16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
rTTMHURtYFT/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER şörtüsü, sonra şeriat, sonra hilafet, sonra saltanat vb. Eğer böyle olmasaydı, bu kadar "Hadis" bu kadar çok tefsir örneği varken, kızlann başörtüsüz de gezebüecekleri konusunda bir yorum getirebilirlerdi. Örneğin Kuranda yeri olan "Kısas" uygulaması, Osmanlı döneminde bile yapılmamıştır. Banka faizinin Kuran'da kesinlikle yasaklanan "Rıbâ" olmadığı, faizin yalrnzca bankaya bırakılan paranın "lcâre"si, kira bedeli olduğu yolunda yorumlara gidilebilmiştir. DİNİN BtR DE MADDİ TİCARETİ! Bir mevlit törenine arkadaşlarımdan bir hanımı da davet etmişler. Mevlidi okuyacak olan "hoca harum" Süleyman Çelebi1 nin o güzelim Türkçe dinsel şiiri için, "okunmasında zarar yoktur, fakat sevabı da hiç yoktur!"' yargısını verdikten sonra, mevlit okunmuş. Arkasından "Kelimei Tevhid Lâilâheillâllah" okunmasına geçilmiş. Kaç tane okunduğunu hesaplamak için ortaya fasulyeler çıkarılmış. Topluca 70.000 tane okunması gerekiyormuş. Misafir hanımlar okumuş okumuş sayıyı tutturamamışlar. Bunun üzerine "hoca hanım", "bizim vardı, okumuştük, artmıştı, onlan size bağışlayalım, siz de gönlünüzden ne koparsa verirsiniz artık" diye yol göstermiş. Hay Allah razı olsun! Halide Edip çok güzel mevliı törenleri anlatır yazılannda. Biz de çok mevlit dirfledik, ama böyle alım satımlar, bö>rle zavallılıklar hiç yoktu! Bir toplumun genel kültür düzeyi düştüğünde. din kurumu da olaydan payını alıyor. N. BERKES DİYOR Kİ! Şimdi de Nıyazi Berkes'ten bir alıntı yapalım: "Değer ölçüleri olmayan hiçbir toplum yoktur ancak bazı değerler zamanın gereklerine göre degişecegine, zamanla katılaşma, Idreçleşme eğilimi gösterirler. KişUer, degişmez kuraUara uyarak yaşamayı çok rahat ve kolay buluriar; toplumları, vaşlanan kişilerin damarlannın sertleşmesi gibi katılaşmıştır. Kişiler böyle bir durumu çok beğenirler. Ancak değişme zorunluluklannın sillesini yemeyen toplum da yoktur. Zamanın yumruklan altında bazı kişiler, alışık oiduklan ölçüleri bırakmaya, bazılannı gizli ya da açıkca çignemeye; bazılan da ya dışardan yeni kuraJlar almaja. ya da kendileri yeni kunüar geliştirmeye başlariar. Bunu yapanlann iç hayatında ise çatışmalar başlar, bunun da sayısız görüntüleri vardır. Bir toplumda en yüksek sayılan değerler, ozellikle boyle zamanlarda, dinsel değerler kılıgına girmeye eğilimlidirler. Din, geleneğin en son sığınağı, en son savunma kalesidir. Aslında toplumun eski yaşayışının kökeninden gelen birçok alışkanlıklar, kolayhkla din gereği imiş gibi bir nitelik kazanırlar. Bu söyledigimiz eğilimden ötürüdür ki, bir toplumda degişme zorunluluklan ortaya çıkınca, bilerek bilmeyçrek ya da isteyerek istemeyerek çağdaşlaşmaya dognı bir yönelme başlayınca, o zamana dek açıkca din şemsiyesinin alüna ginnemiş birçok işler, değişme yağmuru karşısında, bu şemsiyenin altında toplanmaya başlar. Demek ki çağdaşlaşma ile dinseUeşme biribiriyle aşağı yukan çağdaştırlar. DinseUeşme, çağdaşlaşmaya karşı, kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi bir konınma çabasıdır. Her çağdaşlaşma doneminin arkasından bir dinselleşme humması başlar. (**). SONUÇ Benim de söylemek istediğim şu: Dünya koşullarının getirdiği çağdaş değişmeleri hiçe sayan, dinlerini bu yeni koşullar altında yeniden yorumlayacak düzeyde bulunmayan, dinlerine çağdaş koşullar altında yeni anlamlar veremeyen, "şekl"i en çok reddetmiş bir dini, biçimselliğe boğmak isteyen bazı insanlar, samimi Müslümanlan rahatsız ediyorlar. Eğer Islam dininin yaşama ve kişilerin yasayışında bir rol oynama gücü varsa, onlann çağdaşlaşma çabalarında kösiek değil, itici, ilerletici bir güç olmahdır. Çağdaş olmayı, bihmde, sanatta, insan düşüncesinde vanlmış sonuçlarla tutarlı olmak diye anlıyorum. Kira ilanlanna kadar düşen "İslamı Yaşamak" denilen şeyle ne kastedildiğini de çok merak ediyorum. (•) Bu yazı, Fen Fakültesi öğrencileri için verilen Danıştay kararından once yazılmıştır. ( " ) Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma. Ankara, Bilgi Yayınevi 1973, s. 1718 14 ARALIK 1985 Mayo, Başörtüsü ve Lâilâhoillâllah c> İÛniversiteli kız öğrenciler arasında, saçlarımn tellerini dikkatîe ^rtüp tıp öğrenimine girişenler var. Erkek arkadaşları ile birlikte, ölülerin çıplak gövdelerini kesip biçerek anatomi bilgileri kazanmaya uğraşıyorlar. Yaşadığımız günlerde bir tutam saçın görünmesinin ya da görünmemesinin ne anlamı kaldı? PENCERE İnsanlık Sorunu... 19'uncu yüzyıl Osmanlı devletinde iki tarihin önemi çok büyüktür: 1838... 1839. Birincisi Türkiye'nin "liberat\ekonomi"y\ benimsemesi, "serbest pazar"a dönüşmesi için İngiltere'yle yapılan ve sonradan öteki Avrupa ülkelerini kapsamına alan antlaşmanın tarihidir. ingiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston'un Osmanlı devletini göklere çıkarması bu yüzdendir: Ticaret iliskilerinde Osmanlı devleti butün öteki devletlerden daha çok serbest müsaadelerde bulunmaktadır." 1838 Türkiye'yi açık pazara çevirmiş, sömürgeleşme yoluna itmiş, yarıbağımlı bir devlete dönüştürmuş; ülkenin parçalanması için gerekli yatırımları gerçeklestirmekte başlangıç olmuştur. 1839'un anımsattığı, Tanzimat Fermanı'du. Bir yanıyla 1838 antlaşmasının gerekli kıldığı koşullarm hukukunu hazırlamakla birlikte, Tanzimat Fermanı, İnsan Haklan Bildiıisi'nin kimi ilkelerini de yurdumuza getirir. Bu ilkelerden çoğu, uygariığın koşullandır: Vkrgıiamanın açık olması, can güvenliği, vergiadaleti, herkesin yasalar önünde eşitliği gibi (ister dış baskıyla gelsin, ister iç ıstekle benimsensin) kaçınılmaz uygarlık kuralları Tanzimat Fermanı'yla Türkiye'de sesini duyurmuştur. • Osmanlı devleti 19'uncu yüzyılda Batı'dan yansıyan bu iki yönlü baskıya karşı ne yaptı? İkincı Abdülhamit'in kışiliğinde bu sorunun yanıtı çarpıcı biçimde somutlaşır. Sultan Abdülhamit, 1838'i sonuna dek benimsedi; 1839'u dışladı; ülkeyi Batı kapitalizmine açık pazar olarak sundu; insan hak ve özgürlüklerini çiğneyerek baskı yönetimini sürdürdü. Ekonomide liberalızm ve sıyasette baskı rejimi, Abdülhamit'in yönetimini vurgular. Yirminci yüzyıla girerken Türkiye, bir yandan yarı aömürgeleşmiş; öte yandan özgürlüklerden uzun süre yoksun kaldığı için çağ dışına sürülmüştü. * 20'nci yüzyılın sonuna 15 yıl kalmışken Türkiye yine Batının iki yönlü baskısı altındadır; bunlardan birincisi 1838'i, ikincisi 1839'u anımsatıyor. 1838'i anımsatan baskı, Batı kapitalizminin buyruğu sayılmaktadır. Serbest ticaret ya da liberal ekonomi yöntemleriyle açık pazar olacaktır Türkiye; belirli aralıklarla IMF'den denetçiler ülkemize gelerek maliyeyi gözden geçireceklerdir. Bu oluşumdan çoğu kişi gocunmuyor; sevıniyor ve diyor ki: Türkiye, kapitalist ekonomiye entegre oluyor; sistemle bütünleşirsek işbirliği yoğunlaşır. Doğrusu, Ikinci Abdülhamit de ticaretin serbest ve ekonominin liberal olmasından hiç gocunmamıştı. O dönemde Türki ye yabancı yatırımcıların cennetidir. Ancak 1838 yeniden gündeme girmişken 1839'u anımsatan bir olay da yaşanıyor. Batı Türkiye'ye insan haklan konusunda da baskı yapmaktadır Ülkemizde insan haklannın çiğnendiğini, hukukun üstünlüğünün yadsındığını, demokrasiden yoksunluğu, baskı rejiminin varlığını ileri süren Batılı kurumlar, gerçekleri görmek için denetleme yapmak istiyorlar. Kimılerı buna karşı çıkıyor ve "Ulu Hakan Abdülhamit" gibi düşünüyor: 1838 e eyvallah... 1839'a hayır. Osmanlı devleti, bu evet ile hayır arasında sömürgeleşti, çöktü, battı. • İki Batı vardır: Emperyalizmin Batısı, uygarlığın Batısı. Bunlardan hangisine evet, hangisıne hayır diyeceğıni bilemeyen Türkiye çağdaşlaşamaz. Bu bir... İkıncisi: Birteşmiş Milletlerr\n benimsediği İnsan Haklan Bildirisi, Helsinki'tie dünyanın allına imza bastığı bir uygarlık belgesidir. Türkiye ve tüm yeryüzü için, insan haklanm özümseme konusunda Batı ya da Doğu sorunu yok... İnsanlık sorunu var. Prof. Dr. JALE BAYSAL Yükseköğretim görmüş, arkasında olumlu bir çalışma hayatı bırakarak emekli olmuş, yüreği rahat bir yaşamanın sonlanna yaklaşrnış, güler yüzlü bir tanıdık dert yandı: "Cuma namazlanna gittiğim caminin imamı, 'eğer kanlarınız mayo giyip denize giriyorsa Cuma'ya gelmeyin' diye göz korkutmaya kalktı. Evde hanıma, 'ys sen artık denize girmeyeceksin ya da ben Curna namazından vazgeçeceğim' dedim... Denize girmesine neden engel olayım, pek güzel bir şeydir; ben kendim giriyorum, o neden yoksun kalsın, kime ne zaran var? Kuran'ın bu konulardaki kurallannı biliyorurn: Kadınlar yüzlerini ve saçlarını örtsünler, süslü giyinmekten kaçınsınlar, erkekler arasında cinsiyet duygularını kamçılamayacak şekilde görünsünler, deniyor. O zamanın adamlan bir başka türlüymüş. Şimdi ben, yazlıktaki eşimin dostumun yuzlerine baka baka, cinsiyet duyguları kamçılanmasın diye kanm açıkta, bizden uzakta girecek denize, diyebilir miyim? Düşünün ne kadar ayıp olur! Bu adamın yüreği de amma pismiş demezler mi?.. İslamlık yalnızca başortüsü, sakal bıyık, takke takunya işi olsaydı benim Islamlıkla ne işim olurdu, Cuma namazıyla ne işim olurdu?" İMAMIN FETVASI Üniversiteli kaz öğrenciler arasında, saçlannın tellerini dikkatîe örtüp tıp öğrenimine girişenler var. Erkek arkadaşları ile birlikte, ölülerin çıplak gövdelerini kesip biçerek anatomi bilgileri kazanmaya uğraşıyorlar. Yaşadığımız günde bir tutam saçın görunmesinin ya da görünmemesinin ne anlamı kaldı? Yukardaki imama soracak olsaruz vereceği fetva bellidir: "Tıp öğrenimi yapmasmlar!" Peki ya okumuş genç kızlanmız? Bir yanda erkek arkadaşları, bir yanda çıplak gövdeler, bir yanda kundaklanmış kafalar, durumda hiçbir çelişki görmüyorlar mı? 1908'lerde kızların okutulmasına "cevaz" olmakla birlikte, bunların okuUanmn Franstzca, piyano ve ses dersi veren okullar olmaması gerektiği savunulurmuş. "îslamükta kadın erkekten aşağıdır ve bu tslamlığın en yüksek kurallanndan biridir. İslamhkta kadının erkeği boşaması hakkı yoktur. Çok kadınla evlenme, peçe ve çarşaf tabiat zorunluluklandır" gibi fıkirler de savunulurmuş. Kızların üniversite ve yüksekokullara girmeleri ancak Birinci Dünya Savaşı sıralannda başlamış, ama bir süre dersliklerde perde ile ayrılan bölmelerde oturtulmuşlar. Bazen de onlara ayrı dersler verilirmiş. Bir işte ilk adımı attınız mı, sonuna kadar gitmeniz gerekir. Başörtüsünü kafaya koyduktan sonra, "İslamlıkta kadın erkekten aşağıdır ve bu lslamlığın en yüksek kurallanndan biridir" denilmesine de hazır olmak gerekir. Yani insanın insan olarak değerlerinin değil de cinsiyetinin yerini belirlediğini, kadın olarak Berbat Süleyman'dan daha aşağı diizeyde bulunduğunu kabul edeceksin. Kızlanmıza başlannı örtmelerini öğütleyenler, atılan ilk adımların arkasından kimbilir daha neleri düşlüyorlardır! önce ba OKTAY AKBAL EVET/HAYIR OKURLARDAN Suskunluk Bu sabah gezici satıalar, hoparlörlü "patatessoğan" arabalan geç kaldı. Cünlerden pazar. Ortalıkta sabah sessizliği var. Birden bir patlama, bir güriiltü... Sanki etraf sarsıhyor. tlerde yüksek apartmanlardan birinde halı dövulüyor.. Ve bu halı sesleri apartmanlar arasında yankılanarak büyük bir gürültü halinde çevreye dağılıyor. Bakıyorum saat sekiz... Halı dövülen yer ilerde, ön cephede. Baş döndürecek kadar yüksek apartmanlann sokağmda. Görünürlerde kimsecikler yok. Demek herkes henüz uykuda. Halı sesleri etrafı çınlatıyor. Pat.. pat.. pat... Böylece zaman ilerliyor. Arada bir sesler duraksıyor. "Acaba bu penasız yurttaşa bir karşı çıkan mı oldu?" diyorum. Az sonra sesler, yeniden daha kuvvetli ve daha hızk olarak devam edip gidiyor. Pat.. pat.. pat... ! Apartmanlardan birinde halı dövulüyor ve her yan sarsıhyor. Yine saate bakıyorum: Saat tam dokuz. Burası ÎstanbulSuadiye. Koca bir sokağı dolduran 3040 daireli apartmanlarda, her meslekten ve her düzeyden yüzlerce kisi yasıyor. Sabahın bu erken saatinde her birinin basında tam bir saat balkonlar yıkılırcasma halı dövulüyor da hiç kimsenin kılı bile kıpırdamıyor. Bu ne derin uyku, bu ne suskunluk?.. SABAHATT/N KÖMÜRCÜOĞLU Kaptan Arif Sokak Suadiye/tSTANBUL eksiklikler sonucunda mağduriyete uğramış olan personelin haklan düzelmeden, parlamenterlerin kendi hesaplanna ve çıkarlarına öncelik vererek, ' tasan getirerek emeklilik haklanm istemeleri akıl, insaf ölçülerine ne derece uygundur? Intibak yasalanyla tavanı , geçmiş, 1. derecelere kadar gelmiş ve buradan maaş alarak emekli olmuş, ancak maaş derecesinde bulunan emsallerinin ek göstergesinden yararlanamayarak, 2771 sayıü ek gösterge yasasımn 1/d maddesinin Maliye Bakanlığı'nın 26 Ocak 1983 günlü ve Resmi Cazete'nin 17940 sayılı nüshasının 79 nolu tebliği 657 sayılı kanuna bağlayarak müktesebin 3. derecedir diyerek, ek göstergeyi 3. dereceden ve maaşı 1. dereceden verir. Bu haksızhklar mevcutken parlamenterle ilgili uygulamaya öncelik verilmesini anlamak mumkün değildir. 2771 sayılı yasanın 1/d maddesine göre kadroya ve tahsil durumuna bakılmaksızın her personel maaş derecesinin karşılığı olan ve hakkı bulunan ek göstergeyi ahr şeklinde düzeltmeden, parlamenterlere yaşına, hizmetine, tahsil durumuna bakmadan hasbel kader üç beş yıl milletvekilliği yapmakla ve dışarıdan bakan atanmakla 1. derecenin en üst kademesinden ve en yüksek ek göstergesinden emeklilik isteği "hiçbir kişiye. aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz" hükmüne ne derece uymaktadır? Ben 41 yılda hak ettiğim emekliliğin ek göstergesinden de mağdur olacağım. Sayın parlamenterlerimiz ise tasartlan yasalaşırsa, benden daha iyi haklarla emekli olacaklarmış. Bu olmaz gibime geliyor. Hangi sağduyu ve fazilet ölçüleri bu haksızhkları giderecek, yasaları düzenleyecek, Jjiz mağdurlarve haksızlığa uğramışları kurtaracaktır? Haksızlıklann düzeltüeceği mutlu günleri sabırsızlıkla bekliyoruz. Saygılarımla. EKREM ERDEM Emekli öğretmen Akyazı Çözüm: Demokrasi... Kulaklara küpe edilecek bir söz: "Var olan tüm sorunlarımızı aşma ve çözme yolunda SHP'nin bir tek reçetesi vardır. Bunun adına demokrasi diyoruz." Demokrasi her şeyin çözüm yolu mudur? Değildir. Ama demokrasi karşılıklı tartışarak, görüşerek, anlamaya çalışarak, toplumda huzuru, güvenliği sağlayarak çözüm yolları aramaktır. SHP böyle bir demokrasi seçeneğini sunuyor yurttaşlara... Tek yanlı, tek göruşlü, tek boyutlu bir rejim, bir tutum değil, gerçek demokrasi... Çok sesli, çok yanlı, çok görüşlü. çok düşüncelere dayalı bir demokrasi, yani gerçek demokrasi... 1945'ten beri 'demokrasi' sözü ediyoruz. Çok partili rejimi demokratik yönetim sandık! Ama yanıldığımızı anladık. 1946'da 'sol' partiler kapatılmasaydı; 1950'den sonra iktidara gelen DP kendi solunda siyasal oluşumlardan yana olsaydı; 1960'dan sonra ortaya çıkan TİP gibi sosyalist örgütler türfü yollardan çöktürülmeseydi; 12 Mart'tan sonra Ortanın Solu'ndaki CHP halkın büyük çoğunluğunu yanında bulsaydı; 1973 ve 77 seçimlerinde demokratik solcu CHP parlamentoda tek başına iktidar gücüne ulaşabilseydi... Şu olsaydı, bu olsaydı da bugünlere gelemeseydik! Kırk yıllık demokrasimiz ikide bir engellere takılarak sıfır çizgisıne getirilmese de sürekli ilerleyebilseydik, gerçek anlamda çok sesli, çok görüşlü, tartışmaya, görüşmeye, anlaşmaya dayanan, kısır düşmanlıklan, çekişmeleri bir yana iten bir tutum içinde olabilseydik!.. Olmadı, olamadı! Hep sıfırdan başladık yeniden! Partileri kapattık, onların yerine aynı insanlar ya da onların yakınları yeni partiler kurdular, onları da kapattık, bu kez daha yenileri ortaya çıktı. Bir bölük politikacıyı mahkum ettik, susturduk, siyasa dışı bıraktık Yerlerini başkaları aldı. Onlar da öncekıleri arattı. (Arkası 11. Sayfada) Niye önce milletvekilleri? Devlet hizmetinde uzun yıllar çalışarak ömrünu feragat ve fedakârlıkla harcamış, yetersiz maaşından peşin ve düzenlı\ olarak yapılan kesintilerle sandıkta birikimini sağlamış, ancak 657 sayılı Personel Yasası'mn tahsil durumuna göre 7., 5., 3. derecelerde tavan konmuş, emeklilikleri bu tavan derecelerine göre yapıunış, böylece kanundaki BioTursiTin kokusu gerçek bir parfiim! Üstün temizlik vebeyazkk Z Bio Tursil bir Turyağ A.Ş.' izmır ürunüdür
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle