Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet 8 19 TEMMUZ 1982 İşçi göçü kötü etkiler yaraîıyor YUKAR1 VOLTA HlfzıTOPUZ AFRİKA ROPORTAJLARI Halkın % 33'ü müslüman, o/o l l ' i hıristiyan, geri kalan büyük çoğunluğu da animist rulmasını önlemek; Kara Afrlka müslümanlarmı Araplarin etkisinden kurtarmak. Fransızlar bir yandan da Kara Aîrika müslümanlan arasında bölücülüğü desteklemişler. Ama, buna karşm, müslümanlık zamanla sömürgeciliğe karşı savaşan bir örgüt niteliği kazanmış. 1950 den bu yana Yukan Volta'daki müslüman sayısmm yüzde yüz oranmda arttığı öne sürülüyor Ticanilik ve Kadirilik burada çok yayılmış. Hıristiyanlık ise Yukan Volta'da sömürgecilik çağında gelişmiş. Katolik misyonerlerin Fransa'dan yardım görerek birtakım okul, dispanser ve bakım evlerl açmaları luristiyanlığa güç kazandırmış. Yani, Fransızlar Kara Afrika'da bir yandan hıristiyanlığı geliştirmeye çalışmışlar, bir yandan da müslüraanlığı kendi çıkarlanna bir bölücülük unsuru olarak kullanmaya yönelmişler. Kara Afrika ülkelerinin bir çoğunda oldugu gibi Yukan Volta'da da öğle ve akşam ezam saatlerinde camilerin önü, avlusu ve içi namaza gelen ln sanlarla dolup taşıyor. Hele bavram günleri camilere olagan üstü bir canhlık gelivor. Yuka n Voltalılar hacca büyük önem veriyorlar. Adlan «Hac»la başlayan insanlarm sayısı gittikçe artıyor. da? tşte birkaç örnek: Ajansmın 4 Mart 1982 tarihll «Bugttn bilmem ne köyünde bülteninden aktardığım bir habir kısrak bıılunmuştur. Kısra berğın sabibi belgelerini alıp muh«Kuzey Gounghin kasabası tarhğa başvursun. Bakım mas ilk olnılunda dün saat 10'da blraflan ödendiğinde kısrak sa rinci sınıf öğrencileri bahçedey hibine verilecektir.» ken görünmeyen bir güç tara«O&lum Diallo Papute dört fmdan dövühnüşlerdir. ÇocukSİin önce evden çıktı, dönmedi. larm çığlık çıçlığa bağmp ağKendisini evinde barmdıranlar ladıklaruıı gören 8&retmen «Ne lüifen şu adrese haber versin oluyor?» dive çocuklann yanına kosmuş, çoculdar da «Öçretmeler.» «Bilmem ne kövünden Bouka. nim, bizl cin çarptı!» demlşlerr) Diarra ile Batrice Sawadago dir. Öfretmen «Nerede bu cin» 2 Y UKABI Volta 6 buçuk milyonluk bir ülke. Bu insanlann bir buçuk milyonu dışarıda yaşıyor. Gençler kendi ülkelerinde ış bulamayınca Fildişi kıyısına veya Fransa'ya göç ediyorlar. îş için yabancı ülkelere göç edenler önce bir iki ytf içm gidiyorlar. Ama bunlann bazıları gittiği Ulkeye sürelUl olarak yerleşip kalıyor. Gençler önceleri ailelerini yanlanna almadan tek başlarına yaşıyorlar. Bir süre sonra da karılarını ve çocuklarını yanlanna aldınyorlar. Dışanya gidenler genellikle hiçbir alanda ihtisası ve bilgisi olmayan kişiler. Ellerinde çalışma kartlan olmadığı için de bunlar rahatlık]a sömürülüyor ve çok az ücret alıyorlar. Yabancı ülkelere işçi göçü Yukan Volta'da kötü etkiler yaratıyor. Her ne kadar yabancı işçilerin Yukan Volta'ya dövı z kazandırdıkları söyleniyorsa da bu yeterli bir sav değil. Çün kü gençlerin yabancı ülkelere gitmesi kırsal kesimlerde bir üretim düşüklügüne yol açıyor. Gençlerin yerini yaşhlar ve kadınlar dotöurmaya çalışıyorlar. Ama, üretimin verimliliği düşük oluyor. Gençler aşagı yukan 20 yaşlarında dışarıya göç ediyorlar. Yaşlandıklan zaman da yurtlarına geri dönüyorlar. Böylece kırsal kesimlerde üretici olmayan bir çoğunluk oluşuyor. Yukan Volta'da irili ufakü 60 kadar etnik topluluk yaşı yor: Mossiler, Gourmantcheler, Gourounsiler, Pöller, Touaregler, Bobolar, Senoufoular, Lobiler vb.. Her etnik topluluğun kendi öz dili var. Ama, ülke çapmda üç büyük dil konuşuluyor: Fransızca, Mossi ve Dioulla dilleri. Aralannda ortak bir yerli dil bulamayan insanlar genellikle Fransızca konuşuyorlar. Dinler ve inanclar Bobot'daki çarşınm en temlz Dölümü knmaş ve bez satanlann bulunduğu bölüm. dim. Otelden çıkar çıkmaz gözlerim o adamı aradı. O çıplak adam yine aynı çukurun başında çok önemli bir iş yapıyormuş gibi hiç kimsenin yüzüne bakmadan parmaklannı ve avuçlannı kaşıyordu. Hiç kim. se de o çıplak adamın kaşıntısını yadırgamıyordu... tan daha iyidir! Işte Kara Afrika'da bir kara mizah örneği. Bobo'nun en iyi restoranını Yukan Voltalı bir kadın işletiyor. Kocası bır F r a n s xz doktoruymuş. Çok sevişmişler. Doktor görevini bırakıp Bobo'ya yerleşmiş. Yaşlı, bembeyaz saçh, göbeklı bir adam. Sabahtan akşama kadar restoranın tezgâhında içkisini içiyor. Bobo'da otelden çıktım. Yakm biryere gidiyorum. önümde bir mobylette'li durdu. «Arkama geçin slzi gideceğinlz yere gStüreyim» dedi. Ne hoş bir konukseverlik örneği. Ouagadougou'da birgtin taksiyle biryere giderken kentin dışmda güneşin altnda araba bekleyen bebekli bir kadına raslladık. Şoföre «Al kadını yanına» dedim, aldı. Bebek daha birkaç günlük bırşeydi. Anasına «Ne şirin çocuk» diyecek oldum. Kadın öyle bir sevindi kJ hemen «Sevdinse a] sen bak!» dıyerek çocuğu bana uzattı. Gideceğim yere kadar çdfeuk kucağımda kaldı. H ALKIN yüzde 33'Ü müslüman. yüzde ll'i hıristiyan, geri kalan büyük çoğunluk da animist. Animistlerin kendl kutsal dernekleri ve örgütleri var. Gelenekleri onlar sürdürüyorlar. Müslümanlık Yukan Volta'ya On Ikinci yüzyılda yayılmaya başlamış. Araplar bu alan da çok etkill olmuşlar. Ama, islâmhk başlarda yalnız kabile başkanlanna ve yerli krallara dayamyormuş; halk müslümanlığı ancak on altıncı yüzyıl da benimsemiş. Mossi krallan müslümanlığm yayılmasma çok yardım etmişler. On sekizmci yüzyıl sonunda Yukan Voltalılar sünneti kabul etmişler. Ül. kede camilerin yapılmasına baş lanmış. Pransızlar 1895'te Yukan Volta'ya gelip yerleşince müslliman lığı kendi çıkarlanna kullanmaya yönelmişler. Ama bunu yaparlarken de iki şeyi göz önünde tutmuşlan Müslümanlar arasında siyasal bir güç oluşturabilecek bir birliğin ku Birçok Kara Afrika kentmde olduğu gibi Bobo'da ve Ouagadouzou'da da bazı ağaclar gündüzleri yarasalarla kaplıdır. Bunlar kumru büyüklüğünde kocaman varasalardır. Yüzlercesinl' birarada görürsünüz. Bitişik düzende, başlan aşağı sarkık ' uyurlar.Dalları çökertirler sanki. evlendller. Kendllerlnl tanıyanlar ve sevenler ?u adrese hedlyelerinl gönılersinler.» «Bilmem nerede yaşayan Ama dou Yanapo'mm öldüğfinü duyururuz. Fildisl kıyısmda göçmen işçi olarak çalışan çocuklan ve gelinleri derhal köye dönerek babalarmm cenaze törenine yetişsinler!» «Ouagadougou Merkez postanesinde bir kadın çantast bulnn muştur. Sahibi klmse gellp çantasını alsın.» Bu da Yukan Volta Haber demeye kalmadan onun da ka* fasma darbeler inmeye başlanıış ve ögretmen yere yıkılarafc havılmıştır. öğretmen ve öğren ciler Yalgado hastanesine kal. dınlmışlardır.» îşte Kara Afrika'da uygar bir düzene geçebilmek ve kara inançlardan kurtulabilmek için savaşımlar veren bir ülkenin Küçlüklerinden ömekler. Kolay değil, ama yine de birşeyler oluyor. Carsi pazar Bir kara mizah örnegi OBO'nun hemen dışında bir cezaevi var. Onun da tam karşısına bahçe içinde bir l&hve yapmışlar. Kahvenin adı şöyle: «On est mieux ici qu'en face»: Burada olmak karşıda olmak1 Radyoda ilânlar B Mustafa EKMEKÇİ Payas'dâ... fahya Kanbolat'ın eşi Saadet Kanbolat şöyle dedi: Başlanmamış işin başında yılan yatar. Bu, bir halk sözüymuş .. İşe bir kez başlamalı yanı. «Ankara Notları»nı bazen, sabahın altısınüa kalkıp yazrnaya başlıyo» rum. Yazmaya başlayınca yılan kalkıp gidıyor. Reyhanlı, Cilvegoz smır kapısına çok yakm, Cilvegözü'nde Surıye'ye geçiş yapmak için kuyrukta beklemekteler. Cılvegözü'ne gıderken, yol boyunca pamuk tarlalarmda çalışan kadınlan. kızlan görürsünüz. Çalışmaya gidenlerin çapalan da omuzlanndadır. Çapaları da kendilerinindir, bir de onu taşırlar. CilvegözU'nde yapılar, lokantalar, kahvehanaler kamulaştırılmış. Cilvegözü kapısı genişletiliyor. Cilvegözü'ne şoyle bir uğrayıp, Keyhanlı Kmkhan üzerınden îskenderun'a dönüyoruz. Yolda, Tayfur Sökrnen'ın çıftliği. Çatalhöyük tepesinin yakınmdan geçiyoruz. Yahya Kanbolat'ın buralarda, pamuk tarlaları var. Pamuk tarlalan yemyeşil... Kmkhan'da eskl Antakya Vaüsi «Muammer Ülgen Koruluğu» bu kamu eörevlisınin adını yıllar boyu yaşatacak.. Muammer Ülgen, nereye git^e bir yapıt bırakmış .. Bu yörelerin sorunlan Türkiye'nin öbür yörelerinden ayn değıl. Bir eski parlamenter, yıllar önce gazetecı Ahmet Perker"e şöyle dermiş: Biz Ankara'da 400 Msi bir yasa çıkannz, otnz milyon onun hüesini düşfinür... Sanayileşmeden söz ederiz, sanayicllerimiz nasıl sanayici olmuşlar, zenginlerimiz nasıl zengin olmuşlar? «X» îlçesinde, kafayı bulmuş bir sanayici, dumanh gözleriyle çevreyi süzerek şöyle bağınyordu: Ben keçi çobanıydım, buçün mllyonerim... Keçi çpbanhğından gelmiş sanayicilerle, ülke de oncağız sanayileşiyor demek. îskenderun'a gelmiş kaymakamlardan biri, yıllar önce, «Soğukoluk» olayına el atmış. öğrendiğime göre, kay makam da MSP eğilimllymiş hani... Soğukoluk'daki kızlan çağınp sorarmış Kızım, sen kendi gönlünle ml çalışıyorsun? Sana baskt vapıyorlar mı? Bak, doğru söyle . Kaymakam, tskenderun'da altı ay dayanabilmiş. Ayağını kaydırmışlar. Sonra gelenlerden, «Soğukoluk» olayına el atanların sonlan lyı gelmemiş. Soğukohık'ta bazı yerlerde müşterilere sorarmış ilgilisi: Efendim, battanlye ister mlsinlz ? Işi bilenler, battaniyenin ne anlama geldigini anlarlarmış.. tskenderun'da, sanayici, lş adamı, tttccar ile yüksek düzey memurlannm gidip oturduklan yer, «Deniz Kulübü». Orta derecedeki memurlar, «Şehir Kulfibii»ne gidtyorlar. Ondan sonra gelenler için ise kahveler var. HeTkesin dinlenip, eğleneceği yerler belli. Oyun oynayacağı yer de Yaşam güçlüklerine dayanamayanlar ise dileniyor. Bir kaç yerde, dilenciye para verdlm. îşsizlik diz boyu... Payas, Kervansarayı ile görülecek bir yer. Kervansaray'ı Sokullu Mehmet Paşa yaptırmış. Kerransaray'ın lçindeki dukkanlan, camiyi, avlusundakl beş yüzyıllık zeytin ağacım gördülc. Evüya Çelebi'nin anlattığı catnlyi gezerken, içerde ayn ayn Kur'an kursu gören kızer kek çocuklara bakıp Kaldım. Minicik bir çocuk, bizi görünce; Neuzubillah.. diye mınldandı. Minicik kızlar, Kur'anlann üstüne egildiler... Payas kalesinın çevresi su kanalı. Kaleye saldıranlar, suyu kolay geçemezler. kaleyl alamazlar diye dUşünülmüş. Evliya Çelebi anlatryor kaleyl, şöyle: «Deniz kıyısında dört köşp kayalık bir güzei kaledtr. Sekiz adet sağlam kalelerl ve her kalede köçfik ve büyük on adet topu vardır. Bir büyük bnrcunda balyemez toplar olup limanı korur. Burası Halebln İskelesi olmakla smır dbldir. Kaleııin etrafı germe sekiz vfiz adımdır. Kalenin Içinde toprak ve kireç ile örtülU üç yüz kadar ev vardır. Kalenin duvarları iki kat olup burç ve duvarlan gayet sağlamdır. Doğuya bakan ikişer kat demir kaplı kapısı ve henılek Uzerinde agaç köprüsü vardır. tskele kalesl sağlam ve yuvarlak bir kale olup uzerinde kale neferlerl çece ve gündüz gözcülfik ederler. Çünkü gümrük buradadır. Kale kapısı önünde büynk bir dut agacı var. Demir kapılı, kale glbl bir büyük hanı var kl 1007 tarlhlnde yapılmıştır. Han kapısı kale kapisıoa bakar. Gayet mükellef, blr çok harem odalı, ahır ve devellkli, geııiş svluln, rfyaret yerl olan, bir emsalslz handır.. Sözün kısası kale, han, Imaret,raesctd,medrese, çar«ı, pazar, hamanı hepst hepst kârgır binadır ve mavi kıırşunla örtülüdür. Hatrat hayrat ve hasenatının hepsi şehir C.azi Sokullu Mehmet Paşa'nm bhıasıdır...» Gîezip, dolaşıyorum ya, yerliyabancıya bu yurt köçelerini duyurmak istedim. ÜTÜN Kara Afrika kent ve kasabalarında olduğu gibi Bobo'da da büyük bir çarşı var. Bu çarşı çok geniş bir alanı kaplıyor. Bobo kentinde yaşayan bütün kadınlar her halde heı sabah bir kez bu çarşıya uğruyorlar. Binlerce kadın üşüşüyor bu çarşıya. Bazen adım atmaya imkân yok: sıkışıp kalıyorsunuz bir yere. Alışık olmayanlar için bu Kara Afrika çarşılan her halde dünyanm en pis çarşılandır. Hele Bobo'daki, benim gördüğüm çarşılann en pis kokulusuydu galiba. Afrika' da çarşılann bir kokusu vardır. Çarşılar genellikle kokmuş et, kurutulmuş balık ve baharat kokar. Ama, Bobo'daki çarşmm ortasından açıkta kanalizasyon hendekleri geçiyor. Kara sinekler üşüşüyor bu hendeklere. Pazarcı kadınlar kokmuş domates sepetlerini bu hendeklere boşaltıyorlar. Çocuklar o hendeklerin başına çbmelip kakalarını yapıyorlar. Kara sinekler kanalizasyon çukurundan kalkıp çocuklarm ka. kalanna konuyorlar, oradan etlerin üzerme, oradan meyvelere. Oralardan da size doğru uçuşuyorlar O UAGADOUGOU radyosunda her çeşit ilân yayınlanıyor. Yukan Volta'da doğru dürüst bır günlük gazete olmadığı için duyuru görevini de radyo yüklenmiş. Neler yok radyo ilânlann BtTTt Sevinmekle üzülmek NEGÜZHDİR arasında bocaladım 8 Açıkta çöplükler görüyorsunuz. Sakat dilenciler bu çöplüklerde yiyecek bırşeyler arıyorlar. Kbpekler, leş kargalan ve akbabalar da çöplenn başul dan hiçbir zaman eksik olmuyor. Hangi kentte ve kasabada çarşıya gitseniz, sakat dilencilen, köpekleri, kargalan ve akbabalan bir arada görürsünüz. Blrbirleriyle adetâ çekişirler. Kara Afnka kentlerinde en çok rastlanan sürüngen hayvan kertenkeleler. Bunlar insanlarla çok içll dışlı olmuşlar. Bazılan 3040 santimetre uzunluğunda turuncu, san ve kara renklidır. Bazılan daha ufak olur. Bunlar geceleri çıkar ve ışığa gelen sinek ve böcekleri avlarlar. Evlerin içinde de bunlan çok görürsünüz. İnsanlara hiçbir za rarlan yoktur. Sinek ve bö cekleri avladıklan için de yararlı sayılırlar. Kimse bunlan öldürmeye kalkmaz. Bunlar Af. rika evlerimn kaçınılmaz konuklandır. Afrika evlerinde bir de kara böcekler hiç eksik olmaz. Bu kara böcekler hurma büyüklüğündedir. Bunlarla baş edilemez. Yattıgınız her odada mutlaka karşımıza çıkar. Öldürseniz bir türlü; yer pislik içinde kalır. Kaldı ki kolay da değildir bunlan öldürmek; hig yaklaştırmazlar. Öldürmezseni2 gece sabaha kadar onlann birşeylçri kemirdiklerini duyarsınız. Birçok Kara Afrika kentinde olduğu gibi Bobo'da ve Ouagadougou'da da bazı ağaçlar gündüzleri yarasalarla kaplıdır. Bunlar kumru büyüklügünde kocaman yarasalardır. Yüzler. cesini bir arada görürstinüz. Bi. tisik düzende, başlan asağı sarkık uyurlar. Dallan çökertirler sanki. Bazen çocuklar bunlan vurmaya kalkarlar. Çünkü bun« larm eti yenir. Çocuklar sapanla taş attüar mı bunlann huzuru kaçar. Biri havalandı mı, tehlike var diye hepsi birden kara bulut gibi havalanır, çığ. lıklarla uçuşurlar.. D AHA önce değindiğim gibi, babamm izinler dışında bizlerle kaiması için hastalanması gerekıyordu. Ya kendisınırı, ya lokomotifinin hastalanması... Duruma göre birkaç gün ya da bir hafta dinlenme verirlerdi o vakıt. Lokomotıf hastalamrsa bu süre biraz daha uzayabilirdi. Elbet kendisıvle lokomotifinin hastalan ması arasmda dinlence bakımından durum biraz değişik olurdu. Lokomotıflerle stirücüler aynlmazdı birbirlerinden. Birinin numarasıyla ötekinın adı birlikte yer alırdı bütün çizelgelerde. O yüzden biri hastalanmca öteki de çalışmazdı. Ama lokomotif bakımdaysa. babam bütün gününü evde geçirmezdi. Sabahlan gıderdı yine. Bakım sırasında ona da danışılırdı çünkü. Ne var ki her akşamüstü de dönerdi, öteki babalann döndüğü saatte. Bir gün babam yine hastalandı. Dinlence alıp eve gelmedi ama bu kez. Güneşli bir öğleden sonraydı. Sokakta oynuyordum. Bir ara kapımızm önünde bir otomobilin durduğunu gördüm. Içinden babam gibi deri çeketli, yakası ve şapkası lokomotifli biri indi Zilimizi çaldı. Yanma koşarak annemin konuK luğa gittiğinı, evde bulunmadıgını söyledim. Üzüntülü bir sesle, «Baban hastalandı» dedi. «Biz arkadaşlanyız, hastaneye götürüyoruz. Geçerken uğrayıp ha. ber vermek istedik.» Arkasından hemen ekledi: «Merak edilecek bir şey yok!» Sonra da hastanenin adını verdi. O sırada gözüm otomobilin arka koltuğuna ilişti. Babam orda yatıyordu. Gözleri açıktı. Yüzü biraz daha kararmış görünüyordu. Bir şey söylemeden baktı bana. Otomobil hareket etti hemen. K A LTI yıl önce Ouagadou gou'da ana caddelerin birinde, kocaman bir ağacın dibınde, dallarla çevrili bir çukurur başmda çıplak ve yaşlı bir adam görmüştüm. Yere oturmuş, ayalclarını uzatmış, gelene geçene hiç bakmadan parmaklannı ka. şıyordu. Otele gidip gelırken hep o ağacın altmdan geçiyordum. Adam durmadan kaşııuyordu. Dört yıı önce yine ayra otele indim. O çıplak adam yine ay. nı ağacın altında kaşınıyordu. 1981 başında Ouagadougou*ya yeniden yolum dtiştü; o çıplak adam yine aynı yerde kaşmıp duruyordu. Sokakta oynayan çocuklar hiç kendisine sataşmıyorlardı. Deli miydi, değil miydi; anlayamadım. Bu son gidişimde «Artık o kaşmtıü adam öbnüştür her halde» diyordum. Aynı otele lo. Sürekli kasınan adam • NNEM konukluktan dönene kadar bocalayip durdum. Sevinmekle üzülmek arasında... Kararmış yüzü bir türlü gitmiyordu aklımdan. Konuşmamıştı, demek ki konuşamavacak kadar hastaydı. Öte yandan, «Merak edilecek blr şey yok» demişti, arkadaşı olduğunu söyleyen adam. Öyleyse dinlence alıp dönecekti hastaneden. Akşamüstlen yine deniz hayısma inecektik üçümüz. Yenikapı tren durağınm altından geçecektik. Soldaki kıyı boyunca çay bahçeleri uzamyordu. Onlardan birinde oturacaktık yine. Denize karşı bir masada, leblebi çekirdek yiyerek gazoz içerek, dolaşan kayıklara bakacaktık. Hava karanp da serinlik basana kadar. Klmi akşamlar İse yemeği. mizi erken yiyip inecektik Yenikapı*ya. Geçitten çıkınca sola sapmayacak, dümdüz yürüyecektik bu kez. Çalgılı gazinolara, bahçe sinemalanna A götürecekti o yol bızı. Gosterl çadırlannın resimlerine ba ka baka, gazıno çığırtkanlarınm söyledıklerme kulak vere vere. . Çadırlardan birinde bir deniz canavarı ya da denizkızı varsa görmek ısteyecektım. Denızkızma su dolu bir camlığın ardından bakılırdı. Açıklamada bulunan adam, nerde ele geçtiğini, kaç yaşmda olduğunu soyledıkten sonra, elindeki çubukla suyu karıştırır, arkada yatmakta olan denizkızının omuzbaşlarmda duran saçlan o sırada dalgalanırdı. Deniz canavarları ise yüksek çeperli, su dolu sandıklarda dururdu. Atılan küçük balıklan havada kapar, arasıra ayı gibi böğürür, eğilip kendisine bakanların yüzunp kuyruğunu çarparak su sıçratırdı. Gazmolardan birine girmeye niyetliysek, kapılardaki izlence yazılannı daha dıkkat1 okuyacak, fotoğraflara da1 ha yakından bakacaktık. Sonra da karar verip birine girecektik. Bahçelerden, ortasmda havuz olanı severdim en çok. Onun izlencesinde, şarkılar bitip de sıra tiyatroya gelince çok sevdiğim bir komedyen çıkardı sahneve. Pantolon yerine dalh güllü bir kara bir yağmur bulutu. Yeşalvar giyerdi bu oyuncu. niden güneş açınca, yaşantıHer oyunda birkaç kez, bir mızm eskisi gibi olmadığını yerini getirıp eğilir, ak bir gorecektik. duman salardı poposundan. amlmamıştım. YaÖnünde eğildiği kimsenin ona şantımız gerçekten batrnış gibi ak pak olurdu değişmişti. En büvüzü gözü. yük değişiklik baONÜKLÜKTAN dö bamda olmuştu. İlk günler nünce, ellerim çenem vaktinin çoğunu yatakta gede kapı eşiğinde otu çiriyordu. Hatta yemeğinl bile yatakta yiyordu. Evdeyrurken buldu annem beni. Adı verilen hastaneye ken, eskiden de pek konuşkoştuk hemen. Babam kıpır maz, vaktinin çoğunu uyudamadan yatıyordu bir kar yarak geçirirdi. Ama, şımyolada Konuşması yasaktı. di bunun bir süre için değıl, Kaldığı odanın kapısından sürekli böyle olacağını sezişöyle bir gösterdıler bize, o yorduk. Kalkıp gideceği bir işi yoktu çünkü. tşi olmadıkadar. Annem ağlamaklı olmuştu, ğı için dinlence alacağı ya ben de çok üzülmüştüm. Ama da izne çıkacağı günler de nasıl olsa çıkacak, bir süre sözkonusu değildi. evde dinlenecek, bol bol birAnnem hem telâşlı, hem likte olacağız diyordum. Kim kaygılıydı. Hep elinin altmseye belli etmek istemedığitn daki bir şey kayıp düşecek» bir sevinç kanşıyordu Uzünmış gibi tetikte yaşıyordu. tüme. Böylece yaşantımızda bir Hiç yerinde duramıyor, büdeğişiklik oldu. Hastane gün tün gün ordan oraya koşuşlerimiz başladı. önceleri her turuyordu. Kendine yapacak gün. sonra haftada iki gün bir şeyler buluyordu hep. gdrmeye gıttık babamı. Ge Komşularla pencereden pen reksindiği şeyleri götürdük. cereyş konuşurken, «Tann kUnseye vermesln» sözctikÖnceleri yavaş yavaş, sonra hızla değişti dununu. Bir git ^erini yineliyordu sık sık. tiğimizde konuşmasvna izin Gözkapakları sürekli kızaçıktı, bir glttiğîmizde yatak nktı. Ağlamış da biraz öntan inmesine. Bir gün kendl ce silmiş gibi. kendina traş olurken bulduk, Ben sokakta arkadaşlabir başka gün bahçede bizl nmla oynarken kendimi bir beklerken. tyileşmeye adım türlü oyuna veremiyordum. adım yaklaştı. Kulaklanm hep bir sestevdi Sonunda o beklediğim gün sanki. Oyunun ortasında dude geldi. Eve döndü babam. rup bir yerlerden gelecek Doktorlann dedigine göre bir sesi dinliyordum. Sık uzunca bir süre dinlenmeliy sık eve dönüyor, vakitH vadi. Birkaç kez uzatıldı dinlen kitsiz su içiyor, bir. yerleri me s'jr.si. Sonra üç satırlık kanştmyor ya da bir şe/ler blr yazı aldı. Sağlıği İş görmesine engel olduğimdan atıştınp çıkıyordum. En sıkıntılı saatler, akşam emekliye aynlmıştı. Artık bizimle olacaktı hep. vemeğiyle vıyku arasında oRevinmeliydim buna. Ama bir lanlardı. Bu saatlerde, hastürtü sevinemivordum. Bana talığını duyup babama «çecöyle geliyordu kl, üstümüz mlş olsun.a gelenler de aden bir bulut geçlyordu. Kap zaldıktan sonra, üçümüz bir Y birimize bakmadan oturuyor duk. Gece trenlerinden birinın sesiyle irküene kadar.. Bana öyle geliyordu ki, üçümüz de bu sesi hem bek liyor, hem de işitmek istemiyorduk. Annemle ikimız, babama üzüntü vereceğmt düşünüyorduk. O yüzden de bu sesi bastıracak bir gürültü yapmaya çalışıyorduk. Annem, gereğinden yüksek bir sesle: «Haydi kalk, uyku saatin geldi» diyordu. Ben de oturdugum yerden büyük bir patırtıyla kalkıyor, döşemenin gıcırdayan tahtalanna basa basa yürüyordum. Ne var M, sırtına yorganı almış, yatak için de oturmakta olan babamm bunlan duyup duymadığı anlaşılmıyordu. çarem kalmıyordu, durdurmak için. Tokat gibi çarpıyordu göğsüme lokomotifın rüzgân. Fırlayarak uyanıyordum. Babamm yatakta geçırdiği saatler zamanla azaldı. Yine pek konuşmuyordu, ama, başka. odalara bir göz atma, evin icini dolaşma isteği duyuyordu artık. Çok kalmasa bile »rasıra bahçeye de iniyordu, Bu değişiklikle birlikte annemin gözkapaklanndaki kızank'ık da azaldı. Komşnlarla yaptığı konuşmala» ra, «çok şükür» sözcükleri kanşmaya başladı. Benim, sokaktaki ovunu kesıp olur olmaz eve dönmelerim iyice seyreldi. Tren seslerini dalaa az duyar olduk. Günün birinde sokağa çıktı babam. Son zamanlarda birkaç günlük sakalla görmeğe alıştığımız yüzü pırıl pırıldı. Gezmeye giderken giydiği, yakaları lokomotifsiz ceketi vardı üstünde. Ha ni şu, başkasından ödünç alınmış gibi iğreti duran. Başmda da, alınlığı lokomotıfsiz bir şapka. Şiş karınU çantasını eline almamıştı. İYürürken hızlı adım atmıyordu eskisi gibi. Arkasından bakarken, annem de ben de aynı şeyi düşünmüştük herhalde: GörUnüşünden tanımaya olanak yoktu artık. gittiği yer park olmuştu. Hiç alışık § i l d l parka gitmeye ve bir sırada oturup gelen geçene bakmaya. Oyalanmıştı yine de. Daha sonra kahveye gitti, kendisi gibi emekliler çoğunluktaydı gitöği kahvede. Kâğıt ve tavla oynuyorlardı. Onlan seyretmişti. Akşam yemeklerinden son ra, o gün yaptıklannı anlatmaya başlamıştı bize. Zamanla yeni arkadaşlar edindi babam. Kendi de kâğıt ve tavla oynamayı öğrendi. Kent içinde çeşitli gezintilere çıktı. Aklma estikçe tramvaya ya da vapura atlıyor, kentin uzak bir köşesine gidiyordu, O akşam anlatırken, «20 yıldır görmemiştim» ya da, «ben görmeyeli ne kadar değişmis» dıvordu, gördüğü yerler için. Kimi zaman da yıllar yılı gftrüşmediği bir tanıdığma rastlıyordu. Şiş karmlı yol çantasını bütünüyle unuttu. Onun yerini, eline yakışan hafif bir baston aldı. Ceketiyle şapka sı da iğreti durmaktan vazgeçti üstünde. Ama yakalarıyla ahnlığmda san madenden küçücük lokomotifler bulunan deri ceketini ve şapkasmı elden çıkarmak istemedi. Askıya asıp sık kullanılmayan gömme dolaba kaldırdı onlan. Belki arada bir açıp bakmak için, belki de annem tabak . çanak kar şılığı eskiciye satmasm diye yalnız kendisinin bildiği bir yere sakladı anahtannı. V U ykumda güneşli çayırlar görüyordum. Akarsular, göller, gölgeleri suya düşen ağaç öbekleri. Gerilerde, bulutlann altında, silikleşmiş dağlar. Bütün bu renk cümbüşü içimi ışıtıyordu. Gevşiyordum. Üşengeç üşengeç kırlara uzanmak, güneş altında debelenmek istiyordum. Tam o sırada bir tren beliriyordu çayınn alt başın dan. Duman sala sala yaklaşıyordu. Telâşa kapüıyordum sesi duyulacak diye. Ya düdüğünü de öttürürse? Yalvarmaya başlıyordum. Yaklaştıkça hızlanıyordu tren, hızlandıkça artıyordu gürültüsü. Yalvarmalanma kulak asmıyordu. Ter boşanıyordu her yanımdan. «N* olur, n'olnr, düdüğünü çalma hiç olmazsa» diyordum. Sürücünün kolunu havada görüyordum, indirince ötecektl düdük. Kendimi, demiryoluna atmaktan başka YARIN: İKÎ GÜN ÜÇ GECE TREN YOLCULUĞU...