22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/10 5 OCAK 1986 1984geri getir mi? HADİ ULUENGİN BRÜKSEL Orwell yüı biteli bir sene oldu ya, biz yine de alu ayı geçkin süredir "biiyiik biraderin" ülkesini hatırlatan manzaralarla karşılaşmaya devam ediyoruz. Noel, yılbaşı, bayram farketmiyor. Jandannası, polisi, komandosu köşe başını tutmuş. Yalnız netameli sefaretlerin, NATO'nun, Ortak Pazar'ın önunde falan degil, şehrin bütüD aria mevkilerinde güven; lik kuvyetleri devriye geziyor. Bu görüntunün, bütün üniformala• ra karşı alerjisi olanlann estetik '. duygulanm kör ettiği yetmiyor"muş gibi, heyulalara biraz yan baksanız ya da onlar sizin tipinizi beğenmese, adamlar sanki iğne batınlmış gibi üstünüze üstünüze geliyorlar. Sorgu sual etmeden kimlik istiyorlaı. Seyyar devriye arabalarına yerleştirümiş telsizlerle merkezi arayıp bilgisayardan nıceliğinizi soruyorlar. Kazara kimlik kartını unutmuş olsanız, apartopar götürüveriyorlaı. Otomobilinizi iki dakika yanlış yere park etseniz, dönüşte yerinde yeller esiyor. lstasyonda, havaalanında, büyük mağazada bir çanta, bir valiz unutmaya görün. Biraz sonra bomba timleri gelip içinde ne var diye açıyorlar. Onvell'in kitabını hatırlatan bu polisiye önlemkr kendilerne, "Savaşan Komunist Hücreler" sıfatını yakıştıran "cengaverlerin" son bir yıl içinde gerçekleştirdikleri terör eylemlerinden kaynaklanıyor. Sağda solda bomba patlatan, orayı burayı kundaklayan bu "savaşçılardan" millet yaka silkiyor. Patlattıklan bombalarla ancak cürümleri kadar yer yakan bu "mücahitler" her tedhiş eyleminden sonra işin teorisini de yapmayı unutmuyorlar. "IBM" nin önunde bomba patlattıklarında "kitlelerin çokuluslu şirketlere karşı öncü kuvvederle hücnm ettiklerini", NATO ikmal hattını kundakladıklarında da "kitlelerin banş özlemini savaş mihraklanm tahrip ederek dile getirdiUerini" kapı gibi bildirilerle söylüyorlar. Kitlelenn, kitleler adına savaş tıklarmı söyleyenlerle bir akşverişi yok. Kitieler, "IBM'de bir yer boşalsa da sekreter olarak girebilsem" diye düşünüyor. Kitleler, "Betçika NATO'ya üye olmasa Doğu'daki kurt beni iki lokma ediverir" diye düşünüyor. Kitleler, Noel alışverişini gönül rahatlığı içinde yapmayı, lspanya'ya tatile giderken "acaba nçakta bomba var mı" korkusuna kapılmamayı, iki kadeh fazla attığında polis endişeşi olmadan sokakta yalpalayabilme huzunınu düşünüyorlar. Halk ve kitleler adına gaza bayraklan açan cengaverleri halk ve kitleler takip etmez. Bazan metozori takip etmek zorunda kalırsa, bu da bizi iki yıl geriye, "Orwefl yılına" götürür. "Büyfik biraderin" totaliter ülkesine götürür. Üstüne üstlük, halk ve kitleler adına "savaşmak" iddiasında olanlann eylemleri de, 1986 yıhnda, Belçika'da, "büyük biraderin" ülkesini hatırlatan manzaralarla karşüaşmamıza çanak tutar. Uğruna savaşabilecek değerler, ancak " 1 9 8 4 " ü ve "büyük biraderieri" tarihe gömecek değerler olabilir. 1986 yıhnda "1984"u, "büyük biraderi" ve "biıyük biradere" zemin hazırlayan yeni küçük "biıyük biraderieri" istemiyoruz. Brükserden Atina'dan KütiürBakanı ne iş yapar? Melina Merkuri, eski bir film yıldızı ve Yunanistan Kültür Bakanı. Hükümetin en faal üyelerinden biri. Film festivalleri düzenliyor, okuma alışkanlığımn artması için bütçeden müyonlar ayınyor. En önemli faaliyetlerinden biri ise British Mueseum 'da bulunan Elgin Mermerleri'ni Atina'ya geri getirebilmek. STELYO BERBERAKİS ATtNA Yunanistan Kültür Bakanı Melina Merkuri, eski bir film yıldızı olarak sinemacıhğı teşvik edici faaliyetler gösteriyor. Bakana göre Yunan sinemasının kalkınması, gelişmesi büyük önem taşıyor. Her yıl Selanik'te düzenlenen Yunan Film Festivali bu yıl da yapıldı. Melina Merkuri, Kültür BakanhğYnı üstlenmeden önce de düzenlenen bu festivallerde Yunan sinemasının kriz geçirdiği ve daha uzun yıllar bu krizini sürdüreceği izlenimini bırakıyordu. Ancak 1981'den sonraki yıllarda festival ödüllerine bol miktarda para eklendi. Ve gördük ki film yapımcılan daha şevkli, daha iştahh ve daha çalışkan oluverdiler. Bu yılki Selanik Film Festivali'nde en iyi beş Yunan filmine 3'er milyon drahmi ödül verildi. 'yaklaşık 12'şer milyon'. Yani Kültür Bakanhğı bu festival için, Yunan sinemasını teşvik amaayla tam 60 milyon liralık ödül dağ^ttı. Geçen yılki festivalde birincilik ödülünu kazanan "Rembetiko" fılmi, Yunan sineması için gerçekten yeni bir dönemin başladığını haber veriyordu. Bu filmin yankılan hâlâ süruyor. Filmin müzikleri halen kasetler ve plaklarda dinleniyor satıhyor. Yunan TV'si bu fılmi diziler halinde ekrana getirdi. Yani kısacası iyi bir film, en nihayet Yunanistan'da da gerçekleşmişti. Bu yılki Selanik festivalini kazanan filmin adı "Taştan Yülar." Pantelis Vulgaris yönetimindeki bu film, Melina Merkuri'den 3 milyon drahmi aldı. Filmin konusu Yunanlılar için pek yabancı değil. Ama filmin teknik yön : lerindeki kalite dikkati çekti. Cunta yıllannda ideoloj ileri izin vermediği için yaşamlannm büyük bir bölümünü cezaevlerinde geçiren iki gencin parmakhklann arasından sevişmesini ve evlenmelerini konu ediyor. Filmin çekimi için besbeüi yoğun bir uğraşı gösterilmiş. Filmin baş kadın oyuncusu Tnemi Bazaka'ya bu rolü ödül getirdi. Yunan Kültür Bakanlığı yalnız sinemayı teşvik etmiyor, sinemacılığın yani sıra tiyatro ve özellikle kitap okumayı teşvik eden bir dizi faaliyetleri de var. Her yıl milyonlarca drahmiyi yalnız bu üç sektöre ayıran Melina Merkuri, bunun dışında kalan vaktini, şu anda Britisb Museum'da bulunan Acropol'un tarihi "Elgin Mermerieri"ni yeniden Atina'ya getirtmek için bir dizi diplomatik faaliyetde buiunmaya harcı yor. Bu çerçevede, lngiliz aktörlerinden oluşan bir ekibe Akropolun eteklerinde bir TV fılmi bile yaptırdı. Bu füm îngiliz ve Yunan TV'lerinde aynı anda yayınlandı. Konusu ise, Osmanlı yönetimi döneminde Eiguine adlı bir tngiliz kontunun Atina'yı yöneten Osmanlı'yı nasıl kandırıp, "taediye karşılığında" Acropoiloin'un almlığındaki pedeliş mermerinden yapılmış heykelleri Ingiltere'ye kaçırdığı. Melina Merkuri bu fılmle bir çok lngiliz vatandaşını kendi tarafına çekti. Londra'da imzalar toplandı. Konu avam kamarasına bile getirildi. Ancak sonuç pek ümitli değil. TERÖR VE ÎTALYANLAR Roma Havaalanma Abu Nidal grubu tarafmdan yapüan baskın, Italya'da geniş tartifmalara yol açtı. Roma'dan Roma, yeni Beyrut mu oluyor? Son havaalanı kailiamı ve ardından gelişen olaylar nedeniyle ttalya'da başlıca tartışma konusu, Ortadoğu terorizminin yeni merkezinin Roma olup olmadığı. NtLGÜN CERRAHOĞLU ROMA "Roma, Ortadogu'uun başkeotidir." Italyan Radyo Televizyonu'nun önemli gazetecilerinden biri, Sergio Telmon'un sık sık tekrarladığı bir cumledir bu. Bu tanımlama bana Kuzey Italyah bir entelektüelin abartmah tenkidi gibi gelmiştir hep. Son gelişmeler, Telmon'un bu sözlerinin pek de abartmah olmadığını ortaya koyuyor. Italya'run etkin haftalık dergısı "Fanorama'nın son sayısındaki baş makale şu saürlarla başhyor: "Roma yeni Beynıt'tur. Israil böyle demektedir. Amerikalılar bu göruşü desteklemektedir. Savunma Bakanı Giovanai Spadolini böyle düşunmektedir. 27 aralık gunü Roma Fiumicino Havaalam'nda üçtt terörisl olmak üzere 16 kişinin ölümü 74 kişinin yaralanması Ue sonuçlanan katliamdan 8 saat sonra Spadolini 'Uluslararası terörün merkezi haline gelmekteyiz' <Jemekteydi. Gitgide Ortadoğululaşmış olan bir başkentte, en az üçyuz Ortadoğulu (erorist ideal bir sığınak bulmaktadır. Roma'da komplolar hazırlanmakta. örgütlenmekte, programlanmakta ve insanlar öldürülmektedir." Gerçekten de ttalyan Dışişleri Bakanı'nın verilerine göre, Italya'da 1985 yıhnda gerçekleştirilen 10 terör eyleminin 10'unun da Ortadoğu kökenli olduğu anlaşüıyor. Aynı dönemde Almanya'da 43 eylemden yalnız birinin.Fransa'da 25 eylemden gene birinin,Yunanistan'da ise 20 eylemden 11 'inin Ortadoğu kaynakh olduğu görülüyor. Bu rakamlar, Italya'nın Ortadoğu terörizminin merkezi haline geldigini açıkça ortaya koyuyor. Roma'da gerçek bir şok yaratan bu saptama, Italyanlann dış politika ve yabancılar politikasını tamamen gözden gecirmelerine yol açıyor. Üikenin geleneksel Akdeniz ağırlıklı ve Filistin yanhsı dış politikasmın ters teptiği anlaşılıyor. En başta Fiumicino katliamımn, arkasında olduğu sanılan Abu Nidal'ın en büyük destekçisi olarak görulen Kaddafi'nin üikenin resmi haber ajansı yoluyla katliamı "kahramanca bir operasyon" olarak nitelendirmesi üzerine Roma'nın Libya'yla şimdiye dek "iyi" olan komşuluk ilişkileri gerginleşiyor. Bu ülkede yaşayan 20 bin ttalyan işçisine, müteahhitlik, altyapı ve tanmda büyük yatınmlar yapan Italyan işadamlannın ekonomik çıkarlanna ve yılda 2 milyar dolarlık ttalyan ihraç mallarının geleceğine rağmen, Başbakan Craxi, Kaddafı'yi ağy bir biçimde suçlamaktan çekinmiyor. "Bu katllamla" diyor Craxi, "Kaddafı fanatik ve kanlı çehresini bu kez 'pecesiz' bir biçimde göstermiştir." Bu suçlamalara ve ABD'nin terör eylemlerinin arkasında olanlara misilleme yapmak gereği karşıhk vermek gereği üzerinde yaptığı imalara cevap v eren Kaddafı ise, "Libya'ya yapüacak herhangj bir olası saldınya tüm Ortadoğu'yu ve Akdeniz'i kapsamına alacak, bir savaş açarak cevaplayacağından hiç kuşku duyulmasın. Bu tabii ki bitmeyen bir savaş, sonun başlangıcı olur" demekten kaçınmıyor. Fiumicino katliamından beri gazetelerin manşetlerinden inmeyen bu açıklamalar, Italya'da tam anlamıyla dehşet yaratıyor. Bütün bunlara rağmen, Italya şimdilik Filistin yanhsı dış politikasımn çizgisinde temel bir değişiklik yapmayı duşunmuyor. Ancak Craxi, ttalya'yı etkisi altma alan Arap terörizmi salgımyla, tum AET ulkeleriyle bir cephe oluşturarak savaşmayı düşünüyor. New York'tan Patrick McCalister, 24 yaşında bir grafıker. Manhattan'ın aşağı kesiminde yüksek tavanlı, geniş mekânlı dairesinde yılbaşını yalnız başına geçirdi. Patrick New York'ta yaşayan yaklaşık 5 bin AIDS'liden biri. TANJU AKERSON ~ NEW YORK Patrick McCalister 24 yaşında bir grafiker olarak Manhattan'ın aşağı kesiminde "loft" denilen eski toptancı depolarından bozma yüksek tavanlı, geniş mekânlı dairesinde yılbaşını yalnız başına geçirdi. Kendisi New York'ta yaşayan yaklaşık beş bin AIDS'liden biri. Doktorlar Patrick'e fazla bir yaşam şansı tanımıyorlar. Her şey geçen ağustos ayında bacağında beliren mor bir leke ite başlamış. Patrick önce bunu böcek ısırması sannuş. Ancak leke bir türlü geçmeyince doktora gitmiş. Lekenin AIDS hastahğına yakalananlarda rastlanan bir deri kanseri türü olduğu teşhisi konmuş. Patrick, "Bir eşcinsel olarak AIDS'e yakalanmam ölasdıgı olduğunu biliyordum. Ama bunuo gerçekten başıma geleceğine hiçbir zaman inanmamıştım" diyor. Bugüne kadar aralannda iki oda arkadaşı, bir eski patronu da bulunan beş yakın tanıdığı AIDS'ten ölmüş. "Ben de ölecegimi biliyonım" tümcesini sık sık tekrarlıyor Patrick. Bunu söylerken bazen çok umursamaz oluyor, bazen gürultülü biçimde ağlıyor. AIDŞ olduğunu ve öleceğini öğrendikten sonra Patrick, başta elinden gddiğince hiçbir şey olmamış gibi yaşamını sürdürmeyi denemiş. tşine gitmeye ve arkadaşlanyla görüşmeye devam etmiş. Olaydan yalnız beraber yaşadığı erkek arkadaşma söz etmiş. Önce yataklannı ayırmışlar. Sonra aynı bardaktan su içmeyi, aynı havluyu paylaşmayı bırakmışlar. 58. ve 59. sokağın arasında uçüncü caddedeki duvar kâğıtları yapan şirkette Patrick, günlük çalışmasını sürdüriırken ya da iş göruşmesi yaparken AIDS'li olduğunu söylemesi durumunda karşısındaki inssanlann nasıl davTanacaklarını düşünmüş. Yine berberde saçını kestirirken, bankada çek bozdururken, lokantada yemek yerken birden AIDS'li olduğunu açıklaması halinde ne gibi bir tepki ile karşılaşacağını kafasında kurmuş. Gunler gecip mor lekeler artık yuzunde de belirmeye başladığında ve hastalığını gizleyemez duruma girdiğinde Patrick, patronuna AIDS'e yakalandığım söylemiş. Burodaki ilk tepki patronun sekreterinden gelmiş. Genç kadın koşup ecza dolabından çıkardığı dezenfekte edici bir spreyi sağa sola sıkmış. Yanındaki masada oturan çahşma arkadaşı "Hay Allah, biraz önce onun telefonunu kullandım" diye paniklemiş. Ötekiler hemen çevresinden uzaklaşmışlar. Patron, "Elbette bu yüzden sana işini bırak diyemem. Ama müşteriler vüzündeki lekelere bakıp AIDS olduğunu çakariarsa kapıdan içeri adım atmazlar" biçiminde zayıflanmış. Patrick istifa edeceğini söyleyerek patronunu sıkmtıdan kurtarmış. Beraber yaşadığı erkek arkadaşı "Patrick'in AIDS olduğunu öğrendikten sonra sevgi ve korku arasında parçalanmış bir kişiyim artık" diyor. "Ük işittiğimde sadece ağladım. Ona idam hükmü yemis bir mahkum gözüyle bakıyordum. Kötü bir diiş gibiydi. Olayı unutmak için kendimi ise verdim. Çalışmadığım zamanlar bütün gün yatağımdan çıkmadım. Hayat sigortamı üç katına çıkardım. Sürekli kan testi yaphrdım. Sonuçlann olumlu gelmesi içimdeki korkuyu geçinnedi. Bir türiü inanamıyonım, Patrick, nereden kaptı bunu?" 34 yaşındaki desinatör arada bir Patrick'e bağınp çağırdığını, kapıyı vurup çıktığını arkasmdan elinde çiçeklerle dönüp gönlünü aldığını anlatıyor. New York'un kuzeyinde bir kıyı kasabasında oturan annesi ise Patrick için şunlan söylüyor: "Tannm, o kadar genç ki. Ona baktığımda henüz 24 yaşında olduğunu düşünüyorum. Sonra 24 yaşında olduğum zamanı anımsıyorum. 24 yaşındayken önümde koskoca bir yaşam var derdim. Oysa Patrick, bu yaşta yaşamını bitiriyor. Son gunlerinde hep evimde, yanımda olmasını isterdim. Ama oturdugum kasaba öyle bir yer ki, insanlar AIDS olduğunu duyduklannda Patrick için iyi olmuş, hakettigini bulmuş derier." Patrick, "Artık çocuklara sanlamıyonım" diyor. Çünku yakın dostları eskiden olduğu gibi kapıdan girince kendisine koşan çocuklarını kucaklamasına izin vermiyorlannış. Patrick'in arkadaşlarından 29 yaşında eşcinsel bir yazar olayı olağan karşılayan tek insan. Filozofca başmı salhyor: "Her hafta birinin AIDS'e yakalandığını duyuyorum. Elbette Patrick'in yerinde ben olabilirdim. Yann olmayacagımı kim bilir. Hepimizin üzerinde gri bulutlar dolaşıyor". Patrick, yılbaşı günu gri bulutları düşünmüyor. Yeni yıla umut dolu giriyot 1985'in son gunü vasiyetnamesini yazmasına karşm ölümü çok uzak görüyor. Onünde arkadaşlan ve aüesi ile yaşayacağı uzun gunler olduğu kanısında. Arkadaşlanna bu yılbaşını yalnız başına geçirmek istediğini ancak gelecek yıl mutlaka evinde yılbaşı partisi vereceğini söylüyor. Onlara 1987'de mutlaka aralannda olacağı konusunda guvence veriyor. Oturduğu sokağın köşesindeki dükkândan Patrick bir şişe şampanya ahp apartmanına yürüyor. Az sonra evinde tek başına oturacak. Pencereden dışan bakacak. Akşam aniden çöken şişin boğduğu Manhattan'ın ışıklarına şampanya kadehini sallayarak yeni yüı bekleyecek. Asansörün kapısı kapanmaya başladığında birisinin öfkeli bir sesle bağırdığını duyuyor: "Asansorü tutar mısınız." Patrick, "stop" düğmesine basıyor. Asansöre orta yaşh bir adam giriyor. Bir elinde evrak çantası, ötekinde boş video kasetleri dolu plastik bir torba var. "Çok kötü zamanlar yaşıyoruz" diye homurdaruyor. "Böyle bir şey olacagı hiç aklıma gelmezdi. Dünya kötiiye gidiyor." Patrick, ne olduğunu soruyor. Adam Patrick'e "daha ne olsun ki?" diye dert yamyor. "Şu köşedeki video kulübü var ya. Yılbaşı gecesi için ellerinde muşteriye verecek tek film yok." Patrick, adamın sözlerini onaylayan hiçbir davranışta bulunmuyor... Londra'dan Yabanalarla evlenenlerin kültürel ve geleneksel nedenlerle geçinmeyecekleri öne sürülür. tki kültürü evlendiremeyenlerin sorunu bu. Tabii işin kolayı, iki tarafîan birinin kimliğini bir kenra bırakıp her şeyi ile karşı tarafı geçmesi. Ama o zaman... dınlarla tutuculann bakışı. Sıradan yurttaş ise pek fazla önem vermez milliyet ayınmına. Olay Ege*nin bir tatil köyünde geçmiş. Bir Türk lngiliz eşiyle barebermiş. Köyün yerlisi bir kadın, lngiliz gelini tepeden tırnağa süzüp Türk damadın kulağına eğilmiş: Kaçırdın mı? Damat "evet" demiş. Arkasından gelen çok akrabası var mı? Takip ediliyor musunuz? Evet. "İyi iyi helal olsun sana aslanım" demiş köylü kadın sonra da sormuş: Müslüman yapacak mısın? înşallah! tşte cennetlik oldun sen... Kimileri yabancılarla evli çiftleri, "eşit olmayan iki yanma" benzetir. özellikle de kıta ve din farkhysa çiftlerin kültürel ve geleneksel nedenlerle geçinemeyeceklerini öne sürerler. Mümkündür. İki kültüni evlendiremeyenlerin sorunu bu. Tabii ki işin kolayı iki taraftan birinin, kimliğini bir kenara bırakıp, herşeyi ile karşı tarafa geçmesi. Ama o zaman da zenginliğin ıskalanması gündeme gelmiyor mu. Ayrıca Nehir başmda tahta ile çamaşır döven Helga ya da poturu ile diskoteğe giden Hasan manzarayı egzotik bir şekilde gölgeliyor. Çocuklarsa bir başka sorun mu, yoksa başka zenginlik kaynağı mı? Mevlanayı Rousseau gözüyle kim okuyabilir? Yabancı ile evli olanlann iki evi. iki kenti, iki gazetesi olur. Yılbaşında bir AIDS'li Şair evlenmesi RAGIP DURAN LONDRA Başkentin güneydoğu semtlerinden Levvishm evlendirme dairesi. Nikâh memuru televizyon sunucusu gibi yakışıklı, şık ve şekersohbet. tzleyici sıralarında Türk ve lngiliz seçkin bir davetli topluluğu, memurun karşısında ise 50 yaşlannda esmer, uzunboylu, he>'ecanlı gülümsemesi ile bir Türk şair. Yanında mavi neşeli gözlü, sarı saçlı, lngiliz pasaportu taşıyan ama daha çok, bir lstanbul hammefendisini andıran bir bayan. Türkçeyi bayağı iyi ve şarkılı bir aksanla konuşuyor. Devletsever, toplumsever toplumlarda iki kişinin birlikte yaşaması için resmi bir görevlinin bir dizi basma kalıp sözler etmesi, sonrada bir takım kâğıtlara mühürler basıp imzalar atması gerek. Bu kadar bürokrasiye de katlanıiır doğrusu. Çünku şair dostumuz Türkiye'de yabancüarla evlenebihnek için en az bir yıl süren işlemlerin yapılması gerektiğini söyledi. Burada ise bır semtte üç hafta kadar oturunca kayıdın kuyudun da yenndeyse basıyorsun imzayı, takıyorsun yuzükleri ve eskimeye başlıyor yastıklar. Gül gibi Türk kızian dunırken ne ettirn de gittim cavurun kızını aldım. Memlekette erkek mi kalmadı, da bunca uzaklara gidip sunnetsiz adamı aklım getirdim! Yabancı ile evlilerin sık sık duyduğu yakınmalar bunlar. Daha da ileri gidip, ırkçıhk kokansözler edenlere bile rastlamıştım. Bu görüşler, ön yargıh çeyrek ay Kopenhag'dan Yılbasıııuı ertesi FERRUH Y1LMAZ KOPENHAG Danimarkahlar yeni yıla gözlerini indirimli satışlar ve geçen yıla ait istatiklerle açarlar. Yılbaşı sabahının ya da daha doğrusu öğlenininmahmurluğu ve geceden kalma başağnsı ile abartmasız 50 sayfayı bulan gazetelerini kanştıranlan, daha 3. sayfadan başlayan, tam sayfa bir reklam karşılar: "Holger, uyan bak ne göstereceğinı." Geceden kalma Holger, bir yandan gözlerini açmaya çalışırken, bir yandan da olup biteni anlamaya çalışır. Noel sırasında cephe savaşı vererek, hem de >1iksek fıyatlara aldığı birçok şey, yeni yıhn daha ilk iş gününde başlayan ucuzlukta, yan fıyatına satışa çıkanlmıştır. Holger'in, "Ne vardı sanki Noeli indirimli satışlardan sonra kutlasaydık. Aksi gibi bütün parayı da Noel hediyelerine kullandık" diye düşündüğünü sananlar çıkabilir. Holger'in radyosundaki kalın sesli spiker, "Danimarkalıların ktşisd tUketimi, geçen yıl rekor düzeye ulaştı' diyerek istatistik haberlerine geçmiştir bile.Gorba'nın yeni yıl mesajından iktisadi kriz devam etmesine rağmen ve ucretlerin son yıllardaki en düşuk oranda artış göstermesine rağmen, Danımarkahlar 1985 yıhnda rekor düzeyde para harcamışlar. Araba sahibi olan aile oranı 84'te yuzde 57'yken, 85'te yüzde 60"a çıkmış. Renkli televizyonu olan aile oranı da yüzde 75'ten yüzde 79'a fırlamış, dış ülkelere düzenlenen turlara ilgi de olağanüstü düzeyde artarken, giyim eşyası ithalatı yüzde 21 oramnda artmış. Başbakan Poul Schluter ise, mesajında çizdiği tabloda, bizdeki lcraatın Içinden programlannı aratmayacak kadar pembe renkler kullanıyor. Ama tablonun siyah tonlannı da eksik etmemek için, doğrudan hükümet icraatımn sonuçlan olarak gözükmeyen "kara haberiere"de değiniyor. Muhafazakâr başbakanın pembe tablosunun kara tonlannı bu yıl AIDS felaketi ve giderek artan şiddet kullanunı oluşturuyor. Siyasi plandaki kara leke ise, ismi verihneyen tek parti rejimleri. Kraliçe Magrethe, geleneksel yılbaşı konuşmasını hep şu sözİerle bitirir: "Tann Danimarka'yı korusun." Bir Adalet Pee vardı (Baştarafi 1. Sayfada) miz kişilerden biriydi Emine Adalet Pee... Darulaceze'deki yatağının başında geçmiş günleri konuşurken, zaman zaman heyecanlanıyor, gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Bir roman gibiydi Adalet Pee'nin yaşamoyküsu... "14 yaşında Ticaret Mektebi'ni terk edip. sanat ha>atına atıldım. Hazım Körmukçu komşumuzdu. Sahneye ve müziğe olan ilgimin kaynagı Hazım'dı... Artist olma havalleri kurarken, kendimi dansözolarak birkumpanya Ue Anadolu turnesine çıkmış buldum. Konya'da Atatürk'ün huzunında dans ettim.. Düşnnün 15 yaşındayım ve bUvük kurtancının huzunında dans etme şerefine nail olu>orum. Çok beğenmişti beni Atatürk, bir ara yanma çağınp, >urt dışına git dedi..." Adalet Pee, böyle anlatmaya başlamıştı yaşamöyküsünü. Ve kısa bir süre sonra da Atatürk'ün önerisini bir emir gibi kabul edip, yurt dışına cıkış için çareler aramaya başlayacaktı.... O giınlerde Harry Pee adh bir Almanla taruşıp, evleniyor, böylece yurt dışına çıkış kapılarını da aralamış oluyordu. Yaşammdaki tek evliliği için seçtiği Harry Pee ile beraber olduğu gunleri anlatırken de çok duygulamyordu Adalet Pee: "Koskoca adam. 23 yaşında benim aşkımdan sünnet olup, Müslumanlığı kabul etti. Bir de oglumuz oldu, adım Orhan koyduk..." Adalet Pee ile Harry'nin evliliğinin ilk yılları çok mutlu geçmişti, ama bu mutluluk fazla uzun sürmeyecekti. Kaderi, onun acıklı yaşamöyküsünü daha o gunlerde yazmaya başlamıştı... Kısa bir süre içinde New York'ta, Londra'da, Berlin'de, Kahire'de, Rodos'ta adından söz ettirmeyi başaran Adalet Pee'nin mutluluğu, arka arkaya vereme yakalanan kocası ve oğlunun olümuyle gölgelenecekti.. Yaşama kafa tutan bir insan olup çıkmıştı artık Adalet Pee... Hiçbir şeyi umursamıyor, dans etmekten, unlü hayranlannın çevresinde pervane olmasından zevk alıyordu... Başından geçen ilginç bir olayı anlatırken, Adalet Pee gidiyor, karşınızda bir Mata Harigeliyordu sanki.. Hitler'in yaveri Fegilajn'la olan beraberliğirü, ondan öğrendiği bazı bilgileri Turk Konsolosu Esat Bey'e anlatışı sırasında yuzune mutlu bir ifade yayılıyordu: "Binbaşı Fegilayn'la bir tren yolculuğunda tanışmıştık. Bir iki kadeh votka içtikten sonra, binbaşının bakışları değişmiş, bir başka turliı bakmaya başlamıştı. Almanya'dan Vi>ana'>a gidiyorduk. Kadınlığunı, dişiliğimi kullanıp, binbaşının ağzından bilgi alrnava çalıştım, elimi tutmasına bile izin verdim. Kendisine savaşın sonunun ne olacağını sorduğumda, içkinin ve benim dişiliğimin etkisinde kalan binbaşı, Fransa'yı işgal edeceklerini, Magino hattı kuvvetli olduğu için Manş kıyısındaki Abbeville'den vuracaklannı söyledi... Sevinçten heyecandan ölüyordum. Tren ViyanaŞa gelince binbaşı üe vedalaşıp aynldım. Ben hemen Türk Konsolosu Behçet Özdoğancı'yı arayıp, kendisiyle gbrüşmek istedigimi, çok önemli olduğunu söyledim. Kısa bir süre sonra konsolosun odasında binbaşıdan oğrendiğim her şeyi anlattım Behçet Bey'e. Beni dinledikten sonra konsolos, 'Adalet, binbaşı seni kandırmış, anlattıklarına çocuklar bile inanmaz' dedi. Sonra içki içtik birlikte, ben durumu Ankara'ya iletmesi için Behçet Bey'i ikna ettim. Sonunda itibannı kaybetme pahasına da olsa anlattıklanmı şifreli telgrafla dışişlerine bildireceğini söyledi. Ertesi gün yine konsolosluğa gittim, Behçet Bey, Ankara'ya bilgi vermişti, ama yaptığına pişman bir hali vardı. 'Sana inanmamalıydım Adalet, rezil oldum' dedi. Teselli ettim, '10 gün bekleyin' dedim. Sonra dediklerimin hepsi oldu. Bütün dünyanın surpriz olarak karşüadığı Almanlann Fransa'ya savaş açışını biz 10 gün öncesinden Ankara'ya bildirmiştik. Behçet Bey, birkaç gün sonra da Başkonsolosluğa terfi ettirildi..." Adalet Pee ile 15 gün kadar önce Darulaceze'deki yatağı başmda konuşmuştuk. Hayat doluydu. Lüksün, eğlencenin, maceranın, yalnızlıkla atbaşı gittiği 72 yıllık ömrunü, geçmiş günlerin görkeminden uzak, sessizce noktalayıp aramızdan ayrılmıştı... ABD film eleştirmenleri "Ran"ı, 1985'in en iyi filıııi seçti Dış Haberier Servisi Amerikan Film Eleştirmenleri Derneği'nin 1985'in en iyi film ödülünü Japon yapımı "Ran" fılmi aldı. Yönetmen Jobn Houston "Prizzi's Mononr" fılmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanırken, Jack Nickholson en iyi erkek oyuncu, Benessa Reguel de en iyi kadın oyuncu ödüllerini aldılar. ödülleri veren Fikn Eleştirmenleri Derneği, ABD'nin en önemli gazete ve dergilerinin sinema eleştirmenlerinden oluşuyor. Kayıtsızlık... (Başıarafı 1. Sayfada) Siyasal iktidarın en önde gelen bir yetkihsı olarak iyimser bir tablo çizmeye çalışmasını doğal karşıliyoruz. Bizim üstünde durmak istediğimiz nokta bu değil. Asıl vurgulanması gereken nokta, gerçek ücretlerin hâlâ on yıl önceki düzeyin gerisinde seyretmesidir enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında emekçi kitlelerin satın alma gücündeki eriyişın çarpıcılığıdır. Çarşı pazarda fılenin nasıl dolduğunu, muttakta tencerenm nasıl kaynadığını, günlük yaşantılarmda zaten gayet iyi bilenler açısından bu rakamların fazla bir kıymeti harbiyesı olmadığı açıktır. Bu rakamların tekrar tekrar sergılenmesının bir başka yararı olabilir diye düşünüyoruz. "Böyle gelmiş böyle gider" zihniyeti içinde vicdanları nasırlaşmaya yüz tutmuş bazı çevreler, hiç olmazsa tutum ve davranışlarında belki biraz olsun daha dikkatli olurlar diye duşünüyoruz. Dünya Bankası'nın bir raporuna göre işsizlik 1980'de yüzde 15 iken, 1984'te yüzde 19'a yükseldi, gerçek ücretler 1977 yılı 100 alındığında 1982 de 50 puana indi; yani alım gücü yarı yanya azaldı. Yine Dünya Bankası'nın geçen yılki bir raporuna göre, ülkemiz, dünyadaki 126 ülke arasında gelir dağılımı açısından en kötü durumdakı sekiz ülke arasındadır: Türkıyenüfusununyüzde20si, milli gelirin yüzde 56.8'ini almaktadır. Bır başka araştırmaya göre işçi ve memurun, milli gelırden 1970'te aldıkları pay yüzde 11.2'den, 1981'de yüzde 53'e düşmüştür. Hakçalıktan böylesine uzak bir durum karşısında hiçbir toplum uzun sure kayıtsız kalamaz. Tiktak çalışan bır saatli bombanın sesini duyamayanlar, "Böyle gelmiş böyle gider" dıyenler, söyleyelim, yanılıyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle