17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET 8 HABERLER 5 EYLÜL 1983 YAMAN Bekir YILDIZ Afrika'ya geldiler. Ağaç söker gibi, siyah insanı topraklarından söküp gemilere bindirdiler. Gerailerin yönü Amerika'ya doğruydu. Beyaz adamdı ydlar önce bunu yapan. Amaçlan; siyah insanı pazarlarda hayvanlar gibi satmaktı. Satılanların arasında birisi vardı. Ismi Kunta Kinte idi. O günden sonra, ülkesinden sökülen insanların ortak ismi Kunta Kinte oldu. Ben de 1962 yılında Almanya'ya çahşmaya gittim. Benim de ismim Kunta Kinte'dir. Afrika'dan giden siyah adamla bir tek aynmımız vardı: Onları kırbaçlayarak, zorla götürdüler. Bizler kendi isteğimizle, sevinçten uçarak, tıpış tıpış gidiyorduk. Aslanlar, ormanlarda avlanraıyordu çağımızda. Aslanlann su içmek için gelecekleri su başlanna kurulmuştu tuzak. Aslanın aradığı su değildi aradığımız. Ekmekti... Ekmek Almanya'daydı. Ekmeğe doğru göç böyle başladı işte... Aradan yıllar geçti. Ekmeğe üşüşen insanlarımızın sayısı çoğalınca, Alman'ın korkusu btiyüdü. Böylece dış göç, iç göçe dönüştü. Dönenlerle konuşmak, Almanya'da olup bitenleri öğrenmek üzere, dönmüş bir Kunta Kinte olarak, yeni dönen Kunta Kinte'lere doğru yola çıktım. Arabanın yönü Kapıkule'ye doğruydu. Alman plakalı bir minibüse el salladık, gazeteden foto muhabiri Ender'le. "Kapıkule'ye gidiyonız," dedim. "Kesin dönüş yapanlaria bir röportaj yapmak için. Yolboyiı da sizinle konuşalım istedim." Hanımı arkaya, çocuklann yanına geçti. Biz öne bindik. "Hangi gazetedensiniz?" diye sordu. "Cumhuriyet," dedim. "lyi, iyi," dedi. "Bakalım anlatacaklarıma bu yol yeter mi?" Uzayıp giden yollara, harcı umut ve acı olan yollara baktım bir süre. Yıllar önce ben de bu yollardan geçer idim. O yıllar sevinçli, umutlu yıllardı. Şimdiki gibi kahırlı değildi... KEStN DECtL, KESKİN DÖNÜŞ Arka koltukta bir hanım, iki çocuk vardı. Daha arkada da eşyalar. lnsanları ve eşyalan kuş gibi uçuruyordu minibus. Motor gürültüsunde konuşabiliyorduk. Motor gürültusunde konuşabilmek alışkanlığı, bize Almanya yadigânydı. "Kesin dönüş yapan çok mu?" diye sordum. "Kesin dönüş değil, keskin dönüş diyoruz biz buna," dedi. "Çok... Sıra yakında bize de gelecek." "Kapıkule kaiabalık mı?" "Mahşer gibi." "Almanya'da TIR bulmak, çöide su bulmaktan zordur öyfcyse," dedim. Güldü. "Çocuklannız kiiçiik," dedim. "Okul işini nasıl çözümlediniz?" "Çocuklar Almanya'da doğdu," dedi, bir TIR'ı sollarken. "Beş yıl önce müracaat ederek, bir Türk okulu açılmasını istedik. Açıldı. Münih Konsolosluğu da öğretmen gönderdi. Okuhın müdür ve öğretmenleriyle flişki kurarak, bir sınıf da Türk çocuklan için açılmasını sağladık. Türk öğretmenlerinin so GÖÇ "Gelenek, görenek dediniz de... Bizim toplumumuzda, çocuk kaç yaşına gelirse gelsin, anne babalar için büyümemiş süt kuzulandıriar. Ama biliyoruz ki, Alman toplumunda, daba doğnısu sanayileşebilmiş toplumlarda çocuk, ister erkek, ister kız Yurda kesin dönüş yapacakları karşılaşacakları güçlükler düşündürüyvr runlannı da, genellikle kendi aramızda çözmeye çalışıyoruz. Maalesef şu durum da var: Çocuklar okula başladıktan sonra, anne babanın aşın paraya düşkünlükleri dolayısiyle, çocuklara gereken ilgiyi göstermiyorlar. Çoğu zaman Alman yöneticileri anne babayı arayıp 'Neden çocuklanmza sahip çıkmıyorsunuz, neden okula verdikten sonra onlan aramıyorsunuz?' diye yakınıyorlar. Bu bizim geleneğimiz herhalde. Orada da sürüyor. Eti senin kemiği benim geleneği... Zaten uzun bir zamandan beri devam eden düşmanlık, Almanların da işine yanyor. Onlar da fazla ilgilenmiyorlar açıkçası." "İsminiz?" diye sordum. "Şenol Yamanlar," dedi. "Şenol Yamanlar," dedim. "Konu çocuklardan açılmışken, bir de ara kuşağın sorunu var. Yıllar önce gidenler yani. Şimdilerde 1520 yaşına gelmiş çocuklann..." "Efendim çok berbat," dedi, hiç düşünmeden. "Felâket derecede. Muhitimizde 2.000 Türk se, ne kendilerine, ne de vatanımıza bir faydaları olur. Onlar a da Allah yardım etsin hani... Anaları, babalan abp götürmüş, ağızlan var, dilleri yok yaşta. Ya da, çoğu orada doğmuş. Bambaşka bir toplumda. Anne baba kendisini kurtaramamış ki, çomez mi?" "Bakın efendim, ben bir kâğıt fabrikasında çalışıyorum. Işverenin 5 fabrikası vardır. En küçüğü, SEKA'dan bile büyük. Şirketimizin 120 senelik bir mazisi var. Dünyanm en tanınmış fabrikalanndan biridir yani. Geçen yıl, yeni bir makine kuruldu fabrikamıza. Ben 11 senedir orada çalışıyorum. Burada 86 Türk çalışıyor. 200'e yakın da, Yunanlı, Ispanyol, Yugoslav işçisi çahşmakta. Şimdiye kadar olan, 1973'de ve ondan önceki krizlerde fabrikamız hiç sallanmamıştır. Ekonomik krize girmemiştir. Ama 1983 yılı krizi bizim fabrikayı da etkiledi. Oysa, kâğıt sanayii çok kâr getiren bir iş koludur. Işletmedir. Buna rağmen şirketimiz yönetimi bir karar alarak, 500 işçinin fabrikadan ihraç edilmesine karar verdi. Ama, açıkcası, demediler ki, yalnız Türk işçileri, Yunan işçileri çıkacak. Yalnız farkındayız, yabancı işçi arkadaşların çoğu, parasızlık nedeniyle kendi memleketlerine dönemiyorlar. Aramızda toplanıp bir liste yaptık. Dönecek olanlara kaç mark verileceiçinde kalan yabancı cisimlerin bulnnması. Her iki kolun kürek kemiği veya omuzdan kaybı. Her iki bacağın diz eklemi veya daha yukandan kaybı. Bir bacak, bir kol kaybı. Ya da tersi. Bu saydıklanmın her biri 2/3 karşılığı. 100 puan üzerinden yani. Her işçinin çalışabilmesi için, 100 puanı olacaktı ya... Başkaca puanlar da var. Köprücük kemiğinin düzeltilemiyen kınklan ve ters kaynamalar, 16 puan. Çiğneme veya konuşmayı olanaksız kılan alt veya üst çene kemiği 41 puan. Yüzük parmağının 3, küçük parmağın 2, bir ayağın, baş parmak hariç diğer parmaklannın proksimal eklemden kaybı 1 puan... Dedim ya, çalışan bir insanın puanlanmış degeri 100'dür. Sizin söylediğiniz 22 puanın değeıiendirilmesi de böyle bir şey mi?" "Sizin saydığınız puanlar, çahşamamakla, yani olumsuz, kötü puanlar. Bizim puanlar, değerli puanlardır. Şöyle: Çocuk başına 5 puan. Evli iseniz 5 puan. Her senenize iki puan. Çalışkanlığa, iş hayatındaki başarılılığa da puanlar verdiler. Sonunda 22 puanı tutturamayana kapıyı gösterdiler." "Peki... Dediniz ki, bizim şirketimiz dünya çapında. En küçüğü bUe SEKA'dan büyük. Kâğıt sanayii de kâr getiren bir işletme olduğuna göre, işsizliğin nedenini nasıl açıklamalı?" İŞÇİLERİ MAKİNE ÇAĞI AÇIGA ÇIKARDI "Efendim, konuşmamın başında, Çorlu'yu geçerken söylemiştim ya, büyük ve yeni bir makine kuruldu fabrikamıza. Robot bir makine. Elektronik bir makine. Kompütür, kompütür, kompütür. Uzay Çağı gibi... Her ünitede çalışan altı kişinin hiçbir fonksiyonu kalmadı. Yani işçileri, makine açığa çıkardı. Bu yalnız Almanya'yla, fabrikamızla ilgili bir mesele değil. Dünya bunu nereye kadar taşır bilemiyorum. Uçak fabrikalan da böyle. Elektronik beyinlerle doldu fabrikalar. Büîünüyle kapısını kapatan işyerleri de var." Sağımız solumuz, yolboyu kavun, karpuz, günebakan tarlalarıydı. Kavunlar, karpuzlar şişmanlamış yatıyordu" toprağın üzerinde. Ama hiçbir bekçi yoktu onlan koruyan. Belki de arabalann hızıydı tarlalann bekçileri. Biraz soluklandığımızda sordum. "Firmalar, özellikle tazminatlannı ödeyerek çıkardıkları işçilere, yurtdışına çıkma koşulunu da getirdiler mi?" "İlk zamanlar getirildi. Bizim fabrika da aynı şartı ileri sürdü. Ama biz itiraz ettik. Dedik ki, siz bir firmasınız. Bizi, siz buraya çağırmadınız. Bizim, devletinizle anlaşmamız var. Siz, bizi çıkartabilirsiniz. Bizim devletle anlaşmamız var. Haklarımız var. Bunun üzerine hudutdışı olmayı kaldırdılar. Genel bir işsizlik karşısmda, 1000 kişide 1 kişi bile iş bulamıyor. İş bulanlar da inşaatlarda." "İşten çıkarılmalarda, Almanlar da gözetilmiyor dediniz. Peki onlar nasıl geçinebiliyor? Bu işin sonu nereye vanr?" Yamanlar, beklediği bir soruymuş gibi çok sevindi. Oturduğu yerden fırlamak istedi sanki. Minibüs de onun bu sevincine ka(Arkası 11. sayfada) yor ve, "Biz," diyor, "Herşeyi hükümetten beklememeliyiz. Kendi bütçemizden harcamalar yapmalıyız. Ama büyük oteller ve site sahipleri de bir araya gelerek kendi kanalizasyonunu halktmek için katkıda bulunmalıdırlar. Biz köy halkı kendi arsamıza bir lokanta binası yaparak ihaleye çıkardık. Halil Narin yılda beş buçuk milyon ödemeyi kabullenerek burayı beş yıllığına kiraladı. Bu gelir, birçok giderimizi karşılayacak. Şimdi tepede inşa edeceğimiz çok lüks bir lokantanın ihalesinden gele "Firmalar özellikle taznıinatlarmı ödeyerek çıkardıkları işçileren ilk zamanlar yurtdışına çıknıa koşulunu da getirdiler. Biz itiraz ettik. Dedik Ai, siz bir firmasmız. Bizim devletle anlaşmamız var. Bunun üzerine hudut dışı olmarı kaldırdılar^ ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Karadeniz'de İnsan İlişkileri... "Sinop güzellemesi" cuma günü bitti. Ama, yaşadığım gözlediğim guzelliklerin etkisinden sıyrılmış değifim. "Sınop güze//emes/"nın başladığı günlefdeydi. İçel'den, Cumhuriyet okuru bayan Eser V&zgan'dan bir mektup aldım. O da eşi, çocuklarıyla birlikte, Karadenize gitmiş, Sinop'a uğramış. Rize'de kalmış. Gözlemlerini şöyle anlatıyor Eser Yazgan: "Sayın Ekmekçi, Sizin köşe turistik yazılara komşu olduğundan mı, yoksa; "Babam dediki... V& da, derki..." ile başlayan ve toplumun bir kesitinden gelen birikimleri aktaran özelliginizden mi bilmem, çoktandır size Karadeniz gezisini yazmak istiyomm. 1944'te Rize'de doğmuşum, babam orada devlet doktoru iken 1948deayrılmışız. Hiç anımsamam oraları. Ama, ora insanını hep gördüm. Evimize, Bandırma'ya geldiler. Ankara'da görüştük. En son, eşimin işi nedeniyle Mersin'e gıttığımizde bir gece gezmesinde dili Karadenizli olduğunu belli eden bir hanırna rastladım. Rizeliymiş, babamı anımsadı. Onun, öbür Rizelilere söylemesiyie, banka müdürü olan eştmi görmeye gelenler olmuş. Bir gün de, banka bahçesinde elden düşme "Anadol"u kurcalarken, bir trafik polisi seslendi: Müdurün hanumu sen misundur da? diye. Gene ne "Suç işledim de beni anyoıiar?" diye korktum önce, ama itiraf ettim: Benim, diye. Uyyyy, sen pizum kızımizsindur, birderdin olursa, bileyum. dedi polis. Bunca ilgiye, ne yazık ki bir karşılık veremedik. Çocuklann küçüklüğü, Ankara'dan gitmiş olmanın yabanlığı herhalde. (Büyük kentte yetişmişliğin içe dönüklüğü. Ego düşkünlüğü de diyebiliriz buna.) Derken bu yıl, eşim ve çocuklarla SamsunGiresunTrabzonRizeSarp yapıp, Sinop'tan, Kastamonu üstünden Ankara'ya döndük. Yeşilin her türlüsüne doyduk! Cümle cami bolluğuna karşın, Karadeniz insanının insan ilişkilerinde ne denli açık olduğunu gördük. Yol sorduğumuz herkes yardım etti. Trabzon'da yerel peştemalları nerede bulabileceğimi sorduğum bir hanım, neredeyse eteğindekini çözüp, başındakini açıp bana vermeye kalktı. Buna tanık olduk.. Hele Rize! Otuz beş yıl sonra bizden ayrı, ama aynı tarihlerde oraya giden babamı otellerde ararken: Operatör Muzaffer mı? siz onu bulamazsınız! Seveni, bileni çoktur. Kim bilir, kim kaptı çaya götürdü, dediler. Hele biri, Esat Tuzcuoğlu, bayram nedeniyle, Ankara'ya götürdüğü eşini ve çocuklarını Ankara'da bırakıp Rize'ye dönmüş, eski komşusu "operatör Muzafferl ağırlamak için. Sonra, bir pratisyen doktor MehmetAH bey var orada, bizi, babamı Sarp'a dek götüren, bize Türkiye'nin ilk çay fabrikasını anlatan, fabrikasını gezdiren; o çayların nasıl yetiştirilmesi gerektiğini söyleyen. Çay fabrikası açıldığında, İngilizlerin "Rize'nin çay ihraç etme olanağı yok, aksi halde, Karaçi, Seylan çayına rakip olurf' dediklerini doğrulayan... (Bunu çok babamdan dinlemiştik.) İşte bu gezide, bir emekli doktorun eskimiş görev anlayışına ve etkinltğine ki, bunun karşılığı evi ihmal, çocukları az görme vb. dır bir kez daha tanık olurken, düşündüm... Bugün, bina yetmezliği, araçgereç yokluğu içindeki okul, hastane gibi hizmet birimlerine halkın katkısı sağlanamaz mı?Bu birimlerdeki işlem tıkanıklığını gidermek için, resim çektirmeksizin, dernek reklamı yapmaksızın, gönüllü sekreterlik, hastabakıcılık, temizlikçilik yapılamaz mı acep, bunca kadın dernekleri varken?.. Sekiz yıldır yaşadığımız Mersin'de, aynen öyle oldu işte... Bir de Karadenizlileri düşündüm. "operatör Muzaffer" gelmiş seksenine. Otuz beş yıl olmuş, Rize'den gideli. Öküz ölmüş ama, Rize'liler ortaklığı ayırmamışlar daha! Bu dostluk, bu bağlılık, kendileri için çalışmış birine verilen bu değer gösterisi, bilmiyorum ama, şu dünyanm çok az yerinde yaşanabilir bir olay bence. Zaten yamaçlardaki bir karış toprağın bile işlendiği bu güzel şerit de dünyanm her yanında yok ki! Bu yokluktan yararlanıp, dünyanm her yanından insanlar (turistler) getirilemez mi? Bugün için getirilemez! Otel sayısı yeterii değil. İşletmecilik yeterli değil. Bunlann nedenini Ünye'de mevsimin kısalığı ıle açıkladılar, Gerze'de elektrikkesintisiyle, Sinop'ta yaşam pahalılığına bağladılar... Sinop'ta Özel İdare'nin yaptırıp kiraya verdiği "Karakum" tesislerinde gerçekten her turist kalamaz. Bir gecesi iki kişi on bin lira. Herhalde, her bir hizmet verilecektir ama anlamınca! Ama biz, Sinop girişinde trafik denetimi yapan, otel sorduğumuz trafik polisi Halil Doğan'm, "Buyurun benim evimde kalın. Bütçenize göre yer bulamayabilirsiniz..." cağrısını geri çevirdiğimiz için çok pişman olduk. Eksik olmasın, kalmış kadar ağınadı bu çağrıyla bizi... Daha sonra, eski Sinop Valisi Muzaffer Yüzgeç'in eseri olduğunu duyduk o kuruluşların. İnşallah, nakli çıkmadan ese. rini denetleyip, fîyatları indirtmiştir. Bir gün mutlaka bu güzelliklerimizi yozlaştırmadan sunmayı bileceğiz.." motorcu Hasan, "Abla" dedi, "Apolloyu Alman turistin biri parçalamış gece yansı. duydun mu" "Apollo kim?" dedim, yanıtı "Apolloyu bilmiyor musun?" oldu. Kafamm içinde güzel bir erkek canlandınrken, bizim Osman"ın arkadaşı, "Abla, hoparlör demek istiyor Osman. Dün gece bir Alman yatağından üç kere kalkıp diskoya gitmiş ve hoparlörü kısmalannı istemiş. Gürültü devam edince adam Osman'ın apollo dediği nesneyi alıp parçalamış" dedi. Eğer diskolar bu gürültüye deBiçareler halktan bir sandöviç parasının karşılığı Türk parası istemek zorunda kalıyorlar. PARALI TURİST KAÇIRT1LIYOR Gümrük memurlarının çıkardıklan zorluklar turistlerin, hem de paralı turistlerin kaçmasım sağlıyor. Avusturyah yat sahibi Dr. Hermann Hossp Wolfgang derdini şöyle anlattı: "Türkiye'ye, özellikle Marmaris'e hayranım. Kotramı kışları burada bırakmak isterim ama bannak yok. Her defasında Yunanistan'a gitmek için çıkış yapmak şart. Gümrük müdürü Ruhi Akalan inad etti, kesinlikle buradan çıkış yapmama izin vermedi. Beni Kuşadası'na gitmeye mecbur etti. Herşeyim kannni olduğu için dilekçevle bakanlığa şikâyet ettim." Bu bir yatçının şikâyeti. Bütün yatçılann çok değişik şikâyet leri var. Doğru dürüst bir limanımız olsa milyonlarca dolar gelir sağlayacak olan yat limanının bir an önce yapılması ve gümrükçülerimizin çok daha esnek bir anlayış içinde çalışması Marmaris'e büyük yarar sağlayacak. Marmaris'e yıllardan sonra imar plânı gelmesi büyük bir umut kapısı açtı. Belki de artık isteyen, istediği yerde ve istediği tarzda yapı yapamayacak. Ama Marmaris'i gerçekten sevenler ve turizmi bilenler bir araya gelerek bir kurul oluşturup işleri uyum içinde ve çok süratle yürütmeye başlamazlarsa daha kaç imar plânı gelirse gelsin, Marmaris çok kısa sürede 10 bin lirayla 20 gün geçirmeye gelen ve burayı her gün daha çok kirleten halkımızla dolup taşacak. BtTTİ "Çalışmak istedim. cumartesi, pazar da. Bir Alman bana. delisin sen dedi. 'Sen neden çalışmıyorsun' dedim. Ben mesai yapacağım Williy Brandt viski içecek, dedi. Yok öyle yagma. Williy Brandt da benim gibi bira içsin. Baktn zihniypte."" olsun, belli bir yaşa, diyelim 18 yaşına gelince, kendi başının çaresine bakmak zorundadır. Ogrenim de zaten bu anlayışa göre biçimlendirilmiştir. Yanm gün öğrenim, yanm gün pratik. Pratik yaparken de para kazanılır. Oradaki Türk aileleri arasında cuğunu kurtarsın. Herşey para uğruna yani..." "Bir sonına, önemli bir sonına değinmek istiyomm şimdi," dedim. "Bilindigi gibi Almanya sosyalisl bir Ulke değil. tşçiişveren ilişkisi kendi yasalanna göre yürüyor. Almanya'da, bir Diploma töreni anısı değil. yurtdışına gidenler bir benzin istasyonunda.. var. Bunlarda çok çocuk var. Fakat elle tutulur yanları yok. Zamamnda okullann olmaması, paraya düşkUnlükleri yüzünden Alman mı, Türk mü ayırmak mümkün değil. Almanlaşmak istiyorlar, Almanlar kabul etmiyor. Türklerle bütünlük sağlayamıyorlar. Bu çocuklann çoğu, "Ne Mutlu Türküm" sözünü bile bilmez. Hatta Atatürk'ü bile tanımazlar. lzine gelip giderken, ayıp olmasın diye öğrenirler, kulaktan dolma. Bunlann 2025 yaşına gelmiş olanları bile var. İlk gidenlerin çocuklan... Bunlar, o çocuklar işte... O zamandan kalma çocuklar... Alman gençlerine uyuyorlar. Gün kazanıp gün yiyorlar. Diskolar biricik mekânları. Ama, Alman gençleri de istemez onlan. Kız meselesi. Boğahklannı Alman gençleri kıskamr. Paralannı ellerinden almak için kovmazlar onları ama, dışanya. Dışanda yaptıklan düşmanlıklan, diskolarda sürdürmemeleri para... Kendi aileleriyle de bağları yok. Geleneğe, göreneğe bağlılıklan sıfır..." bu yaklaşun nasıl oluyor?" "Bu da karmakanşık," dedi, sıkışık bir durumda arabayı sollarken. "Çocuklanmız para kazanıyorlar. Ama gel gör ki, sorumsuzca para harcayan çocuklanmız, paralan bitince gene anne babaya koşuyorlar. Babalar işveren, işçinin tüm haklannı verrnek koşuluyla, işçisini işten çıkarabilir mi?" "Neden olmasın?" "Bu koşullar Turkiye için de böyle. Bir Alman firması, işçisini, diyelim bu bir göçmen işçi, işten çıkarmak ister ve tüm hak (Foloğraf: Fnder ERKEK) ği soruldu. Yoneticiler, her yıl için 1500 mark ve bir de, bayramları için bir maaş ikramiye verileceğini söylediler. Ayrıca izin paralarıyla 10 senelik bir işçinin eline geçebilecek para 20.000 marka yakın. Bu parayı teklif ettiler. Birçok arkadaşım bu parayı aldı. Ancak 500 kişiyi dolduramadıkları için fabrika, sendikayla bir toplantı yapıp 22 puanı tutturamıyanlar, AlmanTürk gözetilmeksizin işten çıkarılacak denildi." "Ben başka bir puanlama daha biliyorum," dedim. "Nasıl?" diye sordu. "Sigortalı bir işçinin, çalışamaz raporu alabilmesi için, çalışma gücünün en az 2/3'ünü yitirmiş olması gerekir." "Almanya'da da böyle," dedi. "Organlann puan degeri aynı mı acaba?" "Nasıl?" diye sordu, bu kez şaşırmış. "Şöyle," dedim. "Aklımda kaldığına göre şöyle: Kafatası kırıkları ve alan itibariyle 10 : cm 'den fazla defektler. Kafatası ma olmadığından bir odaya yedi yatak koyan da, en iyi otel koşullarına uygun bir yatak da veren beş yüz liradan fazla alamıyor. Tabii müşteri rahat ettiği konforlu oda için açıktan pansiyon sahibinin eline para sıkıştırıyor. Turizm Bakanlığı, pansiyonculuğu teşvik amacıyla her pansiyoncuya 750 bin lira mefruşat kredisi veriyor. Ama pansiyoncu bu paranın önemli bir kısmını ozel harcamaları için kullanıyor. Şimdi bakanlık fatura sistemini getirmiş; tabii koylünün neşesi kaçmış. MUHTAR DA BAŞKAN GİBİ DERTLİ • Tuvaletlerin hali acıklıdan da öte. Belediyenin yaptırdığı halk tuvaletlerine hayvanlarımız bile rağbet edemez. Sıkışan Marmaris Turizm bürosunun özel tuvaleti önünde sıra bekliyor. Adil Bey bu konuda avaz avaz şunları söylüyor: Me>dana pınl pırıl bir tuvalet yaptım. Kolonyası, havlusu ve aklınıza ne gelirse koydum. Ama üç ay sonra rezalet bir hal aldı. Herşey çalındı. Hadi onlan yerine koyabiliriz ama halkımıza tuvaleti temiz tutmalan için kurs mu açalım? • Bir de kamplar konusu var. Marmaris'in bugün en temiz, en beğenilen köyü "İçmeler". Bu köy belediye sınırları dışında olduğu için İzzet Eren adlı genç ve becerikli bir muhtarın yönetiminde. Köyde çoğu köylü gibi arıcılık yaparak geçimini sağlayan muhtarının dertleri belediye reisininkinden az değil. Vidanjör ve çöp kamyonunu kendi olanaklarıyla sağlamak için çırpını "Almanlarla, ynbancı işçiler her zaman farkhdır. Hele Türk işçileriyle, Almanlartn durumu bambaşka. Onların işsizlik parasından başka, pek çok sosyal hakları var. Bugün, bir Alman hayatı boyunea çalışmazsa, gene de eski hayntını sürdürebilir." bu konuda daha sert. Vermek istemiyorlar. Bu da, aile içi geçimsizliklere, kavgalara neden oluyor. Büyükler, yani anne babalar bir gölde, çocuklar denizde başıboş çırpınan sandallar gibi efendim. Bu çocuklar geri dönlannı öderse, bunu TürkAlman düşmanlığı olarak yonımlamak doğru olur mu? Ülkemizde de bu böyle... O zaman bu konuya, TürkAlman düşmanlığı biçiminde değil de, bir sistem sorunu olarak yaklaşmak gerek I Panayıra dönüşen cennet: Marmaris I LEYLA UMAR Krediler özel harcamalara kullanılıyor • Bugün yatçılığın teşvik edilmesinden yararlanan bazı yabana firmalar çok iyi para kazanıyorlar. Hatta bunlardan "Alcor Yatçıhk" firmasının memlekete döviz kazandıracağını sanarak biz de iki yıl önce bir takım işlerinin çabuklaşmasına yardımcı olmuştuk. Ancak onlardan kasabanın çok ihtiyacı olan bir yat çekekini ve birtakım hizmetleri vermelerini şart koşmuştuk. Onlar da zaten bunu kendilerinin de düşündüklerine bize inandırmışlardı. Ancak, şimdi üzülerek görüyoruz ki, bu çekeki değil, rica ettiğimiz çöp bidonlarını bile kente armağan etmediler. Üstelik Isviçreli ortaklar aralarında anlaşamayıp bir Fransız'ı müdür yapülar şirketin başına. Bu Fransız'ın bazen basında çıkan beyanatlannı gülümseyerek okuyomz. Üç yıldır bir milyon dolar getirmişler memleketimize. Peki, biz de kendilerine soralım: Kaç milyon dolar memleketlerine götürdüler? ve dolaşan rivayetlere göre birçok yat parçalarının gümrüksüz olarak kendi nhtımlarındaki satışından haberleri var mı? Bu gibi yatçılar getirdikleri tujisti bir günden fazla tutmadıklan Marmaris'te "Bol meyve ve sebze yeyin, başka şey yok alacak" derken yerli dükkânlann işini elinden almak için kendi dükkânlarını ve kahvehanelerini açıyorlar. Hem de belediyenin sırf onlar için yaptığı rıhtım için en ufak parasal bir katkıda bile tay Algan. Bugün Içmeler Köyü'ne kadar her isteyen dünyanm dört bir tarafıyla otomatik telefon görüşmesi yapabiliyor. On teleks makinesi de dünyayla bağlantılı. Şimdi Içmeler'e de otomatik telefon getirmeye çalıÖrneğin bugunlerde tayini çıkan ve ayrılmakta olan kaymakamın reise destek olduğu söylenemez. Bizim belki de biraz safça fakat uygulamrsa çok daha iyi sonuç vereceğine inandığımız bir önerimiz var. Böyle turistik yörelerimizde sıfatı ne olursa olsun idare tek bir yetkilinin elinde kalırsa işler çok daha kolaylıkla halledilir. Önemli olan o kişinin, o yeri kendi canı gibi sevmesi ve turizmciliği kâğıtta değil pratikte bilmesi. Pansiyonculuk, Marmaris'te en kısa zamanda ele alınması gereken bir konu. Turizrnden Yunanistan'ın yılda 1.5, halya'nın 4.6, İspanya'nın 6 milyar dolar kazandığı dönemlerde bizim yıllık gelirımizin iki yüz elli milyon dolarda kalması, hatta zaman zaman gerilemesi durup dururken olmuyor. İstediği kadar radyolar ve televizyonlarda turistlere iyi davranılması yolunda sloganlar atılsın, pansiyonculuk, otelcilik ve diğer hizmetler denetlenmez ve çok kaliteli turistik tesisler hizmete girmezse, gelirimiz daha da düşeceğe benzer. Marmaris'te bir pansiyonda yatak ücreti 500 lira. Sınıflandır Marmaris^te bir pansiyonda yatak ücreti 500 lira. Sınıflandırma olmadığından bir odayn yedi yutak koyan da, en iyi otel koşullarına w\gıın Bir yutak da veren 500 liradan fazla alamıyor. Tabii müşteri rahat ettiği konforlu oda için açıktan pansiyon sahibinin eline para stkıştırıyor. bulunmadan. Şimdiye kadar lütfettikleri tek yardım Marmaris Festivali sırasında konuklann taşınması için kullanılan taksilerin gideri elli beş bin lirayı ödemek oldu. O da herhalde yabancı plakalı özel arabalanyla yolcularını taşıyarak yerli taksilerin işini almanın yarattığı vicdan azabını hafifletmek için olsa gerek. • Marmaris'te PTT'nin genç ve çalışkan bir müdürü var: Okşan Oktay Algan ile Belediye Reisi uyum içinde çalışıyorlar. Uyum içinde çahşmanın ne güzel üninler verdiğini bilirsiniz. Ama doğrusu Marmaris'te Belediye Reisi ile herkesin uyum içinde olduğu söylenemez. Belki de bunda onun doğruyu pat diye söylemesinin ve eleştiriyi çok kolay kabul etmemesinin payı var. Ancak ona destek olanlardan çok köstek olanlar var. Belediye Başkant Adil Bey tuvaletler konusunda şöyle diyor: Meydana pınl pınl bir tuvalet koydum. Ama 3 ay sonra rezalet bir hal aldı. Her şey çalındı. Hadi onları yerine koyabiliriz ama halkımıza tuvaleti temiz tutmalan için kurs mu açalım? cek parayla kendi vidanjörümüzü ve diğer hizmetlerimizi halkın emrine vereceğiz." Orman evleri, YSE kamplan da sevimsiz yapılarıyla buralan çirkinleştiriyor. Dünyanın en güzel koylarından birinin enternasyonal oteller tarafından turistik köyleri haline getirilme istekleri bu kamplar yüzünden geri çevrilmekte. Halbuki kamp sahipleri birkaç koy ileriye kamplarının aktanlmasını istemekle turizmimize ne kadar hizmet edeceklerini bilseler! Martı Oteli Içmeler'in en lüks oteli. Ancak diskonun gürültüsü birçok turistin otelden kaçmasına neden oluyor. Geçenlerde vam ederse daha çok "apollolar" parçalanır Marmaris'te. Rıhtımdaki malum gemideki müzik sesi de, lokantalardan yükselmeye başlayan cızımlı sesler de, açıkhava eğlence yerlerindeki çingenelerin müzikleri de insanları yavaş yavaş değil, şiddetle canından bezdirmeye başladı bu yıl. Adil Bey gemiye de, her yere de istediği kadar ihtarlarda bulunsun, ekibindeki memurlar sürekli kontrol etmezlerse Marmaris panayıra dönecek. Bir de yabancı para değiştiren bankaların açık olmama konusu var. Aynı anda yemek tatiline çıkan iki banka memuru turistleri saatlerce bekletiyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle