurulmuş. tcerik ve tarz oldukça genc, hatta biraz da punk. Klasik tabiriyle alternatif kanal. Etnik azmlıklara, marjinal sanatçılara, gençlere, denemecilere geniş yer veriyor, haftada 70 saat yayını var. Her gün bir saat süren ana haber progranunda, güncel bir olayı dosya olarak irdeliyor. Uzmanlar, karşıt görüş sahipleri, gelip olayla ilgili tutumlanru sergiliyor. Habercilik tarzı rahat, samimi hatta sevimli. "BBC'nin sabmh 9 rmdyo haberteri smokinle dinlenir" diye bir söz vardır. 4. kanalın haberlerini pijamayla da izleyebilirsiniz. BELGRAD'DA BİR USTA Bdgradldar, cazın ünlü ustalanndan Miles Davisi dinlemeye haztrianıyorlar. Belgrad'dan Onydönce, on yıl sonra Tam 10 yıl önce görmüştüm Beigrad'ı. Yine Doğu değildi, Batıydı. Ama bu kadar Batı değildi. Çok değişmiş Belgrad. Rahat gençler yine vardı. Ama böylesine Paris'ie, Londra'yla kıyaslanabilir havada değilierdi. OKAY GÖNENSİN BELGRAD Miles Davis, uzun bir aradan sonra Paris'te sahneye çıkmaya karar verince mtizik çevrclerinde olay oldu. Hatta Türkiye'den bile meraklılan Miles Davis'i izlemek için Paris'e gitmeye kalkmış. Aynı Miles Davis, kasımdaki Belgrad Caz Festivali'nde de söyleyecek... Umberto Eco'dan I Me Ruze, yani Güliin Adı'run Sırpcası Türkçe basımından daha ucuz. Kitapçı vitrinlerinde Agatha Christie'den ucuz Amerikan bestsellerlerine, Troçki'nin "Hayaüm"ından Jane Fonda'nın aerobik derslerine kadar, her şey var... Tam 10 yıl önce görmüştüm Beigrad'ı. Yine Doğu değildi, Batı'ydı. Ama bu kadar Batı değildi. Rahat gençler yine vardı. Ama böylesine Paris'ie, Londra'yla kıyaslanabilir havada değilierdi. Bu gençlerin, bugün duvarlan süsleyen ve bir ölçüde 1968 öncesini andıran yazılan da yoktu o zaman. Biraz mahçup punk'lar da yoktu... Bütün mağazalannda uluslararası kredi kartlarının amblemleri. Bu kartlarm geçerli olduklan mağazalann sayısı kuşkusuz Istanbul'dakilerden epeyce fazla. Yılda 20 milyon turistin geldiği bir Ulke için çok doğâl değil mi? Ve bir vitrinde bayanlara kürkler, tabii etiketleri de var: 980.000 dinar, yani 2.500 Amerikan Dolan, yani 1.850.000 Türk Lirası. On yıl önce var mıydı? Yugoslavya'da bugün asgari Ucret 40.000 dinar dolaymda, Universiteyi yeni bitirmiş biri işe başladığında 7080.000 dinar maaş alabiliyor. Devletin evleri ucuz. Ama özel kişiden kiralayan, bir odabir salona 4050.000 dinan gözden çıkarmak zorunda.. Giyim eşyası satan dukkânların önleri hınca hınç, bu insanlar da hiç de hırpani değil, tersine şık sayıkrlar. Vitrinlerdeki mallar gibi. Fiyatlan ister istemez bizimle karşılaştınyor insan, Türk Lirası karşıhkları bizdeki ortalüks dükkânlar düzeyi. Sokakta bunca şık insan olduğuna göre bunlan alanlar çok demek ki... Beigrad'ı Nazi işgalinden kurtuluşunun 51. yılında gezerken birkaç şey daha dikkati çekiyor. Yugoslavya ve Sırbistan bayraklannın yanı sıra bol miktarda kızıl bayrak asılı yollarda, ama fazla tören yok, hatta bir tek Tito resmi asıh, o da Mareşal Tito Caddesi'nin bir ucunda, pek de büyük değil. Çok değişmiş Belgrad. On yıl önce bir gece kulubüne gitmiştim. Yugoslav bayanlar insana sıkıntı veren şovlar yapıyorlardı, ama tek gece kulübüydü Belgrad'ın. On yıl sonra aynı yerde az sayıda Yugoslav bayan çok cüretli gösteriler yapıyor; şovlan da yaşları hiç anlaşılamayan Filipinli bayanlara bırakmışlar. O gece kulübü yine tekmiş Belgrad'da, ama üstiinde bir de kumarhane açılmış. On yılda çok değişmiş Belgrad. dışında adeta karşılıklı olarak birbirlerini inkâr eden ülkeler olmuşlardı. Türk radyo ve TV'lerinde Fransız kültürüne ait ne varsa uzunca bir süre yok sayılmış, kişisd ve kamuoyunca hoş karşılanmayan bazı özel gayretler dışında da Turkiye'nin kültürel yaşamıyla ilgili gelişmeler Fransız halkı tarafından bir soru işareti haline gelmişti. İlişkilerin normalleşmesiyle birlikte, bu süreçten çıkıhyor. Kuşkusuz Türkiye, Fransızlar için ilginç bir ülke haline geliyor. Bunun en iyi göstergesi, etkin "Le Monde" gazetesinin II aralık tarihli sayısında 12 sayfalık bir Türkiye eki çıkarma haariıgı içinde olması gösterilebilir. Le Monde grubuna bagh, ancak bağımsız bir redaksiyon heyeti olan aylık "Le Monde Dip(omatiqne" de mart sayısında Türkiye'ye geniş yer ayıracak. Le Monde'un Türkiye ekinde Türk ekonomisi, siyasal yaşamı, kültür yaşamı ve toplumsal etkinlikleri oluşturan diger lüm alanlarda Türkiye ile ilgili yazılar yayımlanacak. Turkiye'nin Batı ülkeleriyle ilişkilerinin güç dönemlerden geçtig] zamanlarda bile Türkiye ile ilişkilerini korumayı yeğlemiş Anglosakson Ulkelerin gazeteleri zaman zaman buna benzer Türkiye ekleri çıkanyorlar. Sağ eğilimli bir Paris gazetesi olan Figaro da geçenlerde, daha dar kapsamü olmakla birlikte bir Türkiye eki çıkardı, ama Le Monde'un bu tür bir yayıma haarlanmasının anlamı bambaşka. Le Monde'un Türkiye eki bir gösterge kabul edilebilir. Ama ilginin arttığını anlamak için Le Monde'u beklemeye gerek yok. Geçen günlerde Paris'e gelen Cumhuriyet'in Ekonomi Servisi Şefi Osman Uhıgay da Fransız bankacılan ve işadamlarıyla yaptıgı görüşmelerde aynı ilgiye somut olarak tanık oldu. Paris yakıniannda açüan gıda fuannda, 11 kadar Türk finnası bulundu. Paris't bir Fransız Türk ticaret odası kurulmaya çalışılıyor. Fransız şirketlerin, Türkiye ile büyük boyutlu sözleşmeler imzalamanın yollarını aradıklannı artık hepimiz biliyoruz. ilişkilerin artmasıyla birlikte, gidip gelenler de çoğaldı. Birkaç yıl önce, ekim ayındaki moda fuarlan için gelenler dışında pek kimseye rastlamazdık. Bugünlerde tiyatro ve sinema sanatçılan, yazarlar, ressamlar, müzisyenler, şairlerin biri gidip biri geliyor. Türk aydınının gözünde Paris, yüzyıllık itibannı adeta yeniden kazanıyor. Champs Elysees'deki büyük bir tiyatroda Mevlevi semahı bile seyretti Fransızlar. Eskiden Turkiye'nin adının geçtiği en ufak bir haber olsa üzerine atlardık, şimdi izlemeye, peşinden koşmaya, açılış kokteyllerine yetişmeye olanak yok. İlişkiler düzdince eski duyariıhklar azaldı. Fransız basınında gene eskisi gibi Turkiye'nin hoşuna gitmcyecek yayınlar çıkıyor. Bombalı saldınlardan sonra, Ermeni davasının izleyecisi şahsiyetler TV'ye çıkıp tezlerini savunuyorlar, ama bu tür yayınlar, Paris'teki Türk kolonisinde eskisi gibi yoğun tepkilere neden olmuyor. Kısacası suskunluk, ilişkilerde durgunluk döneminın sona erdigini, hatta her alanda bir balayı döneminin yaşandığma tanık oluyoruz. Oglunun Fransa'nın bir numaralı adamı olmaya başladığını gören Napoleon'un Korsikalı anasının yöresel dilde sarfettiği şu sözler gibi, "Pıır vu qne c* dnre." Yani, "keşke devam etse" diyerek bitirelim. Çünku ilişkilerdeki kopukluk kimseye fayda getirmez. Atina'dan Dönerciler rekabeti İstanbul'dan gelen Rumlann yoğun olarak yaşadığı Paleon Aliron semtinde yeni bir kebapçı salonu açıldı. Tatavla Kebap Salonu'ndan ayrılan Urfalı ömer Osta'nın açtığı yeni salonda hem Anadolu'nun çeşitli kebap"türleri hem de tatlılan, Atinalılara değişik bir tat sunarken, kebapçılar arası rekabeti de kıztştırdı. lngiltere'de en çok 4. kanalı izlerim. 2 kasım günü 4 yaşına oasacak olan cam kutunun bu acar siması, "mevcut kanallann yer veremeyeceği" programlan yayımlamak amacıyla kurulmuş. tçerik ve tarz oldukça genç hatta biraz da punk. Klasik tabiriyle alternatif kanal. STELYO BERBERAKİS ATİNA Geçen hafta içinde Atina'nın Paleon Faliron semtinde bir kebapçı açıldı. Adı "Urfa Kebap Salonu." Kebapçı salonunun sahibi lstanbullu bir Rum ailesi. Mutfakta, daha doğrusu kebaplan itina ile hazırlayan "Vrfalı Ömer UrtaT Kebapçı salonunun hızlı garsonlan da yine lstanbullu Rum vatandaşlar. Müşteriler de doğal olarak Türkiye'den Yunanistan'a yerieşmeye gelen insanlardan oluşuyor. Paleon Faliron semti lstanbullu Rumlann en yoğun yerlesme merkezlerinden biri Atina1 da... Dolayısıyla kebapçı, lahmacuncu ve midye tavapilaki salata ve mezderini muşterilere takdim edilebilecek Atina semtlerinin başında geliyor. Bu semtte son bir yıl içinde çeşitli kebapçılar, işkembeci salonlan ve lahmacuncular türedi. Midyecisi de eksik değil. Bu yemek salonlan her gün tıka basa dolu oluyor. Bu yılın başında aynı semtin bir sokağında ilk kez Türk kebapçıların çalıştığı bir taverna açıldı. Bunun adı da "TaUvla TavernasL" Tatavla Tavernası aslında halis bir kebapçı salonuydu. Çünkü kebap tadını unutmaya yüz tutan tstanbullulann nerdeyse her gün uğradıklan bir mekân haline gelmişti. Tatavla'nın sahibi de Türkiyeli Rum vatandaşlardan biriydi. Kebapçılar ise öz be öz Türktü. Üstelik biri Adanalı, diğeri Urfahydı. Gunlerden bir gün iki Adanalı ile Urfahnın arası açıbnca bunlardan biri "Tatarla**yı terk eder ve bir başka lokantada çaiışmaya baslar. Ancak bu yeni işyeri de "agzuun tadıoı bilenler" tarafından keşfedilince kebapçının talihi açılır. Bu talihlinin adı Ömer, memleketi ise Urfa. tstanbullu işadamı ve esi, ömer Usta'nın marifetlerini Atina'nın göbeğinde görünce hemen "angaje" ederler ve geçen hafta sonunda Paleon Faliron semtinde "L'rfa Kebap Saionu" adı altında bir kebapçı açarlar. Broşürler, reklamlar Faliron sakinlerine duyurulur. Apartmanlann girişlerine "Ömer UsU*'nın marifetlerini içeren kebap listeleri bırakılır. Envayı çeşit kebaplar, çiğ köfteler ve çeşit çeşit kadayıflann reklamı yapdır. "GeJepeksel Urfa kebapçısından Urfalı Ömer Usta'mn yemelderi sizi beklryor" çağnsı bu broşürlerde büyük harflerle vurgulanır. "lîrîa'rnn açıhşı geçen çarşamba akşamı yapıldı. Geniş bir salon, tertemiz ve büyük bir mutfak. ömer Usta kılıcı andıran uzun bıçağı ile önünde dönen döneri büyük bir ustalıkla "yaprak" gibi keserek durmadan gelen siparişleri yetiştirmeye çalışıyor. Garsonlar fıldır füdır bir masadan ötekine koşuyor. Açıhş günü olduğu için müşteriler şık giysileriyle beyaz örtülü masalarda 'sabırsızlıkla" sıpariş verdikleri kebaplan bekliyor. Kebap salonunun sahibesi "tstanbulhılar hadi neyse de Yunanlılar acaba kebaplara ahsabUecek mi?" kaygısı içinde. ömer Usta'nın kaygısı ise bambaşka. "Acaba Atina'da sanatını ispat edebiecek mi?" O gece masalan dolduran Rum ve Yunanlıların önleri ne gelen büyük tabaklarda papatya şeklinde kesilmiş ince beyaz kâğıdın üzerindeki kebap tanelerini yerlerken hiç de "mutsuzluk" göstermiyorlardı. Kebap gerçekten kebapu tstanbullu "bflirkişiler" için. Yunanlılar için ise şimdiye kadar tatmadıklan "çok lezzetli bir el yemegiydi." Urfalı ömer Usta'mn kebap listesinde "Ezo Gelin" çorbasından başlayın da Adana'sından, beytisinden, Halep işınden, Simit kebabmdan, Urfa pathcanlı karışık ve tskender kebabma kadar her bir kebap çeşidini bulmak mümkün. Çiğ köftc kuşbaşı ve yoğurtlulann yaıu sıra kadayıf "spesiyalrteleri" geliyor. Fıstıklı, cevizli ve peynirli kadayıflar. Ve bu gibi mutfaklardan eksik olması mümkün olmayan "yayık •ynuu" afiyetle içiliyor. ömer Usta "Eger dökkan tutulorsa lahmacnn da yapacagım" diyor. Ama birkaç sokak aşağıdaki "piıza ve Uhmacun" salonunun sahibi bu ise ne der acaba? Buranın sahibi de lstanbullu. Yaptıgı lahmacunlar ise bir gidsni bir daha getiriyor cinsinden. Ayranı da bir o kadar lezzetli. 1 ömer Usta'nın aynldığı "TaUTİa" laveması da halen çalışıyor ve kebap yapıyor. ömer Usta'nın yerini şimdi başka bir Türk doldurmuş durumda. Aüna'nın işkembecileri sabahın erken saatlerinden ertesi günün erken saatlerine kadar dolu oluyor. Yani 24 saat çalışanlar da var. Ünlü işkembeci ustalar ise yine İstanbul'dan gelme vatandaşlar. Aüna'nın ender rastlanan "üzeri" yani "zo (rakı) meyhanelerinden başka biri de "Midyenin Ynvaa" dükkânı. O da Faliron'da. Midyenin envayı çeşidini burada bulmak mümkün. Midyeci ve işkembeci dükkânlannın sahipleri "kebapçı ve lahmacunculann" arasında başlayan "savaşa" seyirci kalmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Nijeryalı şoför Mamlet tokantasında nefîs hamburgerlerin yanı sıra, muşterilere resim kâğıdt ve renkli kalem servisi de yapılıyor. Amerikalt dostum füze nsimleri çivp hamburger yerken, Reykjavik'ten Perle öyküleri anlatıyor. Dönüşte Nijeryalı şoför, Nobel alan Nijeryalıyı tanımıyor, ama "Nyerya'da demokrasi var" deyince birden parlıyon.. Washmgton'dan TANJU AKERSON WASH1NCTON "Hamkr. Georg«own'un çok az uyuyan " M " Caddesi'nde hamburgerleriyle ünlü bir lokanta. Restore edilirken tahta bölürnleri fazla pınl pml hale gelmiş 130 yıllık bir binası var. Yemek saatlerinde boş masa bulmak için kuyruğa giriliyor. Ağız ladı ile hamburger yemek isteyen Washingtonlular masaya oturana kadar upuzun barında ayakta dikilip epey içki devirmek zorunda kalıyoriar. hmarlanan hamburgerlerden önce resim kâgıdı ve renkh boya kalemi servisi >apılıyor. Masanın üzerine serilen lokantarun mühünl basılı büyük boyda resim kâğıtlanna müşterüef hamburger yerken genelde natürmot ya da birbirlerinin portrelerini çizivorlar. İsteyen, damaktan beyine çakılan hamburgerlerin lezzetinin dışında çirilen resirnleri de birer anı olarak yanına alıp götürüyor. Bir Amerikah dosıumla hambargerterin gelmesini beklerken fuze resünleri çizerek Reykjavik zirvesini konı%fuyoruz. İkimız^le zirve sonucu/ nun Reagan yönetimindeki şahinlerin zaferi olduğu göriişünde birleşirken ister istemez Pentagon'un iki numaralı adamı ve şahinlerin yıldızı Rickard Perit'in rolü üzerinde duruyoruz. Dostum daha çok Perle ile ilgili zirve dedikoduları anlatıyor. "Biliyor musua" diyor "Nder getmis Perie'ta kaşua. Göroşmeter snumd* btrtakın lastaklann heye« ayel«riae d a ^ t t t a m cerdcti^mle. Wr de İMkmijiar efcte tek kopy» v«r. Heyetle ge4en daktBo memsra yazrfan makİBedeateknâsta ç&anjvnuafl Xerox RrmaaBdas ea son modei kopjn makioesi gdecek « y e bUinkBer karboo kâgıdı bile almaımş. B« son modei kopym makiaası hüamcyca bir oedente zirvede goranmeyince MziınkUer son çare obrek «asteklan çogaJtabiİBjek içm MMutan kafana yöMMrierle çabşM S<m«derden odtoç kari>OB kâjtdı Btemisler. Buaun üzertoe Perte, 'Sovyetler geri teknolojiyle işlerini görürken biz fleri teknolojimizle bunu yapamıyoruz' d^e k*püraiiş"... O sırada garson hamburger ve patates kızartmalan yukiü tabaklan çtodîğimiz füze resimlerinin üzerine koyuyor.. Dostum bir an duraklıyor "Neyse" diyorum "Perle şimdi memBua olmalı". .\ğzma bir dilım sıcak patates atan dostum "Dar, daha bjtmedi" diye itiraz ediyor "Bir de salam hikâyes w . . BUiyorsan. Perle mâtMş kahteli ve lezzetli yiyecek merakhsıdur. Özd yapılaa iki paket salaau da Mrifttt Reykjavik'e gölüniMt». Yahudi oldBgB için M B * domaz eti kanjmayan tHriiDden sceniş. Ofei odasısın peflceresİBİn dsıaa koynMt satatmlan. Dogal tsıda daha iyi k«ruarter diye. Bir a n anidetı şiddedi riugftr çıkıp salamlan paür panr aşatı diçiiriiııce çdtM sesler nzcrtM a l a m çalmıs. Gn>cal& görrvBle koştt»maşbr. Ya&e buMuklan saamtan iDcetemek azere akp. Perle, önce buruı da kızmış ama sonra "görrvleriai: diyerek güvenlik memurianna hak vernıis.." Hamburgerlerimizi ve füze resimlerimizi bitirdikten sonra "M" Caddesi'nin havasına takılıp akşarnı uzaımarnak için hemen bir taksiye atlıyoruz.. Zenci taksi şoförü değişik bir şive ile konuşuyor.. Kendisine aslen nereli olduğunu soruyoruz.. Nijeryah olduğunu söylüyor.. Dostum "hey" diye bağırarak şoförü kutluyor "B«gun bir Nijeryalı Nobel odStt akb".. Zenci şoför iigisiz bir ses tonuyla kim olduğnu soruyor.. "W»te Soyinka" diyorum. Ingilizce yazıyor.. Amerika'da da laruruyor.. En son burada "Ake, Çocukhık Ydtan" adlı kitabı basıimış birkaç yıl önce.. Nobd alan ilk zenci yazar.. Nijeryalı şoför ••bilmiyorum" diye başmı sallıyor "*«Ç duyraadım".. "Nastl büme«in" diye ısrar ediyonım "yirmi yd once geaçligİBde seçimler hileti diye eUndt silah radyoyu basmış.. Spikertarc scçimdeki kiieyi aniatan acıklamayı okuıturmuş.. Kaç kez hnpLs yatıuş demokratik haklar için yıHarca turaziar, camler mafyası yöneliyor ba ülkeyi diye mücadeU verdigi Nijerya'da şimdi deraokrasiniıı geldigi goi i t ' Nijeryah şoför, Nobel sahibi yuritaşı Soyinka'yı tanımamasını haklı göstermek istercesine partıyor: "Ne demokresisi yahu? Nereden gchak) demokrasi? Ben bunya kacank camnı zor kartardım" 4. kanal sadece bir yayın kuruluşu. Yani program üretmiyor. Programlar, dışarıdaki bağımsız ticari kuruluşlar, prodüksiyon fîrmala. n tarafından hazırlanıyor. 4. kanalın ürettiği bir tek "Yanıt Hakkı" programı var. Haftada bir, isteyen izleyiciler, mektupla ya da bizzat ekrana çıkıp, o haftaki bir programın eleştirisini yapıyor. Progranun yapımcı ve yönetmeni de gelip eleştirileri değerlendiriyor. "TV'nin gözii" ve "20/20" gibi başarüı araştırmacısoruştunıacı habercilik programlarını da belirtmek gerek. Eğlence ve müzikte de kaliteli programlar üretiyorlar. Şimdilerde yayından kaldırılan "Cesaret Eden Kazanır" güldürüeğlence programı tabulan gülerek yıkan bir programdı. Bruce Springfieid'in, Rod Stewart'ın, Queen grubunun ya da Dire Straits'in konserlerini de bazen naklen bazen iki hafta sonra izlemek olası. Haftalık pop miizik programı "Hıbe", Amerika ve tngiltere listelerini videoclup'lerle sunuyor. 4. kanalın 198586 bütçesi 130 milyon sterlin. BBC'ninkinin yaklaşık olarak altıda biri. Ama güçlü rakipleri arasında, yine de yuzde 10 dolaymda düzenli izleyici toplayabiliyor. Bakmayın arada bir, kızlar serin geziniyor, yağmur yağıyor. Margaret zırtapozluk ediyor filan diye Fngiltere'den yakındığım oluyor. Olsun o kadar. Gözlere, kulaklara, kafalara değışikçe gülümseyen, başkaca düşündüren, şöyle ilginç heyecan ve güzellikler sunan 4. kanala fiyakalı bir selam sarkıtmanın zamanıdır şimdi. Yalnız, darısı memleketin başma demekten de alıkoyamıyorum kendimi. Çok fazla inanmasam da... NÖT. Geçen haftaki "5 Olay 5 Duyu"da 3 "teknik" yanlış meydana gelmiş: Antonioni yeni fılm çevirmedi. Eski filmin adı "Z»brinsld Point." Cummings küçük isimlerini değistirmedi. Doğrusu E.E. Cummings olacak. Van Morisson niyazidir de, henüz ölmemiştir. / R.D.) ONURBELGESİ Arjantin DevletBaşkanı Raul Alfonstn, geçen günlerde Strasbourg'a giderek, Avrupa Konseyi'nin tnsan Haklan ödulü'nü aldu Al/onsin, ödülbelgesinikendisinesunan, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi dönem bafkanı Giulio Andreotti ile... (Fotoğraf: AP) Alfonsirte verilen ödül OSMAN ATAMAN STRASBOURG Gun ile gecenin farkı yok. Burası Arjantin, askerler basta; düşünmek yok. Yaşamak ile ölmenin farkı yok. Burası Arjantin, askerler başta; biri, anında ölüp kayıp olabilir, nedeni yok. Geçmiş ile gelecegin hiç farkı yok. Burası dunya, zorbalıklar revaçta, insanlık yok. Sevgi ve nefretin hiç farkı yok. Burası dünya, iğrençlikler revaçta, eşitlik yok. Diderol sormuş: "Korkunç sesler! Çıglıklar! İniltiler! Bütün bu inleyen cesetleri kim kapattı bu zindanlara? Bütün bu zavaUılann suçu ne? Kimisi taşlaria başını dövüyor. kimisi derair çengdlerie vücudunu paralıyor, h«psinin gözünde keder, ısnrap ve ölıirn okunuyor. Kim onlan bu aalara mahkum etti?" Bu "taribl miras" sorusunun da yanıtı yok. Olaf Palme şoyle diyordu: "Zorbalann vaıiıgı, yokluklanna gebedir. Bastınlmaz öziemler, özgurluk özlemleridir. Hep soylenir, hep dirilir, özgüriük türküsü, sönmez bir ateş gibi..." Oysa ateş düştüğü yeri yakar, Güney Afrika bir gerçek, demek ki sönmeyen ateş bile yok!. Arjantin Cumhurbaşkanı Alfonsin konuşuyor: "Latin Amerika Lübnanlaştınlmaktadtr. Lubnanlaştınlmaktadır çiinkü, değşik Ulkelerden jabancı ordular kendi meseleleri uğnına dövuşmek için Lubnan'a giltiler, Lübnanda savaşülar ama yine de Uıbnan için savaşan hiç kimse yok«" bu da yok!. Oysa Arjantin'de şunlar vardı: "Kendini ilahi kurtancı rolunde gören asketi yöaeticiler. Politika >e politikacıyı kuçümseyen askeri yönticiler. Orduyu devletle özdeşleştiren askeri yönetkiler. Hiçbir zaman, özgür seçimler yoluyla. hiçbir zaman iktidara gelemeyeceklerini bilenierin, orduyu kışkırtarak, kendi çıkarian dognıltusunda ilerledikleri gerçeği. Ve bir gece yansı. ansızın y&kapaça götüriilmuş sajısız insanın, sapasağlam geri getirilmedigi, halta ne oldukiannm bilinmediği acı gerOysa Lübnan'da Ijibnan için savaşan yok iken, ölenler var; sakat kalan, acı çekenler var. Oysa Güney Afrika'da özgürluğu destekleyen Mözambik Başbakanı nm uçağının meçhul olarak düşüşü var. Oysa bugün 60 ülkede zorbalann iktidan var. A\Tupa Konseyi'nin geçen hafta, bugune dek kurumlara verdiği insan haklan ödülünü ilk kez Raul Alfonsin'e vermesinin anlamı isc; bu ortamda hem var hem yok. Arjantin Cumhurbaşkanı'nın bu ödülü almasına neden olan, çocuklannın, yakınlarının kaybolmasımn trajedisini yaşamış olan insanların acısını dindirmek için, sorumlulannın adalete teslimini sağlarruş olrnasının bile anlamı, hem var hem yok. Afganistan'da resmi işgale karşı savaşanları desteklemenin anlamı var, ancak Nikaragua'da resmi işgal için savaşanları desteklemenin anlamı yok. Sovyet askerinin mücahitlere sığmıp, "Çocnkl»n öldürmek istemiyorum" demesinin anlamı var, Kamboçya'da çocukların ölmesinin hiç anlarm yok. Gün ile gecenin farkı yok, zindan ardında, işkence içinde, bir Latin Amerika ülkesi ŞUi'de geçmiş ile geleceğin hiç farkı yok. Burası dünya, Pinochet'likler revaçta, insan haklan ödülü var, ancak kendisi yok. Ve ne diyor Victor Hugo: "Tutsak olmasaydım / Sevecektim bu yurdu / Ve bu actlı denizi /' Ve mısır tarialannı / Ve sayısız yıidızlan / karanlık duvar boyunca / Eğer gölgede partamasaydı / Zorbalann kılıcı... Strasbourg'dan TÜRKİYE ELEKTRİK KURUMU İSTANBUL TİÇARET MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN 1 Kunımumuzun ihüyacı olan 73 kalem çeşitli tiplerde rulman kapalı zarfla, teklif alma usulü ile satın alınacakuı. Bu iş için *h 5 geçkn tcminat ahnacaktır. 2 Bu işe ait çartname mesai saatleri içinde müdüriügümüz Fevzipasa Cad. No: 179 Yavuzselim Fatih adresindeki 301 Nolu odadan 62SSO/8614562SSO/86162 62SSO/8616 dosya işareti büdirilerek temin edilebilir. 3 thaleye iştirak edecek finnalar teklif mektuplantu kapalı zarf halindeengeç 18.11.1986 tarih ve saat 14.00'e kadar vermek zorundadırlar. Teklifler aynı gün saat 15.00'de alanen açüacaktır, postadaki gecikmeler dikkate aJınraaz. 4 Kurumumuz 2886 sayıh Devlet thale Kanunu'na tabi olmayıp, ibaleyi kısmcn yapmakta ihaleden vazgeçmekte veya dilediğine vermekte serbesttir. Basın: 30265
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle