25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ülkemiz yazık ki içine girdiği eğitim sisteminde bu gerçeği bütünü ile göz ardı etmiş bir görünümdedir ve umudunu doktor sayısı artışına bağlamıştır. Bu büyük ve zararları ölçüsüz bir yanılgıdır. Son yıllarda yurdumuzda hekim sayısını arttırmak amacı ile kurulmuş olan Anadolu tıp fakülteleri (sayıları yirmi>n aşıyor) büyük ve yıllar yılı çözülemeyecek eğitim sorunları yaratmakla kalmamışlar, gelişmiş büyük fakültelerimizin zaten güçlükle korunmaya çahşılan dengesini de çarpıcı bir şekilde bozmuşlardır. Bu yeni tıp fakültelerine öğretim üyesi sağlamak amacı ile yapılan uygulamalar ve düzenlemeler bir yandan her düzeyde niteliğin göz ardı edilmesine yol açmış, öte yandan bugüne değin içinde yaşanılan sistemde eğitim sorunlannı bir türlü çözememiş, ama elbette bu potansiyeli içinde taşıyan büyük tıp fakültelerinin önemli kayıplara uğramasına yol açmıştır. Evet, yetiştirdiği üst düzeydeki öğreticilerden en iyi biçimde yararlanmayı, onları kendine mal etmeyi bugüne değin başaramamış olan bu tıp fakultelerimiz taşıdıkları bu potansiyelden de yoksun bırakılmakta, onarımı güç yaralar almaktadırlar. Yazık ki söz konusu tıp okullanmız yarma, amaçlarma uygun bilim adamı yetiştirme şansını, bunun kaynağını büyük ölçüde yitirmiş bulunuyorlar. Açıkça söylemek zorundayız ki, ülkemizde bugünkü tıp eğitimi ne çağdaş düzeye, ne de ülke koşullarma ve gereksinimlerine uygundur, ve bütün dünyada önemi, vazgeçilmezligi giderek artan, mezuniyet sonrası eğitim, hizmet içi eğitim ülke çapında çok yetersiz ve sistemsiz olarak; yer yer sadece göstermelik biçimde yapılagelmektedir. Son haftalarda, bir süre önce yurdumuzda yapılmış olan ilaç deneyleri basında dile getirildi. Böylece ilaç kullammındaki denetimin yetersizliği gündeme geldi. Denetim yetersizliğinin ülkemizde sadece ilaç alanında değil, pek çok alanda yaygın olduğunu söylemek, gerçeği belinmek olur. Ekleyelim ki, böyle bir denetimi uygulayan bir ülke, buna koşut (paraleD olarak halkına verilecek sağiık hizmetini de denetlemektedir. Sağiık, insanın en önde gelen hakkıdır ve onun verilişi konusunda kurallar konmuş olması, elbette çok doğaldır. Örneğin, ABD'de belli bir süre içinde belli bir puanı dolduramayan hekim, pratik yapma, hasta görme hakkını yitiriyor. Aynı şekilde eğitim kurumunda görev alan bir öğretim üyesinin de belli koşullan yerine getirmesi ve öğretici olarak belli bir puam doldurması beklenmektedir. O hem öğrenen, hem öğreten bir insandır. Bütün bunlara ek olarak aynı ülkede hekimler zaman zaman kötüye kuUamlmaya da elverişli (malpractice) "yanlış uygulama" yasasına tabidirler. Ayrıca yanşmanın (rekabet) hekimler için yarattığı itici gucu de olumlu bir öğe olarak burada belinmek yerinde olur. Yurdumuzda hekimler en yorucu ve en yıpratıcı bir yaşamı sürdurmek zorunda olan bir mesleğin sahibidirler. Günde 80100 hasta bakmak zorunda olan, üç günde bir 24 saat suren nöbetler tutarak ertesi gün yine çalışmak durumunda kalan ve çetin koşullarda çeşitli sorumlulukların altından kalkmaya çabalayanlar çoğunluktadır, doktorlar arasında. SONLÇ Tıp alanındaki çok hızlı ilerlemeler ve bilginin çığ gibi artışı karşısında iyi bir hekim olabilmek gittikçe daha zor olmaktadır. Ondan da daha zor olan iyi bir hekim olmaya devam edebilmektir. Bunun da tek koşulu, en iyi şekilde verilecek eğitimdir. Bilginin değerlendirilmesi, desteklenmesi, itibarlandınlmasıdır. Ama buna karşılık Türk hekimi iyi bir mezuniyet öncesi ve sonraa eğitimden yoksundur. Bu koşullarda ona yukanda örneklerini verdiğimiz denetimi uygulamak da söz konusu olabilir mi? Bu kosullar bir yandan ülkemizde hekimlerin ağır, altından kalkılması güç sorumlulukların yükü altında ezilmesine yol açıyor öte yandan psikolojik bunalımlara, isteksizliğe, motivasyonların yitirilmesine, umutsuzluğa dönüşüyor. Giderek duyarsızlığa, sapmalara neden oluyor. Ayrıca, elverişsiz bir ortamda büyük çabalarla, büyük emeklerle öğrenmek ve yetişmek çok bir şey kazandırmıyor. Bu çaba, bu emek ve bilgi ödüllendirilmiyor. Buna karşılık bugünün yazık ki önde gelen değer ölçusü haline gelen kazanç, bilgi edinmeden de sağlanabiliyor. Üst düzeyde bir eğitim verdikten sonra bunun denetimini yapan, başanlı olanı ödüllendiren, destekleyen, yükselten, rekabeti itici güç olarak kullanan sistem de yazık ki ülkemizde söz konusu değildir. Düşününüz ki, ABD'deki Harvard Tıp Okulu daha fazlasını iyi yetiştiremem gerekçesi ile 25 öğrenci almaktadır. Biz, 5000 hekim yetiştiriyoruz diye nasıl övunebiliriz? Turkiye'nin, yukarıda söz konusu ettiğimiz uygulamaların benzerini yapması elbette beklenemez, ama bütün bunlardan ders alarak i>i bir sağiık hizmeti için yurt koşullarma uygun bir eğitimin yolunu bulması zorunludur. Gerçek odur ki, Türkiye bugün bu yolda değildir. Bu anlayışından uzak olduğunu, kaliteyi gittikçe daha çok umursamayan bir tutumu benimsediğini gösteren belirtiler açıkça ortadadır. Geçen yıl bir fırsatı kullanarak ve ilgi ve nezaketinden yararlanarak Sayın Başbakan özal'a kaygılarımı duyurmuştum. YÖK Başkanı Sayın Doğramacı da bir telefon görüşmesinde bu düşüncelerimi dinlemek ve ilgilenmek inceliğini göstermislerdi. Kendisiyle daha geniş bir görüşme vaadi gerçekleşmeyince görüşlerimi ve kaygılarımı uzun bir mektupla ilettim. Bunları bugün bu sütunlarda acıklarken, bir görevi yerine getirdiğime inanıyorum. Yurdumuzda sağiık sorununun ve eğitiminin akılcı ve gerçekçi bir şekilde ele almmasını diliyorum. 15 N/SAN 1985 Sağiık Hîzıııetlerî ve Tıp Egitmıi tlkemizde bugünkü tıp eğitimi ne çağdaş düzeye, ne de ülke koşullarma ve gereksinimlerine uygundur ve bütün dünyada önemi, vazgeçilmezlığı giderek artan, mezuniyet sonrası eğitim, hizmet içi eğitim ülke çapında çok yetersiz ve sistemsiz olarak; yer yer sadece göstermelik biçimde yapılagelmektedir. Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR İst. Tıp Fak. Öğretim Uyesi Ülkemizde toplum sağlığı önemli bir sorun olarak daima gündemde kalmış ve sağiık kunımlannın, sağiık hizmetlerinin yetersizliği sık sık gündeme getirümiîtir. Gerçekten bu yetersizliğin çeşitli kanıtlarına ve birbirinden aakb sonuçlanna her gün tanık olmaktayız. Bugünkü koşullar değişmedikçe, bu tablo da degişmeyecek, süregelecektir. BÜYÜK BİR YANILGI Gazeteler, Saym Başbakan'ın, "Memlekette yeni politikacılar olarak gittimiz her yerde bizden en çok doktor isteniyor" dediğini yazdılar. Eğer halkımız doktor yerine iyi bir sağiık hizmeti istediğini ifade edebilseydi ki doğrusu ve herhalde kastettiği budur durtım biraz değişik olabilirdi. O zaman Başbakan öyle bir isteğin karşılanıp karşılanamayacagı konusunda kuşknya düşebilirdi. Oysa halk, gereksinimini "doktor" diye belirtmekle, Sayın özal'ın işini kolaylaştırraıştır. O da bu kolaylığa sığınarak up fakültelerinden yılda 5000 doktorun mezun olduğunu sevinerek, övünerek belirtiyor. Bununla Başbakan'ın, "Bakınız işte, bizden en çok istenen şeyi karşılamaktayız" demek istediği açıktır. Bundan, Sayın özal'ın, doktor sayısının artması ile sağiık sorunlarımıza çözüm bulunacağı görüşünü paylaştığı sonucunu çıkarabilir miyiz, bilmiyorum? Oysa tıp fakültelerinden diploma almış hekim sayısının artmasını, yurdumuzda sağiık hizmeti gereksiniminin giderilmesiyle eşanlamlı saymak, büyük bir yanılgıdır ve Türkiye böyle bir yanılgının içine düşmüş görünmektedir. Bugün yurdumuzda yaklaşık 30.000 hekim vardır. Bu azımsanmayacak bir sayıdır: 1.700 kişiye bir hekim. Yetersizliğin sayısal olmaktan çok daha değişik etmenlerle faktörlerle ilgili olduğunu görmezsek ve daha fazla gecikmeden önlem alamazsak, bu konuda iyiye gitme şansımız olmayacaktır! Sorunun hekim yetersizliğinden ibaret olmadığına geçenlerde Sağhk Haftası nedeniyle yaptıklan konuşmalarda Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek ve Ankara Üniversitesi Rektörü de değindiler. Bunu, bıkıp usanmadan yinelemek gerektiğini sânıyorum. Evet, bugun yurdumuzda sağiık hizmetlerinin yetersizliği hele çağdaş gelişmelere bakarak yer yer büyük, acıklı ve çarpıcı yetersizliği, ilkelliği tartışma götürmez bir gerçektir. Ama yineleyelim: Bu, hekim eksikliğinden değil, sayısal olmaktan çok öte bir nitelik (kalite) yetersizliğidir, örgütlenme yetersizliğidir, giderek sağiık politikası ve sistem sorunudur ve ancak bunlann çözümlenmesi ile anlam taşıyabilecek olan hekimlerin yurt düzeyine dengeli dağıtılabilmesi sorunudur. Yoksa 500 kişiye bir hekimin düştüğü Istanbul'da ve öteki büyük illerimizde bile sağiık hizmetinin bu denli aksamasını kolay kolay açıklayamazdık. Zorunlu hizmetin hiçbir şeye yaramadığını söyleyemesek bile uygulama; nasıl yetiştiğine bakılmaksızın ve ortamın, olanakların, hizmet koşullarımn niteliğine aJdınş edilmeksizin bir bölgeye sadece hekim ulastırmak şeklinde düşünülmüştür. Yapılabüseydi, bu uygulamanın getirdiklerinin yanı sıra götürdüklerinin ciddi bir sekilde incelenmesi ve bilançosunun çıkanlması, sanınm çok yararlı ve yol gösterici olurdu. EGtTtM SlSTEMtNtN GETlRDtGl OLUMSUZLUK Bugün dünyanın özellikle ileri ülkelerinde tıp alanında baş döndürücü gelişnieler süregelmektedir. Bu hızlı bilgi üretimine teknolojideki ilerlemeler de eklenmiş, tedavi alanında, tıbbi yardım olanaklan son yıüar içinde kat kat artmıştır. Ancak bir ülkenin topluma bu olanaklan ve çağdaş düzeydeki sağiık hizmetini götürebilmesi için öncelikle çağdaş bilgilerle ve deneyimle donatılımş, yurdunu iyi tanıyan hekim ve yardımcı sağiık personeline gereksinmesi vardır. Bunun yanı sıra bu iyi yetişmiş doktorun ve personelin hizmet verebileceği bir ortamın ve örgütlenmenin sağlanması gerekir. Uygar ülkeler bunu çok sistemli ve disiplinli bir şekilde ve üst düzeydeki mezuniyet öncesi ve sonrası eğitimi ile gerçekleştiriyorlar. Bu eğitimi gittikçe artan tempoda ve sıkı bir denetim altında sürdürüyor, yeniliyor, geliştiriyorlar. CUMmJRİYET'ten OKURLARA... OKAY GÖAE'VSBV Gazeteciye dayak H içbir iktidar gazeteciyi sevmez, diye yaygın bir inanç vardır. Ve de iktidarlar genellikle bu inancı silecek, insanları şaşırtacak işler yapmazlar, tam tersine her fırsatta güçlendirmekten kaçınmazlar. İktidarda olan için basın mensubu, hep açık arayan, eleştirmek için fırsat kollayan, "manşet" bulmak için olayları abartan, hatta fotoğrafını kasıtlı olarak kötü çeken, basan kişidir. Bu bakış daha seçkin ve üst düzey siyasi kadrolarda "incelse" de, tabandaki militan en azından yöneticisiyle fazla ters düşmediğinin bilincinde olarak yumruğu atmaktan, küfretmekten ve kötü maç seyircisi sloganlan bağırmaktan kendini alamaz. Anavatan Partisi'nin büyük kongresinin ilk gününde yaşanan çirkin olayın başta Turgut Özal olmak üzere parti yöneticileri tarafından hemen kavranmış olması da yine de sevindiricidir. Bir gün önce ".... basın" diye slogan atan tribünler dün "Büyük basın" diye bağırdılar. Ama yöneticilerin, olay öncesi zaaflannı örtmek amacıyla daha sonraki müdahaleleri ve uygarca özür dilemelerinin anlamını tüm tribündekiler kavramış mıdır? Yoksa her kademede gazeteciler, "bizden", "bizden değil", "bazen bizden", "bizden ama ba2en söz dinlemez" gibi ayırımlarla değerlendirilmeye devam edecek ve bir başka kez de "Yeter artık soru sormayın" dendikten sonra soru soracak olan gazeteciler resmi ya da gayri resmi "koruma görevlilerinin" yumruklu uyarılarıyla dişlerini kaybetmeye devam edecekler mi? Beklenen uysallığı göstermeyen gazetecinin dövülmesinin kimilerinde alışkanlık olma tehlikesi ortadadır ANAP'ın Büyük Kongresi, herkes adına kötü bir leke almıştır. Bu leke bir üyenin ihracıyla silinebilir mi? aşbakan Turgut Özal'ın Japon "Yomiuri" gazetesine verdiği demeç de, genel olarak basın, basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü ve demokrasimizin geleceği açısından hiç umut veren izler taşımıyor: "Hapisanelerimizde basın mensubu hiç kimse yoktur... Basınımız hürdür. Türk basınına göz atacak olursanız her gün tenkit edildiğimi göreceksiniz." Peki şu anda hapiste bulunan Akın Simav, peki cezalarını yatıp çıkan Oktay Akbal, Nazlı llıcak, Lütfü Oflaz... Peki o yeni basın kanunu... Peki o her yasaya eklenen "... eğer basın yoluyla işlenirse ceza iki kat artar" ifadeleri... Peki o çeşitli yasalara dağılmış, eklenmiş ve art arda konulduğunda yüzlerce sayfayı bulan basınla ilgili maddeler... Peki ya şu anda görülmekte olan yüzlerce dava... Sayın Başbakan'ın, basın ozgürlüğünün ölçüsü olarak "kendisinin her gün eleştırildığını" söylemesi de "Aynı koşullarda olduğumuz Batı demokrasılerinde" geçerli olabilecek bir ölçü mü? Umarız bu sözler Sayın Özal'ın düşünceterini tam yansıtmıyor olsun ve bambaşka bir bağlamda, başka açıklamaları desteklemek için söylenmiş olsun. Ve bizler de duşünce özgurluğüne saygılı, gerçekten Batılı demokrasi ölçülerine uygun bir Basın Yasası umudumuzu yiürmeyelim... B OKT4Y AKBAL EVET/HAYIR Mektuplarla Gelen... Koktcyl yapmak bir sanattır. A. Dikmen yazıyor: "Gecen gün Dolmabahçe Sarayı'nı gezdik. Bu sarayın güzelliğinden söz edecek değilim. Sarayı oda oda gezerken, fotoğrafların bulunduğu salona geldik. Burada padişahların ve bazı yabancı krallarla kraliçelerin büyük boy fotoğrafları var. Hatta Osmanlı İmparatoriuğu'nu yıllarca zulmüyie inletmiş, korkusundan bu görkemli sarayda oturmamış Abdülhamit'in bile büyük boy resimleri asılı. Dikkatimizi çekti, Atatürk'ün bir tek fotoğrafı yok. Bunu, bizi gezdiren rehbere sorduk. Bize, 'Atatürk'ün resmi yok' diye yanıt verdi. Görevlinin ses tonundaki eda, sanki burası padişahlara ait bir yerdir, der gibi idi. Saraylar, padişahların mülkü değildi. İmparatorluğun parası ile yapılmıştı, sonuncu padişah da vatanı bırakıp kaçmıştı. Atatürk ise 'Bütün saraylar ulusundur' dedi ve kapılarını halka açtı. Ben, Atatürk'ün resminin padişahların arasına konmasını istemem, ama başka bir salonda Atatürk'ün resmi nasıl olmaz! Ata'nın bir resmini bile görememek bizi pek üzdü. Acaba bilmediğimiz bir neden mi var Atatürk'ün resminin Dolmabahçe Sarayı'na konmayışına?" İstanbul'dan D. Alaca yazıyor: "Bu yıl madem ki gençlerin sesine kulak vermeye kararlısınız, ben de gençlik sorunlarıyla ilgili olmasa da bir şeyler yazmak istiyorum. Once bir şiir: Atatürk'e Tekmil Veriyorum... Şair Halil Uysal şöyle diyor: Bizden iyilik sağiık Paşam Unutmadık Sozcük sözcük dilimizde adın Anlatıp duruyoruz Bırakıp gittiğın yerde Paşam Oturduk seni bekliyoruz.' Evet, Atatürk'ün adı durmadan ağzımızda. yolunda olduğumuzdan söz ediyoruz, ama onun sözcüklerine yasaklar getiriyoruz. Batılı çağdaş uygarlığa yetişmek. iieriye doğru koşmak yerine, gerilere dönüyoruz. Bir de şairin dediği gibi, hep bekliyoruz. Oturmuşuz, kaygısız. sıkıntısız bir şeylerin olmasını, ülkenin doğru yoiu bulmasını bekliyoruz. Boyle bir bekleyiş ne çözüm getirir?" Trabzon'dan Av. O. Çağlayan da, Yargıtay'da bir davayı izlerken başına geleni yazmış. Yargıtay I. Ceza Dairesi Başkanı saym yargıç savunma sırasında "şikâyetçi" yerine "yakınıcı" sözcüğünü duyunca çok öfkelenmiş!.. Avukat okurum şöyle yazıyor: "Yakınıcı sözcüğünü kullanınca yeryerinden oynadı. Alaylı alaylı önce bana, sonra yanındaki üyelere 'Ne? Ne?' diye sordu. Sonra da, 'Yahu kardeşim, nereden çıkarıyorsunuz bunları? Hangi kitabın neresinde yazıyor? Buraya bunları söylemeye mi geldiniz?' Ama nasıl bir gürültü! Koridordakı yurttaşlar kapıya yığıldı. Ne kusur işledim demeye bile olanak bulamadım. Çağlayan, mektubunu şu sözlerle bitirmiş: "Yargıtay Kararları Dergisi'nde hemen her sayıda kullanılan 'yakınıcı' sözcüğüne sayın yargıcın bu öfkesini, savunma yapan bir avukata bu denli çtkışmasının nedenini anlamak güç." * Uzunca bir mektup. Ama imzasız. Üstelik de çıkışıyor! "Birtakım tarikattar ülkede türedi, sokaklarda otay çıkanyor, ama sizler susuyorsunuz" diyor. Dil Devrimi'nden sürekli söz ettiğimi, ama bu gerici tarikatlar konusuna el atmadığımı, Atatürk devrimleri arasında yalnızca "Dil Deyrimi"nin bulunmadığını yazıyor... Okurum çok haklıdır. Yalnız iyi bilmedıği durumlar da var. Burada yazmak olanaksız. Bir gün gazeteye uğrarsa bu konuda tartışırız, kimi konulara niye yeterince değinilemediğini vb.. "Sarin adresimi ve tsmimi yazdırmadığım kpin beni mazur görünüz" diyen F. Y. imzalı okuruma, ilgisinden ötürü yine de teşekkür ederim. * YıkJız Ünrversrtesi'nden bir öğrenci de Gençiik Yılı dolayısıyla üniversite kutlama programında yalnızca futbol maçları, gençliğin cinsel sorunları, tarihi eserleri koruma gibi konuların yer aldığından, gerçek sorunların söz konusu edilmediğinden yakınıyor, diyor ki: "Bizler ülke ölçüsünde öğrenim kurumlarında ve karar organlarında temsil edilerek kararlarakatılmak istiyoruz. Barış, insan hakları, genç emeğin korunması düşüncelerimizin üzerinde durulmasını, gençliğin çok yönlü geliştirilmesini istiyoruz. Özal hükümeti, gençliğe karşı yanlış bir politika izliyor. Bizler, tüm anayasal haklarımızı kullanacagız. Gençlik, kendine elbet sahip cıkmasını bilecektir." Şimdi, yeni tAT DOMATES KOKTEYL'İ kokteyl ustaları öneriyor. Dostluk için, sağiık için TAT Domates Kokteyl PARTİLER • Yazar DYP'ye hayat getırdı v • RECEPÖZEL: azar a soz vermeyebilirdim" ' • ŞEVKET DOĞAN: Yazar adı DYP'yı gündeme getırdı ' • IHSAN SABRİ ÇAĞLAYANGİL: DYP hem iüeolop hem de mısyondur ' • ANAP: "Aynı tas aynı hamam • HP'de genel başkan arayışlan • DSP'li CAHİT DENİZ: ' SODEP'in tarihi diyalektiğı bıtmıştır • AHMET KABAKLI Taviz vermeyen gazete yoktur' TuHdye'de <lk defo kolay (easy ooen'l kutuiarda HAFTALIK HABER DERGİSİ 1 Adı gibi tadı var' İLAN BAKIRKÖY 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİNDEN Dosya No: 1984/232 Davacı Arsa Ofisi Genel Mudürlüğu vekilleri tarafından davalı Selahattin Fruzi Çakmakçı aleyhine açıian tesçil davasının yapılan duruşması sonunda: Davarun subutuna, Bakırköy Halkalı köyü, Menekşe Deresi mevkiinde tapunun 3. pafta, 3250 parselinde kayıtlı 206.50 nV'lik taşınmaz malın lstimlâk Kanununun 17. maddesi hukmü gereğince davalı adına olan kaydımn iptaliyle davacı adına tesciline, bu taşınmaz üzerinde mevcut 20.000. lıra ipotegın isıimlak bedeli uzerine gecirilmesine, davalının masraf ve vekalet ucretiyle sorumlu tutulmamasına karar verilmiş ve iş bu 5.3.1985 tarihli ve 1984/23273 sayılı karar, davalının adresi meçhul olduğundan, yukanda yazılı karar özeti davalıya tebliği makamına kaim olmak uzere ilanen tebliğ olunur 13.3.1985 Basın: 15210 tükcnmedcn alın! tdaretnizin ihtiyacı bulunan 1 adet 150 tonluk eksantrik pres teklif alma usulu ile satın alınacaktır. Bu işe ail muvakkat teminat tuları, 280.000,lıradır. Şartnamesi tdarenin Ticaret Müdürlüğünden bedelsiz olarak verilir. Alâkalı firmalann en gec 30.4.1985 tanhine rastlayan salı gunü saat 15'e kadar, şartnamesi esaslan dahilinde İdaremize teklifte bulunmaları ilan olunur. Basın: 14733 1 ADET 150 TONLUK EKSANTRİK PREŞ SATIN ALINACAKTIR İZMİR ESHOT GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDEN Dosya: 1984^327 Davacı Siraav'm Mamak köyünden Tennur Sezer tarafından da valı Izmir Kadriye Mahallesinden Mehmet Sezer aleyhine açıian na faka davasının yapılan açık yargılaması sırasında verilen ara karar gereğince, Davalı Mehmet Sezer'in yapılan butün aramalara rağmen belirtilen adreste bulunmayıp meçhul oldugu anlaşüdığından tebligatın basuı yolu ile yapılmasına, duruşmanın 28/5/1985 günü saat 9.00'a karaı verildiginde H.U.M.Y.'sının 509 ve 510 maddeleri gereğince ibra2 etmek istediği delillerle birlikte Simav Sulh Hukuk Mahkemesı durusma salonunda hazır bulunraası veya kendisinı bir vekille temsil ettirmesine, gelmediği ve vekille temsil ettirmediği takdirde ayrıca gıyab karan tebliğ edilmeksizin duruşmanın gıyabında sonuçlandırılacağı teblıgat yerine geçerli olmak uzere ılanen duyurulur Basın: 15010 İLAN StMAV SULH HUKUK MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİNDEN ITBA A Fully Oualified Secretary vvith Excellent Englısh. Knovvledge and expenence in audıo and word processor ıs essential. Please apply ın person to ITBA. Suleyman Nazif Sokak 10 Nışantaşı Phone: 148 34 12 We require
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle