17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER olduğu, herkesçe bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte, salt bu yatırımların arttınlmasıyla, sağlık düzeyinin yükseleceğini sanmak, yerinde olmaz. Bu bakımdan belirleyici olan, sağlık hizmetlerinin örgütlenme biçimidir. Örneğin, kişi başına sağlık hizmetlerine yapılan harcamanın en yüksek olduğu ABD'de ölüm oranları, aynı düzeyde gelişmiş birçok ülkeye oranla çok daha yüksektir. Yine aynı ülkede, 1976 yılının verilerine dayanarak yapılan bir araştırmada, o yıl içinde meydana gelen ölümler içinde 610 bin tanesinin "önlenebilir" olduğu ve farklı bir sağlık hizmeti örgütlenmesiyle, ölüm hızının "» 32 oranında düşürülebileceği kesinleşmiştir. Kısacası, bir toplumun genel sağlık düzeyinin, bu toplumdaki sağlık hizmetlerinin yaygınlık ve etkililik derecesinin, örgütlenme biçiminin, söz konusu toplumun genel sosyoekonomik yapısından soyutlanamayacağı açıktır. TOPLUMSAL GELtŞME VE SAĞLIK HİZMETLERİ Batı toplumlarında ölüm oranlarındaki ilk anlamlı düşüşler, tıptaki büyük buluşlar çağından çok önce, 17. yüzyıl ortalarından başlayarak gerçekreşmiştir. Kendi iç devingenlikleriyle evrimleşeiji bu toplumlarda, tarım kesiminde oluşan köklü gelişmeler, bir yandan insanlann daha iyi beslenmelerini sağlarken, öte yandan sermaye birikimini hızlandırarak endüstri devrimini hazırlamıştı'r. Endüstri devrimiyle gerçekleşen kitle üretimi ve büyük ekonomik sıçrama, Batı toplumlarında yaşam düzeyini hızla yükseltmiştir. Bu süreç içinde, insan davranışları da, halk sağlığını olumlu yönde etkileyecek değişikliklere uğramıştır. Ekonomik ve toplumsal gelişmeden kaynaklanmakla birlikte, etkileri bunlara eklenen, tıp alanındaki buluş ve uygulamalarla aynı dönemde sağlanan halk sağlığı alanındaki büyük ilerlemeler de, sağlık düzeyini yükselten ikinci temel etkenler grubunu oluşturmuştur. 1900'lerden sonra özellikle hızlanan tıbbi buluş ve uygulamalarla (aşılarla korunma, sülfamit ve antibiyotikler aşaması) ölüm oranları alabildigine geriletilmiştir. 1950'lerden başlayarak da, günümüz gelişmiş toplumlarında tıpta ileri teknolojinin ve "mühendislik" yaklaşımının egemen olmasıyla, sağlık hizmetlerinde yeni bir çağa girildiği söylenebiİir. Hemen belinelim ki, Batı toplumiannda da, sağlık hizmetlerinin, hangi toplumsal gruplara, ne ölçüde yararlı olunduğu sürekli olarak tartışılmaktadır. Bu bağlamda, gereksiz bir tüketim ve israf içinde olduğu ve yürürlükte olan dizgeden, ancak ilaç ve çağdaş teknoloji üreten firmalarla, bunlann ürünlerini halka ileten küçük bir hekim grubunun ve üst sosyoekonomik kesimin yararlandığı vurgulanmaktadır. Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız ekonomik ve toplumsal gelişmelere yabancı kalarak, çok uzun süre durağan yapısını koruyan azgelişmiş topİumlardaysa, ölüm hızlannın belirgin bir biçimde düşmeye başlaması için, yirminci yüzyıhn ikinci yarısını beklemek gerekmiştir. Gerçekten, Batıda, farklı olarak, buralarda ölüm oranları, çok yönlü bir ekonomik ve toplumsal gelişimin sonucu olarak değil, "ithal m a h " buluşlardan (DDT, sülfamitler, antibiyotikler, vb.) geniş ölçüde faydalanılmasıyla düşmeye başlamıştır. Genel olarak azgelişmiş toplumlar, ancak gelişmiş ülkelerin dış etkisiyle değişime uğradığından, gelişmiş bir ülkenin sosyoekonomik yapısı tüm öğelere birbiriyle uyumlu ilişki içinde bir bütün oluştururken, az gelişmiş bir ülke, tam tersine, birbirinden az çok kopuk, bütünlükten yoksun bir iç yapıya sahiptir. Çeşitli iç ve dış egemenliklerin yarattığı bu yapısal özellik, azgelişmiş bir toplumun zaten kıt olan kaynaklarının iJengesiz bir biçimde dağılmasına yol açmakta , bir yandan kır ve kent kesimleri, öte yandan ülkenin gelişmiş ve gelişmemiş bölgeleri arasında farklar da yığışımlı olarak büyümektedir. Gene bu toplumlarda, gelişmiş ülkelerde çözümlenmiş olan sağlık sorunları hâlâ gündemde kalırken, (örneğin ülkemizde. artık °7o 100 önlenebilir sayılan enfeksiyon hastalıkları, hâlâ en çok ölüme yol açan nedenler arasında yer almaktadır.) bunlara, çağdaş toplumlann yeni sağlık sorunları da (kazalar, uyuşturucular, ruhsal bozukluklar gibi) eklenmiştir. Bu toplumlarda, çağdaş gelişmiş ülke modellerinin egemen oiduğu kesim, yarattığı tüketim gereksinimleri ve hizmet istemiyle sağlık hizmetlerinin de örgütlenme biçimini ve temel niteliklerini belirlemektedir. Hekimlerin bolgelere ve uzmanlık dallarına göre dağılımınm, pratisyenuzman oranlarının, hizmetlerin örgütlenme biçiminin toplumun gereksinimlerine uygun düşmeyişi hep bu bütünleşmemiş yapıdan kaynaklanmaktadır. SONUÇ Gerek gelişmiş, gerekse azgelişmiş toplumlarda, sağlığın en büyük düşmanları, insana öncelik vermeyen toplumsal yapı ve örgütlenmelerdir. Sağlık hizmetlerinin "sosyal devlet" eliyle değil de, piyasa mekanizması aracılığıyla düzenlenmesi halk sağlığı açısından son derece olumsuz sonuçlar yaratmaktadır. Piyasa mekanizmasının acımasızlığı ve insanca değerlerin dışında işleyişi, bir yandan insanın içinde yaşadığı doğal ve toplumsal çevrede yıkımlar yaratırken, öte yandan geniş halk yığınlarını temel sağlık hizmetlerinden yoksuk bırakmakta, bir yandan da, belli toplum kesimlerini gereksiz ve çoğu kez de zararlı bir ilaç tüketimine itmektedir. Bu türden bir örgütlenme içinde, aslında, halk sağlığımn bilinçli savcılan olmalan gereken hekimlerin çoğu da, ilaç ve çağdaş teknoloji üreten firmaların pazarlamacısı konumuna sürüklenebilmektedir. "Sağlık bilinci"nin daha genel bir bilinçlenmenin parçası olduğuna kuşku yoktur. Dünya Sağlık Haftası'nı kutladığımız şu günlerde, sağlıklı bir yaşama bireysel çabalarla değil, ancak toplumca ulaşabileceğimiz yolundaki inancımızı tazelemeli ve herkes için daha aydınlık ve sağlıklı bir dünya yaratmanın insanlığın gücünü aşmadığının bilincine varmalıyız. Sağlık Günü'nün Düşündürdükleri Çağdaş anlamda sağlık poiitikası yalnız hekimlik hizmelleri sunmak değil. sağlığı koruma, sağlık düzeyini yükseltme, bireylerin elkin ve yaralıcı yaşamını u/atmaya yönelik önlemlerin tümüdür. PENCERE 7 NtSAN 1984 Prof. Dr. YAKUT IRMAK İstanbul Tıp Fak. Öğretim Üyesi Dünyanm 6 bölgesine yayılmış, 155 üye ülkeden oluşan Dünya Sağlık Örgütü, 36 yıl önce bugün, 7 nisan 1948'de kurulmuştur. Sağlıklı yaşamın her insan için doğal bir hak olduğu görüşü de, uluslararası düzeyde ilk kez 1948'de Birleşmiş Milletler Örgütü'nce yayınlanan İnsan Haklan Bildirgesinde dile getirilmiştir. Bu hak, yeterince beslenme, giyinme, uygun biçimde barınma olanaklannın yanı sıra, gereğinde tıbbi bakım ve sosyal hizmetlerden yararlanabilmeyi ve yaşlılık, sakatlık, kişinin istenci dışında beliren işsizlik gibi elverişsiz durumlarda destek görebilmeyi de kapsamına almaktadır. "Sağlıklı yaşam" kavramı, 197O'te Dünya Sağlık Örgütü'nce yeniden ele alınarak geliştirilmiş ve örgüt, başlıca uzun süreli amacının tüm toplumlara ulaşılabilecek en yüksek sağlık düzeyinin sağlanması olduğunu, sağlıklı yaşamın her zaman için doğuştan kazanılmış bir hak olduğu göriişünü vurgulayarak belirtmiştir. Kuruluşunun 36. yılındaysa, Dünya Sağlık Örgütü, temel ereğini, "2000 yılında Herfcese Sağlık" özdeyişiyle dile getirmektedir. Kuşkusuz, 2000 yılı için öngörülen, hastalık ve sakathktan tümüyle arınmış, "saglık"ın klasik tanımıyla, herkesin fiziksel, ruhsal, zihinsel ve toplumsal tam bir iyilik durumuna kavuştuğu bir düş dünyası değildir. Daha gercekçi bir yaklaşımla, burada amaç, tüm toplulukların ve onlan oluşturan bireylerin temiz bir çevrede, temel gereksinimleri karşılanarak ve ilk basamak sağlık hizmetlerine ulaşmış olarak yaşayabildikleri, kaçınılması olanaklı hastalık ve sakatlıklardan kurtulmuş bir dünya yaratmaktır. Yukarıda değindiğimiz gibi, her bakımdan tam bir iyilik dunımu olarak tanımlanmakla birlikte sağlık, mutlak değil, göreli bir kavramdır. Bir anlamda "mutluluk" gibi, "sağlık"ın da kesin bir ölçüyle ifadesi güçtür. Öte yandan, sağlığın, durağan değil, devingen bir kavram olduğu da unutulmamalıdır. Gerçekten, insanoğlunun evrim sürecinde, "tam bir iyilik durumu" bir yandan, boyutları ve gerekimleri zamanla çeşitlenen, giderek karmaşıklasan, başka bir yandan da, toplumsal gelişme içinde, yaklaşılsa da ulaşılamayan bir sınırdır. Bu özellikler göz önünde bulundurularak, sağlığın, bireyin içinde yaşadığı fiziksel, biyolojik ve toplumsal çevresiyle etkileşiminde bir denge durumu olduğu söylenebilir. Bu denge olgusuna ve dengenin bozulduğu durumlara, koruyucu ve sağaltıa (tedavi edici) hekimlik iki ayrı açıdan yaklaşmaktadır: Hastalık ve sağlıksızhklann kökenini insanı çevreleyen fiziksel, biyolojik ve toplumsal ortamda arayan koruyucu hekimlik, çevreyi denetleyerek, hastalık yapısı etmenlerden arındırarak, insanla uyumlu kılmaya çalışırken, hastalık olgusunu daha çok kişisel bir saprna olarak ele alan sağaltıcı hekimlik birey üzerinde yoğunlasarak, onu çevTeye yeniden uyumlu kılmaya yöneltmektedir. Dolayısıyla bu bakımdan, koruyucu hekimliğin insana öncelik vererek, çevreyi insan yararına değiştirmek çabasında olduğu, sağaltıcı hekimliğinse, insanı kuşatan çevreyi ve toplumsal yapıyı olduğu gibi kabul ederek, ortük olarak değişmez saydığı çevreyi insan doğrultusunda değil, insanı çevre yönünde değiştirmeye çalıstığı söylenebilir. Gerçekçi ve başarılı bir sağlık hizmetleri dizgesi (sistemi), çatışan bu iki yaklaşımı uyumlu bir bütün oluşturacak biçimde bağdaştırabilmelidir. Gerçekten, çağdaş tıp, insanı yaşamınm ana rahmindeki ilk anlanndan başlayarak, fiziksel, biyolojik ve toplumsal çevresiyle bir bütün olarak ele almakta ve yaşamı boyunca korumayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla, sağlık hizmetleri, ülke çapında insan sağhğına zararlı tüm etkenlerin giderilmesine, insanın fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin sağlıklı geliştirilerek en üst düzeye çıkanlmasına, hastaya, zamanında ve gereğinde ücretsiz olarak bakım sağlanmasına olanak veren bir dizge oluşturmalıdır. Yine çağdaş.yaklaşıma göre, sağlık politikasının amacı, salt hekimlik hizmetleri sunmaktan ibaret değildir. Sağlık poiitikası, sağlığı koruma, sağlık düzeyini yükseltme, bireylerin etkin ve yaratıcı yaşamını uzatmaya yönelik önlemlerin tümünü kapsar. Bu açıdan bir değerlendirme yapıldığında, sağlık hizmetlerine yapılan dolaysız yatırımlara oranla, toplumsal ve ekonomik sorunlann çözümüne yönelik çabaların, toplumun sağlık düzeyini yükseltmede daha etkili olduğu görülmektedir. Örneğin, konut sorununu çözümlemeye, çevreyi sağlıklı kılmaya, köhnemiş toplumsal ve kültürel değer yargılarını değiştirmeye yönelik yatırımlar, sağaltıcı hekimlik hizmetlerine yapılanlardan çok daha verimli olabilmektedir. özellikle gelişmemiş toplumlarda, sağlık hizmetlerine yapılan toplam yatırımların yetersiz Batı'da ortaçağ yaklaşık 9'uncu yüzyılın başından 16'ncı yüzyıla kadar sürdü. Ne var ki tarihsel çağlar bıçakla kesilir gibi başiayıp bıtmediğinden bu süreyi kendinden önceki zamanlarda görmek, kendinden sonraki dönemlerde izlemek olasıdır. Ayrıca Batı ortaçağı aştıktan sonra yeryüzünün çoğu yerinde ortaçağ süregeldi. Islâm ortaçağı'nın bugün bile kimi ortadoğu ülkelerinde ağırlığını duyurduğu biliniyor. Ortaçağ kavramını bir "zaman" sorunu diye ele almak' yanlıştır; toplum yaşamında aklın ve bilimin değil, körinancın egemenliği ortaçağ demektir. Bilim ve kültürün, körinançlardan bağımsızlaşmasıyla ortaçağdan sıyrılmak olasıdır. * Batı, ortaçağdan sıyrılıp yeni çağlara ulaştığında İslâm dönyası kör karanlıkta yaşıyordu. Bilimsel dünya görüşüne değer veren ve öncelik tanıyan ilk bağımsız devleti Türkler kurdu. Bu olgu, Kemalist eylemle gerçekleşebildi. Atatürk, uygarlığı tek sayıyordu; "ülkeler çeşittidir; fakat uygartık birdir ve bir ulusun yükselmesi için bu biricik uygartığa katılması gereklidir" diyordu. Peki, uygarlığa hangi yontemle katılacak. hangi yolu yeğleyecektik? "Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir" sözü de bu soruya yanıt veriyordu. Atatürkle birlikte "Aydınlanma Çaöv"mıza girmiştik. bilimsel bir toplum kurma yolunda yürüyecektik. 1933 Üniversite reformu bu amaçla gerçekleştirilmiştir. O dönemde dünyada saygınlık kazanmış Alman ve Avusturyalı bilim adamlarının "yoksul Türkiye"de toplanabilmesi ve İstanbui Üniversitesi'nin uluslararası değerde bir bilim kurumu düzeyine yükseltilmesi, Atatürk devrimlerinin bilime dönük niteliğini vurgulayan göstergelerden belki en önemlisidir. Her türlü siyaset bir yana, bilim ışığının aydınlatmadığı bir topluma çağdaş denilemez. Türkiye gibi sanayi devrimini gerçekleştirmekte gecikmiş bir ülkede bilim ışığı ancak üniversitelerden kaynaklanabilir. • Bilim ve Sanat dergisinin bu ay çıkan 40'ıncı sayısında üniversitelerimizin yitirdiği bilim adamlarının ve öğretim görevlilerinin toplam sayılan açıklanmış; 17 üniversiteden uzağa düşen yüzlerce kişılik listeler sergilenmiştir. Bunlann arasında profesörler, doçentler, öğretim üyeleri ve görevlileri var. Ayrılanların tümünün değerli, vazgeçilmez, saygın olduğunu savunacak değiliz. Ama "bu ülkede üniversitelerden 1000'i aşkın kişi niçin aynlıyor?" sorusuna yanıt bulmak zorundayız. Toplumun yetkili ve sorumlu kişileri, yöneticileri, hükümeti, parlamentosu, basını, yüzlerce bilim adamının üniversitelerden neden ayrıldığını aydınlatmak zorundadırlar. Eğer çağdaş bir toplum olduğumuzu söylüyorsak, bu söz lafta kalmamalıdır. • Peki, Sayın İhsan Doğramacı'nın başında bulunduğu YÖK bunca bilim adamı ve öğretim görevlisinin üniversitelerden ayrılmasını nasıl açıklıyor? Bir varsayımdanyola çıkalım; diyelim ki "Atatürk'ün başlattığı Aydınlanma Çağı'nı ortaçağ'ın karanlığına çevirmek için Sayın İhsan Doğramacı özel bir misyon' yüklenmiştir?" Acaba bu suçlama doğru mudur? Yoksa olayın ardında bir başka neden mi yatıyor? YÖK Başkanı olarak kamuoyunun önünde sorumlu görünen Doğramacı, Türkiye tarihini ve geleceâini ilgilendiren bu çapta bir soru işaretının altından nasıl kalkacak? Üniversitesinde bilime ve bilim adamına saygı duyulmayan bir ülkeyi Şikago Okulu Profesörü Frîedman'ın parasalcı felsefesiyle düze çıkaracaklarını söyleyenlere şaşıyorum. Bizim için ortaçağ işte budur. Aydınlanmafya paydos mu? EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Rn,m/TFKNIK Hayır, yalnız değiliz! "Nasıl yalnız olduğunu hâlâ anlamıyor musun?" diyor. "Bir ada gibi kaldınız koskoca okyanusun ortasında, sen ve bırkaç arkadaşın". Ardından küfürler. Korkutmalar, gözdağları! Hepsine alıştım. Yıllardır böyle mektuplar gelir... Vız gelir! Tevfik Fikret ne demiş: "Hak bellediğin bir yola yaJnız gideceksin". Hem, yalnız mıyım? Yalnız mıyız? Nedir yalnızlık? Kimi zaman güç verir yalnız olmak. Ustelik gerçekten yalnız olmadığtnı da bilirsen... Ben yalnız değilim. Biz yalnız değiliz. Evet, zaman zaman bu duyguyu yaşıyorum, yaşıyoruz. Bomboş bir dünyada kendi kendimizle konuşuyor gibi. Yankılar gelmeyen sesler çıkarır gibi.. Dipsiz bir kuyuya durmadan taşlar atarak doldurmak ister gibi.. Camus'nün Sysiphos söyiencesindeki gibi... Koca bir kayayı ta tepeye taşımak, sonra da gerisingeri gelen o kayanın attında kalmak. Ama yılmadan o kayayı bir kez daha yerinden oynatmak, ite kaka, binbir emekle tepeye çıkarmak. Sonra bir daha, bir daha, bir daha!.. "Kimse duymuyor sesini. Boş yere uğraşıyorsun. Giden gitti, biten bitti" diyor. Bilmem gerçekten inanıyor mu bu yazdıklarına? Bitti mi, gitti mi herşey? Türk toplumu gerisingeriye mi gidiyor? 19?0'lerde başlanan ileri atılımlardan 'dön geri' mi yapılıyor? Yeniden bir karanltğa mı giriliyor? O büyük insanın yaktığı ışık sondü mü, söndürüldü mü? Artık çareler, umutlar başka yerlerde mi? Başka ellerde mi? Başka yollarda mı? Nadir Nadi'yi düşünüyorum, yıllar yılı verdiği savaşımı... Sonunda 'Ben Atatürkçü Değilim" demedi mi? Bir yenilginin, bir bezginliğin sonucu mu bu çığlık? Atatürk adının, kışiliğınin, simgesinin başka niyetlerte, isteklerle, özlemlerle kullanıldığını görmenin bir sonucu değil midir 'Ben Atatürkçü Değilim' demek? Atatürkçü olmak ne demektir? Körükörüne Atatürk Atatürk diye seslenmek midir? Yalnızca bir sürü çirkin büstler, heykeller dikmek midir? Yerli yersiz 'Atatürk ilkeleri ve inkılâpları' diye soylenmek midir? Böylesi bir Atatürkçülük' bizden uzak oisun! Ben Atatürk'e, Kemalist Devrimin başlatıcısı, sürdürücüsü olan Atatürk'e inanmışım, bağlanmışım. Birkuru 'ad' değil beni kendine çeken, o adın taşıdığı anlam.. Mustafa Kemal Atatürk'ten ne kaldı? Bunun hesabı yapılacak bir gün.. Daha şimdiden bu hesabı yapanlar vardır, biliyorum. Böyleleri sıra gelince ortaya çıkar, hesap sorarlar. "Atatürk Bir Gün Gelecek"tir derler. Atatürk devrimine gerçekten inananlar... Yaktığı devrim ateşini yüreklerinde taşıyanlar... Bir mektup! Alay mı ediyor "Her seçimde yeniliyorsunuz? Her eylemde alt oluyorsunuz. Kimse kalmadı, yanınızda. En yakınlannız bile gülüyor size! Yakında ağzınızı açamaz olacaksınız. Biz sizi zorbalıkla susturmayacağız. Kendiliğinizden sesiniz kesilecek. Köşenizde yok olup gideceksiniz" diyor... Belli ki öğrenimden geçmiş bıri. Belki de en yüksek öğrenimden.. Aşırı bir kişi. Solda yadasağda aşırı.,. Bir kapıya çıkar ikisi de! Humeyni'cilerle Markx'cılar, Osmanlı "sosyalistleri" ile Nurcu Sait'ciler, anamalcı çevrelerden çıkar bekleyenler, hepsi hepsi Atatürk'ün devrimci atılımının ortadan kalkmasını isterler, istemekteler. Kaç kişi kaldı bu devrimi savunan? Onların da susturulacağı bir gün gelir diyorlar, bekliyorlar. Oysa ne büyük aldanıştır bu? Gerçek Kemalist Devrimcileri susturmakla, bezdirmekle, bıktırmakla yengiyi kazanamayacaklar, bunu bir bilseler ya... Bir kaç kişi değiliz biz. Milyonlarcayız. Hem ne çıkar zaman zaman yalnız olsak birkaç kişi kalsak. Tevfik Fikret'in sesi kulağımızda: "Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin". Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimini gerçek niteliği ile savunanlar yalnız olamazlar ki! Boşuna mı akıp geçti bunca yıl? O mektubu yazan genç mi, yaşlı mı bilmiyorum, ama iyi bildiğim birşey var, ne denli kendilerini güçlü duysalarda, ne denli yengiyi kazandıklarını sansalar da, umutları boştur. Bu ülkede bir Mustafa Kemal Atatürk yaşadı. Yaşadı ve yaşamakta... Nükleer teknoloji insanhğa ne getirdi? Çağımızda teknolojinin başdöndürücü bir hızla gelişmesi bugüne kadar düşünülmesi hayal olan birçok şeyin gerçekleşmesini sağladı. Kuşkusuz tüm bu gelişmeler insanoğluna büyük kazançlar getirdi. Fakat ne yazık ki, 20. yüzyıl teknolojisinde yeryüzündeki tüm canlı yaşamı yok edebilmeye yönelik çalışmalar ağırlık taşıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ve Sovyetler Birliği başta olmak üzere ileri sanayi ülkeleri, nükleer silahlanmayı hızlandırdılar. Hiroşima'da patlayan ilk bombadan bu yana geçen yaklaşık kırk yıl içerisinde bazı kritik dönemlerde gündeme gelen nükleer savaş tehlikesi güç dengesinin caydıncı etkisiyle önlenebildi.Nükleer savaş olasılığı bir gün gerçekleşecek olursa yalnızca büyük bir patlamayla her şey yok olmayacak. Dakikalar, günler ve belki de haftalar boyu sürecek bir radyoaktif yayılma her yanı kaplayacak; tüm canlılar yaklaşan ölümü bekleyecekler. Denizaltılardan fırlatılan balistik füzeler hedeflere ulaştığında ilk şok dalgası, müthiş bir parlaklık ve büyük bir gürültü her yanı kaplayacak. 15 dakikalık bir süre sonra kıtalararası füzeler askeri üslere, önemli endüstri merkezlerine, petrol alanlanna ve havalimanlarına yağmaya başlayacak. Bir megatonluk bir atom bombasının patlamasıyla yoğun bir beyaz ışık kümesi ortaya çıkacak. Ardından ani bir kararma ve daha sonra yine çok şiddetli bir patlama olacak. İkinci patlamayla birlikte dayanılmaz bir ısı dalgası her yanı kaptayacak. Sıcaklık dalgalaıırıın yayılması her yön^ doğru ve ışık hızına eşit bir hızla olacak. Örneğin, İstanbul ya da Ankara'da şehir merkezine düşecek nükleer bir bombanın etkisiyle tüm canlılar kömürleşecek; 10 km'lik bir çember içerisindekilerin tümü üçüncü dereceden yanıklar alacak. Bombanın görünür etkileri geçtikten yaklaşık bir dakika sonra çevrej'e ölümcül radyasyon yayılması başlay'acak. Bombanın düştüğü merkezden 2 km. uzaklıktaki bir korunakta, 60 cm'lik beton bir duvar koruması ardındaki kişiler bile radyasyon sonucu ölecek. Isı etkisinden kurtulabilenler ışık etkisiyle karşı karşıya kalmış iseler zamanla kör olacak lar. Çevre ilçelerde bile başta hastaneler olmak üzere yapılar hasar görecek; cihazlar arızalanacak; sağlık hizmetleri yerine getirilemeyecek. Çok düşük dozlardaki radyasyona maruz kalmak bile insanın hastalıklara karşı direncini azaltmaya yetecek. Bu arada, radyasyon etkisine kısmen dayanıklı, hastalık taşıyıcı böcekler, sivrisinekler farkhlaşmalar göstererek çoğalacaklar. Nükleer bir savaş sırasında ne kadar kişinin sivil savunma sistemleri yardımıyla hayatta kalabileceği tartışma konusu. Bir uzmarun kanısına göre yer>üzünde yaşayan canlılann önemli bir kısmı yok olup gidecek. Bombanın düştüğü merkezlere yakın yörelerdeki sığınaklarda canlı kalabilmiş kişilerin yer altında aylarca kalmalan gerekecek. Tüm tehlike atlatıldıktan sonra canlı kalabilenlerin yaşamlarını nasıl sürdürebilecekleri ayrı bir soru. Atmosferik değişmeler, ısının düşmesi yeryüzünün birçok yöresinde bitkilerin yetişmesini olanaksız kılacak. Yerküreyi yakıcı mor ötesi ışınlardan koruyan ozon tabakasının yok olması, başka bir sorunu gündeme getirecek. Güneş yanıkları ve cilt kanseri sonucunda da pek çok canlı zamanla yaşamını yitirecek. Yeniden ozon tabakasının oluşumu ise on ya da yirmi yıllık bir beklemeyi gerektirmekte. Tüm hayvanlann da radyoaktiviteden etkilenmiş olacaklarını hesaba katacak olursak, hayatta kalan kişilerin epey uzun bir süre hayvan kökenli proteinlerle beslenemeyecekleri söylenebilir. Radyasyon etkisine bağlı olarak insanlann yaşam süreleri kısalacak; doğumsal anomaliler artacak ve uzun dönemde genetik hastalıklar çoğalacak. Barışçıl amaçlarla, enerji üretiminde yararlanılmak üzere eeliştirilen nükleer santralların bile yeterince güvenceli olmadıkları; nasıl saklanacağı henüz bilinmeyen radyoaktif artıklarının doğal çevreyi onarılmaz bir biçimde kirlettikleri dikkate alınırsa, nükleer teknolojinin insanhğa katkısının ne olduğu, tartışılmaya değer bir sorudur. YÖNETEN ÖMER GÜZEL f^Af kesin hareket urtur turizmsunar Turfoan Abantotefi 24500.20500.18.900.14.900. AgurubuiOOI SAPANCA BOLU ABANT Vakrf Tuhstikoteii 16500.14.900Koruoteli Otd otobfc. tam ptaayon kotnfclımı, Ortur Şgria 8ARBARÖSBULVARI, }i BESİKTAŞİST TEL KA0IKÖY »76W7 REDHOUŞE YAYINEVI Müheyya İZER'den imza günü •DENGEÜ BESLENfylE •DOĞAL GÜZELLİĞİN SIRLARI rofil ISI YALITIMLI ALÜMİNYUM PROFİLLER % 4 0 ısı tasarrufu ÜretimCUHADARO6LU SAIMAV VE TOOBET A Yazarımız Müheyya İZER bugün 15.0019.00 arası Nişantaşı Akademi Kitabevinde kitaplarını imzalayacaktır. İ LA N BOĞAZLIYAN 2. ASLİYE HUKUK HAKİMLİĞİNDEN Esas No: 1982/588 Davacılar ilçeden Halil Rüzgâr ve ark. tarafından davalılar Ahmet Koçak ve ark. aleyhine açtığı 21 parseldeki davacıiarın 3/72 hissesinin 12/72 hisse olarak düzeltilmesi için açtığj davanın yargılaması sırasında davalı gösterilen adresinde bulunmadığından ve adresi zabıtaca tespit edilemediğinden dava dilekçesi ve davetivenin ilanen tebliğine karar verildiğinden davalının duruşmanın atılı bulunduğu 12.4.1984 günü saat 9'a atılı duruşmaya gelrnesi veya bir vekil göndermesi aksi taktirde gıyab kararı çıkarılacağı dava dilekçesi ve daveüye yerine geçmek üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 14323 Genel ÇUHADAROĞLU dağıtım Cemt Bengij Cad Hurnyet Mahallesi Solı • Istanbui Tel 141 (H 34 feteı 23695 Cuha tr İMZA GÜNÜ VEDAT TÜRKALİ OSMAN ŞAHİN 2. Ankara Kitap Fuarı ANKARA W 18 83 79 cem yayınevı samn M pazarima A*. fele. 23695 Cuha tr Sanayi ve Ticaret Bakanhğı Sergi Salonlan bugün saat 14 00 19.00 HALE ARPAaOGIİJ RESÎMSERGÎS 627Nisanl984 Acılıs saatlerLpazar haric Hala^âıgazi Cad No:36Haıi)^istanbul TeLl462041 PETROL OFİSİ A.Ş. GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDEN 1 Ofisimiz ihtiyacı aşağıda yazılı 2 kalem malzeme kapalı zarf ihale usulüyle iç piyasadan satınalınacaktır. Malzemenin Muhammen Geçici İhale Cinsi Bedeli Teminalı Tarihi Saati A Kompresör 300 It / dak 60 adet Kompresör 600 It / dak 25 adet 28.0O0.0OO.TL. 840.000.TL. 16.4.1984 15.00 B Lift 6 tonluk 25 AD. Lift 13 tonluk 50 AD. 48.75O.O00.TL. 1.462.500.TL. 17.4.1984 15.00 2 Şartnameler Genel Müdürlük Malzeme Şube Müdürlüğün'den ücretsiz olarak temin edilebilir. 3 Ihaleye iştirak edecek firmalar teklif mektuplannı yukarıda beürtilen ihale günlerinde en gec saat 14.00'e kadar dış zarfın üzerine teklifın hangi işe ait olduğunu yazarak Petrol Ofısi A.Ş. Genel Müdürlüğü, Bestekâr sok. No: 8 Bakanlıklar / Ankara adresine posta ile gönderecekler veya elden vereceklerdir. Postadaki gecikmeler kabul edilmez. 4 Teklif mektuplan yukanda belirtilen ihale günlerinde saat 15.00'te Sannalma Komisyonu Başkanlığı'nda açılacaktır. Fırma temsilcileri ihalede hazır bulunabilirler. '5 Ofisimiz Devlet İhale kanununa tabi olmayıp, ihaleyi yapıp yapmamakta, veya fiat ve evsaf yönünden en uygun teklifı veren fırmaya verip vermemekte serbesttir. GARANTİ BANKASI SANAT GALERİSİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle