19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
:UMHURÎYET/8 HABERLER 9 AĞUSTOS 1983 ya çıkarılıyordu. Şimdi olayı şöyle somutlayalım: 1Yunanistan'ın elindeönemli stok sünger bulunuyor.Yunanis tan'ın 1980 yılında 25 ton pazarladığı AET piyasasının 1981'de sadece 15 ton alım yapması, bu stoku artıran bir etken oldu. Bunun üzerine Yunanistan, Türkiye'den 1981'de ithal ettiği 10.4 tonluk süngeri önemli ölçüde azaltarak 5.9 tona düşürdü. Yunanistan bunun için bir idari sınırlama yapmadı. Sadece Türkiye'den ithal ettiği süngere yüzde 17 gümrük vergisi koydu. 2Türkiye'nin 34003500 TL'den pazarladığı süngeri halen yeni palazlananlar Filipin, Küba ve Tunus 910 TL birim fiyatdan satıyor. 3Türkiye'nin önemli bir alıcısı olma yolunda olan Ispanya Türkiye'den Küba'ya döndü. Sünger olayındaki bu gelişmeler önemli bir gerçeği ortaya çıkarıyor: Küçük deyip geçmeden her ürünün pazarlaması döviz kasasını etkilemesi açısından önem taşımakta. Sonuçta, Türkiye'nin bir süngerde sağladığı 94 milyon TL karşılığı dövizi on üründe sağlaması halinde önemli aşama katedecektir. Bunun için de yeni pazar arayışları esnek bir politika izlenmesi ve dış pazarlamantn etkinliği olan büyük ihracatçı konsorsiyum şirketlerce yapılması önem kazanıyor. Bu aktardıklarımızın önemi, Türkiye'nin en büyük ihracatçısı olan Ömer Cizdar'la, Bodrum'un bir ara sokağında sohbet ederken daha iyi anlaşıldı. Yıkık bir binada 100 milyon liralık bir stok süngeri bulunan Cizdar, "bu bina sigortalı mı?" sorumuzu, "nerde? Aynca neden gerekir?" diyordu. Oysa Cizdar pazarlama yaptığı Ispanya'dan dış temas gezisinden yeni dönmüştü. Oysa ufacık bir yangın, Cizdar'ın konumunu, "Dimyat'a pirinçe giderken, evdeki bulgurdan olma" noktasına getirebilirdi. Sünger ihracatçısı Ömer Cizdar üretim tekniklerinin ilkelliğinin bu ihracatı düşürdüğü savına şöyle yanıt veriyor: Beyim, sarartma, ağırtma yolları diyorsunuz. Bu işlerle kim uğraşır? Sünger diye diye yoruldum bu işlerden. Kolay mı 47 yıldır aynı işle uğraşmak? Şimdilerde ricalar üzerine bu işin içindeyim. Hadi o makineyi aldık getirdik, taktık. Ne olacak yani, işler düzelecek mi? Ömer Cizdar böyle söyleye dursun, bir başka küçük sünger ihracatçısı, Yusuf Görgül ile görüşüyoruz. Liman Caddesi'nde "arkaik devirden kalma" büro eşyalan içinde tane tane anlatıyor: Ben 1958 yılında ABD'ye 800 kilo sünger sattım. Bugün ise hiçbir şey satamıyoruz. Bir kere tekneler sünger avına elverişli değil. Yetersiz krediler donatımın yenilenmesini engelliyor. üstelik bir Üretim süreci yok. Alınıyor, depolanıyor ve satılıyor. Sonra ihracat kalite ayrımı yapılmadan gerçekleşiyor.. Bu nedenle ihracat, yani dışalıcılar yitiriliyor. Bugün için 1.5 milyondan aşağı yapılan bir sefer hazırlığı, ancak kıyı süngerciliğine yeterlidir. Bir sünger teknesine 350 bin lira akaryakıt, 60 bin lira donatım ve 300 bin lira kumanya parası gerekiyor. Geçtiğimiz yıllarda, 300 bin lira olan Ziraat Bankası kredisi bugün 800 bin liraya çıkarılmıştır. Bunun yetersiz olduğu bir gerçektir. Süngerci tek dayanak olarak, Ziraat Bankası'nı görüyor. Ziraat Bankası'nın kredi düzeni belli bir öncelikler dizisini izliyor. Faiz olayı ise, ayrı bir sorun. Ilk kredide yüzde 22 olan faiz, yüzde 3335 düzeylerine çıkabiliyor. Oysa komşu Yunanistan özel bir proje uygulayarak süngercilerin sorununu çözümlemiş. Tekne başına 34 milyon lira kredi veriyor. Kredi derken, işin bir başka çıkmazı, vergiyi görüyoruz. 1981 yüının başlangıcında yapılan vergi düzenlemesiyle tarımsal ürünlerin satışında yüzde 5 stopaj uygulaması başladı. Daha sonra bu oran yüzde 2'ye indirildi. Türkiye'den yılhk katma değeri 100 milyon lira olan bir ürünü böylesi bir vergi çemberi içine almak anlamsız değilmi? Biz şövenist değiliz ama, şunu belirtmekte yarar var: Bugün dünya pazarları, Yunanlı süngercilerin elinde. İster Ispanyol, ister Fransız, ister Amerikah olsun hepsinin altından bir Yunanlı çıkmaktadır. Bodrumlu süngerci Arif Karakaya temelde ham olarak 44 dolar olan süngeri işleyerek 110 dolara satabilmektedir. O halde süngerin işlenmesi koşuldur. Sünger emekçisinden patronuna ve ihracatçısına dek uzayan bu sorunlar zincirinin mutlaka çözülmesi gerekmektedir... BİTTİ SÜNGER DENİZİ HİKMET ÇETİNKAYA 100 milyonluk sünger, sigortasız yıkık bir binada stoklanıyor Düne dek dünvada tek ana sünger üreticisi durumutıda olan Türkiye, 1980 yılından sonra bir sıkışıklığa girdi. Pazara yeni ülkeler girmişti. Kimdi bunlar? Bir Küba, bir Filipinler, bir Tunus mu? Bunlar kalite düşürme pahasına fiyatları dampingleyince, aynı yarışta uyumsuz davranan bir Türkiye, 1 yıl içinde dışsatımını 9.6 tona düşürmek zorunda kaldı. Ürünleri Genel Müdürlüğü'ne bir rapor sunuldu. "hizmete özel" olan bu raporda, süngerin dünü ve bugünü araştırılmıştı. Raporda, 1970 yılında 150 ton olan sünger ihracatının, 1979 yılında 31 tona düştüğü belirtiliyordu. Tarım ve Orman Bakanlığı "hizmete özel" rapordan sonra ivedilikle harekete geçti. Güllük Körfezi'nde avlanma yasaklandı. Türkiye, bir yıl içinde dışsatımını 9.6 tona düşürmek zorunda kaldı. Daha da önemlisi monopol koşullarda belirlediği piyasada göreceli üstünlüğünü yiürdi. "Üçüncü Dünya'nın sünger çıkartması" derken, bir de b.azı Batılı ülkelerin dünya ticaretini saran durgunluktan çıkış için sürümü az bir süngere, "damlaya damlaya göl olur" mantığı içinde girdikleri görüldü. Bir Fransa, Akdeniz kryıların POLİTİKA VE ÖTESİ MEHMED KEMAL Küçük Şeyler Ama • •« Gökçeada'daki Mikrobiyoloji Enstitüsü çalışanları EnstitU teknesiyle avladıklan süngerleri incelemeye götürüyorlar. Deniz masmavi bir ovayı andınyordu. Gölköy'de diri bir gün gümüş ışıldannı sarı benekli bahçelerin arasından üzerimize döküyordu. Nuri Temiz, Bahtiyar Gürel, Nedim Şener'le işte böyle bir günde "sünger olayı"nı konuşuyorduk. Bu deniz kurdu insanların öyle çok öyküleri vardı ki. Nuri'ye "şu dalma işini anlatsana" dedim. Kınalı bıyıklannı çekiştirdi. Karşıdaki mor dağlara dikti gözlerini. Nasıl anlatsam ki? Anlat işte. Bu denizin kudurduğunu gördün mü bilmem. Fena küdurur, öff öyle fena ki... Sigarasını çekiştirdi... tlkel avlanma vardır bizim için. Bizler garibanız. Ama çok tehlikelidir. Küçiik bir tekneye bağlı bir urganın ucundaki taş ve demiri elimize alarak dalanz. Dibe indiğimizde ağır cismi yere bırakırız. Ama ipi belimize dolarız. tple kalabildiğimiz ikiüç dakikalık süre içinde, deniz dibindeki irili ufaklı süngerleri toplanz. En fazla 2025 metre dalabiliriz. Nuri'nin anlattıkları böyle. En ilkel dalış bu. Böylesine korkusuz sünger emekçileri. Ölümü göze alarak bir ekmek savaşı veriyorlar. Bu avlanma sığ sularda oluyor genellikle. BİR RAPOR... Geçtiğimiz haziran ayında, Su Sünger ihracatçısı Yıısuf Görgül anlatıyor: Ben 1958 yıhnda ABD\e 800 kilo sünger sattım. Bugün ise hiç birşey satamıyorıız. Bir kere tekneler sünger avına elverişli değil. Yetersiz krediler dpnatımm yenilenmesini engelliyor. Üstelik bir üretim süreci yok. Âlınıyor, depolanıyor ve satılıyor. Sonra ihracat kalite ayrımı yapümadan gerçekleşiyor. Bu nedenle dışatıcuar yitiriliyor. Şimdi şöyle bir sorahm: Sünger üretim ve dışsatımında neler oluyor? Düne dek dünyada tek ana sünger üreticisi durumunda olan Türkiye 1980 yılından sonra bir sıkışıklığa girdi. Pazara yeni ülkeler girmişti. Kimdi bunlar? Bir Küba, bir Filipinler, bir Tunus mu?... Bunlar kalite düşurme pahasına fiyatları dampingleyince, aynı yarışta uyumsuz davranan bir daki sahili 250300 km. iken sadece 1982 yılında 110 ton ihracat gerçekleştirildi.Tabii ki reeksport yoluyla... Dünya ticaretini şekillendiren GATT örgütü istediği kadar gelişmiş ülkelerin ticaretlerini serbest (libere) yapma larını öngörse de kriz kapıya dayanınca, adı reeksport olan bir ürun kapatma yöntemiyle gelişmekte olan ülkelerin süngeri alınıyor ve daha sonra yüzde 100 artışla bu ürün yeniden piyasa Hem tatîl yaptılar, hem halk danslanmızı öğrendiler SERPİL GÜNPÜZ MARMARİS Marmaris'in dağları çam ağaçlan ile kaplı Turunçköy'ünde ilginç bir olay yaşandı. Iskandinav ülkelerinden gelen 25 kişilik bir ekip, insanlann meraklı ve şaşkın bakışları arasında, Türkiye'nin değişik yörelerinden halk dansları ve türküler öğrendiler. 12 yıldan bu yana Norveç'te işçi olarak çalışan Doğan Gürsel'in eşliğinde, Türkiye'ye gelen grubu, folklor öğretmeni Recep Ali Yüce île birlikte 10 kişilik bir Türk ekibi çalıştırdı. Aynı ekip Fransa'dan gelen bir başka grubu daha sonra Erdek'te çalıştıracak. İşçi Doğan Gürsel'in belirttiğine göre Iskandinav ülkelerinde bağımsız olarak çeşitli ülkelerin folklorları üzerine çalışan Uluslararası Folklor Kulüpleri var. Bunlardan biri Norveç'in başkenti Oslo'da bulunan "Oslo Uluslararası Folklor Dans Kulübü". Bu kulüp bütün İskandinav ülkelerini içinde barındınyor. 1975 yılından bu yana da değişik ülkelerin folklorları üzerine çalışıyorlar. Aynca Oslo'da, Doğan Gürsel'in kurmuş olduğu "AyYıldız" folklor ekibi var. Burada Türk halk danslarını öğrenen ekibin tamamı Norveçli. Doğan Gürsel'in açıklamalarına göre, Iskandinav ülkelerindeki folklar kulüplerinin ortaklaşa çıkardıkları "Gaida" adlı dergi aracıhğıyla ilan verilerek bu konudaki isteklilerle ilişki kuruluyor. Türk halk danslarını öğrenmek ve tatil yapmak üzere Türkiye'ye gelecek olan grup dergi yoluyla belirlenmiş oluyor. Türkiye'de 20 gün kalan ekip, pratik çahşma yanında teorik eğitim de gördü. Teorik eğitimde geleneksel Türk çalgılarının yapılarını ve özelliklerini öğrenerek, ülkelerine dönen grup, Türk halk danslarını öteki kulüp üyelerine de öğretip gösteri yapacaklar. Mühendis, öğretmen, öğrenci, hemşire gibi çeşitli meslek gruplarından kişilerin oluşturduğu ekipte daha çok bayanlar göze çarpıyordu. Folklor öğretmeni Recep Ali Yüce'nin belirttiğine göre de Antep yöresinin "Oğuzlu" adlı oyununu çok hoşlanarak oynadılar. Grupta bulunan Norveçli tiyatro öğrencisi olan bayan, geçen yıl sahneledikleri bir oyunda, "Egin" yöresinden bir halk türküsünün müziğini fon olarak kullandıklarını Doğan Gürsel aracıhğıyla bize aktardı. Oslo'da Türk işçi çocuklanna öğretmenlik yapan Bente Myrenge 30'a yakın şubesi ve üye sayısı 2 bin olan "Oslo Uluslararası Öğrenci Folklor Kulübü"nün (OSIF) Yönetim Kurulu'nda. Türk halk dansları konusundaki düşüncelerini şöyle özetliyordu: "Türk halk dansları çok değişik ve çok zengin bir kültüre sahip. Aynı zamanda sert ve yumuşak olabiliyor. Bu güne dek •Elçantası içinde pasaport hüviyet cüzdanı videotelevizyon kayıt belgeleri ve 10.000 markımı kaybettim. Bulan mükafatlandınlacaktır. 357 43 56 OSMAN KELEŞ unutulmamış olması ve küçük çocuklann dahi oynamaları çok ilgimi çekti. En beğendiğim halk dansları Antep yöresinden. Çünkü bir arada ve omuz omuza oynanıyor." Norveç Su Araştırma Enstıtusu'nde, araştırma görevlisi olarak çalışan Kari Ormerod ise şunları söylüyordu: "Türk halk danslarını sevmesek zaten burada olmaz ve oynamazdık. Sizin halk danslarıntz tümüyle omuz omuza ve hep birlikte kaynaşarak oynanıyor. Oysa Norveç'te bizim eski kültürümüzden kaynaklanan halk danslarımız, artık kayboldu. Hâlâ oynanmakta olan halk danslanmızda ise karşılıklı iki kişi oynamakta. Oysa sizin kalabalık ve omuz omuza oynanan hareketli danslarımzı seviyorum." Oslo Uluslararası Öğrenci Folklor Kulübü"nün (OSIF) şimdiye dek halk danslarını öğrendiği ülkeler şunlar: Bulgaristan, Yugoslavya, Sovyetler Birliği, İsrail, Güney Amerika, lngiltere, Portekiz ve Suudi Arabistan. Geçenlerde gelen fırtına ve sağanak her şeye ve her yere bir zarar verdi, bizim de telefona... Ertesi sabah, telefonu çevirdik ki tıs!.. Ne bir ses, ne bir nefes... Komşudan, şurdan burdan, arızaya haber verdik. "Arıza mı?" "Evet efendim." "Numarasını söyleyin." Söyledik. Meğer ne çok arızalı telefon varmış, ekip çıkmış, onaracakmış, falan filan... Durmadan konuşuyor, ilgileniyorlar diye düşündük. O gün geçti, yapılmadı. Ertesi gün gene aradık. Eşe dosta da, telefonu olanlara da haber saldık. Onlar da arızaya söylüyorlar. Bekliyoruz. O gün de geçti. Gene bir şey yok. Hanım nicedir hasta. Telefondan başka aracımız yok. Doktor, ilaç hep telefonla sağlanıyor. O gün de geçti. Ben gazeteye geldim. Bizim santral memuru Satılmış'a durumu anlattım. "Ağabey, ben ilgilenirim." dedi. "Tanıdığın var mı?" ' "Var tabii. Bizim gazetenin telefonlan arızalanınca ederim. Hemen yaparlar." "Amirler mi?" "Amirler de var, memurlar da var." Birkaç telefon numarası gösterdi. Onlara ediyormuş. Hemen yapacaklarmış. Bekliyoruz. O gün de geçti. Ertesi gün gene gazetedeyim. Telefon Başmüdürünü tanıyan bir arkadaşım var, ona söyledim. Yanımdan telefon etti. Durumu anlattı. konuşmalarını dinliyorum. "Nasıl olur." dedi. "Hemen arızaya söyleyin, derhal yapılacak! Borcu var mı? Yok... Öyleyse ne diye yapmıyorsunuz? Ekip yola mı çıktı? Hemen oraya da uğrasın." Konuşuyor, umutlanıyoruz. Gazeteden evin arası epeyce var. Birkaç saat sonra eve geldim, telefonu kaldırdım, gene tıs... Ne bir ses, ne bir nefes... O gün de geçti. Ertesigün akşam üzeri, saat 17'ye 15 kala eve gelmişler, ahizeye bakmışlar. Gürültülü, patırtılı, şöyle bir bakıp gitmişler. Hanım hasta ya, evde kızım var. Aşağıdan almış: "Bakın annem hasta," demiş. "Telefon lâzım. Acaba ne zaman olur?" "Bugün olmaz! Arızayı bulamadık, mesai bitti." "Yarın olur mu?" "Bilmeyiz, yarın mı olur, öbürgün mü olur, bir ay sonra mı olur." Kız bir şey söylemesin, darıltmasın diye hanım eteğinden çekermiş. Onarıcılar hoyrat, kaba, yukardan konuşuyorlar. Ne desinler, bize telefon gerekli, pısmışlar. Ben geldim, anlattılar, kime ne söyliyeyim!... Başmüdüre söylettik, Bakana da söylenmez ya... O gün de geçti. Ertesi gün, arızayı gene aradım. Sabahın erken saatinde. "Hanımefendi, arızalı. Yazdırdık. Dört gün oldu. Rica edeceğim." "Arızalı ise yapılır." "Ne zaman?" "Zaman veremeyiz, yapılır." Sanki bankam, holdingim battı da devlet yardımı istiyorum. Öylesine sert, yanıtsız, yukardan konuşuyor genç bayan. "Kızım şey..." diyecek oluyorum. "Ben sizin kızınız değilim." Kızım da telefoncu olsa, onlar gibi konuşacak, öyle eğitimli bir üslup ki, birbirinin aynı. Dtşarı çıkıyorum, bizim eve gelen tellere bakıyorum. Bizim kapıcı yanıma geldi. "Geldiler, baktılar," dedi. "Bulamadılar." "Ne yapacağız?" "Siz olsaydınız, birkaç kuruş verirdiniz. Öteki komşular öyle yaptılar." Rüşvet mi, bahşiş mi? Hani iki kişi arasında oluyor, 'alan razı, veren razı' diyip sineye çekeceğiz. Ama adamlar ortada yok ki!... Cuma oldu, ertesi gün cumartesi. Hani bizim sokakları telefon yüzünden köstebek yuvasına döndürmüşlerdi ya... Onlar sokağı ölçüp biçiyorlar müteahhidin işini teslim alıyorlar. Onlara söyledik, "Bizi ilgilendirmez" dediler. Komşu yanaştı, "Siz gazetecisiniz, yazsanıza bunu!..." dedi. Bu kadar adama söyledik, söylettik, hani yazsam ne olacak, bundan önce çok şeyi yazdım ne oldu? MARMARIS MAKfcl H0TEL4750O İSKANDİNAV ÜLKELERİNDEN 25 KİŞİLİK EKİP Marmaris'in çam ağaçlan ile kaplı Turunç köyünde Türkiye'nin değişik yörelerinden halk dansları \e türküler öğrenen ekip, Türk halk danslarını omuz omuza aynandığı için daha çok sevdiler. •OMUM T.M.T OTEL yarımpansıyon RTHİVİ Genç Doktorlar: Parasızlar giremez diyelim yu da parasız ilaç verelim ASİYE UYSAL Cerralıpaşa ve Istanbul Tıp Fakültelerinde uzmanlık öğrenimi gören genç doktorlar, üniversitelerin Devlet hastaneleri gibi her türlü hastayı kabul ettiklerini, buna karşılık parasız hastaların bakımını üstlenmediklerini söylüyorlar. Bu durum nedeniyle hasta ile "karşı karşıya" bırakıldıklarını belirten doktorlar, "Ya hastane kapısına parasızlar giremez yazılsın. Ya da gücü yetmeyen hastalara kullanmamız için ilaç ve malzeme verüsin," diyorlar. Devlet hastanelerinde beklediğini bulamayanlar, şanslarını bir de üniversite hastanelerinde denemek istiyorlar. Veya çoğu yurttaş, gerek yakınlarında gereksinimini karşılayacak bir hastane olmadığından gerekse "daha iyi bakıldığı" düşuncesiyle doğrudan üniversite hastanelerine gidiyor. Ancak çoğu kez kalabalık reçeteler, ardı arkası kesil meyen röntgen ve tahlillerle ceplerini tümüyle boşaltmak, bazan koldaki bileziklerini, hayvanlannı satmak, bazan da borca girmek zorunda kahyorlar. Ceplerinde boşaltacak parası, satacak malı, borç alacak kimsesi olmayanların çok az bir bölümü, hastanenin yoksullara tanıdığı kısıtlı olanaklardan yararlanabiliyor. Diğerleri boyunlannı bükerek geri dönmek d u r u m u n d a kahyorlar. Hastayı ikna etme görevi çoğunlukla araştırma görevlisi ya da uzmanlık kadrosunda görevli doktorlara düşüyor. Parasız hastalar karşısmda elleri kolları bağlı çaresiz kaldıklarını söyleyen genç doktorlar olanakları zorlayabildikleri ölçüdedurumu"idar e " etmeye çalıştıklarını belirterek şöyle konuşuyorlar: "Elimizin altında sürekli ilaç ve malzeme bulundurulmalıdır. Yok, üniversite sağlayamayız diyorsa, kapısına parasızlar giremez yazılsın. Ya da Universitede tedavisi yapılan yoksul hastaların giderleri Devlet tarafından karşılansın. Diyelim bir hasta geldi. Hastanın parası yok. Acil tedavi gerekiyor. Teşhis için îilm, film için para gerekli. Oysa hastane ücretsiz film çekmez. Eczane parasız ilaç vermez. Kan tahlili yapılmaz. Kan ise hiç verilmez. Bu durumda hasta ile karşı karşıya biz kahyoruz. Özel ilişkilerimizle ilaç, serum bulmaya çalışıyoruz. Ama, bunun için de vakit geçiyor." Bu durumun, üniversitelerin öğretim, araştırma ve sağlık hizmetine yaklaşımının yanlışhğından kaynaklandıgmı ifade eden genç doktorlar, "Devlet hastaneleri gibi her türlü hastayı kabul ediyoruz. Ama parasız hastaların bakımlannı Ustlenmiyoruz," diyorlar. Öte yandan, toplumda doktorun çok kazanan bir kesim olduğu doğrultusunda bir kanının yaygın olduğunu anımsatan genç doktorlar, buna karşılık hastaya asıl hizmet veren kendileri olduğu halde arada ezildiklerini söylüyorlar. Yurttaşlardan, bu önyargıyı değiştirmelerini ve kendilerine daha anlayışlı davranmalarını isteyerek çahşma koşullarıyla ilgili olarak şu örneği veriyorlar: "Haftada bir ya da iki kez nöbet tutmak zorundayız. Eğer nöbetimiz cumartesi gününe denk gelmişse, sabah saat 7.30'da nöbeti devralıyoruz. Bütün gün çalıştıktan sonra o gece, ertesi gün ve ertesi gece sabah saat 7.30'a dek nöbet devam eder. Pazartesi günü de normal mesaimize başlanz. Ve sorumlu olduğumuz serviste, her günkü normal işlerimizi yürütmek durumundayızdır. Hastalarla ilgileniriz. Ameliyatlara gireriz. Ameliyata girmek demek sabahtan akşama aç susuz çalışmak demektir. Gece nöbeti için ücret istediğimizde, öğrenci olduğumuz anımsatıhr. Buna karşılık bizlere insan hayaU devredilir." 38 KİŞİLİK MEZARL1K Sabancılar 6 milyon lira harcayarak 3î kişi için özel mermerlerden aile mezarlığı yaptırdılar. SEKEniB OTEL23500 Sabancıiar Adana'da anıt mezar yaptırdı SEMİR YALÇIN ADANA Adana Asri Mezarlığı'nda Haslar ve Ramazanoğulları ile Karabucaklar'dan sonra ünlü sanayici aile Sabancılar da anıt mezar yaptırdılar. Damarlı özel tür mermerlerden yaptırılan anıt mezar 38 kişilik olarak düzenlenmiş ve sadece mermerlerine 6 milyon lira harcanmış. Sabancılar, ilk mezar yerini 1966 yılında babaları Hacı Ömer Sabancı'nın ölümünden sonra almışlar. 72 metrekare olaral alınan bu yer daha sonra 1979 v< 1982 yıllarında da alınan yeni parsellerle toplam 174 metreka reye çıkarılmış. Sabancı ailesi için hazırlanmı 38 mezardan ikisinde şu and, Baba Hacı Sabancı ile büyül oğul Ihsan Sabancı yatıyor. Me zarların baş tarafında 5 metre> bulan anıtm ön ve arka cephe lerinde "Sabancı Aile Mezarlı ğı" yazısı yontulmuş. Diğer il yanda ise Hacı ömer Sabancı nın yaşam öyküsü bulunuyor. 1 yaşında çalışmak üzere geldij Adana'da bugünkü servetin n; sıl elde edildiği anlatıhyor.. Mezarlıklar Müdürlüğü'nü kayıtlarından anlaşıldığma görı ilk aile mezarlığı yerini Güle Ailesi ayırtmış ve 288 metreki re alanı ücret karşılığı 1947 yılıı da satın almışlar. Bunları dal sonra 1944 yılında Ramazam ğullan izlemiş ve onlar da < metrekare yer almışlar. Hasl da 1947 yılında 120 metreka yer ayırttıktan sonra 196619' ve 1981 yıllarında aldıkları 9 p£ sel ile 174 metrekarelik yerin t pusu da Sabancılar adına düze lenmiş. OATÇA 55000 AKTUR VİLLALARI 10 Gun 9 Gece Her Cuma Krain Hareket Fıyatlarımıza ozet otobıh + Ikramlar i Rehberıniz tServıs ve Vergtler dahıldir Barbaros Bulvarı 35/5 Beyktaş • tst 16110741618226 1612281 Kadıkoy Abentur JJ7 61 07 A tSTANBUL TEKNİK ÜNtVERStTESİ REKTÖRLÜĞÜNDEN 3336 sayılı diploması kaybolan 19761977 güz dönemi mezunlanndan Bahri özdemir'e duplicat diploma verileceği bu husustaki yönetmeliğin 6. maddesi uyannca üân olunur. Basın: 8450 Taksimetre açmayan şoförler cezalancurılacak İstanbul Haber Servisi Son benzin zammını gerekçe göstererek taksimetreli bazı taksilerin taksimetrelerini açmamaları ve "Belediye yeni tarife verecek" söylentileri karşısında İstanbul Belediyesi yetkilileri, "Böle bir şey söz konusu değildir. Benzine yapılan yüzde 8'lik zammın tarifelere yansıtılması düşünülemez. Taksimetresini açmayan şoförlerin Belediye zabıtasına bildirilmesi durumunda gereken cezai işlem yapılacaktır," dediler. İstanbul Belediyesi ilgilileri, kentiçi toplu taşım konusunda halk otobüsleri aracılığı ile önemli bir gelişme sağladıklarını belirttiler. Sayıları 400'e ulaşan halk otobüslerinin yıl sonuna dek 500'ü bulacağmı bildiren ilgililer, kaçak çalışan minibüslerin denetimler sonunda ortadan kalktığını ve bir çok minibüscünün halk otobüscülüğü >apmak istediğini söylediler. Sınava Doğru (Eski sayıları 75 TL.'lik pul göndererek isteyebilirsiniz.) • Alucranın Çamoluk nahiyesinden aldığım niifus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. MEHMET TATAR • Dobermon yavrusu 168 29 21
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle