25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER zandığını gördük. Yine de Yücel deneyi, ondan otuz yıl sonra gelen başka bir Eğitim Bakanının deneyine bakışla çok mutlu sayılmahdır. Çünkü o son deneyde yayınlanan üç felsefe kitabının arkasının bıçak gibi kesildiğini gördük. (Basılan kitaplardan bir bölümünun de depolarda tozlanmaya bırakıldığı, bir olasılık olarak, düşünüLbilir). Kestirme yoldan ulaşmaya çahştığımız Batı dunyasında, matematik ya da doğa bilimleriyle uğraşmayan filozoflara rastlarur. Sayıları daha az olmakla birlikte, edebiyat ya da felsefeyle uğraşmayan bilim adamlanna da rastlanabilir. Fakat konuyu toplum düzeyinde ele aldığımızda, edebiyat ve felsefe alanında geri kalıp da bilim ve teknikte ileri gitmiş herhangi bir toplum gösterilemez. Eski Yunan ve büyük TürkIslâm filozoflannı bir yana bırakıp, çağımızın bilim tarihinin köşe taşları sayjlabilecek düşünürleri şöyle bir göz önüne getirelim. Kopernick'in (Doğ. 1473) kendiliğinden yayıniadığı tek yapıtı (bilimsel düşuncelerimizi çevresindekiler yaymış ya da yayınlamıştır) yedinci yüzyıldaki bir Bizans ozanından Latinceye çevirdiği şiirlerdir. Galileo, Descartes, Newton, Leibnız, B. Russell ve Einstein'dan her birinde bilim ya da matematikle felsefenin aynı ölçüde yan yana geldiğini görurüz. Helegunümüz felsefesinin eksenini oluşturan "Mantıksal olguculuk" akımı, büyük fizik bilgini E.Mach'ın felsefesinden esinlenen bir matematikçi (H. Hahn), bir ckonomist (O. Naurath) ve bir fizikçinin (P.Frank) girişimiyle oluşan ve pek çok bilim adamının katılmasıyla genişleyen "Viyana Çevresi" filozoflarınca kurulmuştur. YILDIRIM SAVAŞI Felsefeyle bilimin ilişkileri üzerinde pek çok şey söylenebilir. Fakat ben, felsefeyi birakıp, bilim ve tekniğe daha uzak olduğu samlan edebiyatla ilgili bir örnekle, Batı dünyasındaki duşünceeylem birliğinin çok açık bir belirtisini vermeye çalışacağım. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanların uyguladığı "Yıldınm Savaşı" tekniğinin, bütün dunyada nasıl bir şaşkınlık (biraz da uğursuz bir hayranlık) uyandırdığını o günleri yaşayanlar unutamazlar. Bu savaş yönteminin, De Gaulle'ün bir kitabından esinlenilerek Almanlarca geliştirildiği o sıralarda da söylenirdi. De Gaulle'ün, "Meraoires de Gurre" (Savaş Anılanjinde anlattığma göre, kitabının ana düşuncesi şudur: "Şu bir gerçektir ki, bundan böyle, denizde, karada vefaavada,son derece güçliı ve değişik araçlardan vararianan seçme bir ekip, az çok duzensiz kiitleler üzerinde korkunç bir üstıinlük gösterecektir." Bu düşuncesinin dayanağı olarak da büyuk Fransız ozanı Paul Valery'den şu tumceyi aimış: "Seçme insanlardan oluşan ekiplerin, beklenmedik >erlerde, bir kaç dakika >a da bir saat içinde yıkıcı olaylar çıkardığı görülecektir." Bir subayla bir ozanın küçük bir anlatım değişikliğiyle ortaya attıklan bir düşuncenin, yıldırım savaşı ve komando eylemleri gibi, yepyeni çarpışma yöntemlerinin özünü dile getirdiği görulüyor. Dışandan bakanlar için, her turlu düşunceden soyutlanmış an teknik ve eylemin birer örneği gibi görünen bu yontemin temelinde bir ozanduşunurün tasanmlannın yattığını görmek şaşırtıcıdır. Fakat bizim için daha da şaşırtıcı olan, bir askerin, üstlerine verdiği raporda da, yazdığı kitapta da, bir ozanın sözlerini, düşuncesinin dayanağı olarak öne surulebilmesidir. Yalnızca teknikteki ustünluğüyle dunvada egemenlik kurmuş gibi görunen Amerikanın da Avrupa'dan matematik ve Doğa Bilimleri alanından topladığı buyük bilgilerden daha çoğunu Insan Bilimleri alanında topladığı kısa bir araşnrmayla ortaya çıkabilir. Japonya'nın Batıya açılışıyla (1868) Ingiltere, Amerika ve Almanya'dan felsefe profesörleri getirterek (1877) Batı felsefesini butün yoğunluğuyla öğrenmeye girişmesi arasından yalnızca dokuz yıl geçmiş oiuyor. Gunümuzde de Japonya'daki felsefe kurumlarıyla felsefe dergilerinin sayısı ve düzeyi Batıh gözlemcileri şaşkınhğa duşüren bir göruntü veriyor. Kısacası, edebiyat ve sanatla bilimi, ya da insan bilimleriyle doğa bilimlerini değer bakımından ayrı tutmanın, çok yalın ve ilkel bir düşünce biçimine kendimizi kaptırmış olmaktan ote hiç bir aniamı olmadığı gorülüyor. Bunların bir bölumunde geri kalmayı kabul etmekle öteki bölumunde daha hızlı ilerleyebileceğimizi sanmak boş bir kuruntudur. Yüzlerce yılın deneyIerinden bunu da oğrenmedikse hiç bir şey oğrenmedik demektir. Bu çağda boyle bir yarulgıda direnmemiz, toplumumuzun karar organlarını oluşturanların bu yanlış eğitim dizgesi içinde yetişmiş olmalanna bağlanabilir. Fakat bu kısır döngüden kurtulmak zorundayız. Gerçekte liselerde fen ve edebiyat adı altında ayn kollar oluşturmak gerekiyorsa, toplumumuzun bu günku koşulları gözönünde tutulduğunda, bunun bir tek anlamlı uygulaması olabilir. Bu da, fen bölümünden yetişenlerin bilim yolunda gereksiz yere zaman yitirmelerini önleyip onların erkenden teknik alana yöneltilmesidir. Bugun fen eğitimi gören gençierin başansı bizi aldatmamah. Aynı gençler iyi bir edebiyat ve felsefe kültürüyle çok daha başarılı olabilirlerdi. Düşünmenin ve düşündüklerini açık seçik anlatmanın yöntemlerini öğretmeden, çocuklanmızdan düşünce alanında başarılar beklemek gibi bir çelişkiden kurtulmaya çalışalım. 11 EKÎM 1983 Biliıtı Adamı Yetiştirmenin Y olu Bugün fen eğitimi gören gençierin başansı bizi aldatmamah. Aynı gençler iyi bir edebiyat ve felsefe kültüriiyle çok daha başarılı olabilirlerdi. VEHBİ HACIKADİROĞLU Yabancı dille eğitim yapan liselerin yönetmeliğinde bir değişiklik yapılarak, bunların "edebiyat kollan" kaldırılmış. Hepimizin olduğu gibi, bu değişikliği yapanların gönlünde de, Batının bilimsel ve teknik düzeyine "en kısa yoldan" ulaşma özleminin yattığı kuşkusuzdur. Karar alınmadan önce, uzmanlar, konuyu kim bilir nasıl derinliğine incelemişlerdir! Oysa bu kararı almak için pek derin incelemelere gerek bulunduğunu sanmıyorum. Batı toplumlarından geride kaldığımızı anlayıp düzeltme (ıslahat) girişimlerine geçişimizden beri en azından iki yüzyıl geçti. Bu süre içinde bütün arayışlarımız bir kestirme yol bulma tutkusunda odaklanır. Buna öylesine koşullanmış durumdayız ki, kendimizi şöyle bir eğilimlerimize kaptınversek, bütün liselerde edebiyat kollarının, üniversitelerde de Edebiyat ve Insan Bilimleri bölümlerinin gereksizliği kara^na varabiliriz. 18. yiizyıl sonunda Selim III'iin, medreseleri olduğu gibi bırakıp, teknik öğretime önem verdiğini ve Mühendishanei Berrii Hümayun'da Fransızcayı zorunlu dil olarak kabul ettiğini biliyoruz. Padişahın bu tutumuyla, sözünü ettiğimiz yönetmeliği avnı kafa yapısının ürünleri olarak görmek belki abartılı olur. Fakat iki anlayış biçimi arasında hiç bir benzerlik bulunmadığı da söylenebilir mi? NERESİ DÜZELTİLMELt? Gerçekte, bu iki anlayış biçimi arrsındaki ayrım, iki dönemin koşulları arasındaki avnm yanında pek önemsiz kalır. Düzeltmenin nerelerde yapılması gerektiğine karar vermek için Selim III de uzmanlara danışmak zomndaydı, nitekim öyle yaptı. Fakat o günün uzmarjJarının, düzeltmenin askerlik alanından çok kafaların içinde yapılması gerektiğini düşünebilinesi, bir balığın, gerçek yaşamın suyun dışında bulunduğunu düşünmesine benzeyen tuhaf bir şey olurdu. Aynca, Padişah karşısında kafaların içinden söz edenlerin kendi kafalarından oldukiarı günler geride kalmaya başlamış olsa bile, bunun uzmanlann belleklerinden de silinmesi için yeterli zaman geçmiş değildi. Oysa, tutarlı bir düşünce dizgesi benimsenmedikçe, bilimden tekniğe ve teknikten spora dek her alanda yerimizde saymaya yargılı olduğumuzu anlamak için 60 yıllık Cumhuriyet döneminin yeterli olması gerekmez miydi? Bu soruyu bir yana bırakıp yine tarihe dönelim. ründen bilimlere bir türlü sıra gelemedi. Bunların okullanmıza ve üniversitelerimize ne zorluklarla girdiğinin ve girdikten sonra da nasıl üvey çocuk işlemi gördüklerinin öyküsü, eğitim tarihimizin ilginç bir bölümünü olusturur. Türkiye'de, kestirme yol denen şeyin gerçekte bir çıkmaz yol olduğunu duşünebilenlerin çıkmadığını hiç kimse söyleyemez. Çağdaşlaşmayla ilgili her konuda olduğu gibi burada da en önde Atatürk'ü görurüz. Hitler Almanyasında kaçanlar arasından, teknisyenleri değil de, iiniversite profesörlerini ülkemizde toplamak gibi uygarca bir gozüpekliği, o gunün koşulları altında bütun dunyada, Atatürk'ten başkası gösteremedi. Hele profesörlerin seçiminde Doğa Bilimleriyle İnsan Bilimlerinin bir tutulmuş ve felsefe profesörlerinin seçiimiş olmasını bizim, bu günün koşulları altında bile, yeterince anlayabildiğimizi sanmıyorum. Önce yalnızca askerlikle ilgili Bununla birlikte Atatürk'ün kurumlanmızı değiştirivermekle dehasının parıltısıyla aydınlığa eski gücümüzü kazanacağımızı çıkan bu düşünce biçiminin, ummuştuk. Kısa sürede, mate onun ölümüyle yeniden eski kamatik ve teknik bilgilerden yok ranlığına gömuldüğünu söylesun komutanlarla guçlü bir or mek de doğru olmaz. 1950'den du kurulamayacağını anlamaya önce, Hasan Âli Yücel'in Eğitim başladık. Ardından sağlık ku Bakanlığı zamanında başlatılan rumlarıyla, onların temelini klasiklerin Türkçeye çevrilmesi oluşturacak olan doğa bilimleri girişimi, o aydınlığın, parlaklığınin (müsbet ilimler) önemi anla nı yitirmeden surüp gideceği şıldı. Biz bunları anlayıncaya umudunu bile uyandırmıştı. Fadek Batı'nın nerelere varmış ol kat dıişünen kafaları koparıp atduğunu bir yana bırakahm. Fa ma geleneğimizin de o günlerde kat ne edebiyat ve felsefeye, ne hortladığını, hem de ilk yengiside toplumbilim ve ekonomi tü ni Yücel'in kişiliğine karşı ka PENCERE Süttozu ve Bakanlık.. Ekonomi Servisi'nden arkadaşımız Nilgün Uysal'a gazetenin kapısında rastladım: Süttozu haberin ilginçti, dedim, nasıl gidiyor? Oudak büktü: Bakanlık kıpırdamıyor, dedi, öyle sanıyorum ki kıpırdayacağı da yok. Süttozu olayı neydi? Özetin özeti şöyle: Yoğurt, bisküvi, çikolata gibi çeşitli besinlerin türetiminde (imalatında) kullanılan süttozu fiyatı son altı ay içinde 395 liradan 650 liraya çıkmıştı. Bu hızlı tırmanma yoğurt üreticilerını zorlamış, bir kilo yoğurdun fıyatına 3040 liralık zam yapılmıştı. Ülkemizde süt tüketimınde sokak sütçüleri tüm pazarın yaklaşık yarısını tutuyorlardı; ardından SEK (Süt Endüstnsı Kurumu) gelıyordu. Şişe sütüyte dağıtım yapan SEK, tüm pazarın yüzde 43'ünü kapsıyor. geriye kutu sütü yapan, satan özel kesim kalıyordu. Türkiye'de halk sütten çok, yoğurt tüketiyordu. Yoğurt tüketimı sütün üç katıydı. Süttozu üretiminin belirli ellerde bulunması, tekel fiyatlarına yol açıyor; yoğurt fiyatlarında enflasyon pompalanıyor, süt türevlerinden yapılmış besınleri halk pahalıya alıyordu. * Devletin ilgili yetkilisıne düşen bir iş vardı: Konuya el atmak, kamuyu aydınlatmak, yoğurt fiyatlannın neden birdenbire tırmandığını açıklamak; dışardan alındığında 200 lira dolayında olacağı söylenen süttozunun içerde neden 650 liraya fırladığını saptamak; gerekirse ve olumluysa dışardan süttozu getirterek fıyatlan durdurmak; halk sağlığı için çok önemli bir alanda etkinlik göstermek... Ne var ki ilgili Bakanlık bu konuda uzun süreden beri kıpırdamıyordu. Söylentiler vardı: Süttozu tekelcileri Bakanhğın kimi yetkilisini etki altına almışlar; tekelciler hem süttozu fıyatiannı artırarak aşırı kâr sağlıyortar; hem de rakip firmaları batırmak yönteminı uyguluyorlar. Acaba söylentiler doğru muydu? Arada yanan halktı. • Süttozu örneklerden birisidir; buna benziyen bir dizi konu vardır. Ben bu tür sorunları çoktan beri gazetedeki genç arkadaşlarıma bırakmıştım; ama süttozu konusunu 30 eylül 1983 günü köşemde biraz da merakla vurguladım. Bakalım ne olacak? İlgili Bakanlıktan bir tepki gelecek mi? Şimdiye dek ses yok. • 11 eylüle nasıl geldik? Bu tür iki soruyu tek nedenli bir yanıta bağlamak yanılgıdır; toplumsal çözülme ve yozlaşmalan çeşitli açılardan incelemek gerekır; ama 11 eylule sürüklenişte devlet çarkının tek yanlı işlemesmin payı az değildir. 1960ların ilk yarısında bu köşede yazarken devletin sorumlularından tepki alırdım. Yolsuzluk yapan, yetkisinı kötüye kullanan, ya da görevinı askıya alan vali, genel müdür, yüksek memur ve bakan için yapılan yayına karşı devlet duyarlığı vardı. 1960'ların sonuna doğru bu duyarlık yitirildi; 1970'lerde şu kural geçerli oldu: Bize karşıt olanın eleştirdiği kişi bizden sayılır; aman onu tutalım, yukseltelim. Devlet çarkı duyarlaştı; okurlarımızla ve toplumla başbaşa kaldık. Söz gelişi bir devlet bankasında yolsuzluk olduğunu mu yazdın, o bankanın genel müdürü bakan oldu; bir emniyet amirinin suçunu mu açıkladın, o emniyet amiri müdür oldu. Bizim yazılar bir çeşit tersine "bonservis" yerine geçmeye: ama devlet makinesi çürümeye. toplum çalkalanmaya ve 11 eylüle doğru surüklenmeye başladı. Çoktan beri bu tür yazılar yazmıyordum; yine de merakla bekliyorum: Şu süttozu işinde bakalım Bakanlık kıpırdayacak mı? HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD Universite adayları sınava iyi hazırlanın! 100 Milyonluk Köşk Bu köşede 27 eylül 1983 günü yayınladığım "Burgaz Adası'nda Bir Köşk" başlıklı yazımla. Darüşşafaka Cemiyeti ilgilendi. Sayın gene) sekreter telefonla arayıp beni aydınlattı. Özetle şunları söyledi: "Yazınızla kanayan bir yaramıza parmak basmış oldunuz. Köşkün haraplaştığını biz de görmekte ve yazık ki, bir şey yapamamaktayız. Zira, köşkün onarımı bugünkü durumda sekiz milyonluk bir gideri gerektirmektedir. Sınırlı bütçemiz dolayısıyla bunu gerçekleştiremiyoruz. Fakat, Adaları Güzelleştirme Derneği ve Burgaz Adası Lyon Klübü gibi kuruluşlar bize yardımcı olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvurdular. Adı geçen kuruluşlar, Sait Faik Müzesi'nin bakanlıkça kamulaştırılarak bir Kitaplık ve Kültür Merkezi yapılmasını önermektedirler. Bakanlık durumu incelemekte olup İstanbul Röleve ve Teknik Müdüriüğü'nden bir rapor istemiştir. Istenilen rapor 1982 başlarında Bakanlığa gönderilmiştir. Onarımı yapmamamız biraz da bundan kaynaklanıyor. Kamulaştınlabilecek bir yere 78 milyonluk bir gideri göze almak istemiyoruz. Bakanlığın yetkisini kullanarak köşkü her an kamulastırabileceği kaygısıyla yenı değer beyanında köşkün günümüz değerini yüz milyon gösterdik. Kamu yararına bir demek oîarak vergi ödememekteysek de, ilerde bir kamulaştırma durumunda bedel tespitine esas olsun istedik." Ne var ki, Darüşşafaka Cemiyeti'nin bu görüşü ve kaygısı, hukuk açısından geçerli değil. Her şeyden önce vasiyetçi Makbule Abasıyanık'ın vasiyet koşulları engeldir. Beyoğlu 4. Noterliğince 8 ocak 1954 günü 966 sayıyla saptanmış vasiyetnamenin birinci maddesi kesindir: "...Ancak bu ev sevgili müteveffa oğlum Mehmet Sait Faik : in hayatının büyük bir kısmını geçirdiği ve en tanınmış eserlerini verdiği evi ofduğunu göz önünde tutarak bütün eşyasının olduğu gibi muhafaza ve tanzim suretiyle [Sait Faik Âbasıyanık Müzesi] levhasının konmasını ve [Herkese açıktır] ibaresinin yazılmasını ve işbu müzenin deyam edebilmesi için lüzumiu nezaretçilerin bulundurulmasını binanın ve eşyanın her türlü idame, tedbir ve masraflarmın Darüşşafaka'ca temin olunmasını isterim." Bu kesin beyan karşısında köşk ne kamulaştırılabiiir, ne de başka bir amaca tahsis edilebilir. Bir hukukçu olan sayın genel sekreter bunu benden daha yetkili kişi olarak bilmek durumundadır. Darüşşafaka'nın sınırlı gelirierinin köşkün bakım ve onarımına yetmediği gerekçesi de geçerli değildir. Zira Darüşşafaka vasiyetname hükümlerini itirazsız kabul etmiştir. Kaldı ki, Darüşşafaka Cemiyeti, Makbule Abasıyanık'ın vasiyeti sayesinde ve 1963 değeriyle bir milyon lira elde etmiştir Bu ana paranın faizi o gün de, bugün de köşkün sürekli bakım ve onarımına yeterlidir. Abasıyanık'ların vekili sayın avukat Fikret Guvenç bu vasiyetname vecibesinı Darüşşafaka'dan istemek durumundadır. Darüşşafaka'nın basında, sanat cevrelerinde ve kamuoyunda olumsuz tepkiler yapacak böyle bir durumla karşılaşmamasını içtenlikle dilerim. Turizm Bakanlığı'nın Abasıyanık köşküne sahip çıkacağını da hiç sanmıyorum. Çünkü, Heybeliada'da Hüseyin Rahmı Gürpınar köşkü yıllar önce ve birkaç yüz bin lira gibi çok düşük bir bedelle satın alındığı halde harap ve bakımsız beklemektedir. İstanbul Vilayeti Ozel İdaresinin bütün yazıları ve en son olarak da bağış önerisi karşılıksız bırakılmıştır Yani, Turizm Bakanlığı böyte bir köşkün parasız verilmesi durumunda bile sorumluluktan kaçınmaktadır. Nerde kaldı ki, yüz milyon lira ödeyerek bir kamulaştırma işini yüklensin. Şu da var. Vasiyetnamenin açık hükümleri, köşkün satılmasına engeldir ve aslında müze olarak kamuya açık bir köşkü kamulaştırması da söz konusu edilemez. İstanbul'un en eski kültür kurumlarından olan Darüşşafaka'nın Abasıyanık Müzesi konusunda uzun suredir unutrnuş göründüğü yükümlülüklerini bir an önce benimsesini, köşkü yıkılmaktan (ve bir elektrik kontağı, ya da sigara izmariti sonucu) yanıp kül olmaktan kurtarıp kültür dünyasına ve halka açık tutacağı umudundayım. Ömrünün çoğu yıllannı para sıkıntısıyla tüketmîş ve anacığından bölük pörçük alabildiği paralarla geçimini sağlayarak o güzelım hikâyelerini yaratmış olan sevgili Sait Faik Abasıyanık, Burgaz Adası, Çayır Sokağında "Sait Faik Abasıyanık Müzesi" adını taşıyan köşke yüz milyon değer biçildiğini öğrenebilseydi, öfkeden suratı mosmor, gözleri çakmak çakmak olur, fakat az sonra çocuksu bir içtenlikle gülümseyerek, ağız dolusu söverdi. turizm sunar Heraboneye bir kitap armağan ediyor! Sınava Doğru'ya abone olun, hem tasarruf edin, hem hiç bir sayısını kaçırmayın! T 30 sayı 2.250 yerine 1.800 TL. ortur ALANYA ALÂAODİN OTEL 16900 MARMARL3 n u ı uJLı ^ / 5^^yW A 1001 10 GUN 9 6ECE HER CUMA KESİN HAREKET i r ^ ^ ^B^^ j^r*^"BB^B^H SINAVA DOĞRU \ (Bu bölümuV \ doldurun. \ ) kesin, / / yollayın) / SINAVA DOĞRU Türkocağı Cad. 39/41 Adı, soyadı: Adres: TIVIT Cağaloğlulstanbul BODRUM OTEL y.p 19901 1.800 TL'yi sayılı posta havalesıyle/pul olarak gonderdım. Makbuzu ektedır. 30 sayısını adresime göndermernzı nca ed3rım. jmza Özel otobüs, tüm yemekler, ORTUR ikramları servis ve vergi fiyatlarımıza dahildir. Sarbaros Bulvarı, 35/5 Beşlktaş Tel: 161 10 74 337 61 07 161 82 26 161 22 81 DİŞ TABİBİ ORHAN TÜZÜN İLAN BURSA İŞ MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1983/330 Davacı BağKur Genel Müdurlüğü tarafından davalı Ibrahim Arslan, Ahmel Deniz ve Ali Ağuş aJeyhlerine mahkememize açılan Rücuan Alacak davasının yapılan dufuşması sırasında davetiyenin ilanen lebliğine rağmen davalı duruşmaya gelmediğinden gıyap kararının ilânen tebliğine karar verilmiştir. Yalova Muradiye Mahallesinde ikamet etmekte ıken bu adresınden aynlarak nereye gittiği (esbit olunamayan adı geçen davalı AHMET DENİZ duruşma gunu oian 25.11.1983 cuma saaı 9.30'da mahkemeye bızzat gelmesi veya kendısini bir vekılle temsil ettirmesi, gelmedigı takdirde gıyabında duruşma yapılacağına daır gıyap yerine kaim olmak üzere ilânen tebliğ olunur. Basın: 25578 TEŞEKKUR Eşim Saime Akın'ın uzun sureden beri çektiğı ıstırabı dindiren dost ve ihtimamlı elieri ile onu sağlığına kavuşturan Suleymaniye Doğumevi Başhekimi Özel Alman TEŞHİS ve TEDAVİ KLÎNİĞİ Hizmete başladıgını kıvançla duyurur. Kanal Maltepe P.T.T. karşısı 352 16 40 Dr. BAHA ÜNAL'a ameliyan yapan Opr. Dr. Şerafettin TAŞÇI'>'a, Dr. Hasan AZİZOĞLU'na ve hemşire Suzan AZİZOGLU'na, narkoz hemşiresi Şaduman ÜN'AL'a ve tum hastane personeline teşekküru bir borç biliyorum. SABAHATT1N AK1N Levenl. Gılvercin Durağı, üa^eıecıler Yapı Koopcraıifi C/3 Blok. D. 1 Saaı 913 Tel: 164 57 25 1 Randevu alınma » rica olunur. KULAKBUKÜNBOĞAZ MÜTEHASSIS1 Opr. Dr. EKREM GENÇ Yuksel Cad. Karanlıl Sok. 12'12 Tel: 17 38 55 Kızılay/ANKARA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle