27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
EcevifcEğer CHPAP hükümetini kurabilseydik müdahale gelmezdı 12 14 Ekim 1979 gece yansına doğru, sonuç belli oldu. CHP vurgun yedi. AP boş olan beş milletvekiiliğini, 50 senatörlüğün 33'ünü kazanmıştı. Asıl önemlisi oy dengesindeki durumdu: CHP 1.378.224 "%29.1 (1977'de %41.4) AP 2.215.053 V.46.8 (1977'de %36.9) MSP 459.040 <Po9.7 (1977'de %6.4) MHP 312.241 %6.6 (1977'de % 6.4) AP önderi zaferin tadını çıkarıyordu: "Ecevifin fazla ısrar etmeden milktin iradesini kabul ederek çekilmesini istiyordu..." Türkiye, yeni yöneticilerine kavuşacaktı!.. Demirel böyle diyordu. 15 ekim günü Ecevit'ten ses çıkmadı. Çok şaşırmış olabilirdi. Ya da seçim sonuçlanna göre değerlendirme yapıyordu. Parti içinde 'ne yapılması' gerektiğini araştırıyor da olabilirdi. Ecevit'e muhalif olan kesim, CHP'nin bu son başarısızhğını sevinç gösterileriyle ortaya koymuyorlardı, ama söyleşilerde Ecevit'ın başansız hükümetiyle bu sonucu hazırladığını, I977*de yüzde 42 oy alan bir partiyi peşinden sürüldeyip, oy oranını yüzde 29'a düşürme başarısıru gösterdiğini soylüyorlardı. :UMHURİYET/10 CÜNEYT ARCAYÜREK 12 EYLÜL'e giden günleri yazdı MUDAHALENIN AYAK SESLERİ (1978 1979) Askerler yenl bir süreç içindeydiler; müdahale planlarını bu süreçten geçirerek "bütünüyle yönetime el koymaya" karar vermişlerdi. Aralarındaki tartışmalarda ordu bünyesinin CHPAP hükümetini değil, böylesi yeni bir denemeyle "halkoyunda zayıflama yerine, ordu iktidannı gerçekleştirmeyi'' yeğlemişlerdi. hiçbir davranış görünmüyordu. Bu isteğin, birden piyasadan çekilmesinin tek anlamı olabilirdi. Askerler yeni bir süreç içindeydiler; müdahale planlarını bu süreçten geçirerek, "bütünüyle yönetime el koymaya" karar vermişlerdi. Aralarındaki tartışmalarda ordu bünyesinin CHPAP hükümetini değil, böylesi yeni bir denemeyle "halkoyunda zayıflama yerine, ordu iktidannı gerçekleştirmeyi" yeğlemişlerdi. O sırada hiç kimse, ordunun CHPAP hükümetinden neden vazgeçtiğini araştırmıyordu. Demokrasinin normal kuralları içinde dengeler araştırıhyordu. Oysa, ordu kesiminde karar çoktan verilmiş olmalıydı. Yarabbi, ne düşler içindeydik! Kimi kesimler hâlâ Ecevit'siz bir CHPAP hükümetinden söz ediyordu. Demirel, "başanrsam" sloganına, siyasal oluşmaların nereye gideceği hesabını da katarak hükümet olup olmayacağı sorusunu, "Hele dur bakalım" diye yanıtlıyordu. Ama, hükümet olmayı istiyordu. Siyasal gelişmelere göre, siyasal taktiğini uygulamaya koyacaktı. Sonraki gelişmeler de bir açıdan elini kolunu bağlayacaktı. ^ANLATIYOR «•(19781979) VE 21 KASIM 1985 Başbakanlık günlerini BÜLENT ECEVİT Bölücülere önlem alırken, halkı onlara itmemeli 12 "ABD. kendine yatkın yönctimler gordagü zamın onlan desteklemeji galiba bir ilke olarak biitün dıınyada kabul ediyor. Ülkd«rinin bagınısızlı^ını ve onuruno konı>»n hukiimetler >e>3 yönetimler olduğu zaman biraz ba^ka lürtü davranıyor." BÜLENT ECEVtT Bu duruma bağlı... Örneğin, biz 1974'teki hükümet dönemimizde, ABD'ye karşın, Kıbns Barış Harekâtını yaptık; yine ABD'den gelen ağır baskjlara karşın, haşhaş ekimi yasağıra kaldırdık. Ama ilişkılenmLZ bozulraadj. Biz hükümette bulunduğumuz surece arabargo kararı da uygulanmadı. Ondan sonraki hükümet dönemimizin ilk yılında, 1978'de yine Amerika'i'a hiçbir ödün vermediğimiz, hatta daha önce değindiğım gibi VVashington'daki NATO doruk toplantısiyla ilgili olarak Amerikan yönetimine bazı sorunlar çıkardığımız halde, iki ülke arasındaki ilişkiler bozulmadı; bozukken düzelmeye başladı; hatta üç buçuk yıldır uygulanan silah ambargosu kalktı. Eğer bir hükümet, ulusal haklarına sahip çıkarken, dunya banşı ve ortak guvenlık açısından da sorumluca davranırsa ve aynı zamanda, o hükümetin düşraesi durumutıda köklü politika değişiklikleri beklenmiyorsa; eğer o hükümetin veya hükümeti kuran partinin, kendi Ulkesindeki dunımu sağlatnsa; Amerika, o hükümetin tutumunu içine sindirir veya pek içine sindiremese de, kabul eder. Ama 1978 sonlanndan itibaren, Türkiye'de, hükümete karşı çok yönlü ve çok yoğun bir kampanya başlatılmıştı... 'Allende' benzetmeleri sürekli hale gelmişti... Terör alabiidiğine körüklenirken. şoförlere konıak kapatma", esnafa kepenk kapatma' çağrılan, kadınlara. tencerelerle tavalarla sokaklara dokülme çağnlan yapılıyordu. rSıkıyönetim ilanı ardından, baa çe\ reler, hükümete "muhtır»' verileceği beklentisini içerde ve dışarda yaygınlaştırmaya koyulmuştu. 1; çevreleri, içeriye ve dışarıya, dışarda da özellikle Amerika'>a, hükümetin mutlaka değistirileceği ve onunla da kalınmayıp, bir rejim veya düzen değişikliği yapılacağı yolunda, açıktan,gövenceler, işaretler veriyorlardı. Bu durumda, Amerika'mn da ona göre bir tavır saptamasını benee yadırgamamak gerekir. Ufukta, kendi işine daha çok gelen birtakım değişiklik belirtilep. görülünce, Amerika da, elindeki kanları, o belirtilere göre kullamr. Yani sorun, dışanda olmaktan çok, içeıidedir".' "Burada akla hemen rejim sorunu geliyor. 16 Aralık 1978'de sıkıyönetim ilan edildi. Aşagı yukan askerlede buiikte çalışılıyor. Fakat giderek bîr hava jıynlmaya başladı. B»zı çevreler, hükümetin tamamen sola döndügünü ve gitmesi gerektiğini işlemeye başladılar. O arada 'casus uçuşlan'yla ilgili Amerikan istegi, işadamlarının paralı duyurulan... Ve rejim konusıında kıpırdanmalar... Bunun içte ve dışta irtibatlan kesin olarak göruluyor. 1979 bahanndan itibaren de bir boyutlanma mr. Öte yandan, Fanık Sükan'ın bana söykediğine göre, bir sıkıyönetim esgüdüm loplantısında, Doğu'daki olaylar bahse konu olduğu zaman, sizin Dogu olaylanna bakış açııuz, a&kerlerde büyük tepki uyandırmış. Sayın Siikan, o günden ba.şlayarak, yani nisan ayından filan ba^layarak, askerlerin müdahaleyi kafalarma koyduğu gibi bir izlenim veriyor. Buna. Dogudaki meselelere bakıs açınızın lersliginin neden olduğunu söylüyor. Dediği kısaca şu: Siz. Doğudaki insanlara birtakım şeyleri, zorla, baskıyia yaptırmak yerine. insancıl ve demokratik yaklaşımı, Dogu sorunlarına 'anayasa çerçevesi' içinde bakmak gerektiğini soylemişsiniz, Aslerterin değerlendirmesi ise başka türlü imiş. Bunlar doğru mudur? Nedir Doğu meselesi?" BÜLENT ECEVtT "Türkiy^ nin Doğusu ve Güneydoğusu ile ilgili lavnm, genel sekrcn.rUgııııden beri, açık ve kesindir. 1967'de "Dogu mitingleri' denen toplantılar basladığında. kasıt o olmasa bile, bu toplantılardan bolücU hareketlere ortam hazırlamak için yararlannıaya kalkışanlar olduğunu gördüm. Bunu görür görmez de, İstanbul'daki bir parti meclisi toplantımızı bırakıp, o bölgede, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, uzun bir geziye çıktım. Açıkhava toplamılannda. kahvelerde, bölücü akımlara kaışı kesin tavır aldım. Bu akımlar bir süre yatışır gibi oldu, sonta 1975'te biz hükümetten aynldıktan sonra, yeniden başladı. Ara seçimler için, Doğuya gjttiğimde, yer yer, örneğin Tunceli'de, Diyarbakırda, bölücü sloganlar haykıran küçük gruplann toplantılarımızı engelleme veya etkileme girişimleriyle karşılaştım. Karşıma her çıktıklan yerde, onlara^ karşı da kesin tavır aldım. Şunu, kendime güvenerek ve gereğınde kanıtlannı vererek söyleyebilecek durumdayım: Türkiye'de hiçbir politikacı, benim kadar açıktan, benim kadar sürekli ve kesin biçimde, bolücU akımlann karşısma çıkmış değildir. Yalnız içerde değü, dışarda, dış temaslarda da bu tavn aldım. Örneğin, trak'taki aynlıkçı akımları, Barzani hareketini, ABD'nvn desteklediğini biliyordum. Kissinger'la görüşmelerımde de, ana muhalefet partisi lideri olarak Amerika'yı zıyaretim sırasında Başkan Ford'la görüşmemde de, sözü konuya getirip, böyle akımları Ortadoğu'nun başka ülkelerine karşı de&tekleseler bile, sonunda Türkiye'nin de zarar gördüğünü ve göreceğini öne sürdüm. O kadar ki, Barzani harekelini kendi haline bırakmalanndan sonra bile, ne olur olmaz diye. Amerikalılarla hemen her görüşmemde, bu konulardaki uyarılarımı sürdürdüm. Şimdi notlarıma bakıyorum da, 7 Mayıs 1979'da ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Christopher'la o gerilimli görüşmemde bile, hiç yeri değılken, bir ara sözü yine bu konuya getirmiş ve bölücü akımları desteklememeleri konusunda Amerika'dan giivence istemiştim. Bu yıl, 1985 başlannda da, biHyorsunuz, Hamburg'da, başka Alman kentlerinde, Avusturya'da, dersler ve konferanslar verdiğim sırada, zaman zaman, bölücü hareketleri destekleyenlerin sonılanyla veya soru kılıfı altında nutuklarıyla karşılaştıkça, aynı kesin tavn, yabancı dinleyicilerira önünde de açık açık aldım. tsveç'te bu konuda basın, radyo ve televizyon yoluyla aldığım tavırsa, bölücü hareketlere ve onlan dışardan destekleyenlere karşı, bir kampanya ölçüsüne vardı. Kısacası hiç kimse beni bu konuda, yumuşak veya odüncü davranmakla itham edemez. Bir sağ kesimden 12 Eylul sonrasından gelen bu tür ithamların yamtlarını, benim ve eski panim hakkındaki bir soruşturma sırasında da verdim ve ıthamlann hepsinin asılsızhğı, sivilasker geniş bir savolar kurulunun ademi takibat karanyla ortaya çıktı. Ama yasa geregi olduğu halde, o ademi takibat karannm yayımlanmasına izin verilmedi. Beni asıl sevindiren ve ulusum, iilkem adına bana kıvanç veren durum şudur: Ben, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, bölücü hareketlere açık ve kesin biçimde karşı çıktıkça, o bölge illerindeki oylanmız, yani o bölge halkından bize yönelen destek arttı. Bölücü akımlara en çok karşı çıktığım illerin başında Tunceli ile Diyarbakır gelir. Bu iki Udeki konuşmalanm sırasında, küçük gruplann bölücü sloganlanyla karşılaştıkça aldığım tavır o kadar sert oldu ki, bazı siyaset veya kamuoyu uzmanlan beni uyardılar: 'Seçimlere giderken, bu kadar kıncı konuşmaynn. sloganlan duymazbktan geliverin. halkı da kıracaksınu, oy kaybedeceksioiz!' dediler. Ben, 'Böyle konularda oy besabı yapılmaz!' dedim ve bildiğim gibi konuş«naya devam ettim. Sonuç ne oldu? O zamana kadar bir hayli zayıf olduğumuz Diyarbakır'da oylanmız yüzde 60'ın ustüne çıktı... Tunceli'de oylarımız, yüzde 70'in üstüne çıktı. Yani, bölücü akımlara, sloganlara karşı benim o kesin ve açık, hatta sert lavrı alışım, bölge halkını buruklaştırmak şöyle dursun, bize daha çok bağladı. Tabü bağlaruşlannın, oylanyla bize daha çok destek oluşlannın, tek nedeni bu değildi. Aynı zamanda, sosyal ve ekonomik tutumumuza umut bağhyorlardı. Çok küçük bir azınlık olan bölücü gruplara karşı mücadele ederken, onlan hiç desteklemeyen halkı incitmemeye özen gösterişımiz de halkın bize bağlılığını ve güvenini arttırıyordu. Ben o bölgelerde nnik sorunlar olduğuna inanmıyorum. O bölgelerde, Osmanlı döneminden kalma, 'Hamidiye' alaylan döneminden kalma, daha eskilerden kalma, ciddi sosyal sorunlar vardır. Bölgenin yarı feodal yapısından kaynaklanan sorunlar vardır. Dıştan gelen kışkırtmalar ve tenipler de bu sorurüardan yararlamr. Bu sorunların altında, halkın büyük çoğunluğu ezilir ve sömürulür. Ama ezenlerin de ezilenlerin de içinde, sömürülenlerin de içinde, her etnik gruptan insan vardır. Ezenlerden ve sömürenlerden bazılan. etnik aynmcılık güdenlere, bölücülere, destek olsalar büe, halk destek olmaz. Hangi etnik gruptan sayılırsa sayılsın, hepsi bir ulustan olmanın bilincindedır. Bu gözlemlerime, deneyimlerime dayanarak da ben, bölücü akımlara karşı önlem alınırken, bölge halkını incitmekten, tedirgin etmekten kaçınmak gerektiğini, her zaman, inanarak, savundum ve savunurum. Geçenlerde sizinle "Cumhuriyet'te yaptığımız af konusuyla ilgili görüşmede, dikkat ettiyseniz, ben siyasal suçlann, düşünce suçlarımn af kapsamı içine alınması gerektiğini, ama şiddet eyiemleriyle bölücü eylemlerin af kapsamı dışında tutulması gerektiğini söyledim. Çünkü bölücülük, bana göre, vatan ihanetıdir. Ama yalnız bana göre değil, Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkının da gözünde, bölücülük vatan ihanetıdir. Onun için, bölücü akımlara karşı önlemalınırken.halkıgücendirici hele hele, çaresizliğe düşürüp bölücülerin kucağına itici davranışlardan özenle kaçınmak gerekir. Geçenlerde, televizyon, Güneydoğu'da yakalanan bazı bölücü teröristlerin, samrırn Eruh'ta, halkla >1izleştirildiği bir sahneyi sergiledi. Çok ilginç bir konuşma oldu orada. Kahvede, halktan kimseler, bölücü teröristlere, 'Siz koskoca Turk devletini ve ordusunu bu tür eytemlerle diıe jjetirebileceginizi mi sajııyordunuz?' yollu bir soru yöneluiler. Teröristlerden bıri, bu soruyu özetle şöyle yanıtladı: 'Hayır, biz o konuda kendi kendimizi aldatmıyorduk. Elbette devletle. orduyla başa çtkamayacağımızı biUyorduk. Ama şunu düşünüyor. hesapnyorduk: Biz bu tür eylemleri surdiiriirsek, öyle önlemler alınır ki. halk bunalır ve de>lete karşı bunıklaşır. O zaman da bölge halkını vamnuza çekmemiz kolaylaşır!..' İşıe bölücü teröristlere bu umudu verecek türde önlemlerden, yaklaşımlardan kaçınmak ve bölücülere karşı önlem alınırken, ulusa, vaıana bağlılıkta kimseden geri karmayan bölge halkıns incitmemeye, rahatsız etmemeye, hele hele, halka kuşkucu gözlerle bakm.ımaya dikkat etmek gerekir Benim tavrım bu kadar açıktır;1 Millet AP'ye teveccüh etti Ecevit, hüküm&tin istifasını 16 ekimde Korutürk'e sunduktan sonra, "Milletin oylannın AP'ye teveccüh ettiğini, hükümeti AP önderi Demirel'in kurması" gerektiğini söyledi. CHP önderi ayrıca, "Büyük sıkıntılar ve ağır siyasal bedeli ödemeyi göze alarak ekonomiyi canlandırrnaya ve güçİendirme>e çalıştık. Bunun rahatlatıa sonuçlan henüz günlük yaşamda yeterince duyulmadan ara seçimlere girdik ve oy kaybettik" diyordu. Ecevit'e göre, ülke uzun bir bunalıma dayanamazdı. Bir "ara hükümetle erken seçime" gerek yoktu. Hükümet olmayı istemeyen Ecevit'e karşı, AP genel yönetim kurulu bir bildiriyle göreve istekli olduğunu açıklıyor, "...milletimizin genel arzusunu yansıtan bir hükümet kunılabileceği inancında" olduklannı bildiriyordu. Demirel'e CHP'siz yeni hükümetin sakıncaları anlatıldığında "... Bu seçimler, iktidar tayin eden seçimler degildi. Buna rağmen, Sayın Ecevit, 16 Ekim 1979 günü yani, seçimden iki gün sonra; 'millet bizi istemiyor, AP hükümet kursun' deyip, hükümeti bıraktı. Aynen eylül 1974'te olduğu gibi... Şimdi bu durumda, 'Niye APCHP koalisyonu kurulmadı?" diyerek. suçlamalar yapmak, doğru olur m u ? " diyordu. Seçimlerde CHP vurgun yemiş, AP boş olan 5 milletvekiiliğini kazanmıştı.. Demirel hükümeti kurmaya hazırdı."Ayak seslerini" duymasına rağmen "ya başarırsam" diyerek çok büyüğe oynuyordu."Milletimız sol iktidarı ezdi geçti"diye naralar atan MHP ise, sivil + asker karışımı bir iktıdar arayışına girmişti. CHP Genel Sekreter Yardımcısı Ugur Alacakaptan gerçekçiydi: CHP'nin zor ekonomik koşullar devraldığını, bu gerçeği halka yeterince anlatamadıklarını belirtiyor, "Halk, bunu düzehememiş olmak.ua dolayı sanki kaynakta da nedeni bizmişçesine, bizi cezalandırdı" diyordu. Bir açıdan siyaset bu değil miydi? Ozal propagandayı bilmiyor Biz Ecevit'in propaganda öğelerini 1979'da ve önceleri çok i>i kullandığjnı söyler dururduk. Ne çare ki, bir gün bir Turgut Öıâl ortaya çıkacak, biitün tersine gelişmelere karşın, halkı olumlu diizeyde nasıl etkileyeceğini bilimsel biçimde hesaplayıp çalıştıracaktı. Bir özel söyleşimizde, Özal iktidanıun hemen biitün önemli sorunlarda nasıl döküldüğünü sıralarken Ecevit, hem bunları onayladı, hem de "ama, propagandayı yapmasını çok iyi biliyor" dedi. Doğruydu, Özal hem propaganda yapmasını biliyor, hem de "kendinden güçlii olan kesimlerle" elbette ki, orduyla, cumhurbaşkanıyla en önemli konularda terse düşmemek için büyiik Özverilerde bulunmaktan geri kalmıyordu. Eğer Ecevit ve Demirel gibi iki önder bugün siyasal alanda kalabilseler, hele başbakan olabilselerdi, onca yetkisine karşın Cumhurbaşkam Evren'in bu denli rahat olması olanaksızdı. Bu gerçeği, Cumhurbaşkaru Evren'e yakın 'kesimler' açıkça söylüyorlardı. GERÇEĞİ ANLATAMADl Ecevit'e muhalif olanlar, seçim yenilçisinin tek suçlusunun Ecevit'in kurduğu başansız hükümet olduğunu vurguluyorlardı. CHP Genel Sekreter Yardımcısı Uğur Alacakaptan ise, CHP'nin zor ekonomik koşullar devraldığını, gerçeğin yeterince anlatılamadığım söylüyordu. Fakat varmıştı!.. CHP ağırhkh hükümet gitmişti. Bana kalırsa, CHP'nin başarısızhjıyla rejimin ana taşı da kopmuş gitmişti. Eğer Ecevit'in başanya ulaşmasına bütünüyle ordu dahil herkes çabalasaydı, bu CHP'nin değil, rejimin selameti olacaktı. Askerler, Ecevit hükümetiyle başlayan olumsuzluklan gördükleri anda hazıruklara girişmişlerdi. Kulislerde bir soruyla "müdahale" hazırlıklarının 1979 yılının ilk aylannda başladığım asker yetkililer de kabul ettiklerine göre, bir "başan" bin kez başka "başansızlıkların" kaynağı olacaktı. Ecevit, karşı değildi. Ne var ki, 1977'den beri AP ile hükümet oluşturmanın karşısında davranış göstermişti. Bir parti önderinin bu davranışları bir günde ve bir "kalemde" silip atması kolay değildi. Hükümet kaçağı olamayız Büyük sorunların ortasında bocalayan bir ülkede, "azınlık hükümeti" kurmasını eleştirdiğimiz zaman, "Ülke hükümetsiz kaldı. MSP ve MHP genel başkanlan da, 'AP hükümet kursun, şartsız destek verelim' şeklinde beyanlarda bulundular. AP hükümet olma, hükümet kurma arzu ve hevesleri içinde değildi. Ancak, 'hükümet kaçağı' da olamazdı. Şartlar zordu. Şayet, AP'nin ülkeye verecek bir şeyi varsa, kendisini ne güne saklıyordu?' Parti millet için vardı. Hadiseierin üslesinden gelirdi. Bu arada yıpranırdı. 'Yıpranmayalım' diye, hizmetten kaçmak, vicdana sıgmazdı. Bu bizim hizmet anlayışımızdı" diye konuşacaku. Yıllar sonra, 12 Eylül'e gelişimizi irdelerken Ecevit, bana "Eger biz CHPAP hükümetini kurabilseydik, cumhurbaşkanını seçebilseydik müdahale gelmeyebilirdi" dedi. 14 Ekim seçimlerine değin bu görüşün birinci aşaması doğruydu. Ama 14 Ekim seçimlerinden sonra artık ordudan bir CHPAP hükümeti istemi gelmiyordu. Orast susmuştu: Partileri istemiyorlardı, parti hükümetlerini de!.. Bu nedenle "müdahaleye doğru" gidiliyordu. Müdahale aşama aşama gerçekleşecekti. İlk önce bir "uyan mektubu" gelecek, sonra 12 Eylül... Ordu, uyan mektubuyla, "Anayasal kuruluşlann. parlamentonun, hükümetlerin Türkiye'yi içinde bulunduğu çıkmazdan çıkaramayacağı" yargısını açıklamıştı. Kararlaştınlan "müdahale" durmayacaktı, nedenlerin biri kapansa öteki ağır basacaktı. Ya başarırsam New York Times gazetesindeki yazıya göre, "Türkiye'de kimin işbaşında olduğu Batı için önemli değildi." . "Batı, bu bölgedeki yararları için Türkiye'de 'istikrarlı bir hukümetlen başka bir şey istemiyordu." Demirel, hükümeti kurmaya hazırdı. Koşulların kendi yanında olduğunu biliyordu. "Ya iktidara gelir de, anarşîden ekonomik açmazlara değin tüm sorunlan CHP'nin başına geldiği gibi başaramazsanız?" dedim Demirel'e. "Ya başarırsam?" diye yanıtlamıştı AP önderi. Sorumdaki içerik, "basaramazsa" sadece AP oylanmn yüzde 47'den aşağılara düşmesine yönelik değildi. Bir de, rejim vardı, giderdi. Hem de Demirel gibi "ayak seslerini" bizden çok daha iyi duyabilen bir önder için bu soru, içeriği açısından önemli bir sorundu. Demirel, "ya başanrsam" diyerek "çok büyiiğe oynuyordu." Ecevit istifa edecekti ama... Ecevit istifa edecekti, ama hâlâ Millet Meclisi'ndeki milletvekili sayısıyla ikridar olmaya en yakın partiydi. örneğin MSP ile kuracağı bir "diyalog" sonunda, yeniden iktidara gelebilir, bıraktığı yerden işleri yürütebilir eğer Erbakan olaya olumlu açıdan bakarsa kısa süre sonra gelen seçime gidebilir miydi? Ya da başanyı pekiştitmek için 1981'e dek iktidarını sürdürebilir miydi? Turan Güneş "dış etkilerle" mayıs ya da haziran ayında genel seçim olasılığını güçlU görüyordu. Ecevit'in bu yoldan çok, partiyi "onanma" çekmesi daha akla yakmdı. AP üst yöneticisi Nuri Bayar, "Millet, CHP'den kurtulmak için bize oy verdi, yine CHP'yi hükümet nasıl yapacağız, bu imkânı nasıl verecegiz?" diyordu. Seçimden önce ve seçimden hemen sonra Ecevit, hükümetteki yakın çahşma arkadaşlarıyla değerlendirmeler yapmıştı. Hikmet Çetin'e göre, Türkiye'nin içinde bulunduğu bu durumdan çıkabilmesi için, CHP'nin AP ile bir hükümet kurması düşüncesi, bu toplantılarda sürekli ele alınmıştı. MHP'nin naralan MHP ise, "Miüetimiz sol iküdan ezdi geçti" diye naralar atıyordu. Ama, prograrnını bir iki olayın dışında uygulama olanağını bulamamış bir sol partinin iktidardan gidişi, MHP ve benzeri kuruluşlan gelecekte kurtarabilecek miydi? Demokrasi uygulamalarında görüş aynmlanmız giderek büyümüş olan bir partiye rejim konusunda koşut düşüncelere, e&limlere sahip olmamız beklenemezdi. Başka bir deyişle MHP'nin iktidan sivil + asker karışımı bir yönetimde aradığı da söylenebilirdi. AP ise, iki yıla yakın süredir Ecevit iktidannı nasıl düşüreceğini hesaplamış, kulislerde çahşmış, fakat sonuca bir ara seçimle varabilmişti. Askeri güçler sessiz 14 ekim seçimlerinden önce bir CHPAP işbirliğini sürekli öne süren, hatta Ulusu'nun bana yaptığı açıklamalarla iki partiyi bu işbirliğine zorlayacaklannı söyleyen "askeri güçlerden" hiç ses gelmiyordu. Bir mesajla, bir demeçle, ya da Cumhurbaşkanı'nı araya sokarak böyle bir hükümet istediklerini kolayhkla duyurabilecek durumda olanlardan SİRECKK Libyu'daki 610 işçinin ailesi yoksulluk içinde İşSendika Servisi Iflas eden KozanoğluÇavuşoğlu firmasından Libya'da rehin kalan 610 Türk isçisinin sorununa 11 aydır bir çözüm gelmedi. Toplamı 650 olan işçiden ülkeye gelebilenler kendi ve arkadaşlan için başvurmadık kapı bırakmadıklarmı, Türkiye'de ailelerinin, Libya'da kendilerinin açlığa mahkum edildiklerini söylüyorlar. Libya'da mahsur kaldıkları şantiyede borçlar nedeni ile en son elektrikleri de kesilen işçiler Kızılay'ın hiç değilse açhktan kurtulacaklan kadar erzak yardımı göndermesini, günde bir öğün yemek yedikleri halde gönderilen erzağın yetersiz kaldığını bildirdiler. lşçilerin Türkiye'deki 3 yıldır para gönderemedikleri aileleri, akraba ve komşu yardımlan ile yaşatılıyor. Içlerinde 9 yaşında işe girmiş çocukları olanı.hiç yakıt alamamış bulunanı var. Libya'dan çıkabilen ve sorunlarına çözüm için birkaç günlüğüne Türkiye'ye gelenlerden Recep Odabaş iflas eden şirketin eski sahipleri ile görüşmek için yaptıkları girişimlerden hiçbir sonuç alamadıklannı, diğer yetkililerin ise açık hiçbir güvence vermediklerini, daha ne kadar bekleyeceklerini bilemediklerini söyledi. "Hiç değilse Kızılay 610 kişinin karnının doymasına yetecek kadar erzak yardımı vapsa. Açlık dayanılmaz hal aldı" dedi. Çahşırlarken işverenlerinin kaçtığı, üç yıl b o ^ n c a sadece ortalama 1 ayhk ücretlerinin karşılığını alabilmiş işçiler ailelerine üç yıl içinde ya hiç, ya da en fazla 150300 bin lira arasında kenli, tanıdık, inşaat kalfası aracılığı ile aynı işe giden Libya'daki işçilerin aileleri bugüne kadar çevre dayanışması içinde yaşamışlar. Mahallenin kömürcüsü 14 ton 700 kilo kömürü bir kuruş para almadan borç olarak Libya'dakilerin ailelerinin evlerine dağıttığını söylüyor. Bakkal kabaran defter borçlanndan dert yanıyor. Oysa 11 aydır şantiyede rehin, yarı aç bekleyen işçilerin alacaklan toplamı 11 milyar doları aşıyor. KozanoğluÇavuşoğlu firması işverenlerinin gizli olarak, işçiler üretime devam ederken Libya'dan kaçıp bir süre sonra telefonla iflas ettiklerini bildirdiklerinden bu yana 11 ay geçmiş. İşçilerin başvurmadığı yer yok. Şirketin teminat mektubunu vermiş 47 milyar dolarlık borç tahhaüdünün altına girmiş Pamukbank ve Ziraat Bankası yetkilileri, Bakanlık temsilcileri ve Başbakan Danışmanı Adnan Kahveci dahil pek çok yetkili kişi Libya'ya gidip gelmiş. Pek çok görüşme yapılmış. Bankalar teminat mektuplan yanmamak koşulu ile işçi borçlarının ödenmesini kabul etmişler. Libya Türk heyetleri arasında işçilerin başkalarına devri görüşmeleri de yapılmış. Ancak alınmış bir kesin sonuç, ortada bir uygulama hâlâ yok. İşçilerin bir bölümü istese de şantiyeden çıkamayacak, rehin konumunda. Diğerleri birlikte dayanışma ve haklannın alınabilmesi için bekliyorlar. Dört ay kadar önce görüştüğümüzde gerek Adnan Kahveci, gerekse Bakanlık ve banka yetkilileri "sorun yakında çözülecek" demişlerdi. 30 t?Av LİRA KAZASIYOR Libya 'da 11 aydır şantiyede yarı aç bekleyen işçilerden Mustafa Aslan 'ın eşi ıS'urhan Aslan, bir atölyede ayda 30 bin liraya çalıştyor. 13 yaşmdaki gözleri sakat oğlunu, bakamadığı için Samsun 'daki akrabalanna evlatlık vermiş. bir para gönderebilmişler. Libya'da 11 aydır şantiyede esir, yarı aç bekleyen işçilerden Mustafa Aslan'ın eşi Nurhan Aslan bir atölyeden ayda 30 bin lira kazanıyor, 40 bin lira da ayhk kira ödüyor. 14 yaşmdaki oğlu Salih Aslan tornacıhktan haftahk 4 bin lira kazanıyor. Okulu unutmuş 13 yaşmdaki gözleri sakat oğlunu Samsun'daki akrabalanna bakamadığı için evlatlık olarak vermiş. 9 yaşmdaki oğlu Erhan ise hem çalışıyor haftada 3 bin lira kazanıyor, hem de okuluna devam ediyor. Sadece 8 yaşındaki oğlu evde, ancak yardımlarla ve esnafındayanışması ile borçla ydiauı^iaı.nı anlatıyor. Aslan ailesinden bir kardeş daha Ercan Aslan da Libya'da 3 yıldır para gönderemeyen ve 11 aydır şantiyede yan aç bekletilenlerden. Onun karısı ve en büyüğü 8 yaşmdaki 4 çocuğu ise tamamen akraba yardımlan ile yaşatıhyor. Komşuları Fatma Karca'nın oğlu Ertan Karca da aynı yerde ve açlığa, ağır koşullara dayanamayıp 3 aydır Libya'da bir hastanede tedavi altında. En büyüğü 15 yaşında 5 çocuğu ve karısına, aynı evi paylaşan bekâr iki erkek kardeşi bakıyormuş. Bir diğer işçi Aslan Karatayın eşi Cemile Karalay ve iki çocuğu, annesi Mecbure Karatay'ın evinde kalıyorlar. Kendisinin de iki çocuğu olan kayınbiraderi minibüs şoförü iki ailenin birden karnını doyurmaya çabalıyor. Genellikle Samsun Bafra kö StRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle