21 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 Hayata pencereden bakmıştık TEMÎZLIGI ADALET AĞAOĞLU . ' evim abla ile birlikte yazdığımız, adına da 'Bir Piyes Yazalım' dediğimiz oyunun sergilendiği ilk gece geliyor aklıma. Yıl 1952. Yoo, diyor Sevim Uzgören, 1953..! Belki öyledir. Ankara. Küçük Tiyatro. Oyunun ilk temsili bitmiş, perde kapanmıştı. Alkışlar dinmek bilmiyordu. . adınlara ayrı bir duyarlık alanı yakıştmlır ya, kimse bunun bir içyaşam özgürlüğü olduğunu söyledi mi acaba? Bir zamanlar kadınla erkek için ayrı ayrı duyarlık alanları olacağına inanmazdım. Yaratırken yani. Oysa, bunun doğru bir yanı da var: Kadın hep 'günahkâr' görüldüğü için, o kadar çok günah duygularıyla yüklüyken, yani zaten 'suçluyken', iki kez ölünemeyeceğini çok daha çabuk ve derinden kavrıyor.. İOEYLÜL 1985 POLTnKA VE OTESI MEHMED KEMAL Şişeye Yazılan Adlar... Bir gün Pasaj'daki Bayram'ın yerıne yolum düştü. Yedi sekiz arkadaş oturmuşlar içiyorla,rdı. İçlerinde bayan olarak bir Tomris Uyar vardı. Ellerinde büyük bir rakı şişesi, üstüne bir şeyler yazıp irnza atıyorlardı. "Ne yapıyorsunuz?" diye sorduğumda, "Şişeyi imzalıyoruz. Gelecek yıl bugün burada topianıpiçeceğiz" dediler. Sanınm 26 Mart 1985'tı, demek 1986'nın martında kimter kalırsa buraya gelecek, bu şişeden içecekti. O gün kimler vardı, hepsini anımsayabilir miyim? Turgut Uyar, Edip Cansever, Tomris Uyar, Muhtesem Sunter, pasajda tombala çektiren bir arkadaş, bir iki de ressam, bir aktör arkadaş, ha Mehmetcan Köksal vardı. Daha kimler vardı? Gözümün önüne gelmiyor.Bır de resim çektirmiştik, bir yerlere koymuşum bulamıyorum. Aradan aylar geçtı. Bir de baktık, şair Muhtesem Sunter sizlere ömür... Turgut Uyar için çok hasta diyorlardı. Ölürse Aşiyan'a gömülmek istermiş. Dendi, demeye kalmadı, bir de duyduk sizlere ömür Turgut da... Cenazesi Teşvikıye Camii'nden kaldınldı. Kızım Önce ile birlikte gittik. Bütün dostlar orda. Oldukça kalabalık bir 'cemaar;Vardı. Belli bir yaş ortalaması kendini gösteriyor. Ellinin ustündekiler azalmış, otuzla kırk arası olanlar çoğalmış. Yaşam koymuş eleğin içine durmadan eliyor. Aşiyarj'a değin gittik. UM Uraz, Adnan Ve//, Mübin Orhon, Nevzat Üstün'ün cenazelerinde gelmiştim. UM Uraz öldüğünde Aşiyan'a gömülmek istermiş. Eşi söyledi.Başvurduk, o günün belediye başkanı pek oralı olmadı. Ecevit başbakandı, ona başvurduk, bir yer verdiler. Her toplumun kendi sanatçısı var demek... Yahya Kemal, AhmetHamdi Tanptnar'\n mezarları ne de görkemli. Zengin mezarları gibi. Kimse bir şey söylemeden onları buralara gömdüler. Kendilerinden sayıyoriardı, dışlamıyoriardı. Belki bu mezarlann kendileri gibi onlar da süsüydü. Otekiler öyle mi? Bin naz ile, bin can ile... Cenazede, bizim kıza, aktör Mustafa Yalçın, "Savaş Başar da öldü, babanın haberi var mı?" diye sormuş. Gezideydim, haberim oldu. İfkin yanlış haber verdiler. Başar Sabuncu dediler. Tanrı toprağınca ömür versin, ad karışması olmuş. Nasıl üzülmem Savaş Başar'a, her türlü yeteneği yanında Komiser Kolombo'yu seslendirmesi ile de ünlenmişti. Dostlar için "hep alkolden gidiyorlar" derityor. İçmesek o\maz, içince de dokunuyor. Karaciğer, dalak, safra kesesi derken bir yerleri alıp gidiyor. Ardından içeni... Bu gencecık ölüler hep içkiden mi? Hep içkidense ardında bir şeyler var demektir. Çok üzüyorlar, çok darıltıyorlar, onlar içkiye vuruyorlar. 'Şu el titremesi kadeh tutarken' değil mi? Çok yaklaştığından mı nedır, ölüm ve öiüme benzer bir şeylerden söz etmek istemiyorum. Her gün birini alıp götürüyor. 1940 kuşağından Fuat Ofşın vardı, şair, incecik gül gibi bir adam, yıllar önce yazar, söylerdi. Sonra bir sure şiiri, yazıyı kesti. Ancak bılenlerince anılırdı, yeniler ne bilsin. Bir gün duydum ki, Ankara başkentte, Aydınlıkevier'de sessizce sanat çevrelerinin haberi olmadan gitmiş. "Taşıdı koskoca bir mevsiml çöp arabaJan" diye başlayan ve sonbaharı anlatan bir şiiri vardı, onunla ünlüydü, şimdi kimler bilir? Antolojilere bakıyorum, orada da adına rastlanmıyor. Ne demiş Yunus Emre: Bir garip öldü diyeler Üç gün sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar öyle garip bencileyin... Kişi doğduğunda, yaşadığında garip değildir elbette, unuturlar, unuttururlar, garip ederler. Büyük Yunus, Âşık Yunus, Dertli Yunus da böylelerini dile getirmek istiyor. Cahit Sıtkı ölümler için, "Gittikçe artıyor yalnızlığımız" derdi. Yalnızlığımız artarken şiir çoğalıyordur. Belki de bütün tesellimiz budur!... Şaitier giderken şiirleri kalsın hiç olmazsa, bu yeter... K Geceyansuıdan sonra ya abim ya babam odamı basardh, z 2 famanın, yani ışığm renkler, biçimier üstündeki uçsuz bucaksız değistirici rolünden taa Rönesanstan bu yana haberli olan ressamlar, mimarlar, herha|de kendilerinin de, değişik ışıklar altında biçün değiştireceğinden haberliydiler. Sanınm, ışığın, zamanın, giderek rengin, sesin, dışlaştırma aracı dil olan sanatlarda, özellikle de doğumu gecikmiş romandaki değiştirici rolü geç fark edildi. Roman, hikâye yazannın, kendisinin de uğradığı biçün değişikliğinden, özellikle ülkemizde pek haberli olduğunu sanmıyorum. Yarulmıyorsam, Selim Ifcri, yalnızca o, yaratıcının üstüne çevreden düşen ışık sonucu uğrayacagı renk, biçim değişikliğinden her zaman rahatsızlık duydu, en azından bu gerçekliğe de değinmeden hiçbir şeye değinmiş olmayacağına inandı. ÖzellikJe son yıllarda Anmet Oktay, bir incelemeci olarak konuya romanlar açısından eğildikçe seviniyorum. Eğitim, kültür farklıhklan çok, düzeyi de yüksek olmayan toplumlarda yazarın, sanatçmın uğratılacağı değişikliğin, görünüm ve görüntüleri aslında iyice uzaklastıran bir değiştirme, bir çarpıtma olacağı gerçeği, bunun sancısı... Aslmda bu, ülkemizde bir sancıyı getirmeyebilirdi. tzleyicimizin çoğunluğunun, Türk roman ve hikâye yazanru kendi ışığından geçirerek değiştinnesi, bu yeniden üretirn, genel anlamda daha üst düzeyli, yaratıayı da a$an bir noktaya ulasabilirdi. Oysa, ar bir gecede bu oynnu yazıvennisler..." Işte böyİe seyler... Sonralan radyoda maç spikerliği yapan, gazetelerde spor yanlan yazan, yıllar sonra TRT merdivenlerinde sık sık karşılaşacağım bir erkeğimizin oyunumuz üstüne yazdıklan ise şöyle baslıyordu: "Efendim, iki genç hanım, tanımıyorum ya, birinin saçlanna ak dtışmuş diyorlardı..." Artık yazarlanmız için böyle şeyler soylenmiyor. Söylense de, kimi kez inceleme, araştırma süsü verilmiş yazılar biçiminde soyleniyor. O zaman, aylarca, bunun bir inceleme, araştırma yazıa olup olmadığı üstünde tartışabiliniyor. Yine de, ne bileyim, dün bir tek gözün, tek bir ışığın düzeltmeye yetebileceği, çocuk resimlerini çağrıştıran açık, yalın çarpıtmalardı "...yazariardan birinin de saçına ak düşmüş diyoriar" türünden çarpıtmalar... Bugün, pek çok göz bir araya gelse, çarpılmalan kolay kolay düzeltemez. Ama, o bakıslara. simdi olduğu gibi, bir karşı ışık da düşürülebilir. Her zaman, iki karşıt ısıktan bir yeni ışık doğacağı umulabilir. zhn seyircimizin kadm yazara merak duymasT dediği şey de, Osman Daloğlu imzalı yazıda, kullanılan aşağılayıcı dil yine bir yana, değinilen şey de, gözardı edilecek gibi değildi. Hayata pencereden bakmıstık. Mahallede hiç oynamamıştık. Askere gitmemiştik. Ev geçindirmek ya da ev geçindirmeye katkıda bulunmak zonında kalmamıştık. Böyle bir hayatın gerçekleri içinde hiç hırpalanmamıştık. Yoksul da olsak, varlıkh da, hep ev içlerindeydik. Dış hayata uzaklığımızın tek nedeni ise, kadın, kız oluşumuzdu... Kolumu biri dürtüyor. O biri, kıs kıs gülüyor: Karşı komşunun, pencereden bile bakmasına ızin verilmeyen oğlunu unutuyorsun. Yine Fatma Inayet. Biraz beri dursa iyi olacak. Bana zaman yitırtiyor. ...Aynca ben, çok kapalı bir çevrede yetismiştim. Daha ilkokuldan sonra eve kapatılmak istenmiştim. Açlık grevlerimle, evden kaçma, "ucnnda ölüm yok ya!" gözüpekliklerimle, ya da "önö sonu ölüm, başka ne"lerimle fakülteyi bile bitirmiştim. Babama ve üç erkek kardeşime göre, sık sık düz yolun dışma çıkmıştım, aykırı yerlere sapmıstım. Işte, şimdi deekonomik özgürlük istiyordum. Gizlice Ankara Radyosu'nun 'memnr alma sınavlan'na girmistim. Ise alınmıştım. Bütün bunlar çok yeni olmuştu. Bir oyun yazmıştık sonra. Onu sahneletmeyi isteyebilecek kadar yüreklenebilmiştim. Babamı, oyunun ilk gecesine baş ko "A şırfıntı, eakan kime?" ^ l k oyunumuz oynandıktan sonra, andığım türden değiniler, eleştiriler salt 'genç erkek i kek kardeşlerim, hep hazıra konuyorlardı. Işte onlar da okula gidiyorlar, derslerine çalışıyorlarmış ya! Böyle özürleri vardı. Herhalde ben de salt, böyle bir özürüm olsun diye okula gitmek istedim. Artık okulluydum, ama bu, başıma ek bir yük almak anlamına geldi. Ev işlerinde annemin yardımcısı yine bendim. Osman Daloglu, her kimse, çok hakh: Osmanlar daha iyi haberli olsunlar diye, annem ve ben dış hayattan habersizdik. Annemin erkeklere kazaklar örmeye, onlann çoraplaruıı yamamaya oturduğu 'boş saatteri', benim de ders çalışma saatleründi. Ders kitaplan dışında kitaplar da okumaya, üstelik bir de şiirler, hikâyeler yazmaya tutulduğum zaman, uyku saatlerimi ortadan kaldırmak zorundaydım. Bu gizli çabalarıma eklenen yürek çırpıntılan... Geceyarısından sonraki saatlerde birkaç kez ya abim, ya babam tarafından basıhrdım. Kitap okumama, yazı yazmama bir suç gibi bakarlar.ailenin bütcesinden çaldığım duygusunu vererek, elektriğimi söndürüp giderlerdi. Genelevde basılmışlık halini, yıllarboyu kimbilir kaç kez yaşadım. Böyle böyle, çok genç yaşımda, yitirmekten korkabileceği hiçbir şeyi kalmamış birinin içsel özgurlüğüne kavuştum galiba. Bir iç yaşam özgürlüge adınlara ayrı bir duyarlık alanı yakıştırılır ya, kimse bunun bir iç yaşam özgürlüğü olduğunu söyledi mi acaba? Bir zamanlar kadınla erkek için ayrı ayrı duyarlık alanları olacağına inanmazdım. Yaratırken yani. Oysa, bunun doğru bir yanı da var: Kadın hep 'günahkâr' görüldüğü için, o kadar çok gunah duygularıyla yükluyken, yani zaten 'suçluyken', iki kez ölünemeyeceğini çok daha çabuk ve derinden kavrıyor. Benim, sokak tanımış, pencereden bakmakla , etinmeyip dış hayatın üstüne basarak geçip gitmiş erkeklerime geünce, bu dış hayat onlara sadece bir açıkhava özgürlüğü bağışlamış görünüyordu. Oyunun ilk gecesinde selama çıkmayışım, herhalde benim kadınlığımın bana getireceklerini de, benden götureceklerini de birlikte ilk reddedişim, ilk somut başkaldırım. Içimdeki özgürlügümü dışta, apaçık ilk yaşayışım, onu hayatla ilk bütünleyişim. Aile içi yaşamımda olduğu gibi, topluma gösterdiğim ilk karşı duruşta da, hepsi genç erkek yazarianmızın eleştiri adı altındaki değinilerinde kullandıkları dile, bu baskıya karşın, hiçbir zaman erkek düşmanı bir feminist olamayacağımı da anladım. Hem de aynı olayda. İzleyici, bizim yuzümüzü, bir kadın peçesini kaldıran erkek elinin heyecanıyla keşfediyordu. Ama, seziyordum, peçesiz yttzler arttıkça, merak silinecek, heyecan durulacak, yuzümüz doğallasacak. kimliğimiz söz konusu olacak. Onun için, hangi sahnede olursa olsun, orada oynadıkları rol süresince, kadınhklarından ötürü daha fazla alkış toplayan ve bunu seve seve kabullenip bundan yararlanan kadınlarımızın, yakınmaya çok benzer bir 'eşitlik' savaşımı içinde bulunmalanm hiçbir zaman bütunüyle kavrayamadım. Bu rol sahiplerinin pek çoğunu, içtikleri içkinin parasım başka erkeklere ödetirken, gittikleri yerden evlerine arabalarla erkekler tarafından götürühneyi beklerlerken, o arabanın kapısı kendilerine açılmadığı zaman, en azından şaşırırlarken gördüm. Onlan devlet dairelerinde de gördüm: Karısından daha düşük maasla çalışan kocalan küçümsüyorlardı. Onlan edebiyat, sanat alanında da gördüm: Sivrüen hemcinslerini benimsemekte, erkeklere oranla daha güçlük çekiyorlardı. Bazen, bir başanya inanmamak için turlu yan nedenler aramaya kalkıyorlardı. 'Kadınlığını kulfammışbr' gibi... Kendi hemcinsine inanmayan, ona güvenmeyen bir kadın özgürlükçüsü!.. Cinsler arası ayrunda olduğu gibi, toplumlararası a>Timda da benzer durumlar var. Hiçbir zaman erkek düşmanı bir feminist olamayacağımı anladım tık, birçok gözün düzeltmeye yetmeyeceği oranda bir carpıtma!.. K itndi de ekonomik özgürlük istiyordum. zlice Ankara Radyosu'nun 'memur alma' smavlanna girmistim. Işe alınmıştım. Bir oyun yazmıştık sonra. Babamı, oyunun ilk gecesine baş konuğum olarak çağırmıştım. ş, "Bir Piyes Yazalım"ın sergilendiği ilk gece u anda, çalısma odamda, büyük bir göç öncesi temizliginde bulunacakken yüreğime bungunluk veren şey, bu düşüncelerden kaynaklanıyor. Daha baştan büiyorum ki, burada biriktirdiklerim ya da birikmiş olanlar, önilnde sonunda büyük oranda da benim toplumumum, benim okur yazarlarımın süzgecinden geçti. Üstlerine düşen ışıktan ötürü, alıkonulacaklarla atılacaklar konusu, değişimle carpıtma arasındaki farkı seçebilmek gibi, yeni bir çaba istiyor benden. 'Sevim AMa' ile birlikte yazdığımız, adına da "Bir Piyes Yazalım" dediğimiz oyunun sergilendiği ilk gece geliyor aklıma. Yıl 1952. Yoo, diyor Sevim Uzgören, 1953! Belki öyiedir. 1953. Ankara. Küçük Tiyatro Oyunun ilk temsili bitmiş, perde kapanmışa. Alkışlar dinmek bilmiyordu. "İki genç bayan bi» piyes yazmışlar!.." benzeri yarı şaşkmlık, yarı artı değer yüklü haberler, günlerce gazetelerde, dergilerde yer alıp durmuştu. Işte arnk haber, haber olmaktan çıkmış, somutlanmıştı. O oyun oynanmlstı. Perde kapanıyor, alkışlarla yeniden yeniden açılıyordu. Daha ben yirmi iki yaşımdayken, o zamanlar bütün yazarlar yaşh başlı, hepsi kelli felü olurdu 'Sevim Abla'mn da yüreklendirmesiyle yazmaya koyulduğumuz oyun, yirmi üç yasımda beni, Ankara'nm 'geoç şair kın' olmaktan çıkanyor, adı afıslere yazılmış bir 'bayan oyun yazan' yapıyordu. Ayru sahnede ben, beş altı yıldır pek çok başka oyun da izlemiştim. Bizım oyunumuz, gördüğüm oyunlann hepsinden iyi değildi. Yine de, en buyük alkış payının bize aynlmış olduğunu görüyordum. Bir şey sezmiştim. Bu sezginin itisiyle, selama çıkmamakta direttim. Galiba, alkışlardan yarısından fazlası bizim birer 'genç kız" olmamıza idi. Hem genç, hem yerli oyun 'kadın yazan!' O sıralarda şunu kafamda böyle bir tümce haline getirebilmiş değildim: Işte, Cumhuriyet bir meyyesini daha verdi, kadın oyun yazannı yetiştirdi! yazarianmızın' kaleminden çıkabilmişti. Doğrusu onları, kullandıklan dil bir yana, tepkilerinden öturü anlayabiliyordum. MIM imzalı bir yazı daha anımsıyorum. "Allah nazardan saklasın, Adalet Hanımla Sevim Hanımın şanslan kimde olsa, 'Bir Piyes Yazalım' gibi oyunlar degil, daha ne 'Hamlet'ler yaratır ve sahneye koydurmasını da biMr", diye başlıyor, Metin Doglu'nun "A şjrfınü, cakan kime?" diye biten şiirini bize yakıştırarak sürüyordu. Fakat, bütün bu erkek çocuk hırçınlıkları, bu erkek çocuk dili, bu yeniyetme agız, kendini gerçeğin bir başka yuzüyle şu satırlarda apaçık gösteriyordu: "Piyes çok tutmuş, çok begenUmiş. Muzip arkadaşlanmız var. Onlara göre, seyirci meraîdıdtr. Yazarlar kadın olunca, gör nuğum olarak çağırmıştım. Babam, yitirilmiş, artık büsbütün elden kaçınlmış bir kız evlada karşı duyduğu öfke ve yıkkınlıkla: "Çekil! Gozlerim senin tiyatrocu olduğunu bari görmesin!" demişti. Böylece, atmak istediğim ve attığım her adımda birini üzmüş, birini kırmıştım. Annemi, babama ve erkek kardeşlerime karşı hep suçlu durumda bırakmıştım. Üstelik o arada, ojıınun yönetimini verdiklefi kişiyi, Ulvi Uraz'ı oyun sahnelenemeden rutuklamışlardı. Onunla birlikte çok sevdiğün Yıimaz'ı da tutuklamışlardı. Hiçbir şey kurtulmamıştı. Kadın dergileri bizi göklere çıkanyordu; bunu da hak etmemiştik. Yazıya yıllarca emek vermiş, bizden daha iyi yazar olan birilerinin hakkını yemişttk. MİM'le Osman Dsloglu'nun belki... BAŞSAĞLIĞI Adana'da elim bir trafik kazasında yaşamJannı yitiren KÖKSAL TOPAL, NEVZAT CERİT, İBRAHİM TOPRAK arHadaşlarırnızın dost ve ailelerine başsağhğı dileriz. ÖĞRETMEN ARKADAŞLARI AQ KAYIPLARIMIZ Uç can NEVZAT CERİT, KÖKŞAL TOPAL ÎBRAHİM TOPRAK'ı toprağa verdik. Acımız sonsuzdur... SODEP KOZAN İLÇE ÖRGÜTÜ BAŞSAĞLIĞI Adana'da elim bir trafik kazasında kaybettiğimiz, yiğit arkadaşımız, öğretmen Başımıza 1 devlet kuşu kondugo..*" h i Uraz'dan sonra, oyunumuzu sahneleme görevi Arnulf Schröder'e verilmişti. Bazılan, o sıralar Devlet Tiyatrosu'nda konuk yönetmen olarak bulunan Scbröder'in bu görevi ustlenmesini "başımıza devlet kuşu kondugu" biçiminde değerlendirmişlerdi. Alman yönetmen Schröder, oyunumuzla ilgili olarak Devlet Tiyatrosu dergisinde yazdığı yazıda: "Bu iki genç bayan, bunca hayat deneyimini nereden edinmişler, bu deneyimlerini anlamlandırma gücünü nereden bulmuşlar, kurnluştaki Vu kusursuzlugu nasıl sağlanuşlar? İçyaşam çatışmalannı düzenlemekte nasıl bu denli usta olabiliyorlar? Şaşmamak elde degil!" dıyordu. Işte, 1950'ler Ankara'sında bir yabancı tiyatro adamı da şaşkın. Ama onun şaşkjnlığı, izleyicimizde olduğu gibi, sadece, bizim 'oyun /da/yazabilen birer genç kız olmamızdan' kaynaklanmıyordu. Bunun yam sıra, bizim Türkiyeli olmamızdan da kaynaklanıyordu bana kalırsa. lnsarun Üstüne ister yakından, ister uzaktan pek çok ışık düşüyor. Biz o ışıklara göre de varız, özellikle böyle vanz. Fakat, dört bir yandan pek ayn yoğunlukta ve birbirine aykın o kadar ışığm düştuğü bir geceyi de El Greco'nun nasıl resimleyebileceğini merak etmiyor değilim. Gözümün önüne Picasso'nun ışıklarla çıigınca oynayarak yaptığı tablolan geliyor. Her şeye karşın, eskimonun da dünkü eskimo olmadığına bakarak, onun bir gün Ankara sokaklarında dolaşmaya baslayacağını, kimbilir, belki bir gece Küçük Tiyatro 'dan içeri girerek, bizim oyunumuzu izleyebileceğini de duşünüyordum. u, 6( için üzüntülerimizi belirtir, tüm dostlanna ve ailesine başsağlığı dileriz. ÖĞRETMEN ARKADAŞLARI KÖKSAL TOPAL ILAN ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI'NDAN Mülkiyeti Belediyemize ait olan Sıhhiye Koprusü altında bulunan 62 adet dükkânda 25 eylul25 ekim tarihleri arasında "OKUL ARAÇ VE GEREÇLERİ UCUZLUK FL'ARI" açılacaktır. lstekli imalatçı fırmaların aşağıda behrtilen belgelerle birlikte en geç 20 Eylül 1985 Cuma günü saat 14.00'e kadar Belediye Başkanbğımız Sosyal Hiznıetler Daire Başkanlığı'na (Gençlik Parkı'ndaTel: 12 40 2512 40 26) başvurmalan duyurulur. tstenilen Bdgeler: 1 Müracaat Dilekçesi, (Form ve şanname verilecektir.) 2 Ticaret Odası Belgesi, 3 Bağlı bulunduğu Meslek Kunıluşu Belgesi. 4 İmalatçı Belgesi. Basın: 23498 1LKOYVS Sevim Uzgören (Sevim Abla) ile birlikte yazdığım, adına da "Bir Piyes Yazalım" dediğimiz oyun, 195253 mevsiminde Ankara Küçük Tiyatro 'da oynandı. Başlıca rollerde (soldan) Macide Tanır, Haşim Hekimoğlu ve Handan Uran vardı. mek ihtiyacı çoğalmışür". "Mavi" dergisinde Osman DaloğJu imzalı bir yazıda ise, bizim hayatı pencereden seyrettiğimize, sokağa çıkıp mahalle çocuklanvia hiç oynamarruş bulunduğumuz, oyunumuzun yuzeyselliğinin buradan geldiğine değinen bir bölürn de aklımda kalmış. Bütün bunlar benim açımdan, yeniyetme ağız bir yana, kadınlann ezik ve sessiz bulunduğu bir toplumda, 'kadımn kurtuluşunu somutlayan' kimi örnekler sonucu ortaya çıkmış yeni tür bir ayncalığa tepkiyi dile getiriyordu. Ama böyle işte, 'genç erkek yazarlanmızdan' pek çoğu, korunmuşluğa, bu yeni tür ayncalığa tepkilerini, zayıfın gucü biçiminde dile getirmekteydiler. A ...Birinin saçlanna ak düşmüş klkışlardan birkaçımn bile, bizim oyunumuzdan, sahnede görünenlerden başka bir yere kaymasını istemezdim tabii... Ama, alkışlanan herhalde resmi ideoloji idi. Üstelik de, bizim toplumsal konumumuz, özel durumumuz, sahnede oynanan oyundan çok, daha ilgi çekiciydi izleyici için. 'Kadınlanmızı yetişmis' görmek, pek çok kişiyi hoşnut brrakırken, erkeklerimizden, özelJikle 'genç erkek yazarlanmudan' bir bölümünü de rahatsız etmiş olsa gerek. Çünkü, şurada burada, gazetelerde, dergilerde bizimle alay eden yazılar boy göstermeye başlamıştı. "İki hanım, bir gece otnnıp bir oyun yazıvennisler!.." "Adalet Hanım, apandisit ameliyatı geçirmiş, ameliyat sonrası evde canı akıla aıkıla yauyonnuş, Sevim Hanım geimls, haydi bir piyes yazalım, oyalanırsın. demis; Hep ev içlerindeydik erde açıldıktan sonra o>ima gösterilen ilginin nedenlerini de kavramıyor değildim. Sevgi, özveri, dayanışma, düşmanlık, kıskançlık, yanlış anlama, yanlış anlaşılma, nefret gibi birtakım insani karşıtlıklar söz konusuydu. Ama MlM'in 'bi P u ikincisi Cemal Sttreya'dır! O, Osman Daloğlu yani, Cemal Siireya'dır!... "Dudağımı ısınp Fatma lnayet'e bakıyorum. Bir yığın tozlu gazete, dergi kesiği arasından bırkaçını çekip çıkarmış, burnuma burnuma sallıyor: Odur, odur!... Bütün bu tür takma adları o kullanır!.. Bu keşiften hoşnutluğumu gizleyebildiğim kadar gizleyip, sözumona bir ayıplamayla homurdanıyomm: İyi, bari MlM'in kim olduğunu da söyleyiver. (Hayret! Bu tür yakıştırmalardan tüylerimin diken diken olduğunu sanırdım. Ama Fatma Inayet, MlM'e yakıştırdığı adı söylese de, onu işitmemiş gibi yapabiliyorum hiç değilse...) ... Daloğlu'nun övgülerini haketmemiştik belki, gelgelelim, kullanılan aşağılayıcı dili de haketmemiştik. Üç erkek kardesimin özgurluklerine karşın, benı eve kapatmalarına öfke duyardım. Babam başta, dördünıin de bulaşıklarını ben yıkıyor. gömleklerini, pantolonlarını ben ütülüyordum. Annem, tek başına hepsiyle basa çıkamazdı kı... Fakat, er B İLAN IĞDIR ASLİYE HUKUK MAHKEMESt Dosya No: 1984/509 Davaa Necmiye Bajgcı vekili Av. tbrahim Bozyel tarafından davalı Rehim Bağcı aleyhine hâkiraliğimizde açılan jiddelli geçimsizlik nedenıyle bojanmaya karar verilmesini istemiştır. Adresi bulunamayan davalıya Uanen tebligata karar verildiğinden karar gereğince; davanın (26.9.1985) günü saat 9.30'da mahkememizde yapılacak dunışmasında davalı Rehim Bağcı'nm durujmaya gelmesi veya kendini vekiile temsil ettırmesi, mazeretsız duruşmaya gelrnediğı veya kendısıni vekiile temsil ettirmediği takdirde duruşmaya yokluğunda devam olunup karar verileceği ilanen tebliğ olunur. (Basın: 23384) Snreeek
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle