24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumhuriyet 2 ahmetli Prof. Nusret Hızır, felsefeyi, «Konusu bilim dlllerl olan bir üst dildir» diye tanımlamıştı. Felsefe lle billmler arasındaki başka ilişkileri şimdilik bir yana bırakıp, sadece bu tanımı gözönünde tutarak diyebillriz ki, felsefe yapüan yerfle bir felsefe dili kurulması gerekir; bu ise, kısaca bir terminoloji sorunu ile karşı karşıya getirir bizi. Bilgi alışverişinin, bilglnin yayılmasmm, dahası bllginin kendi üstüne, evren ve insan üstüne aydmlanmanın. düşünceler, tasarımlar yaratabilmenin ilk koşuludur bu. Smırlan kesin olarak çizllmiş terminler bulunmazsa, bu konuda açık seçik bir anlaşmaya varmak olanaksızlaşır. Atatürk, «Türkiye Cumhuriyeti'nin temell kültürdür. Ktiltür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektin» demişti. Oysa dilde birlik kurulmadan bunlarm hlçbirinin gerçekleştirilemeyeceğt açıktır. Bu durumda ise, bir toplumun aydmları, yabancı sözcükleri kullanmak zorunda kalırlar; ama bu yoldan olsa, en üst düzeyde bile tam bir anlaşma kurulamaz. Saym Prof. Bedia Akarsu, Felsefe Yayınları dergisinin ikinci sayısmdaki konuşmasmda bir anısım anlatıyor: îstanbul Üniversitesinde, Felsefe Fakttltesinde okurken, hocası olan Mustafa Şekip Tunç'un stirekli kullandığı «Ene» sözünü bir türlü anlayamıyormuş: sormuş bir gün hocasına, «Ene, moi demektir» yanıtmı almış. «Moi demek, ben demek değil mi?». Mustafa Şekip Tunç. «Hayır.» demlş, «Ben, je demektir.» Sayın Akarsu, «Je, gramatikal bir şey» diye ekliyor. Demek, bırakm felsefe yapmayı, terminolo]i kurulmadan üniversitelerde eğitim bile yürümüyor. Böylece de felsefe, gereksiz, anlaşılmaz, yararsız bir şey, bir gevezelik durumuna düşüyor elbet. Türkiye Cumhurlyeti'nin temeli bu mu olmalı? 11 HAZİRAN 1982 R Adından Baslayalım Melih Cevdet ANDAY lâmda bir ara kurnlur glbl oldu, sonra silindi. Kültürümüzün temelini, hangi dllin sözcük dağarcığından yararlanarak kuracağız? Bu konuda anadilimizin köklerini kullanmak önerisinde bulununca da. «uydurmacılık». «kuşakların arasmı açmak», «kültürümüzü yıkmak» gibi suçlamalarla karsılaşıyoruz. Oysa sorun, bir yaratma sorunudur. Biz, bilimlerde ve felsefede bir terminplojl kurmak zorundayız. îşte bu zorunluğu çok yerinde olarak ele alan Felsefe Yazılan dergisi, sevindirici bir girişime geçmiş bulunuyor. Bedia Akarsu. Selâhattin Hilâv. önay Sözer. Hilmi Yavuz. Teoman Duralı toplanmışlar. bir felsefe terminleri çalışmasına nereden ve nasıl başlamak gerektiğlnl tartışmışlar... tlgi ile okudum konuşmalarını. Bu konuda kullanmakta oldugumuz ikl yapıt var elimizde: blrl Bedia Akarsu'nun, öteki Orhan Hançerlloğlu'nun. Yukarda adlannı verdiğim kişllerden oluşan toplantıda, Prof. Bedia Akarsu'nun hazırladığı «Felsefe Sözlügü»nün bu çalışmada temel alınması öne sürülmektedir. Sayın Bedia Akarsu ise. Türk Dil Kurumu'nun önerisi ile, kitabmı, orta öğretîm dtizeyini gözönünde tutarak hazırladığını, daha genis bir felsefe terminlerl sözlüğünü ise kendi başma yapmayı düşünmediğini belirtmektedir. Toplantıyı düzenleyen Selâhattin Hllâv da. yanıt olarak, bir ortak çalısmanın sözkonusu olduğunu. Felsefe Yazılan dergistnln aracılığı ile, bütün felsefecilerin, felsefeseverlerin ve genellikle okurların bu koriudaki önerilerine, eleştirilerlne yer verilmesi gerekeceglni bildiriyor. Bu ilk toplantıda ortaya cıkan başlica tartışma, savm Teoman Durab'nm. «Bir terim araştırmasınm değil, bir dfl siyasetinin stfzkonasu oldağn» görüşfl ile başlamaktadır. Araya «siyaset» sözcüğü girdiğine göre, toplantıda bulunanlann. bu sözcüğü ele alarak işe başlamaları gerekecekti elbet. Ama öyle olmuyor. «siyaset» sözcüğünün, bir termin niteliği ile, sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğl sözkonusu edilmiyor, çünkü hepsi bu söascükle ne denmek istendiğini anlayıveriyorlar, Prof. Bedia Akarsu düşüncesini ortaya atıyor yanıt olarak... Ama az sonra konuşma çıkmaza giriyor. Hilmi Yavuz, «Sanırun siyaset derken arkadaşıraız...», önay Sözer, «Bence çok daha genlş aniamda kullanıyor...», sö^leriyle. daha başlangıçta. «siyaset» sözcüSünden ötürü dttsftlen anlasmazlı&a parmak basıyorlar. Bir Terminololi Kurulu içîn. yalnızca şaşırtıcı değil. öğretici bir durum dur bu. Aydmlanmız bile. bir konuyu ele ahrken, daha baslangıcta, anlaşmazlığa düşeblliyorlar demek. Felsefe Yazıları dergisince düzenlenen toplantının ne denli gerekli olduğunu gösteren bir olgudur bu. Nitekim Prof. Bedia Akarsu'nun «Ama dil slyaseti ne olabillr?» diye sormak zorunda kalması da bu yüzden. Felsefe terminlerlni kurmak ve bu termin lerde anlaşmava varmak Icin temel elbette Türkçe olacaktır. Bunun «siyasetsi başka ne olabillr? Bakm ben de anladıni burada «siyaset» sözcüğünön ne anlama kullanıldığmı. Ama buna gerçekten «anlama» denebilir mi? Bedia Akarsu şunlan söylemek zorununu duyuyor bu konuda: «Amaç nzlaşımsa, elbette Türkçe'de uzla$aca£ız. Daha önce Arapça, Farsça girmis; sjmdi tâtince. Fransızca, İn?ril!zce. Almanca. ttalyanca hepsi birden giriyor: yenyeni bir Osmanhca türüyor... O hakımdan elbette kök olarak PM«TI ıreH'iHnrp Tflrk Dilde özleştirmecilerle tutucular arasmdaki çeklşmeler, kavgalar, suçlamalar, iki yanı anlaştırma çabaları, bu açıdan bakıldığmda, tümden anlamsız bir duruma düşmektedir. Bizde felsefe yoktu; ts çe karşılık bulmaya çahşmahyız; özellikle yeni kavramlara. Bizim zorlama Türkçe yaptığım» sanılıyor; hayır, aslında kendisi zorhıyor; çünkü yeni kavramlar, pek çok düşunce Türkiye'ye Cumhnriyet'ten sonra girdi. Hattâ pekçoğu yeni yeni giriyor, yığınla yeni kavram geliyor, hattâ Batı'da yeni kavramlar çıkıyor ortaya.» Türkçeciliğe karşı olanlann, bu yeni kavramlar konusunda hangi dile dayanmamızı. hangi dllden yeni sözctikler cıkarmamızı (uydurmamızı) düşündükleri meraka değer. Bilglnlerin tartışmasına karışmak istemem, ama saym Teoman Duralı'nm, «Senbioz (symbiose) kelimesi sözkonusu olduğunda, bunu, yaşam ortakhğı olarak karşılıyorum herhangl bir yazıda; ama tek başma yaşam'ı kullanmıyorum, çünkü bana yapmacık geliyor: sevdiğim eski bir dostumla karşılaştığunda hayatım diyorum, yaşamım demiyorum» sözleriyle ilgill olarak şunu deyivereyim: O anlamda «hayatım» sözü «yaşadığım» yıllarm tümü» demek değildlr, sadece bir deyimdir o. deyimleri degistlrmekse sözkonusu edilemez. edUmiyor. Selâhattin Hllâv ise bunu. «Bu tür sözcükler, felsefenin smırlannda olan ya da taem günlük dilde, hem de felsefede kullanılan ortak sözcüklerdir» diye geçiştirmeyl yeğlemlş. Selâhattin Hilâv. toplantının sonunda, Yazko Felsefe Yazıları'nın 3. kitabmda, felsefe kavramlarma llişkln incelemeleri, araştırmaları, tartışmalan, öneriieri yayımlayacaklarmı acıkhyor. Dışardan biri olarak benim ilk önerim. «terim» yerine «termin» sözcüğünün benimsenmesidir. O sözcüçün İki hecesinin ortasma «i» ünlüsünü koymaya ne gerek vardı? Madem tek hecell «termsi, sonda iki Unsüz bulunduğu için rahat söyleyemeyeceğimiz düşünüldü, sözcük kökeninde olduğu gibi «termin» diye bırakılamaz mıydı? Böylesi hem aslma. hem Türkçe söyleyişe uygun olmaz mıydı? Sonra hem «terim» deyip. hem «tern>1nolo,ii» sözcüftlinü kullfinmak aykırı düşmüyor mu? İşe «termin»den başlansa. konunun atimda uyuşma7İık cikmaz sanınm. Halk Siiri • da • Ya • Halk Ozanı Üstüne. on dönemde birbirl ardından yayım kooperatifleri kuruldu. AYKO (Ankara Yaym Üretim Kooperatifi) bunlardan birisi. Rıza Zelyufun «Halk Şiirinde Gerçekçilik» yapıtının birlnci cildi «AYKO»da yaymlandı. Bizim halk şiirinde en ağır basan niteliklerden blri yergldir. Kitapta beni en çok ilgilendiren bölüm yergi oldu. İşte bir örnek: Varsın şunda hınlasm Bize taş atıp ürenler Eşek olup zınlasın Bize taş atıp Urenler Bir didilmiş kavuk olsun Yazi kışı soğuk olsun Bir yolunmus tavuk olsun Bize taş atıp ürenler Pek nallanmış ata dönsttn Uyuz olmuş ite diinsün Kllisede puta dönsün Bize taş atıp ürenler. Halk ozanı yukarıdaki dörtlükler! esM ve fleğişik toplumsal koşullar içinde yazmış, kimbilir kimi taşlamıs? Ne var ki bu tür yergiler her zaman geçerlidir. Bugünkü ortamda okunduğunda kişinin aklına neler gelir? • Rıza Zelyut kitabmda örneklerle tarihsel boyutları içinde ve toplumsal açıklamalarıyla halk şiirini anlatıyor. Bu şiirlerin çoğunda eskimeyen, asmmayan, yazıldığı çağın anlamlarım agan nitelikler var. Ruhsati diyor ki: Yine göçü yükletelim, Ya bu fare durur, ya biz Karakollar bekletelim " Ya bu fare durur ya biz Dört yanımız hep tarladır Ekin yok bize zorlatır Karanlıkta göz parlatır Ya bu fare durur ya blz. Zamanında fare için yazılan bu şiir ne demek lstiyor? îstediğinizce yorumlayabilirsinlz. Çağlar boyunca süregelen halk şiirini yazıldığı dönemln somut koşullannda belirlemek gerekiyor, ama bu yaklaşım yetmiyor. Yergi şiirl bir tepki silahı gibi halk arasında yüzyıllarca dilden dile dolaşır durur. Bu şiirleri salt asılmıs toplumsal dünya görüslerinln kalıplarına oturtarak açıklamaya yönelmek, her zaman geçerli olamıyan bir yaklaşımdır. Her ozan kuşkusuz yaçadığı çağm insanıdır, çevrenin izlerini dizelerde görmek olasıdır. Bu nitelik halk ozanlarında daha belirgin biçimde vurgulanır. Çünkü halk ozanı şiirlerinl kitapla kâgıtla yoğurmuyor, eylemde yaratıp yaşatıyor. Okuması yazması olmayan bir halk ozanı sezgisel yaklaşımlarında çağmı aşabilecek şiir gücünü gösterebilmişse alkışlamak gerekir. Toplumsal aşamaların kalıplarına mekanik biçimde oturtmaya çalışmak halk ozanma karşı bir tür acımasızhk oluyor. • Halk ozanı okuması yazması kıt bir toplumun ürünüdür. Bu gerçek, halk ozanının değerinl düşürmez; 4 ama, bütünüyle eğitim görmüş, öğretim sürecindeifgeçmis bir toplumda halk ozaıu olur mu? Gerçekte «halk şiirl» geçmiş yttzyıllarm 0rünü olarak kalabilirdi, Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk yanm ytizyılmda öğretim seferberliği gerçekleşseydi ve toplumsal adaletsizlikler yok edilseydi... Ne yazık ki bugün bile halk ozanlarının Türkiye'de sesi ve yeri var. Bu durum onlann değerlerini küçültmez, bizim ayıbımızı vurgular. S HflVIR Uzun OKTAY AKBAL Tarih Sürelidir nsan gücü yönetimi bugün Japonya'nın gerek yurt içi gerekse yıut dı şmda eriştiği başannın temel faktörii olarak kabul •dilmektedir. İ Japonya'da insan Irucu Yonetımı A BUGÜNKÜ JAPON İŞ YAŞAMINDAKİ YÖNETİM BİÇİMİNİN TEMELİNDE, YÖNETENLERLE YÖNETİLENLER ARASINDAKİ KARŞILKLI SEVGİ, SAYGI VE ANLAYIŞ İLE GÜVEN YATMAKTADIR Seksen TJanışman* *TDKnın kapatılıp bir Aka demi'nin oluşturulmasını öneren* önergeyi imzalamışlar. Danışma Meclisi'nin 150 kîşiden oluştuğu anımsanırsa, 'öneri' şimdiden yasallaşmış sayılmahdır! Kim bu 80 kişi? Önce akla gelen soru budur. Kim bu imzacılar? Bay Pamak'ın düzenlediği, tutucu bir gazetenin destekledigi, Atatürk devrimine 'duşman' kimselerin övdüğü bu öneri yasallaşırsa nasıl bir sonuçla karşılaşılır? Hem böyle bir öneri yasal şayılabilir mi? .Uygulanahilir mi? Bütün bunlar her aklı başında yurttaşın kafasından geçen sorular... Bir akademi kurmak! Her işi, her sorunu çözümleyecek bir Akademi!.. 80 damşmamn İmzaladığı bu önerge ile böyle bir akademi belki oluşturulabilir. Tabii Milli Güvenlik Konseyi bu karardan yana ise, böyle bir önerinin yaranna, doğruluguna ina nırsa... Herkes biliyor ki Danışma Meclisi bir 'feoror organı' değil, valnız bir 'damşmaniar' topluluğudur, yetkisi de 'danışmanlikla' smırlandırılmıştır. Akademi kurulur, iyi kötü, yararh yararsız bir akademi ortaya çıkar. Buna kimse bir şey diyemez. Olsa olsa Akademinin gerekliliği gereksizliği tartışıhr, böyle bir Akademi'nin oluşma biçimi. oraya seçilecek üyelerin kişilikleri üzerinde görüşler bildirilir, aynca böyle bir Akademi'nin Türk kül türüne. yazınma bir yarar sağlayıp sağlamayacagı. daha doğrusu bir takım kimseler için bir 'arpalık' olmaktan öteye gidip gitmeyecoği düşünülebilir. Bunlar olmayacak şeyler değildir. Ama 'olmayocofe', daha dogrusu 'olanaksız' bir şey varsa, o da danışmanlann kararı ile Türk Dil Kurumu'nun kar patılamayacağıdır, TDK'nın yerini bir Akademi'nin alamayacağıdır. Bu sözü böylesine kesinlikle yazınca. söyleyince, bir takım kimseler huylamyor ve 'bizi korkutuyorsunuz' diye yazılar çiziktiriyorlar. Hayır, kimseyi korkutmuyoruz, kimseye 'gözdağı' vermiyoruz. tçinde yaşadığımız düzeni temelinden değiştirebilecek, 'mülkiyet hakhı'm ortadan kaldıracak bir durumu, bir konuyu dile getirip. bunun bu 'duzen'de olanakstzlıgını belirtiyoruz. Bir yurttaş ma lını mülkünü falanca kişiye, kuruluşa vasiyet edebilir mi edemez mi? Vasiyet, bir Meclisin. bir hükümetin karanyla bozulur mu bo?ulmaz mı? Gerçi bir bayan yazar ikide bir şöyle düşünceler belirtmekten geri kalmıyor ^Türkiye olağanüstü bir dönem yaşamaktadır Parlamentonun, siyasi partilerin, işçi sendihalarının ve birçok derneğin kapatıldığı bir <or tamda TDK hangi imkânlanyle dokunulmazhh zırhına bürünecektir? Atatürk tarafından kurulmuş ol masının yeterli bir teminat sayümıyacağım, CHP oioyı bize göstermiş..» Bu bayancık Atatürk'ün kurduğu yapıtlann kolaylıkla ortadan kaldınlacağı inancında... O zaman Atatürk'ün kurdugu 'Cumhuriyetçi Düzeri de değiştirilir. Atatürk ilkeleri de ortadan kaldınhr, giderek Osmanlı hanedanı. Halifelik kurumu da geri döner. öyle mi? Dilinizin altındaki baklalar böyle birer birer ortaya çıkıyor, fırsat bulsanız daha da çıkarırsmız... Atatürk'ün kurduğu partinin kapatılmış olması ayrı bir konudur, şu anda yasalar bu sorunun tartışılmasına izln vermediği için üstünde durmuyorum. Yalnız TDK Atatürk'ün kurduğu bir dernek olmaktan öte. bambaşka bir anlam taşımaktadır, Büyük Önderin vasiyeti gereği, Atatürk'ün bıraktığı bir parayla yaşamraı sürdürmekte, bilimsel ve devrimci çalışmalannı yapabilmektedir. 'Vasiyetf kurumu ortadan kaldınlmadan. daha doğrusu 'mülkiyet hakkı', 'miras hakkı' adı verilen, bugünkü hukuksal düzenimizin temel ilkeleri alt üst edil meden daha daha kısacası bu 'düzen değiştirılmeden' hiç bir yurttaşın vasiyeti 'iptal' edilemez. Hele Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün vasiyetinl iptal edebilecek herhangi bir kurulun varlığı ise hiç mi hiç düşünülemez. Bu seksen 'damşman' arasında ne yazık ki 'hufeufeçular" da var! En başta Prof Aldıkaçtı'mn adına rastlıyoruz Yeni Anayasa'yı hazırlayan komisyonun başkanı bu 'yasa dışı' önergeye imza koymakla hem hukukçu kişiligine hem de yüklenmîş otduğu sçöreve sölge düşürmüş olmuyor mu? Duydufeuma göre seksen kişinin bir çoftu imzalannı ge ri almaya başlamış . Bay Aldıkaçtı'mn da 'beni yanılttılar övle imza attım' dpmesini bekliyoruz Taribin süresi uzundur. derdi General de Gaulle... Yalnız bugün yok, bugünün gerçekleri yok, bir de yarra Japonya'mn bugünkü başarı düzeyıne erişebilmesindeki temel faktörler Batıh ülkelerin görüşlerinden biraz aynlmaktadır. Onların bugünkü başarısmda temel faktörler şöyl e sırala uabüir: 1 Japonların «şirket» anlayışı. Şirket kavramının Japon halkı için ifade e'ttiği anlam!, 2 insan gücü yö netiminin rolü, 3 Çalışan lann yönetime katılması. 4 Şirket kültürü. 5 insan gücü planlaması. Besim BAYKAL T. Şi«w ve Cam Fab. A.Ş Eğitim Müşaviri dir. O halde niçin elemanı işten uzaklaştırarak hem onu hem de siİMini ızdıraba terkedeiim.» hşan bir kimsenin yaptığı igi başkalanndan daha iyi bildiği varsayılır. Ba ntMteı le, bir miktar fırsat verilse veya şans tanınsa, o kimse çahştığı şirketin başarısma olumlu yönden katkı sağla yabilmek için elinden geleni yapacaktır. Aşağı düzeylerdekı elemanlara ne derece çok sorumluluk verılirse o kimseler o derece üstün dü zeyde motive olmakta ve ya kın nezaret şekline gereksinme duyulmamaktadır. Japonya'da oluşturulmuş ve uygulanmakta olan «ka11te merkezleri» Batıda büyuk ilgi uyandırmıştır. Bu Japon sanayii ve iş hayatındaki ciddiyetin; ilkf» ve kurallara saygılı davranışın güzel bir örneğidir. Japon işçisi genelde söz sahibidir. Kararlarm alınmasmda görüşüne başvurulur. Bu tutumun sonucu olarak kişi ken disini grubun öbür üyeleri gibi ortaya çıkacak sonuçlardan sorumlu hisseder Japonya'da çaiışanlarm işlerınden dolayı sorumlu olacakları noktalar ayrıntılı ve açık seçik bir bıçimde ortaya konulmamıştır. Organizasyonlarda «emirkumanda» zinciri hemen hemen hissedilemeyecek derecede belirsizdir ve ayrıntılı bir biçimde hazırlanmış «iş tarifeleri» de yoktur. Kararlar genellikle grup tarafmdan almır ve ınsiyatif aşağı kademelerdeki görev lilerden gelir. Bu hava takım çalışmasmı arttırmak Nasıl başladı Japonya"aa endustrileçme hareketleri 1968'den sonra başlamıştır. Bu hareket, Ba tılı ülkelerdeki askeri ve en dustri gücun gerisinde kalmamak, guçlenmek bıçimüı de kesın karar ve istekle büsbütün hız kazanmıştı. Japonlarda güçlenme isteğini doğuran asıl neden, Ba tılı ulkelerce sömürülen, on lar tarafmdan yönlendirilen bir ülke olmaktan kurtulabilmeyle ilgilidir. İkinci Dünya Savaşı sırasmda çekılen güçlük ve sıkmtılar, Japon toplumu için bir dönüm noktasmı oluşturmuş. sosyal ve endüstriyel yapıda köklü değişiklik yapma zamanuıın geldiği anlaşılmıştır. Topluca, omuz omu za vererek bir yaşam sava şına girmişlerdir. Pek tabii bu koşullar nedeniyle uygulanan yönetim tarzı da geç miş yıllardaki «otokratik» tarzdan çok farkh bir düze ye erişmiş bulunuyordu. İnsan faktörii Bugün Japonya'nın sahip olduğu en önemli faktör «insan«dır. Japonya'da yetkl lilerden birisi şöyle söylüyor: Ülkemiz doğal kaynak lar yönünden zengin değildir yoksuldur. Bu durum pek tabii değişemez. Ama insan gücü kaynaklan yönünden son derece zengin bir ülkeyiz.. O halde ülke olarak ve bir ulusun bireyle ri olarak bizlere düşen iş, bu önemli kaynaktan, öbur ülkelerdekinden daha fazla yararlanabilmektir..» Işte bu bilinç ve inanç içinde bulunan Japon yöne ticileri dünyanın en üstün eğitim düzeyini ülkelerinde oluşturabilmek amacıyla, eğitime. ulus çapında en üst düzeyde yer vermektedirler. İşyerleri düzeyinde de personel departmanlarına önemli görevler düşmektedir. Çalışanlar bir departmandan öbürüne geçebilirler, pozisyonlannda değişik lik olabilir. Ama onlann ka riyer planlaması ve kişisel gelişme konulan personel departmanlan tarafmdan merkezi bir sistemle yakından izlenir ve denetlenir. In sangücü yönetimi üst düzey yönetidlere göre hiç kus kusuz en önemli konudur Japon yönetimini Bstıdan ayıran önemli hususlardan birisi şudun Japonya'da, ça ta ve birlik ruhunu oluşturmaktadır. Sorumluluğun katı kurallar yoluyla belirlenmemiş, ayrmtılı ışlemler ve kırtasiyeciliğe yer verilmemiş olması. alt duzeydekı elemanlann bile işlerini benimsemelerine, dort elle sarılmalarına, sorumluluk his sı duymalanna neden olmaktadır. Elbette bu tür bir uygulamadan beklenen sonuçlann alınabilmesi, temel değerlerin, şirket amaç lannın ve felsefesinin açık lıkla anlaşılmış ve benimsenmiş»'ortak bir kültür ve idealin var olduğu bir ortamm varlığını gerektirir. Japonya'da bu tür uygulamanın olumlu sonuçlannı gören. örneğin, 'Procter and Gamble', 'Hewlette Pac Ifşrd' gibi birçok Batılı kuruluşlar aynı esaslan uygulamaya başlamışlardır. Şu noktayı tekrar ve altım çizerek belirtelim ki, bugünkü Japon yönetim tarzımn temelinde, yöneten ler ve yonetılenler arasında kı karşılıkh sevgi, saygı ve anlayış ile guven yatmakta dır. Bir Japon işyerindeki mudürler iş dışmdaki zamanlannın da büyük bir bölümünü yönetımleri altındaki elemanlarla birlikte geçirirler. Batılı toplumlarda çalışan bir kimse kendisi için çızümiş bulunan tek bir uzmanhk dahnda ilerler. örnegin, pazarlama konusunu seçmiş olan bir kimse kendisini bir pazarlama uzmanı olarak görür ve yeteneklerinin derecesine ve olanaklara bakarak bir baş ka şirkete daha iyi koşullarla geçebilmenin yollarını arar Japonya'da ise durum farklıdır. Japon şirketlerin de gorevli yoneticiler tek bir konuya bağh tutulmazlar. Örneğin, bir pazarlama müdüru bir süre sonra üretim veya finans gibi değışik bir konuda görevlendirilir. Bir Japon yönetici bir alandan ötekine geçme yoluyla değişik fonksiyonlarda deneyim sahibi olarak bakış açısını genişletebilme, şirketi daha iyi tanıyabilme olanağını bulabilmek tedir. Batı'da ileri düzeyde tahsil görmüs kişiler, yüksek ücretle ve ust bir pozisyon da işe başlarlar. Ancak bu kimseler aşağı düzeydeki işleri görmemış ve uygulamatnış olmalan nedeniyle pratikten yoksundurlar. Oy sa Japonya'daki uygulama oldukça farklıdır. Japonlara göre örneğin, «master> diplomasına sahip bir kimseyi yuksek bir ücretle işe alarak ona sorumluluğu ge ' rektiren bir görev vermek hatalı bir sistemdir. Japonya'da üstun düzeyde eğitim görmüş kimseler de alt kademedeki işlerden başlayarak belirli bir sure deneyim kazanırlar. Ücretler arasmda buyük farklar olmaması takım ruhunu güçlen dirici, sosyal farklıhklan azaltıcı bir etmen olarak kabul edilmektedir. Performans değerlendirmesi Japonya'da kişinin grup halinde çalışmadaki başarısına göre yapılır. Bir kımsenın tek başına «yıldız» olarak parlaması şekli desteklenmez ve teşvık gÖrmez.> «Sivri çivi bir çekiç darbe' (Cumhuriyet Buğday fiatlan yük selmekte devam ettiğinden ekmeğln ucuzlaması ihtimali azalmış tır. Yeni mahsul bir ay sonra gelecektlr. Halen geçen senenin son stokları kullanılmakta olduğundan fiatların (5QV10nCE) 11 HAZİRAN 1932 TÜRK BUĞDAYINI KORUMA düşeceğl beklenemez. Diğer taraftan Konya" ve havalisiyle memleketin diğer bazı kısım larında kuraklığm devam etmesl mahsul içın endlşeler vermektedir. Günümüzdeki durum Bugün Japonya'da (genelde Batılı ülkelerde görülen durumun tersine) çalıştıran ve çalışanlar arasında, ger çek bir ba^lılık, takım ruhu, karşılıkh sevgi ve say gı egemen bulunmaktadır. Özellikle II. Dünya Savaşın dan sonra oluşmaya başlamış bulunan bu hava, bu gun Japon yönetim tarzmın en belirgin özelliğini oluşturmaktadır. Japon dilinde «kaisha» sözcüğü, şirket veya işletme sözcüklerinin karşılığı olarak kullanılır. Ancak, «ka isha» sözcüğünün gerçek anlamı «İnsan toplulugu»dur. Yani, bir şirkette çalışan kimse, o şirkette görev li bir kimse değil, o grubun bir üyesidir. Pay sahipleri ise, şirketin sahipleri değil, sermaye kaynaklarmdan bi risi olarak kabul edilirler. Açıkça görüldüğü gibi, bir kimsenin işe girdiği bir şirkette ömür boyu veya uzun süre çalışması, bu hava içinde doğal bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Ünlü Sony Şirketinin Yöne tim Kurulu Başkanı Akio Morita şöyle diyon «Bence bir şirket kader blrligi yapmış insanlardan oluşan bir topluluktur. O halde bir iş yerini başanya ulaştırabilmek için o işyerindeki tttm görevlilerin el ele, omuz omuza birlikte çalışmaları ge rekir. Bir güçlük veya duraklama ile karşılaşıldığında elemanlann işlne son vermeyi düşünmek son de c ]Günün itanıC GENÇLÎĞİ SATIN ALIYÜRSUNUZ Yetmlş senelik bir mevcudlyete malik formülü sayesinde Simon kremi, pudrası ve sabunu, gençliğinizin muhafazası için en mükemmel vasıtadır. Şayanı hayret neticeler. TEŞEKKÜR Ani bir hastalık sonucu S.S.K Okmeydanı Hastahanesine kaldınldım. Burada kaldığım sürece başta saygıdeğer müşfik insan Başhekim, Sayın Dr. Cumhuriyet Sahlbl: Cumhuriyet »dma MatbaacılıkveGazetecilikT.A.Ş. L. NADİR NADİ ...., ". ." ^.... HASAN CEMAL .... EMİNE UŞAKLICİL .... OKAYGÖNENSİN CtneJYaytnMüdürü:,...., Müeısese Müdürü: Ya*ı Ijlerı Müdürü: Batan va Yayan Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazeteclllk T. A.Ş. Posta Kutusu: 246 IStanbul Tal: 20 97 03 (5 Hat) Emin ISTANBULLU olmak üzere, derln bir şefkatle görevlerinl yapan Sayın Doçent Dr. METİN ARAN'a Sayın Dr. İSMET MENGÜ'ye Sayın Dr. AHMET ATAY'a Sayın Dr. KEMAL KUTOĞLU beylere, servis hemşirelerlne ve tüm personele teşekkür ederim. Gazeteciler Cemiyeti'nin ytice ruhlu Sayın Genel Sekreteri BÜROLAR. • ANKARA:KonurSokakno. 2AIA Yenl$ehlr Tel: 17 5t 25 17 58 66 Idare: 18 33 35 • İZMİR: Halit Zlya Bulvarı No: 65/3 Tal; 2 5 4 7 0 9 1 3 1 2 3 0 • AOANA: Atatürk Caddesl, Türk Hava Kurumu l«*anı Ka! iii T«l'14 5 S 0 1 9 731 Mustafa YÜCEL'e hatırımı soran tüm aziz dostlarıma teşekkürü borç bllirim. Sağolsunlar. TAKVİM İMSAK 3.10 GÜNEŞ 5.26 ÖĞLE 13.13 İKİNDİ 17.14 lazlran 1982 AKŞAM 20.40 YATSI 22.43 İCLAL 1ŞEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle