25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Burada aydın, çok okuyup yükselmesinden değil, halka, topluma kendini uzak tutmasından ötürü eleştirilmektedir; hattâ böylesi bir aydını bilgili saymak da yanlış olur, yalap şaptır o bilgi elbet, yakmılan şeyleri değiştirmeğe yaramadıktan sonra. Kısacası, halkın gelenekçi, dinsel eğilimlere bağlı olması değildir aydının güç durumunu açıklayan neden, gene kendindediı onun sorunsalı, iyi bir aydın olmayı başaramamasındadır... Bu gibi sonuçlar çıkıyor ortaya. Şunu da düşünmeden edemedim: Gramsci, "yeni aydın"ın özelliklerini sayıp dökerken, bunlann "eski aydın"da bulunmadığım anlatmak istiyordu elbet. öyle ise nelerdir yeni aydını oluşturan koşullar? Anlık (intellect) kendi başına bir atılım mı yaptı, yoksa o da toplum gibi, toplumla birlikte mi değişmektedir? Başka bir deyişle, olması gerekeni salt anlıktan mı beklemeli? Bizde eskiden "münevver" denen (Azerbaycan'da "ziyalı'diyorlar) aydın, adından da anlaşıldığj gibi, "aydınlanmış kişi" anlamına geliyor; kafası bilgi ile, görgü ile donanmış, böyle olduğu için de, çevresini, toplumunu aydınlatan adam. Bu "aydınlık" nasıl kazanılır? "Intelleçtuel" sözcüğünün anlamında var bu sorunun yanıtı: "Intellecf'ini (anhk'ını, eski sözcüğu ile müdrike'sini) çalıştıran adam. Demek herkesin kolay kolay yapabileceği bir iş değil bu. Öyle olsaydı "intellectuel" sözcüğünc gerek kalmazdı. Oysa "anlık" bir yeti olduğuna göre, insanoğlunun bir özelliğidir, çünkü insan, kavramlarla düşünür. Skolastik felsefe "ns"u dnyamlarh» ahnan gcreçteri kavramsal olarak işleme", "anlık"ı ise "her türlii duyarlıktan bagımsız olan idelerin bilgilerine vartna" biçiminde tanimlamıstır. Ama bu anlayış eskide kaldı," Aydınlmnma" çağmdan sonra düşünme ve bihne" yetisi anlamına yorumlandı, anlık, ki bunun içinde somut düşünceler olduğu gibi, soyut düşünme yetisi ve kılgı da vardır. Demek anlığını çahştıran kişi, düşünmeyi, hem soyut^ hem somut yflnde, hem de kılgısal olarak başanr. Ama böyle bir başanya ermek için, öğrenim, bilgi, görgü yetmez sadece, belli bir dünya görüşünü de gerektirir, ancak böyle bir bütünleme ile bilgi, aydınlık yerici, aydınlanmayı gerçekIeştirici olur. Uzmanlaşmanın akıl almaz boyutlara vardığı günümüzde ise, bütünlemeyi başarmak, bilgi edinmekten çok daha güçleşmiştir. Bu yüzden, uzmanlar, bilgili kişiler arasında "aydm"ı bulmak için çırpmıp dunıyoruz; kendi bilgi, uzmanlık alanı içine kapanmış olana, halktan uzak düştüğü için acıyor, ya da uzmanlık söyleminin tek başmabğma bakıp kızıyoruz. Aydın olmak her zamankinden daha güçleşmiştir çağımızda, çünkü " n s " da, "»nlık" da yeni yorumlara uğramış, yeni anlamlar kazanmağa başlamıştır. Bugün "usa dayanma", artık eski Yunan'daki ve 18. yüzyıl Avrupasındanki anlamlannı taşımıyor. öyle ise çağdaş aydın, çağdaş aydmlanmanın bütUncül niteliğıne ermiş bir kişi demektir. Ama kolay mıdır bu? Eğiti mi, öğretimi metafizik, inakçı (dogmacı), skolâstik bir düzeyde kalmış bir toplum nasıl yetiştirir çağdaş aydını? Öyle birinin ne büyük güçlükleri yenmesi gerekir? Hele klâsik aydınlanmadan da, 18. yüzyıl aydınlanmasmdan da geçmemiş toplumlar için durum büsbütün umut kırıcı olabilir. Bilme, kendimizi, insanhğı, doğayı bilme, her şeyden önce, usun bagımsız düşünebilmesini gerektinr, bu ise usa karşı olan inakların yenilmesine bağlıdır. Aydınlanmağa böyle girilir ancak. Imdi, aydınlanmayı yaşamamış bir toplumda, aydın kişinin yetişip yetişemeyeceği sorunu, demek üzerinde düşünülmesi gereken en önemli sorundur. Kuşkusuz, bildiğimiz aydınlanma çağlannı yaratanlar da gene aydmlardı; daha doğrusu, bu karşılıklı ilişki, diyalektik bir nitelik taşır. Hattâ aydınlanma ve aydın ilişkisi, belli özdekselekonomik koşulları da gerektirir. Bütün bu sayıp döktüklerim açısmdan, ben, bizim aydın sorunumuzu irdelemeğe kalktığımda, büyük güçlüklerle karşılaşıyorum, kestirip atamıyorum, "us"umu, "»nlık"ımı nasıl çalıştıracağımı bilemiyorum. Hani, "Atatürk'ün güniinde demokrasi var mıydı sanki!" diyorlar ya, aydmlanmanın demokrasiden önce olduğunu bilmediklerinden. Atatürk, inakçılığı, skolâstiği yenik düşürecek bir aydınlanmayı gerçekleştirerek, usun egemenliğini, böylece de özgürlüğü kurma ardında idi. Aydınlarımız, şimdi, aydmlanmanm neresinde bulunduğumuz sorunu Üzerinde düşünmelidirler. Belki böylece aydın tanımına daha da yaklaşmış olurlar. Ben aydmlarımıza ne acıyorum, ne kızıyorum. / TEMMUZ1983 Aydın Kîme Derler? MELİH CEVDET ANDAY Ne demektir "Aydın", kime derler, hep merak ederim; bu könuyu ele alan bir yazıyı nerde b 'lsam, dört elle sarılirım. nDüşün/Yazın Seçkisi"nin i sayısında, Oğuz Demiralp'ın "Aydın mı, entelektüel mî?"başhklı yazısım da işte böyle bir hevesle okudum ve yazı bitince, ne etsem de bu konuyu sürdürsem diye düşüncelere daldım. Ne iyi oldu! Oğuz Demiralp, daha yazısına başlarken konuya gerekli açıklığı getirmek için, elinden geleni yapmaktadır gerçekten: "Batının entelektüel sözcüğünün bizdeki karşılığıeskiden"münev ver"di, şimdi "aydnV'dır; oysa entelektüel, entelekt'ini yâni "anhk"ım çalıştıran, kafa isi yapan demektir... Bizde "aydın" Batıhlaşma devinimiyle Türkçeye yerleşmiş bir sözcük. Batılı gibi duşünmeği öğrenmiş ve bildiğini, doğulu halkına öğretmek isteyen, kendini halkına yol gösterici, ışık tutucu ilân eden kişi. Toplumsal öncü." Bu tanımdan sonra konusunu geliştiren Demiralp, bizdeki "aydın"ın talihsiz durumuna getiriyor sözü, diyor ki: "Klâsik aydın tipimiz Batı'nın usçu, olgucu, kısacası kentsoyluluğun ileri dönemine ait Aydınlanma Çağı düşüncesini benimseyen kişidir. Bilgi, görgü yoluyla halkının çok iistüne çıkmıştır. Buna karşın, bu halkın bir çocugu olmasından gelen sorumluluk duygusunun itmesiyle ya halkın düzeyine inerek ya da onu kendi düzeyine çıkararak, onunla kaynaşmak, ona hizmet etmek istemektedir. Ne var ki, halkın gelenekçi, dinsel eğilimleri, aydının Batıcıhğı ile sürekli olarak çelişmiştir, çelişmektedir. Halk, aydını benimsememiştir hiç." Elbet, Batılı "aydın"ı, bizim "aydın"dan ayırarak varıyor bu sonuçlara Demiralp, başka bir deyişle, özgül bir durumu, bize özgü "aydın" sorununu açıklamak istiyor. Yoksa "aydın olma" tümden gereksiz ve olumsuz bir niteliğe bürünürdü. Anlaşılıyor ki, bizim aydınımız, halkın çok üstüne çıktığı ve halk da gelenekçi, dinsel eğilimlere bağlı kaldığı için, halktan umulmaz bir biçimde ayn düşmüştür. Ama bu umutsuz durumu benimsemek kolay mıdır? "Keşke aydınımız halkın çok üstüne çıkmasaydı!" diyebilir miyiz? Sonra, yalnızca bizde mi görülmüştür bu durum? Batılı tophımların aydınları da, halklannın çok üstünde değil midirler? Dahası var; bizim halkımız gelenekçi, dinsel eğilimlere öylesine bağlı mı bakalım? Bizim toplumumuzda olduğu gibi, başka toplumlarda da, halkı gelenekçi, dinsel eğilimlere bağlamak isteyen başka türden aydınlar yok mu? Ne dersiniz? Yoksa asıl karşıthk bu iki tür aydın arasındadır da, halk sadece seyirci midir? Bitmedi; çok ytlkselmiş olan aydın kişiyi tümden yitmiş biri saymak doğru mudur? Onun etkisi zamanla topluma işlemez mi? Böyle sorular sormağa başladım ketıdi kendime ve baktım konu büsbütün karışıyor kafamda. Derken, Cengiz Bektaş'ın, kitapuğımdaki "Duvarlarm Dışı da Senin" adlı kitabı geldi aklıma. Onu açıp ilk sayfalarını okudum. Yazar, Gramsci'nin şu sözleri ile başlıyor kitabına: "Yeni aydının özelliği, söz ustalığında. yâni duygulanve tutkuları bir an için harekete getiren bu dış giiçte aranmıyor artık. Bu yeni özellik aydının, pratik hayata yapıcı, örgiitleyici, sürekli inandıncı olarak kanşmasındandır. Çünkiı o, söz ustası değildir sadece artık." Gramsci'nin bu sözlerine, kendisi de eklemeler yapıyor Bektaş, diyor ki: "En iyi bîldikleri şey (aydınların M.C.A) yakınmaktır. Yakındıklan küçücük şeyleri bile değiştirmek için, ikisinin iiçünün biraraya gelip parmaklannı oynatıvermeleri yetecektir oysa. fşte böyle, lâf aydını, yalap şalap bilgili, ya da kitaplık rafı kafa): kişileri, çağımız aydın saymıyor artık." Demiralp'ın nitelediği durumdan çok başka birgörünüm ile karşı karşıya bulunduğumuzu ayırdetmemek olanağı var mı? PENCERE Oda ve Bulut Çağrıyı bir kez daha okudum: 'TRT Ankara Oda Orkestrasının Arkeoloji Müzesi bahçesinde vereceği konseri onurlandırmanızı rica ederiz." İstanbul Arkeoloji Müzelerini Sevenler Derneği Ve düşündüm: Arkeolojiyle müziğin ilişkisi ne? Hele Oda Orkestrası niçin bahçede çalıyor? Bilgisizliğim ortaya çıkmasın diye içimdeki soruyu dışa vurmadım. Oda müziğinin 18'inci Yüzyılda saray salonlarında oluştuğunu biliyorum. Müziği severim. Ne var ki sevgi herşeyi çözümlemiyor. Leonardo "Sevgi bilgiden doğar" demiş. Bilgisiz sevgi, kimi zaman insanı boşluğa düşürebilir. Kimbilir, belki artık oda müziği konserleri de açık havada düzenleniyor. Acaba kim ne çalacak? Çağrı kartına bakıyorum: Şef: Gürer Aykal. Solist: Suna Kan. Ne çalacaklar? Haendel, Haydn, Respighi. İlk ikisi iyi de sonuncuyu tanımıyorum; 20'nci Yüzyıldan birisiymiş. •k Güzelim bir akşamüstü, Arkeoloji Müzesinin bahçesinde sanatçıları bekliyoruz. Türk müzeciliğinin babası Osman Hamdi Beyin 19'uncu Yüzyılın sonunda mimar Valaury'ye yaptırdığı yapının koca sütunlan arasındaki girişinde orkestraya yer ayrılmış; bahçeye tahta sandalyeler dizilmiş. İzleyiciler yavaş yavaş yerlerini alıyorlar. Gelen gidene bakıyorum. İçlerinde kimler yok? Bir kitapta okumuştum: Nazi ölüm kamplarındaki gardiyanlar arasında melomanlar da varmış. İnsan ve insanlık sevgisi olmayanda müzik sevgisi oluşabilir mi? Kimbilir. Ben düşünedurayım, sanatçılar yerlerini aldılar, çalrraya başladılar. Bahçedeki binlerce yıllık yontular, zaman aşımına uğramış gömüt taşları, yuzlerce yılı geride bırakmış ağaçlar, iskemlelere dizilmiş insanlar, ağaç dallarında serçeler, gökte kanat çarpan martılar, müzenin çatı aralıklarına sığınan kumrulara doğru yansıdı sesler... / Beş kadın yeşil, on erkek siyah beyaz giysileri içinde, yaylı sazlanyla Haendel'i Arkeoloji müzesinin avlusuna getirdiler. * Ve zamanlar seslerle içiçe girip, görüntülere dolandı. Kemandan çıkan ses, güvercinin kanat çırpması, orkestra şefinin elleri, martının çığlığı, serçenin ötüşü, izleyicinin öksürüğü, ağacın hışırtısı, gömüt taşının sessizliği, Haendel'le sarmallaşıyordUi OKTAY AKBAL EVET/HAYIR Nasıl bir "Basın" isteniyor? Yaz geldi, sıcaklar bastırdı. Her sün değişih içecekler içiyoruz. îçtiklerimiz de pek susuzluğu sidermıyor ya. Ne kadar içmek gerekli, insan onu da kestiremiyor. Bu kadar su içmemiz gerekli mi? İnsan vücudunun yüzde altmışı sudur. Her on kilomuzun altısı su. Su, dokulanmızın, hücrelerimizin yaşaması için, çahşması için zorunlu. Susuz yaşayamayız. Her gün yediklerimizle, içtiklerimizle belirli miktarda su alırız. Ne kadar su almamızın gerekli olduğunu düzenleyen bir "hidrostatsu düzenleyici" mekanizmamız var. Su ve tuzun azalması, beynin alt bölgesini uyarıyor. Bu uyan, "susuzluk" duygusuyla bizi su içmeye yöneltiyor. Yeterince su içince de, susuzluğumuz geçiyor. O bakımdan, susuzluk duyunca su içmemiz gerekli. Günlük su kaybı ve su alımı 2500 ml. ortalamasındadır. Yiyeceklerle ve iç metabolizmayla kazandığımız su dışında içtiğimiz su 10001500 ml. kadardır. Soğuk içecekler susuzluğu daha iyi mi giderir? Soğuk içecekler, ilk içildiğinde serinlik duygusu yaratır, rahatlatır. Ancak, çok soğuk içüdiği zaman mide damarlarında durulmaya yol açarak emilmeleri güçleşir. Onun için, çok soğuk içecekler, verdiği serinlik duygusu kadar yararh değildir. Ayrıca, çok soğuk içecekler sin SAGLIK YÖNETEN ERDAL ATABEK Sıcaklar da ne içelim? önereceğimiz bir içecektir. Yoğurdun için&eki nayvansal protein, her zaman gerekli olan maddeyi bizc verirken, tuz da terlemeyle kaybettiğimiz tuzu karşılamaktadır. Istenen miktarda ıçümesi, mideyi bozmaması gibi özellikleri de diğer içeceklere üstünlüğünü beliflemektedir. Ayranın pek çok yerde içildiğini görüyoruz. Ancak, taze ya^ pılması gerektiği, sıcakta kaldığı zaman ekşidiği için, pazarlanmasında güçlükler bulunmaktadır. Yaz sıcaklanndaki gereksinmeleri en iyi karşılayan bu ulusal içeceğimiz, bugünkünden çok daha iyi değerlendirilmeye değer nitcliktedir. Yazın snyla birlikte tuz da mı kaybediyoruz? Evet. Ozellikle terlemeyle, su yanında tuz da kaybederiz. Normalde terleme yoluyla her gün yanm Utre su kaybederiz. Bu yolla kaybettiğimiz tuzun da ahnması gerekir. Eğer terleme, yaz aylarında olduğu gibi artarsa, su ve tuz kaybımız da artar. Bedensel çalışmalar, spor su ve tuz kaybını arttınr. Bu tuz kaybının karşılanması için, tuzlu içecekler gerekir. Bir litre suyun içine bir çorba kaşığı tuz koyup eritince, gereken yoğunlukta tuzlu suyumuz olur. Bu sudan istenen miktarın içilmesiyle kaybedilen su ve tuz karşılanır. Soğuk bira da yaz aylarında sevilerek içiliyor. Doğrudur. Bira, hafif alkollü bir içkidir. Bir bardak bira için bir şey demeyiz. Ancak, içilen bira miktarı artarsa, terleme de artar. Ayrıca ahnan alkol miktarı da çoğalır. Sıcaklarda fazla alkolün etkisi daha çok olur. Susuzluğu birayla gidermeye kalkanların dikkatli olmaları gerekir. Çayın susuzluğu daha çok kestiği kanısı var. Çay, yaz aylarında da çok içiliyor. Sıcak içecekler, sindirim sistemi tarafından daha iyi karşılanır. Ancak, çok sıcak ve koyu çay da mide duvarına olumsuz etki yapar, mide salgısını da arttırır. l "Yerginin olmadığı yerde övgüler hiçbir değer taşımaz." 'Figaro'nun Düğünü" ve 'Sevil Berberi' adlı ünlü oyunların yazarı Beaumarchais'nin bu sözü her gün l e Figaro' gazetesinin baş köşesinde çıkar. Yeremezsen, eleştiri yapamazsan, düşünceni açıkça söyleyemezsen, bir olayı, bir kişiyi gerçekten övgüye değer bulsan, yine de birşey diyemezsin. 'Dalkavuk' diyecekler, 'yaranmaya çalışıyor' diye suçlayacaklar diye çekinirsin! Yerilemeyen kişi, övülemez de!.. Övüldüğü zaman da kendisi bile buna inanmaz. Olsa olsa kendini aldatır. Bile bile kanmak ister övgülere! Ama içinden gelen bir ses 'inanma bunlara, tek yönde yazmak, konuşmak zorunluluğurîun sonucudur bu' der... "Chateaubriand "Basın özgürlüğü tüm özgurlüklerin anasıdır" dsrken, toplumda doğruyu, yanlışı, güzeli, çirkini ayırt etmenin tek yolunun basın özgürlüğünden geçtiğini söylemek istemiştir. Tek Sesli' radyo, TV, basın o ulusa, o topluma yarar sağlamaz; onu güçsüz kılar. Ulusal bütünlük ve beraberlik ancak özgürce belirtilen düşüncelerin, görüşlerin toplamından oluşur. Herişin, her konunun'değişik görünüşleri vardır. Tek yandan bakmak o sorunu çözmez, 'yok" etmez, ortadan kaldırmaz. Buradan bakarsan, göremezsin o sorunu! İlle de buradan bak derlerse, buna zorlarlarsa, bundan toplum mu kazanır yoksa o sorunun ortadan kalkmamasında çıkarlan olan çevreler mi? Napolyon Bonapart, herkes bilirki birdiktatördü. Kendini imparator ilan etmiş, tacını da Papa'nın elinden alıp kaiasına kendi eliyle oturtmuş bir kişi! Ona kim taç giydirebilirdi ki! En büyük O'ydu! Ama Napolyon bile, 19. yüzyılın ilk yıllarında şöyle demiş: "Basın özgürlüğü, yüzyılımızın ilk fethidir. İmparator olarak ben, bu özgürlüğün korunmasından yanayım." Denecek ki, hep öyle derler, ama sonra biri çıkıp da eleştirdi mi, yerdi mi, yandı o kişi! Basın özgürlüğü ne demektir? Devletin çıkarı her şeyin önünde gelir! Devletse, yönetimin başında bulunanlar sayılır! Onların istediğini, özlediğini yazmalıdır basın! Tersini yaparsa, yazılanlar gerçek de olsa hoşa gitmeyecektir. Yazanın, basanın başı dertlere girecektir. Hep söylerler, Atatürk döneminde basın özgür müydü? diye... Şunu unuturlar: Atatürk 'yeni bir deylet' kurmuştu. 'Yeni bir toplum' yaratmıştı. Çağdaş uygarlığın tüm verilerini getirmek, yerleştirmek istemişti. Elbette ki belli bir süre için devrimci çizgide bir basın isteyecekti, bunu arayacaktı.' Cumhuriyet' gazetesi 1924'ten bugüne dek Atatürk Devrimi'ni, Atatürk Cumhuriyeti'ni savunmuşsa, bunu da severek, isteyerek ulusa, yurda yararlı bularak yapmışsa, bu tek örnektir. Osmanlı artığı nice gazete; nice yazar daha baştan Atatürk'e karşıydı. Bu 'karşı'lığını da, 'basın özgürlüğü' perdesi altında Atatürk Devrimi'ni yıkmak amacıyla kullanıyordu. Böyle durumlar tarihte bir kez olur. Ama yönetim başındakiler bu örneği kendilerinden yana kullanmaya kalkıştılar mı yanılgıya düşmüş olurlar. Atatürk bir kez gelir, Atatürk devrimi bir kez yapılır... "Milliyet'te bir açık oturum: "Basın tasarısı değişmeli". Prof Çetin Özek şöyle demiş: "Cezaların bunca artırılması basın hürriyetini yok edebileceği gibi Türkiye'nin kültür hayatını çok karanlığa götürecek imkânlar da yaratmış olmaktadır. Basın bu ürküntü altında susarsa Türkiye'de düşünen ve bilen insar. azalacaktır. Kısacası, basının sadece haberverme hakkını değil, halkın haberalma hakkı da sınırlandırılmaktadır. Bu da gelecekte siyasal iktidarların eline önemli koz vermektir." TGS Genel Başkanı Nail Güreli kesin konuşmuş. "Tasarı genel anlayışı ile basını suçlu görmektedir. Basın özgürlüğünü ve bunun ayrılmaz parçası olan düşünce özgürlüğünü güvence altına alan bir yanı yoktur. Tasarı bu biçimi ile yasalaşırsa özlediğimiz demokratik rejimin büyük bir noksanı olacaktır. Bu tasarıyla özgürlükçü, çoğulcu bir basın değil, bir devlet basınının özlendiği söylenebilir. Buna ise, ne Türk ulusu, ne de Türk basını layıktır." Açık oturuma katılan Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreter vekili arkadaşımız Orhan Erinç'in 'iyimser"liğine katılmak zor, ama ister istemez bu umudu sürdürmek zorundayız: "Herşeye rağmen bu tasarının bu şekliyle yasallaşmayacağını ummak istiyoruz." dirim sistemini rahatsız eder, olumsuz etkilerler. Soğuk içeceklerden şekerli olanlara bir süre sonra yeniden susamaya yol açarlar. Gazozlar, kolalı içecekler bu türdendir. Gazozlar, şekerli suyun karbondioksitle doyurulmasıyla yapıhr. Geneksel içeceklerimiz içinde sevilenlerdendir. Meyve özü, ya da esans konarak "meyveli gazoz" türleri yapılmıştır. Asit yoğunluğu yüksek gazozlar mide slgısını uyarırlar. Mide hastalıkları olanlara dokunabilir. Çocuklarda diş çürümelerine yol Kolalı ıçeceklerde kola esansı kullamlmaktadır. Bütün dünyada yaygınlaşan kolalı içecekler, 1888 vılında ec7acı John Pem herıon'un buluşuna dayanmaktadır. Içecek piyasasında en büyük pay, kolalı içecekler ve gazozlardadır. 18 fîrmanın toplam kapasiteleri, kola ve gazozda 1.5 milyar şişeyi bulmaktadır. Gazozlar, meyveli gazozlar, kolalı içecekler, endüstrileşmiş ıçeceklerdir. Bizim geleneksel "şurupla nraız", "şerbetlerimiz" pek kalmadı gibi.. Evet, çeşitli mcyve özlerinden yapılan "şerbetler", "şuruplar" artık görülmüyor. Şişeleme, pazarlama, reklam gibi piyasa mekanizmalannın işlemediği içecekler yaygınlaşamıyor. "Meyveli gazozlan" bir tür modern şerbet saymak gerekiyor. Eskilerden yerini koruyan sadece "Hmonata". Az şekerli, scğutulmuş limonata, yaz günlerinin sevilen içeceği. Hele taze limondan yapılırsa, vitamin değeri de var. Limonatanın ya,pıldığı suyun sağlık kurallarına uygun olması zorunlu. Vişneden yapılan "vişne şerbeti", nardan yapılan "nar şerbeti", "demirhindi şerbeti" artık çok az yerde yapılan içecekler oldu. Yaz içeceklerinden "ayran" da geleneksel iceceklerimlzden değil mi? Ayranı yemeklerimizde de içiyoruz.. Ayran, hem geleneksel bir içeceğimiz, hem de gerçekten yararlı bir içecek. Yoğurt, su ve tuzla yapılan "ayran", bir çok bakımdan sıcaklarda rahathkla Gökte bir bulut dolaşıyordu. Oysa loş bir konser salonunda olsaydık, besteci ile dinleyicinin arasına yalnız sanatçının yorumu girerdi. Batmaya yüz tutan güneş Arkeoloji Müzesinin geniş penceresine yansıdı; camdan içeri girip İskender'in lahdini kuşattr, dizi dizi Tanrıça'nın mermerden memelerini okşadı. Gün batıyordu. Hicri 1403, Rumi 1399, Miladi 1983. Ramazan 17, Haziran 15. Martı gökyüzünde edepsizce kanat çırpıyor, şirret sesiyle çığlık atıyordu. VKendimi suçlamaya başladım: Konser bittikten sonra konuşurken ona buna yapay gülücüklerle n3 diyecektim: Çok güzel çaldılar. • Tam böyle düşünürken birşeyler oldu. Notalar kâğıtlardan soyutlanıp kanatlandılar; sazların tınıları ayrımsandı; titreşimleri bütünleşti; sesler ırmaklar gibi kucaklaşıp nehirleştiler. Öyle bir nehir ki damlactklar suyu, su akıntıyı, akıntı dalgaları yaratıyor; dalgalar önüne gelen herşeyi sürükleyerek bilinmedik bir denize yol alıyordu. Martı, ağaç, kumru, gömüt, insan, serçe, yontu, yaprak, mermer, sazlarla özdeşleştiler. İnsanlığın uygarlığı sese, ses herkesin anlıyacağı bir dile dönüştü. Doğa eridi. i Yaşam, sesten oluşan bir çevreydi artık. • Konser bittiği zaman oda müziğinin açık havada çalınabileceğini kimse bana öğretmeden anlamış; arkeolojiyle müzik arasındaki bağıntıyı da algılamıştım. Neden buraya gelmiştim? '* Sıcaklarda içeceklerin hangisini En iyi içecek, sağlığa uygun durumdaki sudur. Biraz soğutulmuş su, yaz aylannın en iyi içeceği sayılır. Tuz kayıpları için, yukarda belirttiğimiz miktarda tuz katılabilir. Tuzlu ayran, hemen bütün kayıpları karşıladığı için çok iyi bir içecektir. Az şekerli limonatayı da iyi bir içecek sayabiliriz. Gazozların, meyveli gazozlann, kola'lı içeceklerin çok soğuk içilmemesine, çok miktarda içilmemesine dikkat etmek yeğleyelim? gerekir. Ozellikle mide rahatsızhklan olanlar dikkat etmelidirler. Biranın da fazla içilmemesi, çok sıcak saatlerde dikkatli olunması gerekir. Vücudun isteği oramnda içmek, gereksinmeyi karşılamak için yeterUdir. ACI BİR KAY1P Merhum Amiral Sait Halman ile merhume lclâl Halman'ın ve merhum tayyareci Salim Taşkıranel ile Melâhat Taşkıranel'in torunu, merhum Ferit Uyguç, merhum Kemal Nemlioğlu, Belkıs öngören ve merhum Rıza Nemlioğlu'nun küçük yeğeni, Leylâ ve Fahir Göksel'in, Esin ve Mahmut Tali öngören'in, Gülsevin Altınbaran'ın yeğeni, Sema ve Saide Göksel ile Melike Altınbaran'ın kuzeni.Maria ve Hür Halman ile Defne Halman'ın kardeşi, Seniha ve Talât Sait Halman'ın oğlu, New York Birleşmiş Milletler Okulu Stuyvesant Fen Lisesi Yüksek Iftihar öğrencisi, büyük küçük herkesin sevdiği Baıiam * GAZETESİ ^ ^ İSTANBUL Efes Pilsen Grubunun İstanbul, Ankara, îzmir, Adana ve Bursa satış müdürlükleri için satış yöneticisi olarak yetiştirilecek, BRZfiRLAMA UZMfîNLARI ARftNKDR. Adaylarda istenilen nitelikler: • Pazarlama, işletme ve ekonomi konularından birinde yüksek öğrenim. • Askerlik görevini tamamlamış olmak... (Dört ay içinde terhis olacak yedek subaylar da başvurabilir.) • 30 yaşını geçmemiş olmak... • Oto ehliyeti sahibi olmak... • İngilizce veya Almanca bilmek... İsteklüerin, ozgeçmişlerini içeren fotoğraflı bir mektupla başvurmaları... "Efes Pilsen Pazarlama Mudürlüğu Mimar Kemalettin Caddesi, Ersoy Han, Kat:4, Sirkeci/İSTANBUL" (Başvurular kesinlikle gizli tutulacaktır.) Bayram günleri yurdumuzun her yerinde pkuyabileceğiniz gazete İSTANBUL BAYRAM GAZETESİ'dir. ilân vererek yüksek tirajından yararlanabileceğiniz yegâne gazete, ofset basktlı İSTANBUL BAYRAM GAZETESİ'dir. Adres: Gazeteciler Cemiyeti CagalogluISTANBUL Tel: 522 12 22 522 54 08 526 80 46 Oktay AKBAL, Recep BİLGİNER ve Bekir YILDIZ Bursa'da Akademi Kitabevi'nde türo kitaplanm okurlanna imzalayacaklar (2 Temmuz Cumartesi Saat 1519 arasında) SAİT SALİM HALMAN 17 yaşmda, elim bir kaza sonucunda hayata gözlerini yummuştur. Cenazesi 3 Temmuz 1983 Pazar günü öğle namazından sonra Şişli Camii'nden kaldınlarak Edirnekapı Şehitliği'ndeki aile kabristanına tevdi edilecektir. Çelenk göndermek isteyenlerin, ömrünü bilim ve eğitime vakfetmeye azimli olan Sait'in adına Türk Eğitim Vakfı'na bağışta bulunmalan rica olunur. AİLESt İLAN T.C. KARTAL 3. ASIİYE HUKUK MAHKEMESİ Dosva No: 1982/969 Davacı TUlin Tahiroğlu vekili Av. NilgUn Aktürk tarafından davalı Levent Tahiroğlu aleyhine açılan boşanma davasının yapılan duruşması sırasında verilen ara karar gereğince: Davalı Levent Tahiroğlu'nun adresi tüm tahVikatlara rağmen bulunamamış olduğundan davalıya ilanen davetiye yerine kaim olmak üzere tebligat çıkarılmış olmakla, davalı duruşmaya gelmediginden veya kendini kanuni bir temsüci ile temsil ettirmediğinden dolayı bu kez davahya ilanen gıyap çagrısı lebliğ edilmesine karar verilmi; olmakla, davalı Levent Tahiroğlu'nun duruşma günü olan 21.9.1983 gunU saat 11.00'de Kartal i. Asliye Hukuk Mahkemesı Duruşma Salonu'nda hazır bulunması veya kendisini kanuni bir vekille temsil ettirmesi gıyap yerine kaim olmak dzerc ilanen tebliğ olunur. 9.6.1983 B: 7425 KIYIKENT'TE KİRALIK VİLLA özel plajı, sineması, gazınosu, diskoteği bulunan kentimizin ünlü kıyı semti KIYIKENT'te üç oda bir salonlu villa mevsimlik kiraya verilecektir. Başvuru için: Tel. 526 49 08 • öüyükçekmece'de plajda yazl.k. L6096811615352 • Cihangir'de sîiılık çok ucuz iki çatı dairesi 1615352
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle