18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ayraç içine aldığım sözcükler, Köprülü ile alay eder gibi görünüyor, ama Osmanlıca soylendiğinden bize öyle geliyor. Gerçekten büyuk bilimci, tarihçi edebiyat tarihi de.. Fuat Köprülü'nün "Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu" hakkındaki araştırması, Paris Üniversitesi'nde, 1934 yılında verdiği üç konferanstan oluşur. îlk kez Fransızca olarak 1935'te "Les Origines de L'Empire Ottoman" başlığı ile yayınlanmıştır. Türkçesi 1959'da, Türk Tarih Kunımu tarafından basümış, 1972'de bir baskı daha yapmıştır. Bu çabşma Avrupah araştırmacılar tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmış, kitap Rusça'ya, Sırpça'ya da çevrilmiştir. En son yazarın oğlu Dr. Orhan Köprülü tarafından 1981'de Ötüken Yayınlan arasında yeniden yaymlanmıştır. Osmanlı tarihi, Osmanlı devletinin kuruluşu hakkında yapılan çahşmaların arasında en doğru, en özgün bir araştırma olan kitap, niçin bugünku dille yayınlanmadı? Bu konu çok önemli. Ötüken Yayıncılannın tutumundan ileri geliyor olmalı. (Belki de oğlu Orhan Koprülü'nün tutumudur.) Bu tutumu tartışmanın yeri bu yazımız değil. tşte yukanda belirttiğim gibi gençler, yeni kuşak bu çok önemli çalışmadan, dili yüzünden pek yararlanamıyor. Söz "ille Osmanlı olmak, Osmanlı kalmak" isteyenlere geliyor: Hele dilde bunun " m ü m k u n ü " yok! Osmanhlarda olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti'nde medreseler yok Arapça, Farsça oğrenecek. Liselere Arapça dersleri koymak istiyorlar. Liselerimizde doğru dürüst Batı dillerini öğretememekteyiz. Özel olarak yabancı dille öğretim yapan liseler gibi Arapça öğretim yapan liseler kursak, Osmanhlık için yetmez, bir de Farsça gerekli. Sonra bu üselerden çıkan çocuklara, gençlere Arapça'nın Farsça'nın ne yararı olacak! Bu dillerde araştırmalar yapacak kişiler için zaten kimi fakulteler var ülkemizde. Bunun için derim ki, Atatürk'ün Söylev'i ölçü tutularak, bütün Osmanlıca önemli kitaplar, çalışmalar, bugünkü gençliğin anlayacağı dile çevrilmelidir. Hele Ord. Prof. M. Fuat Köprülü'nün "Osmanlı tmparatorluğu'nun Kuruluşu"gibi büyük, kök lu, kapsamlı çalışmalar... Zaten büyüİc bir çelişki içindeyiz. Bir böluk aydınlarımız, ille Osmanlı 'nın devamıyız diyerek direniyor. Dilde, orgütlenmede, düşüncede ille Osmanb olacağız. Bir bölük aydmımız da, politikacımız da Osmanlıbğı kabul etmiyor. OŞMANLILIKTAN TÜRKLÜĞE GEÇMİŞKEN... Öte yandan Batı dünyası, bizi Osmanlı olarak, Osmanhnın mirasçısı olarak görmekte, hele hele Osmanlımn dağılan, kopan kalıntılan başımıza dert olmaktadır: Batı Trakya'dan Kıbrıs'a, ta Lübnan'daki Ermenilerden, Amerika'daki Ermenilere kadar... Yavaşyavaş, şu son yıllarda Batı bizi, iyice Osmanb olarak görmeye başladı: lşlerine öyle geliyor da ondan. FtFA, UEFA'ya değin geldi dayandı bu iş: Avrupa kupalarında bizim futbol hakemlerine görev vermeyecek denli işi buyütüyorlar... Avrupa kupalannda, Batılı hakemler, bizim takımlarm aleyhine bol keseden penaltılar veriyorlar. Ya da bizim hakkımız olan penaltılan vermiyorlar... Adamlar kafalarına koymuşlar bir kez, Lausanne Banş Antlaşmasını yırtacaklar. Bu durumda, eğer ille de Osmanlıyız diyerek inat edersek, bizi Fatih Sultan Mehmet de Kanuni Sultan Süleyman da kurtaramaz! Hele hele Ulu Hakan Abdülhamit'in Ingilizlere verdiği Kıbns, gitti gider; oradaki Türklerin yok obnasına engel olamayız... E.. ne olacak şimdi? İlle Osmanh olacağız diyorsanız, Osmanb Imparatorluğunun parçalandığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti'nin parçalanmasını kabul etmek gibi çok ağır ve acı durumdasınız, eğer bu acılığı duyuyorsanız! Batılılar şu sıra iyice azdı, her yerde, her konuda üstümuze üstumuze geliyorlar. Vallahi ekonomik, politik nedenleri çok bizi bulsalar bir kaşık suda boğacaklar! Yarın, ulus olmamızın, Türklük bilincine kavuşmamızın çağdaş, siyasal rejimi olan Cumhuriyetimizin 61. yılını kutlayacağız. Bari bu vesileyle uyansak! Hle ©smanlı Olabilir miyiz? Bir bölük aydınlarımız ille de *Osmanlı'nın devamıyız" diye direniyor. Atatürk bizi Türklük bilincine kavuşturmuşken, yanlış tutumlarımız yüzünden Batı da bizi Osmanlımn mirasçısı, giderek iyiden iyiye Osmanlı olarak görmeye başladı. Işlerine öyle geliyor. Uyanmak, kendimize gelmek gereğini duymakta gecikmeyiz inşallah. PENCERE Siyasetin S'si... 28 EKÎM 1984 SAMİM KOCAGÖZ Geçenlerde genç bir doktor tıp doktoru arkadaş telefon etti: "Rahatsız ediyorum, bir şey soracaktım. Mütebahhir ne demek?" dedi. "Iki anlamı vardır. Biri bilgisi derin, çok bilgili kişi demektir. Ikinci anlamı uçan, buharlaşan nesneoiur. Birincisi haberden gelir. tkincisi buhardan gelir. Benim aklımda böylece kalmış..." karşıbğım verdim. "Sözlük de böyle yazıyor. Ama fütüvvet sözcüğunü sözlükte bulamadım. Bu ne demek oluyor?" "Gençlik, yiğitlik anlamına gelir", "Fatihle fütühat ile ilgisi yok m u ? " "Yoktur" GEREKStZ BÎR ZORLAMA Okumaya, öğrenmeye meraJdı bu doktor arkadaşımız, telefonun öte yakasından bir "offf!" çekti. " ö z ü r dilerim, şikâyet gibi olmasın, ama benim işim başımdan aşkın. Hastanede görevliyim. Sıra geliyor, acil serviste çalışıyorum. Bu arada da kitap okumaya zaman ayınyorum. Ne var ki kitaptan başka bir de sozlükle uğraşmak zoruma gidiyor. Kitap, okunması gereken bir kitap elimdeki. Dilini zor söküyorum..." Merak ettim. "Eski bir kitap mı okuyorsunuz?" diye sordum. "Hayır, 1981 baskısı, Fuat Köprülü'nün (Osmanb Imparatorluğu'nun Kuruluşu) kitabını okuyorum" karşıhğını verdi. Bir düşündüm, gerçekten okunması gereken bir kitaptır: Hemen düşünduğümu söyledim. Telin öte ucundan bir başka soru geldi: "Kemal Tahir, Devlet Ana'yı yazmadan, hocanm bu kitabını okudu mu acaba?" "Bilemeyeceğim.. Herhalde okumuştur.." diye mırıldandım. Karşıdan, bir soru daha, "Niye boyle kitapları, çok değerli kitaplan yeniden yayınlarlarken Osmanlıca'dan Türkçe'ye çevirmezler?" Altından güç kalkılır bir soruydu bu. Genç doktor arkadaşımıza dilim döndüğünce bir şeyler söyledim. Okurlanm, beni yazar bilenler, sık sık böyle sorular sorarlar. Bu seferki bir hayli düşündurücüydü. Bu gençler, eski dili, Osmanhcayıbirtürlü sökemiyorlardı. Sökemezlerdi de... Atatürk'ün Büyük Nutuk'lannın Türkçeleştirildiği yü larda da buna benzer bir olayla karşılaşmıştım. Deniz teğmeni bir yakınım, şimdi yarbay, ya da albay oldu dikkatle, heyecanla "SÖYLEV'i okuyordu. Takılmıştım. "Atatürk'ü yeni mi okuyorsun?" diye. " N e yapayım eski dille anlamıyordum, okuyamadım. Bizim anladığimız dille yeni basmışlar, hemen aldım, okuyorum" demişti. Gençlerin Osmanhcadan koptuğuna ilişkin pek çok öraek var. Örneğin radyoda, TV'de konuşurlanmız (spikerlerimiz) ellerine verilen yazı, Osmanlıca olursa, okuyamıyorlar: sukut'u sükut okuyorlar. Sukutu hayal, sükutu hayal oluyor. Oysa düş kınklığı dense, kimse yanlış yapmayacak... NEDEN TÜRKÇELEŞTİRtLMEZ! Biraz kırk beş yıl önce (talebesi olmak şerefine nail olduğum, yirminci asnn en büyük Türk mütebahhiri Ord. Prof. M. Fuat Köprülü)nün "Osmanlı Imparatorluğunun Kuruluşu" kitabı üzerinde durmak isterim. EVET/HAYIR AKBAL OKURLARDAN Van Gölü'nü kurtarmahyız Gerek çevrenin "reknasyon" alanlannı, gerekse antik nilelikli yapıtlan içermed yönleriyle Van Gölü, bölgenin önemli bir merketidir. Gölde yüzenlerin iyi bilecekleri gibi, soda özelüğiyle göl, kirli olarak girenleri antıp temizleyen bir niteliğe de sahiptir. Türkiye Iran ve Asya arasındaki demiryolu bağlantısmın da üzerinden yapüdığı göl, bu yönüyle de ulaştm ağırhküdır. Bir iç deniz sayüabilecek bu önemli merkez, çevredeki kentlerin büyümesine koşut olarak hızla kirletilmektedir. örneğin göl kıyısında bulunan Tatvan'daki iskelelerden yakın geçmişte göle girmek mümkünken bugün bu olanak ortadan kalkmıştır. On bin nüfuslu kasaba hızla büyümüş ve nüfusu elli bine ulaşmtşttr. Kentin kanalizasyon sistemi göle akmakta ve gözle gorülür biçimde bir kirlenmeye neden olmaktadtr. Bunun en belirgin örneği, artık kıyüarda da göze çarpan balıklar olmahdır. Tuzlu ve sodalı olan gölün, ancak akarsu ağızlannda görülen balıklar, şimdiierde birçok yerde göze çarpmaktadırlar. Bu, hem suyun özelliğini kaybetmesini, hem de kirliliğin artmasını gösteren tipik bir örnektir. Van Gölü yakın bir gelecekte tzmir, tzmit Körfezleri ve Haliç gibi olacaktır. Şimdilik bu durum kimseyi Ugilendirmemekte, hiçbir önlem alınmamaktadır. Oysa göle dökülen kanalizasyonlann yönünü değiştirmek ileride artmalar düşünülürse daha da güçleşecektir. Kirli körfezlerin denizle olan bağlantılanna karşın, Van Gölü kapaiı bir havza gölüdür. Temizlenmesi mümkün olmaz. Temizlenmesine baslanılan Haliç'in Boğazla olan bağlantısındaki dubalar kaldınldığında sirkülasyon başlayacak ve Haliç nisbeten annmaya başlayacaktır. Ancak Van Gölü için böyle bir oiasıhk yoktur. İş işten geçmeden Van Gölü kurtanlmalıdır. ABDULLAH TEKİN ANTALYA Uygarca Bir Davranış "Bakanın konuşmasını son derece olumlu buluyorum" diyordu biri. "Bu tür konuşmalann bir sorun çıkaracağını sanmıyorum", "Bu tür konuşmalan yapmak lazım", "Şerefine düşkün kimselerin doğru bildiğı şeylerı açıklaması doğaldır", "Parti böyle konuşmalarla yıpranır diye duşünmemeli", "Açıklamalar gayet iyi olmuştur", "Tutariı, cesur bir çıkış", "Konuşma nasıl bir durum içinde olduğumuzu göstermesi bakımından son derece önemliydi" diye düşünceler belırtıyorlardı. iktidar partisi milletvekillerinin bir bölümü Maliye Bakanı1 nın Meclis kürsüsünde yaptığı açıklamalar karşısında buna benzer sözleıie görüşlerinı belirtmişlerdi. . Belki çoğu öfkelenmıştı Şayın Ankan'a, Ozal kabinesıni sarsan gerçeklerden söz etti, İçişleri Bakanı'nı suçladı diye!. Oysa böyle bir davranışı demokratik koşulların gereği saymak daha doğru olmaz mı? Bir parti içindekı kopmaz bağlılıklar'ın o partiyı ne durumlara düşürdüğü birçok deneyimle hepimizce öğrenildiğine göre... Bir olay vardı, birçok olay vardı; İçişleri Bakanı ile Maliye ve Gümrük Bakanı arasında anlaşmazlık vardı pek çok konuda... Karşılıklı görüşler ileri sürülüyor, oldukça ağır gerçekler belirtiliyordu: Işkence, eziyet, egemen güçler gibi!.. Maliye Bakanı basın toplantısı yapıp bunları açıklamaya kalkıştı, çevresıni aldılar, fazla bir şey söyletmedıler. Parti içinde, hükümet içinde de etkileyici olamadı. O zaman doğmları savunmak isteyen ki(Arkası 8. Sayfada) Geleceği ve gelecek kuşaklan düşünmediğimiz için, bunun yanında, toplumun ortak maUannı ve doğayı çirkinleştirmekte ve tahrip etmekte bir sakınca görmediğimizden ötürü, htanbul'u tüm güzeüikleri ile hemen hemen yitirdik. Şimdi milyonlar harcayarak Haliç 'i kurtarmaya çahşıyoruz. Ama, öte yandan başka bir körfezbnizin bütün doğal olanaklan ve güzeliikleri ile yok edilmesine de koyulmuş bulunuyoruz. Konu şu: Haliç'ten kaldtnlan küçük özel tersaneler Tuzla Mercan Körfezi'ne taşındı. Bu tersanelerin Türk ekonomisine önemli bir katkısı olduğunu sanmıyoruz. Devletin yardımlan ile ayakta durmak tadırlar. Çoğu işsiz ve çalışmaz durumdalar. Tuzla Mercan Körfezi, Bir körfezin daha ölümü htanbul'un yoksul halkmın, yazUrın sıcak günlerinde deniz ihtiyacını karşılayan son bir sığınak idi. Istanbul'a yakmhğt, ulaşım kolaylığı ve suyunun temizliği, halkı buraya çekiyordu. Tersanelerle körfez, halka kapandı ve kirlenmeye başladı. Kuşkusuz birkaç yıl içinde Haliç gibi tanınmaz duruma gelecek. Dünyada çevreyi koruma çabalan alabildiğine etkinlik kazamrken, uluslararast toplantılar birbirini izlerken, bizde ters yönde gelişmeler olmaktadtr. Ne umursamazlık ve ne sorumsuzluk değil mi? Fakat geç de olsa Tuzla Mercan Körfezi'nin durumunu yeniden ele almak ve iş işten geçmeden bu körfezin kurtanlması konusu üzerinde yeniden durulmalıdır. Vaktiyle alınmış yanlış bir karardan ne kadar erken dönülürse, bundan ancak toplum yarar görecektir. Bir bölüm körfezli adtna ÖZTEN KARAFAKILI Özal demiş ki: '' Adam çok akıflı olabilir, adam bilgili olabilir; ama siyasetin s'sini bilmiyor." Başbakanın "adam" dediği Vural Ankan'dır. Durum böyle olunca da ortaya bir soru çıkıyor: Sen siyasetin s'sini biliyorsan, siyasetin s'sini bilmeyen adamı nasıl bakan yaparsın? Gerçekte siyasetin s'sini bilmeyen adamı tanımak istiyorsa, Sayın Turgut Ozal aynaya bakmalı. Orada şişman, kocaman gözlüklü, bir "tonton"un suretini görecektir ki bu adam hem siyasetin s'sini, hem politikanın p'sini, hem ekonominin e'sini, hem demokrasinin d'sini bilmez. Bilseydi kısacık bir sürede bu hallere mi düşerdi? Şimdi Vural Arıkan'ın görevinden alınışına bakmayın, "siyasetin s'sini bilmeyen adam" çevresıne 10 kişi toparlarsa partamerrtoda hükümete duman attırır. Böylece çok sıyaset (ve daha çok kurnazlık) bilenlerin hiç istemediği bir durum oluşur; Parlamentodaki bir küçük grup "anahtar"\ eline geçirir. Ekonominin e'sini bilmeyen "iş bitirici" kadro da ipin ucunu elinden tümüyle kaçırdığı için büsbütün şaşırır. "Olağanüstü dönem"\n koşullarında taJih kuşunun kuyruğuna tutunarak koltuklara oturuverenlerin bu kadar kısa sürede işleri yüzlerine gözlerine bulaştırmaları Türkiye siyasal tarihinde kınlması güç bir rekordur. • Kimi gazetelerin yorumcuları yazmışlar: Arıkan gitti, kavga bitti. Oysa olay ne Arıkan, ne "bacanak", ne de Özal olayıdır. Bu öyle bir iş ki bir kutuyu açıyorsun, içinden bir başka kutu çıkıyor, onu açıyorsun, bu kez bir başka kutuyla karşılaşıyorsun. Olayın çok yönlü ve karmaşık bir yapısı var... Dört duvarına aynalar dizilmiş salonlardaki yansımalar gibi mafianın örgütleri, devletin kimi görevlileri, büyük holdinglerin babaları, politikacıların ünlüleri, iç ve dış güçler, birbirferine girmişler, kanşmışlar, bulaşmışlar, al takke ver külah olmuşlar. Öyle büyük çıkarlar söz konusu ki partileri silkeler, Meclis Gruplarını ayağa kaldırır, hükümetleri sarsar... Nitekim sarstı da... Gerçekte Türkiye kapitalizminin topoğrafyası sıyaset meydanına yansıyor ve "egemen guçler"den söz açıyor Vural Arıkan, "karanlık güçler"öen dem vuruyor Turgut Ozal... Kimmiş bunlar? İki bakanın hükümetten ayrılması ve Kapıkule olayının Meclis dışına itılmesiyle sorunun ve sorunların üzerine süngerçekilebilecek mi? Acaba bugün siyaset meydanında lider görünümünde olan ya da bu role sıvananlarla "egemen güçler" ya da "karanlık güçler" veya "büyük ve gözetilen hoidingler" arasındaki ilişkilerin boyutlan nelerdir? Özal Hükümetinin bu soruların yanıtlannı Büyük Millet Meclisi ve Türk ulusuna açıklaması gerekiyor. Eğer uzaya uzaya bitmeyecek ve gizli tutulacak kovuşturmalarla olay belleklerden silinecek sanılıyorsa bu büyük yanılgıdır. Siyasetin s'sini bilenler iki bakan harcamakla bu hükümetin sorumluluktan kurtulamayacağını da bilmektedırier. Kızımız StBEL'in doğumunu dost ve akrabalara duyururuz GA^IİME HÜSEYİN ARABACILAR Bankada hesap ne gün açılır? Hesap, ne gün İş Bankası'nda açılır? Para biriktirmeye karar verildiği gün. Beklenen ya da beklenmeyen bir zamanda, ele para geçtiği gün. Kısa ya da uzun vadede paranın para kazanması istendiği gün. "Güven"in de hesaba katıldığı gün... İş Bankası'nın 904 şubesinde açılan her hesap, yerinde verilmiş bir karardır; tasarruf sahibinde gönül rahatlığı yaratan bir karar. Bugün, İş Bankası'ndaki 9 milyona yakın hesabın sahipleri, gönül rahatlığıyla yaşıyor. TÜRKİYE $ BAMKASI "Paranızın, istikbalinizin emniveti...60 vıldır."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle